Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Bay_Karamsar

Sayfa: 1 2 [3]
31
Kitap, sinema, dizi, çizgiroman ve animasyon alemlerinde, saf şeytanlık peşinde koşanından, yüce amaçlar uğruna elini kirletenine kadar ki geniş yelpazede kötü/kötümsü/kötülüğe bulaşmış pek çok karakter ile karşılaşıyoruz. Kötü olarak varolan kötüler; belli gerekçelerden ötürü kötülük edenler; duruma göre kötü konumuna gelenler, kötü işlere bulaşmışlar; ve sayamadığım diğer kötü olma durumları. Kurgu içinde özellikle kötü olarak tasarlanmış karakterlerden bahsetmiyorum sadece. Çizginin görece iyiler tarafındayken kötü işlere karışıp kötü sonuçlara sebep olmuş kurgu karakterlerden de bahsediyorum.

Örneklerin edebiyat dışına çıktığının farkındayım. Kaynak sayısını arttırmak için örneklenebilecek alanı geniş tutmak istedim. İllaki benim yaptığım gibi her alandan birer örnek vermenize gerek yok. Aklınıza geldiği gibi paylaşın.

İlk ben başlayım:

Rocannon'un Dünyası (Kitap): Zgama. Güçlü bir zalim olduğunu göstermek için yaptığı abartılı hareketler aklıma rahmetli Erol Taş'ın canlandırdığı kötüleri getiriyor. Kalkıştığı onca maskaralığın ardında, iktidarının nüfuz edemeyeceği, edemeyeceği içinde eldeki iktidarı darmadağın edebilecek bilinmezi yok etme gayreti yatıyor. Liderlik vasfı tehlikeye düşünce, anlamadığına karşı, ne sihre ne ilime sığınmayarak -ve içinden bir "ama" geçirerek- bilinçli bir cahillik sergileyerek mücadeleye girişmek Zgama'nın yaptıkları.

The Black Hole (Film): Dr. Hans Reinhardt. Ömrünü karadelik araştırmalarına vakfetmiş bilim insanı. Evrendeki en gizemli kavramlardan birinin sırlarını açığa çıkarmak için yanıp tutuşmasını anlayabiliriz. Amacı güzel olsa da, keşfinin önüne engel konulmaması için yaptıklarının insanlıkdışılığı mazur görülemez. Çalışmalarının büyüsüne kapılarak insanlıktan çıkmış kötü portresi var karşımızda.

Star Trek The Next Generation (Dizi): The Drumhead bölümünden Amiral Norah Satie. Kaptan Picard'ın laflarını derleyerek şahsını özetlersek; iyi niyet maskesi altında, yakmak için cadılık ile suçlayacağı birilerini avlamaya çalışan bir avcı. Yanındakilere, görüşlerine uyum gösterdikçe sorun yaşatmayan; aksi olunca tüm hiddetiyle saldıran, sakınılası biri. Sabit inancı sebebiyle düşmandan başka bir şey göremez olmuşluğunda, sağduyulu adalet çağrısını dahi haklılığına gölge düşürmek için kullanılmış silah olarak algılayacak vaziyette. Evlerden ırak biri. Gerçekliğimizde de onun gibilerle  karşılaşıyor ve hatta farkında olmadan onun gibi davranabildiğimizde olmuyor değil hani. Kurgu dünyadan gelen bir uyarı.

V for Vendetta (Çizgiroman): V. Sinema uyarlaması ile milyonların maskesini taktığı anarşistlik imgesi anti-kahramanımız V, evet. Neden mi? Onu büyüleyici yapan şeyle aynı aslında. Kendisinin de belirttiği gibi anarşizmin yıkıcı yarısında yer almasıyla, intikamı için bile isteye fena işlere kalkışması söz konusu. Ve bu vesile ile intikamının kapsadığı alanın, intikamın hedefindeki kişilerce sınırlı kalmaması var. Düşmanlarının, şahsına ve sevdiklerine işkenceler çektirten ideolojilerine düşman olması şaşırtıcı değil elbet. Buradan hareket ile başlattığı intikam hareketinin kapsamının sonuçları ise dehşet verici. V'nin düşman bellediklerinin yöntemlerini benimsemekle kalmayıp onlardan daha acımasız olabilmesiyle kazandığı her zafer ile; hedefinde olsun olmasın herkes kurban konumuna gelmekte. V çizgiroman sürecinde devleşirken, "kötüyle kötü olmak gerek" lafının kitabını yazıyor.

Fang of the Sun Dougram (Anime): Call Destin. Tv serinin bir diğer kötüsü olan Helmut J. Lecoque ile beraber, yönetmen Ryosuke Takahashi'nin daha sonraki yapımlarında da (Armored Trooper Votoms, Spt Laynzer, Panzer World Galient) görülen yardımcı kötü rolüne bürünmüş asıl kötücüllerden biri. Yönetmen Takahashi'nin bu kötülerinin kötülükleri; bir fikir, ideoloji ya da inancın kurucularının değil, ikinci kuşak ve sonrasındaki takipçilerinin, takip ettiklerini iddia ettikleri sistemin varoluş gerekçelerini ve yapısını anlamadan onu sahiplenerek asıl amaçtan sapıp yozlaşmalarına dayanmakta. Call Destin'de bu şablona göre, zamanında idealist devrim sempatizanı iken, kopan kıyamette çıkarcı casusa dönüşmüş biri. İdealist iken, ideal edindiklerinin tam zıddı birine dönüşüm. Kurgu dünya ile sınırlı kalmayan bir durum daha bizlere.

32

Künye:

Adı: Canavarın Çağrısı
İngilizce Adı: A Monster Calls
Yazar: Patrick Ness (Siobhan Dowd’un Özgün Fikrinden)
İllüstrasyon: Jim Kay
Türü: Fantastik (Gençlik Edebiyatı)
Basım Yılı: 2011
Türkiye Yayın Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 216
Türkçe Çeviri: Arif Cem Ünver
Editör: Tuğçe Akyüz
Türkçe Basımı: Tudem Yayınları

Tanıtım:

     Gözlerini kapatıp, uykuya dalmaya hazırlanırken, kendini, hayatına giren kâbusun gece tiyatrosunu bir kez daha izlemeye hazırlar genç Conor O'Malley. Lakin o gece, yüz göz olmayı beklediği kâbusu için uykuya dalmadan evvel, kadim ve gür sesin onu adıyla çağırdığını işitir. Sesin sahibi, Conor’a, kâbusu kadar korkunç gözükmediğindeyse; inadın, merakın, anlam arayışının ve umudun iç içe geçtiği hikâyeciklerle dolu bir hikâye başlar.
    
İnceleme:

     Canavarın Çağrısı’nın attığı adımlarda yarattığı kendine haslığı, ömrümüz boyunca haşır neşir olsak da, üstüne düşünmediğimiz bir olguyu irdelemesinde yatmakta. “Hikâye” kavramının, hayatımızla ki iç içe yapısı, kitabın Canavarı’yla Conor arasındaki hikâyesi çerçevesinde en yalın haliyle ortaya seriliyor. Kadim Canavar’ın öyküleri, zamansal ve deneyimsel olarak, uzaktan yakına doğru bir sıra izlemekte. Bu sıranın özelliğiyse, Canavar’ın yorumlarında, hikâye denilenin kökeni ve ona dair algının zamanla değişen doğasını göstermesinde. İnsan zihninden kaynaklı kararlar ile şekillenen dış dünyada vuku bulan hadiselerin, unutulmuş geçmiş, yakın geçmiş, şimdi ve nihayetinde tüm bu hikâyelerin kaynağı olan insan zihnine doğru bir kronoloji izlenmekte. Sırası gelen her hikâye, beklentilerden ötürü göz ardı edilen gerçeklikle sımsıkı olan bağlılığından; güvenli ve bilindik cevaplar arayan Conor’u –ve okuyucuyu– gafil avlamakta. Canavarın kadim sesinden dökülen cümleler de belirttiği gibi, hikâye denen yaratığın vahşi doğası ve böyle olmasının hikmeti, (belirttiğim sıradakine paralelce) Conor’un dış dünyasından iç dünyasına doğru ki tesiriyle kendini göstermekte.

     İlk başta, karşısına çıkan mucizeye, sırf düşündüğü gibi olmadığından kendini kolayca teslim etmeyen Conor; kitabı okumadan önce kendini mucizenin varlığına teslim eden okur için şaşırtıcı, hatta hatalı gelebilir. Ama şunu unutmamak gerekir; ne Canavar’ın anlattıkları, ne de Conor’un anlatamadığı öyküsü, kolayca itiraf edilemeyen, hatta yanlış gayeler ile görmezden gelinen gerçekleri içermektedirler. Conor’un buradaki asıl sorunu da, Canavar’ın sunduğu yeni bakış açısını kavrayamamasında yatmaktadır. Ki bu kavrayamamanın kökenini, hayatını çevreleyen insanların davranışlarında görebiliriz. Conor’un yaşamında vuku bulan huzursuzluğu karşılayabilmekte çevresindekilerin yaptığı, çaresizlik karşısında toplumsal rollerini en samimiyetsiz şekilde oynamaktır. Otoriter sert büyükanne, oğluyla dost geçinmeye çalışan baba, anlayışlı öğretmenler; bir rol edasıyla, ideal ve yapılması en uygun düşen davranışları gerçekleştirmektedirler. Gerçeklik içinde, bir hikâyeyi canlandırıyormuş gibidirler. İşleri daha çekilmez kılansa, Conor’un da, içinde bulunduğu topluluğun ideal rol modellerinde, kendine en uygun düşeni yapmaya çalışarak, derman aramasındadır. Ve bu da, çıkışsızlığının verdiği kederi sonsuz bir ıstıraba dönüştürmüştür.

     İşte bu noktada Canavar çıkagelir. Conor’a ve bize, ideallerimizi ve hayatımızı yönlendirmede fikirler vermeyi aşıp, zihnimizi şekillendirmeye ve onu sınırlı roller oynamaya iten, evcil öyküleri bir kenara iti verir. Vahşi hikâyelerin asıl doğasını dillendirmeye başlar. Buna paralel olarak, Conor’ın, onu çıkışsızlığa mahkûm eden rolünü oynamaya iten dış dünyasıyla iç dünyası; hikâyelerin gerçek doğasınca parçalanıp lime lime edilmeye başlanır.

     Bu dışsal ve içsel parçalanışta, Conor’un zorbası Harry’den ayrıca durmak gerek. Conor’un parçalanıp yeniden şekillenmesi sürecinde, Harry ve onunla olan münasebetinin doğası da, hikâye ilerledikçe aralanmaya başlanmaktadır. Aralarındaki sözsüz(!) ilişkinin, Conor’un zihnindeki önemi, daha Canavar’ca yıkılmamış ilkel ahlak duygusunda yatmakta. Ama Canavarın Çağrısı’nda, hiçbir öykünün beklendiği gibi gitmediği unutmamalıdır. Ve anlaşılacağı üzere, Conor’un hikâyesinin iç ve dış dünyasındaki düğümünün çözülüşünde, Harry ve Harry’le yaşananlar, kitabın ayağı yere basan aykırılığına hizmet etmektedir. Bu yönden, Harry’nin doğasıyla alakalı gerçek, ilk başlarda Conor’un tutumu gibi hatalı gelse de; ana hikâyeye katkısı haricinde, iyi-kötü ayrımıyla içimize huzur vermesini beklediğimiz evcil hikâyelerdeki gibi bir dünyanın pekte ideal olmadığı fısıldanır bizlere.

     Canavarın Çağrısı, “hikâye” denen o ıslah olamaz şeyle ki ilişkimizi, yapısal olarak kendine tezat düşmeyecek şekilde yeniden ele aldırmaktadır. Alışılagelmiş hikâyelerin, hayatımız için rehber olmaya soyunan güvenli kucağında sakladığı tehlikelerine dair bir uyarı da taşımakta. Ve bu yapıyla birlikte, Conor yoluyla bizlere, kalıplaşmış iyilik ve kötülük algılarımızdan türeme ceza ve kurtuluş yöntemlerimizin, hayatımız için sanıldığı kadar yeterli olamayabileceği vurgusunu yapmaktadır.

33
En son yayınlanan, Kahramanın Yol Türküsü - Mikro Öykü Nedir ve 60 Kelimelik Yarışma Değerlendirmesi'nde, kimi öykülerin özellikleri sebebiyle, yazarın, kendi cinsiyeti haricinde, karşı cinside ustalıkla ele alabilmesinden bahsedilmişti.

"Kadın" ve "Erkek" derken, biyolojik özellikleri dışında, cinsiyete özgüleştirilmiş genelden özele çeşitlenen, cinsi karakterizasyonlar söz konusu. Hani şu, "Tam da bir kadından/erkekten bekleneceği gibi..."yle başlayan, kalıplaşmış algılar. Yazar, karakterlerinin duygu ve davranışlarını, cinsiyetine uygunca, ister genel ister öznel bakış açısı veya hayat deneyiminden yola çıkılarak işlemekte elbet. Amaç, özellikle o cinsiyet sahibine, farklı bakış açılarıyla baktırabilmekse; uygun görülmüş cinsiyet kalıplarının da dışında, yeniden karakterize edilmekten geri durulmamakta.

Bu saydıklarımdan yola çıkarak, bende bazı sorular oluştu:

Yazarın, duygu dünyası hakkında tam fikre sahip olmadığımız karşı cinsten karakterini layığıyla aktardığını okuyucu olarak nasıl anlıyoruz? Şahsi cinsiyet tanımlamamızdan çıkarımsamalara olan yakınlık uzaklığa göre midir bu değerlendirmelerimiz? Karakter, türün ya da tarzın olagelen cinsiyet karakterizasyonunun dışında tanımlanmış ise, onu nasıl algılarız? Karakterin cinsiyet kalıplarıyla oynanıp, kalıp dışı duygu ve davranışlarda bulunması, onları birey olarak algılamamızı ne kadar sağlar? Bu farklılık, hikayeye olan dikkatimizi çekmenin ötesine geçer mi yoksa farklı bir unsur olarak mı kalır?

Bu ve bu gibi sorular okur olarak kafama takıldı. Sizlerin, konu hakkındaki görüş ve soruları nelerdir acaba?

34
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Tek Kişilik Firar - Tevfik Uyar
« : 25 Mayıs 2016, 21:41:09 »

Künye:

Adı: Tek Kişilik Firar
Yazar: Tevfik Uyar
Türü: Bilimkurgu (Öykü)
Yayın Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 144
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi

Tanıtım:      
  
     İki bilim kitabının çevirmenliğini yapmakla birlikte, İz Odası adlı bilimkurgu kitabı ile Astronominin Bilimle İmtihanı adlı popüler bilim   kitabının da yazarı, Açık Bilim Dergisi kurucu edtörlerinden ve bilimsel kuşkucu Yalansavar ekibinden Tevfik Uyar, yeni bilimkurgu öyküleri seçkisiyle merhaba diyor.  
     Lafını dolandırmadan aktarılan öykülerde, idealleriyle içgüdüleri arasında bocalayan insanın insanlık  hallerine yer veriliyor.

İnceleme:      
    
     Malumunuz, insanın, ne amaçla olursa olsun, sınırlarını aşma gayesi ve bu gayenin yolunda ortaya atılan fikrin, buluşun, icadın,  varılan noktaların haddi hesabı yoktur. Bu saymakla bitmezler tarihinde, bahsedilmeye gerek duyulmamışlar vardır bir de.  Varoluşla  dünyevilik arası gidip gelen, sorun, çıkışsızlık ve çelişkiler; önemsiz ayrıntılardan, hedeflere ulaşırken ki tümseklerden, hayatın  yapısından gelme pürüzlerden sayılmaktadırlar. Kimi zaman, aşırılıkları, tezatlıkları veya da her ikisini birden içerebilecek duygu ve  davranışlar, gene kafamızda taşıdığımız bir buçuk kiloluk süngergilliden çıkmadır. Yer yer kibirleşip sefililleşen dünyeviliğimizin de yan  ürün sayıldığı; varoluşu anlamlandırma ve varoluş sahibini gözetip varlığını devam ettirmeden peydahlanır bu saydıklarım. İnsanın, kimini kavrayıp, kimini kavrayamadığı hadiselerinin içerisine sokar durur.
     Tevfik Uyar'ın öyküleri, insanoğluna dairolanı; soğuk ve  emreder tonda “Prizma ışığı ayrıştırır,” diyen, iyiliğimiz için kafaya bilgi kakmak yerine; sıcak ve aktardığının ilginçliğini vurgulayan ses tonuyla, “Gördüğünüz gibi güneş ışığı prizmadan geçer geçmez ayrışarak ana renklere ayırır,” diyerek muhatabının merakını uyandırtan cinsten bir doğallıkta.      
     Bu doğallık içinde;  Uzay Yolu'ndan kat be kat yetersizlikteki teknoloji ve göreve adanmışlık içeren, misyon olarak da,  başarısızlıklarla  dolu uzay kaşifliğinin mutsuzluğunun verdiği boşluğu, yanlış yöntemle gidermesinin yarattığı olmadık durum; Otostopçu'nun Galaksi  Rehberi havasında, evrensel kuralların kendini hissettirmeden olaya müdahil olduğu uzaylı işgali; insanların can sıkıntılarından sebeple, ciklet paralarını nereye yatıracaklarının şaşkınlığının nelere kadirliği;  saydıklarıma oranla sakin yapısıyla, etkileyicilik açısından geri  durmayan Tanrı Misafiri öyküsü ve niceleri, doğallıklarından gelen samimiyet ile sayfalardaki yerlerini alıyorlar.      
     Öykülerin, ton ve anlatı elementleri; neyi, hangi bilimkurgusal alt türde anlattığına göre değişse de, bunun, bahsettiğim doğal tavra  etkisi, doğallığın yeterliliğine etki ediyor sadece. Doğallığın doğrudan anlatılageleni yeterince destekleyemediği vakit, bilimsel bilgi  takviyesi uygulanıyor öykü içerisine. Lakin bir iki öyküde, aktarılanların gizemliliği, soyutluğu veya da doğrudan bilginin kendini fazla  gösterirmiş gibi yapması; anlatılmak istenenin gözönündeliğinin, doğallığı biraz ötelemesine sebebiyet vermekte.      
     Son olarak, kimi  öykülerde  yer edinen yoldaşlık kavramına biraz değinilmeli. Öykülerdeki yoldaşlığın ve hatta topluluk olmanın;  insan icraatlarındaki  etkisi öne  çıkmakta. Yoldaşlığın; derecesi, varlığı veya yokluğu, olumlu veya olumsuzluğa yol açan durumlarıyla, üstünkörü geçilebilecek bir kavram olmadığı, ilgili öyküler içerisinde yer veriliyor.      
     Sırrına ve hükmüne erişemediğimiz evrende, insanoğlunu hem var edip ileri taşıyan, hem de başına belalar açan hallerin harmanlandığı öyküler bunlar.

35

 Künye:
 
Adı: Yıldız Gemisi Askerleri
İngilizce Adı: Starship Troopers
Yazar: Robert A. Heinlein
Türü: Askeri Bilimkurgu
Yayın Yılı: 1959
Türkiye Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 306
Türkçe Basımı: İthaki Yayınları
Türkçe Çeviri: Öznur Özkaya

  Tanıtım:

     Bireyleri, ait oldukları toplumu koruma, muhafaza etme ve ileriye taşıma gayesi ile sorumluluk sahibi yapmak; sorumluluktan kaçanları da ayıklamanın ideal bir yolu da: Görev süresinin en az iki yıl olması kaydıyla yapılan askerlik hizmetidir.

     Terran Federasyonu, sivilinden, askerine, bu basit ama işleri, medeniyeti sürdürecek düzeyde işler vaziyette tutan sistemiyle, başka yıldız sistemlerine açılmıştır. Bir yandan,  kimi dost kimi düşman yabancı medeniyetlerle karşılaşırken bir yandan da, Terran kolonileri kurarak,  insanoğlunun başka yıldızlarda da varlığını sürdürmesi sağlamaktadır. Siviller ise ordunun getirilerine rağmen, onu, insan ve kaynak israfı olarak görmektedir. Bu sivil cahilliğinin aksine, ordunun içindeki has olanlar bilirler ki, askerlik kurumu, gene insandan gelme ve insan içindir. Varlığı ile insanlığın unuttuğu ya da gelecekte karşılaşacağı tehlikelere karşı,  ona koruma sağlar. İnsan doğasından gelme tek bir amaca hizmet şekillenip, geçmiş deneyim ve bilgi birikimleriyle; araçlarda değişkenlik gösterip, özünde değişmeyen bir yapıdadır. Ve toplumu ayakta tutan diğer kurumlar gibi, vazgeçilmezlerdendir.

     Liseden yeni mezun genç Rico'da, bir sivilden askere dönüştüğü yolda, askerliğin kulluğunu ve büyüklüğünü, aklı yettiğince tecrübe edecektir.

İnceleme:

     Askerlik vazifemin acemilik dönemlerinden kalma hatıramdır: Merakımın, cahilliğimin saflığıyla pekiştiği anda, tecrübeli subaya "Sivil olarak, askerlik hakkında nasıl daha çok şey öğrenebilirim?" diye sormuştum. Bana, "Asker olarak." cevabını vermişti. Eh, benim saf soruma doğrudan verilebilecek en iyi cevaptı bu. Yıldız Gemisi Askerleri'nde de,  dolaylı yoldan asker oluyoruz denebilir. Askere dönüşen ana karakterin zihnine girip, askerliğin doğasını öğreniyoruz. Kitabın, üst okumada; askerliğin ve muharebenin, ne olup ne olamayacağı hakkında belli bir görüş kazandırttığına şüphe yok ve bu yüzden de, kimi eleştirmenlerin doğrudan anlatılanlara takılıp, kitabın "savaş güzellemesi" olarak hor görmesi de şaşırtıcı değil. Fakat ikincil bir alt okumada; insanoğlunun varlığını sürdürebilmek için çeşitli statülerde büründürüldüğü rollerin mevcut yapısı ve o rolleri layığıyla ortaya koymaya çabalayan bireyin, duygu ve düşüncelerindeki çelişkili ifadelerine, üstü kapalı olarak yer verilmekte. Bu ikincil anlamı gün yüzüne çıkarmak ise biraz gayret gerektiriyor.

     Bodoslama girişimden sonra, her şeyi baştan alıp, adım adım Yıldız Gemisi Askerleri'nin yapısını aktarmaya çalışırsam, öne sürdüklerim daha anlaşılır olacaktır.

     Öncelikle,  yukarıda saydığım alt metinlere hizmet, Uzaylı Zeki Böcekler ile İnsanoğlunun son teknolojiyle donatılmış savaş zırhını kullanan Çevik Piyadelerinin arasındaki savaşın, kitabın merkezini oluşturmadığını belirteyim. Var olan çatışma kısımları bile çok az yer tutmakta. İlk başta, Böcek-İnsan savaşındaki tarafları aynı karenin içinde düşününce, manzaranın, tuhaf, hatta komik kaçabileceğini düşünebilirsiniz. Ama sandığınızın tam aksi söz konusu. Bunun sırrı, konunun gerçekçil ayrıntılarında. Vuku bulan çatışmalar, tarafların silah ve yöntemlerine uygun gerçeklikte işlenip, aktarılmış. Çatışmada ihtiyaç duyulan, dakiklik,  sürat,  doğru zamanda doğru yerde olma ilkesi ve bunları sağlamak adına, askerin aldığı emir ve eğitimlere sonuna kadar bağlı kalması gerekliliği bir yana; savaş meydanında vuku bulabilecek beklenmedik olaylar ve şans faktörü de mevcut. Savaşın doğasının olduğu gibi aktarılması, askerlik hakkında bakış açısı kazandırtma açısından, gerçeksel ve anlamsal olarak etkiyi kuvvetlendirmekte. Ucuz bir macera gibi duran hikâye taslağı,  bu sayede daha ciddi bir tona bürünmüş.

     Askerliğin, felsefesinden uygulamasına kadar ki süreçteki aşamaları,  kısımlara bölünmüş durumda.  Ve anlatıdaki kısımlandırma sistemi de,  "Asker çatışmaya girmediği zamanları, o kısa ama mühim anda yapılması gerekeni yapması için kendini eğitime ve hazırlığa vakfeder." sözüne uygunca tasarlamış. Askeri felsefeyle yüklü uzun konuşmalar içeren kısımların ardından, ilgili görüşlerin mantığını, ister anlatıcı isterse de yaşanan an ve çatışmalarca tasdik edip, verilmek istenen bakış açılarının pekişmesi sağlanmış.

     Bu tasarıyı, okuyucu olarak mekaniklikten uzak akıcılıkta takip edebilmemiz için de, savaşın en alt kademesindeki ana karakterimiz Rico'nun gözünden ortak edilmekteyiz. Geçirdiği dönüşüm sürecinde, askerlik hakkında hiç bir fikri olmayan gözlemciden (Sivil Riko), gözlediğinin zihnine girip (Muharebe de hayatta kalmak ve özel hayatında var olabilmek için asker olmaya çalışan Riko), oradan da, ilgili mantığın ta kendisi olarak yaşananları değerlendiren (Asker Riko) zihninde tanıklık etme süreci üstüne kurulu kitap. Rico'yla beraber, askeriliğin ve ordu yapılanmasının bilimsel mantığını, uzun belagatler eşliğinde işlenmiş konuşmalar aracılığında öğreniyoruz. Bu aktarımlar, anlatıcımız Rico'nun içinden geldiği sivil çevrenin, genel ideoloji üstüne belli bir entelektüel eleştiri getirecek meziyette olmaması neticesinde, sistemin bilirkişilerince bile, üstü kapalı olarak, "yeterli görüldüğü için kabul edildiği" ideolojiyi tartışmasız kılıyor. Genel sisteme mesafeli duranlar bile, alternatif düşünce yoksunluklarından ötürü, felaketler sonrası ya sisteme katılıyor ya da sistemi kuru kuru eleştiriyorlar. Mevcut sistemin işleyişine geri dönersem, değiştirilemez kurallarının uygulanabilirliklerini sınamaya gelince işin rengi değişiyor. Kuralların, yere, zamana ve kişisinin gayesinin, genel amaç ve hedef ile ne kadar örtüştüğü, yarar ve zararına göre değerlendiriliyor öncelikle. Kimi zaman esnetilip, kimi zaman da, kuralı esnetmemek için üretilmiş başka türlü kural ve yöntemlere uyulması gereksinimi doğduğunda, Rico'nun ve Anlatıcı Rico'nun kılavuzluğuna bağlı olan bizlerin aklı allak bullak oluyor. Bu kafa karışıklığının çözümü için, Rico'nun –ve doğal olarak okuyucu olan bizlerin- başvuru kaynağı, gene sistemin bilirkişileri olunca, hem anlatıda hem de hikâyede, ne olursa olsun kendini doğrulatan bir düzen karşımıza çıkıyor. Harbin öngörülemezliği düşünülünce, taarruzdaki askeri topluluk üyesinin, sonu ölüm dahi olsa, ait olduğu tarafın başarısını güvenceye alması için geliştirilen mantıksal askeri felsefenin, üstüne düşünmeden yürümemiz gibi içselleştirilmesi, savaşın doğasında uygunken; savaş dışındaki hayatı da şekillendiriyor. Farklı bir amaç için icat edilen mantık, hayatı algılamada Rico'yu -ve kitaptaki hayat görüşünü aktaran belagatleri ile bizleri de- yönlendirmeye başlıyor.

     Bu yönlendirme, anlatıcımızdan da kaynaklanıyor elbet. Rico'nun, sorgusuz sualsiz, kendine sunulanları kabul etmesinin muharebe hazırlığı haricinde de sebepleri var çünkü. Gönüllüğe dayanan askerlik hizmetinde, sorumluluk alabilecek, asker olmaya elverişlileri seçebilme esası söz konusu. Ve öteki gönüllüler gibi aşağılanıp değersiz addedilerek,  bir hiç olduğu, toplumda saygın bir yer edinemeyeceği imasına maruz kalan Rico'da endişeleniyor.  Ardından, sabrının ve tanıdıklarının etkisi ile asker olabileceğini öğreniyor. İçine sürüklendiği bunalımdan tek çıkış yoluymuş gibi gözükmesinden sebeple, üstünde "ordu" yazan ilk gördüğü cankurtaran botuna kendini atıyor. Alakasız bir şekilde başlayıp, yapıp kurtulayım diye sürdürdüğü askeri eğitiminde, ailesince bile kendine ait bir hayat görüşü olması engellenmiş Rico için, kendini topluma ispatlama fırsatına dönüşüveriyor askerlik. Süreç ilerledikçe, asker olmak, yaşadığı toplumda varlığını önemsetip kendini anlamlandırmaya tekabül ediyor. İlk korkusu da, askerlik olmazsa bir hiç olacağına evriliyor böylece. Elindeki yegâne seçeneğin askerlik olduğu yanılsaması ile askeri kimlik daha da cazipleşiyor ardından. Ve vakti gelip, askerlik payesini elde edince, ait olduğu topluluğun selameti açısından, muharebe mantığının kuralları ile şekle şemale sokulmuş hayatta kalma içgüdüsüyle, bir silaha dönüşüyor.  Sadece bu insan-silah kavramı ile varlığının değer gördüğü fikrine kapılıyor. Muharebe ya da muharebe dışı ve hatta özel hayatında, farkında olmadan, askeri kimliğini doğrulatmaya girişiyor. Yeterli bir asker olup olmadığının şüphesi, yeni gizli korkusu oluyor. Devamlı tabi tutulduğu sınavlar, ona askerlikte başka bir şey düşündürtmüyor.  Bireyselliğinden gelme fikirleri ise askerliğe başvurmadan önceki halleri ile ham şekilde, hiç gelişmeden kala kalıyor. Askerlik harici görüş ve davranışları, hamlıklarından ötürü, basit, çelişkili ve basmakalıplaşıyor.

     İşte bu yüzden, anlatıcımızın güvenilmezliği ile örtülmüş anlatıyı aralamak, biz okuyucuya düşüyor. Bunu da, ister belagat sanatıyla ileri sürülen fikirler olsun,  isterse,  Rico’nun tanıklık veya ifadeleri;  mantıksal doğru ile belli bir görüşü haklı çıkarmaya yönelik çözüm veya cevapları işlemenin üç koldan gerçekleştirilmesi gerekiyor:

1) Mantıksal doğru vesilesiyle, sunulan çözüm veya cevabı benimsemek.
2) Çözüm veya cevabın uygunsuz gelmesinden ötürü, mantıksal doğruyla birlikte, görüşü veya durumu, tümden hatalı veya saçma kabul etmek.
3) Mantıksal doğru ile sunulan çözüm veya cevabı ayrı ayrı ele almak. O anki ve geçmişteki,  duygu ve düşünceler arasındaki, fark, boşluk ve saptırmaları, neden-sonuç ilişkisinde eleştirisel gözlen irdelemek.

     Bu üçlü, anlatıda saklı olan farklı gerçekçilikleri kavramamıza yardımcı olacak ve kitaptaki katmanları fark etmemizi sağlayacaklardır. Bu formülleri, Rico'nun izin için gittiği koloninin esnafı için sarf ettiği "Askeri kazıklamaya çalışırken bile saygıda kusur etmiyorlar." lafı üzerine uygulayalım. Buna göre: 1) Rico'nun düz mantığında, askere olan muhtaçlıklarıyla, ne olursa olsun ona saygı gösteren sivillerden bahsedilmektedir. 2) Sivillerce kazıklandıklarını bozuntuya vermemiş ya da bir an için ona yapılan dalkavukluğun büyüsüne kapılmış Rico'nun, incinen gururunu koruma çabasının itiraf vari savunmacılığıdır.  3)  Değişimine tanık olduğumuz Rico'nun, hem cephe hem de cephe dışında, tek bir hatayla elinden alınması olası, yegâne sığınağı ve her şeyi olan asker kimliği söz konusudur. Çevik Piyade olarak, ordu içinde bile kolayca hor görülebildiğini de hesaba katınca; asker olarak saygı görmek için çaba sarf etmeden onaylanıyor olmanın verdiği hoşnutluk ve güvenle, parasını çarçur edebilmenin rahatlığını, farkında olmadan ifade eden Rico'nun ruh halini yansıtmaktadır. Ve bu üç bakış açısı da aynı anda, Rico’nun durumu ortaya koymaktadır.

     Asker olma sürecine şahitlik edip, düşünce yapısını kavradığımız ve güvenilir bir yol göstericiye dönüştürdüğümüz Rico’yu, hangi itkiler ile hareket ettiklerini bilmediğimiz diğer karakterleri anlamak için de kullanabiliyoruz böylece. O zamanda, başarısızlık korkusu üzerinden şekillenen sistemi; sistemin kolektif bilincine tabii yaşarken, kendi duyguları ile de cebelleşen erkekleri; tezatlıklarla yüklü erkeklik deneyimlerinde fark edilmeyen çelişkili ilişkileriyle karşılaşıyoruz. Hayatını kaybeden üstünün geriye bıraktığı sistemi bozmayan Çavuş buna güzel örnek teşkil ediyor: Sistemi bozmayarak, hem kaybettiği silah arkadaşının mirasını devam ettirmiş hem de yasını tutmuştur. Ayrıca, çalışırlığı ispatlanmış yöntemi olduğu gibi bırakarak, olası bir sorunda, kendi üstüne binecek sorumluluk yükünü hafifletmiştir. Sorumluluk yükünün hafiflemesi ile kendine ve etrafındakilere durmadan kanıtlamak zorunda olduğu asker kimliği için fazladan bir içsel veya dışsal mücadele gerilimini yaşamaktan da kaçınmıştır bu sayede.

     Tanıtımda Rico’nun öğreneceğini belirttiğim, "askerliğin kulluğu ve büyüklüğü"nü,  Rico'nun anlatımı ve anlatımı dışında, metni çözümlemeye yarayan varlığı vasıtasıyla, biz de kavrayabilme fırsatı yakalıyoruz.

     Heinlein'in eseri, kitabı doğrudan ele alıp, satır aralarındakileri kaçıranlar için savaşı ve savaşçıyı övüp, onu romantize ediyormuş gibi gelebilir. Düz okumada bu doğru da. Ama cephedeki askerlerin fedakârlık ve maharetlerini, sırf savaştan yana taraf olmadığımız için yadsıyamayız. Özellikle, onaylamadığımız savaşın eylem ve yöntemleri başkalarınca bize karşı kullanıldığında. Tarih boyunca ki ordu ve askerlerin varlıkları, bizim onlara ihtiyaç duymamızdan gelmektedir. Belli bir takdiri de hak etmektedirler bu sebeple.

     Heinlein'ın eseri, satır aralarındaki çelişkileri görenler için, şiddetin ve savaşın korkunç bir yıpratıcı,  bundan habersiz kurbanların da nasıl bir döngüye kapıldıklarını göstermektedir.  İnsan, farkında olmadan kısıtlanmış, silaha dönüşen bireyin tek yuvası ve tek amacı savaşın kendi olmuştur.

     Heinlein'ın eseri, kitabı okurken anlatılanı sorgulayan, yeri geldi mi ona hak veren için, insan doğasına dair gerçekleri olduğu gibi aktarmaktadır.

     Heinlein'ın Yıldız Gemisi Askerleri, bu saydıklarımın hepsidir. Ve bu, onu her zaman okunur, her zaman üstüne tartışılır ve her zaman yeni eserlere kaynaklık etmesini sağlayacaktır.

Ufak  Notlar:

1. Kitabın  açılış  cümlesindeki  alıntı  biraz  değiştirilmiş.  "Maymun"  ifadesinin, yerine  geçtiği  kelimeden daha yumuşak bir ifade  olduğunu  belirteyim  sadece.

2. Kitapta,  ana  karakterimiz  dahil  farklı  milletlerden  pek  çok  karakter  var.  Hatta bahsi  ara  sıra  geçen,  Türk  asıllı  Celal  Çavuş  (Çavuşumuz!  Asın  bayrakları!) onlardan  biri.

3. Askeri  bilimkurguda,  yer  yer  feyz  alınan,  yer  yer  kendi  temalarının  başka kitaplarda  yer  almasıyla  kaynaklık  eden  kitabı  hicveden  seri  bile  var:  Harry Harrison'dan  Bill,  The  Galactic  Hero.

4. İnsan  tarafı  olan  Terranların,  askeri  mantıkta  olmaları  sebebiyle  kitaptaki insanlığın  faşizim  ile  yönetildikleri  savları  ortaya  atılmış.  Kitaptaki  askerlik sisteminin  gönüllülüğe  dayalılı,  hatta  ordunun  işe  yaramazları  ayıklamak  için verdiği  çaba;  emekli  olana  kadar  askerlerin  oy  verememesi;  askerlerin, sadece,  geçme  zorunluluğu  olmayan  tarih  dersini  vermeleri;  sivillerin  açık  bir şekilde  orduyu  eleştirebilmeleri  ortaya  atılan  bu  politik  altmetnin doğruluğunu  zayıflatmakta.

5. Kitaptaki  "Bugs"  (Böcekler)  ifadesinin  ses  olarak  aşağılayıcı  bir  tonlamada "Jew"  (Yahudi)  kelimesini  çağrıştırdığı  ve  Terran  ile  Arachnidler  arasındaki savaşın  ırksal  saflık  için  yapıldığı  görüşü  ortaya  atılmış.  Bunu  ortaya  atanın içi  fesatmış.  Temelsiz  iddialardan  biri  daha  işte.

6. Kitabın  ilk  uyarlamasını,  1997'deki  film  olarak  biliyorsanız,  yanılıyorsunuz. 1988  tarihli  Japonya  yapımı  Uchū  no  Senshi  adlı,  altı  bölümlük  OVA (Orijinal  Video  Animation)  serisi  mevcut. Kitabın uygun ana çatısı, Japon animasyonuna aşina olanlara bilindik gelecek öğeleri ihtiva ettirmekte. İlginç olan, kitapta bir iki cümleyle geçilmiş hadiseler, yapımın hikaye akışında yürütücü unsurlar olması. Uyarlamanın zorluklarını berteraf edip hikayeyi dah özgürce işleyebilmek için bu yolla gidilmiş sanırım. Sadıklık  açısından  fena  uyarlama değil.  Ama  dediğim  gibi  "fena  değil"  işte!

7. Gene  Japonya'dayız.  Sene  1979,  kitapta  geçen  yenilmez  askerlerimiz  Çevik Piyade'nin  ana  techizatı  "power  armor"dan  gelen  ilham  ile  genç  bir  Japon, anime  projesi  için  "mobile  suits"  tasarlıyor.  Ve  bi'  bakmışınız;  anime camiasında  "Reel-Robot"un  doğuşu.  Hala  yayınlanan  yan  ve  alternatif  serileri ile  devam  eden  efsaneye  merhaba  deyin,  Yoshiyuki  Tomino'dan,  Mobile  Suits Gundam.

8. Ve  geldik,  kitapla  alakası  olmayan  1997  tarihli  sinema  uyarlaması  Starship Troopers'a.  Askerliği  olduğu  gibi  aktarmaya  gayret  eden  kitabın  aksine, faşizm  göndermesi  ve  abartılı  görselliği  ile  karakterlerin  kendini  ciddiye almasına  rağmen  filmin  kendini  ciddiye  almadığı  savaş-hicvine  dönüşmüş. Power  Armor  yok.  Pompalı  silahla  Böcek  avlayan,  gariban  donanımlı askerler  var.  Aşk  var.  Karşılıksız  aşk  var.  İhanet  var.  Sarı  saçlı  mavi  gözlü Rico  var.  Anlayacağınız  kitapta  olmayan  herşey  var.  Sinema  uyarlamasının devamı  niteliğinde,  video  piyasası  için  çekilmiş  filmlerde  mevcut.  ST  -  Hero of  Federation  (2004):  Bütçenin  darlığına  uygun  dar  alanlarda  çekilmiş  bir film.  ST  -  Marauder  (2009):  İlk  filmin  Rico'su  (Casper  Van  Dien)  geri dönmüş  ve  bütçe  artmış.  Sonlara  doğru  gözükse  de  mecha  vari  zırhlar  kitaba uygun  olmasa  da  renk  katmış.  Ana  konu,  mahsur  kalmış  ekibi  kurtarma  ve inancın  gücü.  İnançlı  olmayı,  Kilisede  evlenmek  olarak  gören  çift,  filmin  alt okumasına  güzel  hizmet  etmiş. ST  -  Invasion (2012):  CGI yapım. Mekanik  savaş  zırhları  ve  transhumanizm  tarafları hoş.  Kahramanlık  ayağında  çat  diye  ölen  karakterler,  işin  hiciv  boyutu  u oluşturmuş.  Yeterince  iyi  bir  film  değil  ama.  Tabi  birde,  gene  film  evreninde geçen  CGI  Tv  serisi  Roughnecks:  S.S.T  Chronicles  (1999-2000)  var.  Savaş zırhlarını  ve  mecha  vari  silahları  görsekte  pek  dişe  dokunur  bir  tarafı  yok.

9. Film  uyarlaması  ile  alakalı  bomba  bilgi:  Robocop  ve  Total  Recall  ile bilimkurgu  sinemasına  katkılarda  bulunan  yönetmen  Paul  Verhoeven,  kitabı biraz  okuyup  sıkılmış  ve  bir  daha  kapağını  bile  açmamış.  Filmin  uyarlama olarak  diğer  tatsızlıklarını  saymakla  bitiremeyeceğim  için,  bu  bilgi  ışığında, sizler ve benim için,  ponpalı  silahla  uzaylı  dev  böcek  avlamanın  ardındaki  sır perdesinin  aralandığını varsayıyorum.

10. Heinlein'ın askerlik hizmetini  çatışma  yüzü  görmeden tamamlaması  (ABD Ordu  mensubu  bir  asker,  hizmet  süresince  en  az  bir  kez  çatışma  yüzü görmüştür.),  kitabının  dilinde  kullandığı  basit  ve  tartışılmaz  tavır,  askerliği yüceltirken  sivil  itaatin  zayıf  durması,  Rico'nun  zevklerini  belirtmesindeki sığlık  gibi  pek  çok  gerekçeden  ötürü,  bol  bol  yerden  yere  vurulan  bir  eser olagelmiş kitap.  Konu hakkında benim  görüşü merak eden, yukarılardaki kısa (!) incelemeyi okuyabilir.

11. Kitabın  savunucularından  Robert  A.  W.  Lowdens'a  göre  Terran  ile Arachnidler  arasındaki  çatışma,  Heinlein'in  insanın  vahşi  bir  hayvan olduğuna  dair  inançlarının  uzantısı.  Bu  görüşe  göre,  insan,  hayatta  kalma içgüdüsü  dışında  herhangi  bir  ahlaki  pusula  taşımaktan  yoksunken,  kendi gibi,  benzer  noksanlıklara  sahip  başka  bir  tür  ile  karşılaştığında  onunla savaşması  kaçınılmaz  olur.  Kitabı  farklı  bir  gözle  değerlendirmek  için  bir bakış  açısı  daha sizlere.

12.  Kitapta  geçen  "Dağda  kaybolan  çocuğu  aramaya  çıkan  biri  ölürse,  bir başkası  yerine gelip  aramaya  devam  eder..."  gibisinden  sözle,  insanın,  sonunda  ölüm olsa  da, sorumluluk  alıp  doğru  olanı  yapması gerektiği  fikri  ortaya  atılıyor.  Bu  söz  ve içerdiği  fikir  değiştirilerek,  Marslı  kitabında  kullanılmış  gibi  geldi. Marslı'da,  "Biri  dağda  kaybolursa,  insanlar  el    birliği  ile  onu  aramaya koyulur..."  ifadesi  yer  alyordu.  Ve  içerdiği  anlam  da,  insanlığın  mücadeleci ve  iyi  hedefler  için  ortaklaşa  hareket  etmesinin  harikalığı  üzerineydi.  İlginç bir  benzerlik. Benzerlik değil mi?

13. Vietnam Gazisi Joe Haldeman'ın Bitmeyen Savaş'ı (Forever War), Heinlein'in Yıldız Gemisi Aslerleri'ne cevaben yazdığı öne sürülmüştür. (İddia eden edene...) Haldeman ise iddialara cevaben, Heinlein'ın kitabının, kendi kitabına kaynaklık ettiğini belirtmiştir. İki kitapta da, savaş için power suitkullanılmakta ve insanoğlu da uzaylı bir ırkla sonu gelmez gibi görünen bir savaşa tutuşmuştur. Aralarındaki en ilginç fark ise anlatıcılarının eğitim durumu ve olaylara bakış şeklidir. Bitmeyen Savaş'ın Mandella'sı fizik mezunu, üniversite görmüş, eğitimli biridir; Yıldız Gemisi Askerleri'nin Rico'su ise, lise çıkışlı ve entellektüel açıdan cahildir. Mandella, bildiği dünyanın kaybolup, yenisine de yabancılaşması sebebiyle, ordunun değişmez yapısında yer alırken; Rico, değişmeyen dünyasında, içine sürüklendiği askerliğin koşturmacasına kendini kaptırarak orduya daha da bağlanmaktadır.

14. Romanın ilk taslağını inceleyen Askeri Avukatlık bürosundakiler, kitabın orduyu doğru yansıtmadığı yönünde eleştiri getirmiş. Kimseye de yaranılamıyor şu dünyada.

15. Aliens filminin çekimlerinde, yönetmen James Cameron,  Koloni Askerlerini oynayacak oyunculara hazırlansınlar diye kitabı okutturmuş. Filmin son kısmında kullanılan kargo taşıma robotu ile yüzlerce xenomorpha karşı verilen savaş teması, kitabın etkisini açıkça gösteriyor.

16. Kitapta geçen kızıl ötesi ve gece görüşü gibi kimi teknolojiler, günümüz ABD Ordusu envanterinde standart techizatlar. Ayrıca, kitaptaki Çevik Piyade'ninkine benzer, dış iskelet mantığında tasarlanmış power suitler üstüne de araştırmalar sürmekte.

17. Eh, bunu oyun meraklıları biliyor ya da ismi görünce bağlantıyı kurmuşlardır zaten: Ünlü gerçek zamanlı strateji oyunu Starcraft'ın insan tarafının adı da Terran'dır ve piyadeleri de power suit türevi teknolojik giysiler içinde savaşmaktadırlar. Oyunun bir diğer tarafı da tamamen canlı birimlerden oluşma böceğimsi ırk Zerg'dir.  Zerg'de kitaptaki Arachnidler gibi bir beynin (veya kraliçenin) kontrolünde hareket etmektedir.

18. Kitabın Japon Animelerine etkisi, Mobile Suit Gundam harici, doğrudan insan-uzaylı böcek savaşı temasıyla da kendini göstermiştir: Galaksi hakimi dev böceklerin insanoğlunu yok etmesine karşı, dev robotlar ile mücade verilmesini konu alan altışar bölümlük OVA serisi Top wo Nerae! Gunbuster ve devamı niteliğindeki Top wo Nerae 2! Diebuster. Dünyayı işgal eden Blue adlı böceğimsi yaratıklara karşı geri almaya çalışan, özel donanımlı askerlerin mücadelesini konu edinen 26 bölümlük Tv serisi ve Tv serisinin özeti niteliğinde filmi bulunan Blue Gender.

36
Çizgi Roman & Manga / Dikiş Nakış - Marjane Satrapi
« : 10 Mayıs 2016, 22:08:54 »

Künye:

Adı: Dikiş Nakış - Aşklar, falcılar, kıskançlıklar, ayrılıklar, dedikodular, semaver başı "kırmızı noktalı" sohbetler
Orjinal Adı: Embroideries
Yazar ve Çizer: Marjane Satrapi
Türü: Grafik Roman
Yayın Yılı:2003
Türkiye Basım Yılı:2008
Sayfa Sayısı: 136
Türkçe Basımı: Minima yayınları
Türkçe Çeviri: Şule Çiltaş

Tanıtım:

     Aile yemeği sonlanır, her zaman ki gibi beyler yan odaya konuşmaya geçer. Hanımlar da çay demlenirken sofrayı toplamaya koyulurlar. Sofra toplanıp çay faslı başlayınca, hanımlar arasında, kadınlık ve eşlik arasında geçen hayatları üstüne, kah komik kah hüzünlü, koyu bir sohbet başlayıverir...

Yorumum:

     Persepolis ile büyük çıkış yakalayan yazar/çizer Marjane Satrapi, bu seferki çalışmasında, kadın-erkek ilişkilerinin mahremiyet örtüsündeki dünyasına kısa bir bakış atıyor. "Çay, kahve bahane, dedikodu şahane..." havasındaki kıssadan hisse kıvamındaki hikayeler, kah Ninenin kah içindeki büyük sıkıntıyı dillendirmesi için yüreklendirdiği birilerinin ağzından dökülüveriyor. Sevgililer, eşler, aşk, cinsellik ve evlilik üzerinde duran her minik hikayecik veya anlar, katı bir toplumda yaşanan kadınlık hallerini samimi ve elverdiğince sansürsüz aktarmakta. Kadının düştüğü olumsuz hallerin panzehiri olarak "Kadınlar kendi ayakları üstünde durmalılar." sözü de artan bir yoğunlukla kendine yer bulmakta tabi. Elbette, konu hakkında, araştıran, olmadı sağdan soldan edindiği bilgiler ile fikir edinen veya da kendi hayatlarından örnekler ile şahit olanlar için taze bilgiler sunmuyor, Dikiş Nakış. "Kadınlar kendi ayakları üstünde durmalılar."ın nasıl gerçekleştirileceğine dair kesin bir eylem planı da yok kitapta. Erkeklerden illallah diyecek noktaya gelmiş mutsuz insanlar ile dolu topluluğa odaklanmış kitapta, dertlerinin çözümünü detaylandıracak zemine yapı itibari ile yer verilememiş pek. Kadın dayanışmasından örülü topluluk ve onlara arkalarından hırlayan yaşlı erkeklik sembolü sahnesi gibi görsel anlatılar anlamca daha işlevsel geldiler doğrusu. Tabi, içerdiği hikayecikler kadar kısa ve sade kitabın, sıradan insanların dertleri hakkında söyleşiler olduğunu hatırlayınca, kitaptan fazlasını beklemiş olabilirim de.
     Gene de, Persepolis gibi basit çıkış noktasına rağmen, içeriği ile hacimlenmiş çalışmasından sonra; samimiyet ve sahiciliğine rağmen, havada kalan kurtuluş söylemi ile Marjane Satrapi'nin bu kitabını, güçlü yanlarına rağmen biraz yavan buldum.

37
Liman Kütüphanesi / Okurken Ne Görürüz? - Peter Mendelsund
« : 07 Mayıs 2016, 19:40:52 »
Künye:

Adı: Okurken Ne Görürüz?
İngilizce Adı: What We See When We Read
Yazar: Peter Mendelsund
Türü: Edebiyat İnceleme
Yayın Yılı: 2014
Türkiye Basım Yılı:2015
Sayfa Sayısı: 450
Türkçe Basımı: Metis Yayınları
Türkçe Çeviri: Özde Duygu Gürkan

Tanıtım ve İnceleme:

     Okurken etkilendiğiniz karakteri tarif edin desem, nasıl bir görsel portre çıkartırsınız? Aklınıza, karakterin olumu olumsuz tüm meziyetleri listeleniverir. Ama listenin içinde nasıl göründüğüne dair kesin bir tarif bulamazsınız onun. Varsa kitaptaki görsel tasviri veya olası film uyarlamasında (Okuduğum tek Harry Potter kitabında, karakterleri, filmdeki oyuncularına göre zihnimde oynatmıştım.) karakteri canlandıran oyuncunun görseli, ancak o zaman kesin bir görselden bahsedilebiliriz -ki bu, onu zihnimizde sıfırdan tasarlamakla eş değildir asla. Kelimelere dayanarak yapılan tasvirleri yalın şekilde ele alırsak; soyut veya somut adların yazılı olduğu, ilahi hikmet ile havada asılı durmuş kağıtlar bütünü gibidir, aslında zihnimizde olan.

      Okurken görürüz o karakteri, hissederiz kitapta geçen güneşin ışığının yüzünü ısıtmasını, ayağının altındaki çimenleri -kitaptaki karakterin ayağındaki ayakkabılara rağmen- farkeder, burnuna gelen taze çim kokusunu -aslında zihnimizde olanın sinüsleri vasıtasıyla- keyiflen içimize çekeriz... Yapay ışıkla aydınlatılmış, zeminde "yıkanmam gerek" diye kokan halı ile kaplı evimizde otururken, nasıl bir şeytanlık, bize onları kusursuzca tecrübe ettiğimize bizi inandırır?

     Bunlar, okurken aklımıza gelmeyen sorular. Ve bu sorular üstünden, okuduğumuz kurgu metinleri irdelenmeye başladıkça, yeni soru akışları birbirini kovalıyor: Ayrıntı yoğunluğunun, baş karakterin içsel erginleşmesi ile alakası var mıdır? İki boyutlu tabirler, nasıl olur da, üç boyutlu bir dünyayı tecrübe etmemizi sağlar? Zihinde, ilgili varlığın ayrıntılı bir tasvirini oluşturmak adına verilen bilgi yoğunluğu arttıkça, neden hedeflenenin aksine daha da silikleşir?...

     Cevaplar mı? Kara kapağında, okurken ne gördüğünüzü soran kitaba başlar başlamaz, sizi de kendi sorularına eşlik ettirme ve hatta kendi sorularınızı sordurtma amacı esas olan. Anlayacağınız, "Okurken Ne Görürüz?" cevap değil sorular kitabı. Ve belki de, kitapla beraber soruların peşinden koşturturken, okumaya dair yeni edinimler sağlatacak.

38
Korku & Gerilim Eserleri / Pusova - Galip Dursun
« : 03 Mayıs 2016, 21:02:41 »
Künye:

Adı: Pusova
Yazar: Galip Dursun
Türü: Gizem – Gerilim
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 168
Türkçe Basımı: İthaki Yayınları

Tanıtım:

     Anadolu Korku Öyküleri'nden tanıyacağımız, yazar Galip Dursun, gündelik hayatın akışından birer parçaymış gibi başlıyor hikayelerine. Ama o hikayeler, başladıkları sıradanlıkla gitmiyorlar elbet. Dağlarda, köylerde, şehirlerde, ara sokaklardaki küçük mekanlarda; kimi gözden düşmüş kimi ise başka dünyalardan başka tarihlerden gelme ruhlar; insan zihninin eseri, ister kişisel isterse kitlesel kıyametler bu öykülerin can damarı olunca sıradan olmaları düşünülemez. Bilinmezliğin, bilinirlik maskesine büründüğü metinlerde, okuyucusuna gizem basamakları bir bir tırmandırtılıyor. Sonlarında mı? Onlar, amaçları gereği, zihninizin beklediklerini vermeme gayesinde; insandan gelmiş ve insanlıktan ötürü unutulmuş dehşetlerin donduruldukları zamandan çıkıp sizi dürtmesi ile sonlanıyorlar.

Yorumum:

     Gerisi Hikaye Korku Konuşmaları podcastinin Galip Dursun, Işın Beril Tetik ve Demokan Atasoy'dan oluşmaktaki ekibi, üvey evlat muamelesi gören korku, fantastik ve bilimkurgu türlerinin ne derece eski kökenlere (Ta Sümerlere...) dayandığını ve nereden nereye evrildiklerini, düzenli olarak her programda,  zihnimize yeni bilgiler eşliğinde zerk etmekteler.

     Galip Beye özellikle gelirsek, bilgi birikiminden gelme ilginç bakış açıları öne sürdüğünde, önce zihninizde bir şaşkınlık ilen "Ha?"; dedikleri üstüne düşündükten sonra da bir "Hım!" dedirtir. (Galip Beyin, Moby Dick'in gösteremediği güzelliğine dair görüşü misal...) Bilmeyenler için uzun tuttuğum bu girişten anlayacağınız  üzere, yazar Galip Dursun'un kimi zaman kılı kırk yararak elde ettiği bilgiylen doldurduğu heybesinde, anlatacak pek çok öykü mayalanmakta ve Pusova'da da, heybe ağzından süzülmesine izin verilmiş ışığın sıcaklığı ile kağıda dökülen hikayelerini okumaktayız.

     Peki, bizi ikna edip, nasıl kendi gerçekliğine çekiyor bu öyküler diye soracaksınızdır. Teknik olarak onları irdelersem, sanırsam şu sayede oluyor:

     Öykülere has, zaman, yer ve olgular, ilk başlarda, sıradan ve tanıdıkmış hissiyatı içerisinde. Hikayeye dair kavrayışımızı ve baştaki olağanlığın, anlatının kendi içindeki sıradanlığını kaybetmeksizin olağanüstüye dönüştüğü geçiş kısımları mevcut. Hikayelerin içerdiği gizem, gerilim ve az da olsa kendine yer bulan korkuyu içerisinde barındıran ana noktalar bunlar -ki hikayelerin temposunu ve merak unsurunu da canlı tutan, anlatının da bel kemiğini oluşturmaktalar.

     Bu ana omurgaya ek ve ek olmayla birlikte kalmayıp, bilindik zaman kavramına dair olağanüstü konumlandırmalar yapan; kimi hikayenin "donmuş zamanda yer alan cehennem" temasına hizmet eden, kurgudan da bahsedilmeli. Şaşırtmaca ve bilgilendirmeden öte, zamanı çarpıtıp zamansızlık hissi yaşatmasına paralel olarak mekan algısındaki değişime rağmen, okur olarak hikaye takibini sekteye uğratmayan bir tempo söz konusu.

    Zaman algısı haricinde, hikayede geçen zaman ve mekan da, aktarılmak istenen dehşet veya huzursuzluk duygusuna doğrudan hizmet etmekte. Hikayenin sonunda, olumlu veya olumsuz bir şeyler çözüme kavuşuyorsa, içerdiği huzursuzluk ilen beraber zaman akışı normal halinde akmaya devam etmekte. Bunun haricinde eğer ki hikayenin sonu, başlangıcına atıf ilen bitmekte ise, kendini tekrar eden "sonsuz ıstırap" fikri o anı sarmakta.

     Saydıklarımın hepsini de, derlemeye adını da veren Pusova* hikayesi kendi içinde ihtiva etmekte. Geri kalan hikayeler de, saydıklarımın bir kısmını (Sıfır Filmler**) kullanarak içerdikleri gizem ve dehşetlerini bizlere aktarmaktalar.

     Anlatım tarzında hoşuma gitmeyen tek şey, bir iki öyküdeki durumu tasvir etmek için kullanılan tanımların akıcılığı bozacakmış gibi yapan biraz havalı ifadeler olduğu, o kadar. Onun harici yer yer karşılaşılan yapayımsı ifadelerin ise, durumdaki tuhaflık ve tekinsizliği besleyip hissettirmek amacı ile kullanıldıkları kanaatindeyim.

     Neyse, son söz olarak, Galip Dursun'un heybesinden çıkma yeni hikayeleri okuyabilme fırsatına tezelden erişebilmek dileğiyle, yazıyı burada sonlandırayım.   

*Pusova: Gerisi Hikaye Podcast'inden edindiğim bilgilere dayanarak, bu hikaye, derlemedeki korku ve dehşeti aktarma yöntemleri haricinde, Galip Beyin bilgi birikimini nasıl başarıyla sentezleyebildiğini de göstermekte. Anadolu halk inançları ile Türk Mitolojisinden gelme varlıklardan beslenip (Söylemem... Podcastin takipçileri Galip Beyin fırsat buldukça kökenine vurgu yaptığı şu yaratık var ya hani?), daha batılı diyebileceğimiz kaynakların anlatıları ile modernize edilmesine rağmen yerelliğinden bir şeycik kaybetmemiş öykü. Sonunda da, gerilim-korku harici fantastik bir evrene göz kırpılmış ayrıca.

**Sıfır Filmler: Galip Bey, bilgi birikiminin kaynağı varlıklardan ayıkladığı korkunun özüyle yazdığı cyberpunk öyküsü. Baskı-İsyan ikileminin sonucunda, ne sebepler ne de alınan zaferler asil. Korkunun tek başına, insan varlığı için ne derece yönlendirici olduğu kısa ve öz şekilde belirtilmiş.

39
Künye:

Adı: Uzayda Kaybolanlar
İngilizce Adı: Orphans of the Sky
Yazar: Robert A. Heinlein
Türü: Bilimkugu
Basım Yılı: 1963
Türkiye Basım Yılı:1974
Sayfa Sayısı: 189
Türkçe Basımı: K Yayınları (Feza Dizisi 2)
Türkçe Çeviri: Cemal Kaplangı

Tanıtım:

     Uzayda gidebildiğince yol katetmesi ve bu esnada da, içindeki mürettebatın ihtiyaçlarını sorunsuzca karşılaması için tasarlanmış devasa uzay gemisi... Ve içinde yaşadıkları gemi haricinde bir evrenin var olduğundan habersiz insan topluluğu... Genç  Hugh Hoyland, asıl anlamları unutulmuş kavramlardan türeme, kurallar ve otoritelerin yönetildiği bu gemi hayatının sıradan üyesidir. İçinde, gençliğin verdiği -ama gerçekten uzak- şüphelerini dindirmeye çabalarken, kendi toplumunca sevilmeyen mutant mürettebatla olan karşılaşması, gemideki hayatı sarsacak olaylar zincirini başlatacaktır.

Yorumum:

Alıntı
    Siz gençlerin en aptal tarafı, bir konuyu anlayamadığınız zaman, onun hakikat olamayacağını sanmanız. İhtiyarlarınızın hatası ise, anlayamadıkları bir konuyu, başka bir biçimde yorumlamaları ve böylece anladıklarını sanmaları. Hiç biriniz, en basit konuları bile, yazıldığı şekilde kabul etmeye yanaşmıyorsunuz. Bu da sizlerin çok zeki (!) olmanızdan ileri geliyor, muhakkak başka bir anlamı olmalıdır sizce.

     Uzayda Kaybolanlar'ın özünü bu tanım oluşturmakta. Genç kuşakların eski kuşaklar ile; yenilikçilerin gelenekçiler ile; otoritenin, onu değiştirmek isteyenler ile olan mücadelesi ve zamanla yenilik adına yola çıkanın eskinin korkularını kuşanıp devirdikleri gibi davranmalarının özüne dair bir tahlil bu.

     Ana fikirden yola çıkarak bilgi-yorum-inanç-birey-toplum özeti çıkaran Robet A. Heinlein'in hikayesini anlatırken kullandığı iki şey okumayı daha keyifli kılıyor. Bunlardan birincisi, karakterlerin bilgi-yorum-inanç ekseninde oluşmuş, kendi hesaplarına göre hareket etmeleri. Bu onların hem daha yaşayan karakterler olmasını hem de okuyucu olarak, tarafsız gözlen, yaşananların değerlendirilmelerini sağlamakta. İkinci unsur ise hikaye içerisindeki karakterlerin bilmeyip de biz okuyucunun bildiği detayların, anlatıcı tarafından, sanki yanımızda oturup aynı şeye şahit oluyorken, hikayeyi önceden bilmesinden ötürü kafamıza takılan soruları cevaplayıvermesi. Bu ikinci husus kitabın tamamına nüfuz etmese de içerdiği bilgiler ve anlatıcının verdiği insani tepkiler kitapta yaşananlara daha hakim hissettiriyor.

     Her ne kadar kitabın ele aldığı mesele dikkat çekse de, Robert A. Heinlein, bilgi-yorum-inanç üçlüsünün insanoğlunu nasıl etkilediğini çokta derinlemesine irdelelemiyor aslında. Macera ruhununun sürükleyiciliğinde, bir çırpıda okunacak yönde tasarlanmış bir kitap var karşımızda. Kısa ve öz olma hususunu dikkate alırsam, bu basitliği, Robert A. Heinlein'ın hüneri olarak yormak pek ala mümkün. Evet, bu maceranın başarısı, derdini kısa ve öz şekilde sunup, ortaya attığı fikirler üzerine düşünmeyi okura bırakmasında. Eh, usta yazar olmak böyle bir şey olsa gerek.

40
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Postacı - David Brin
« : 22 Nisan 2016, 00:41:39 »
Künye:

Adı: Postacı
İngilizce Adı: Postman
Yazar: David Brin
Türü: Post Apokaliptik Bilimkugu
Basım Yılı: 1985
Sayfa Sayısı: 317
Türkiye Basım Yılı:1998
Türkçe Basımı: Metis Yayınları
Türkçe Çeviri: Sönmez Güven

Kısa Tanıtım:

     Küresel anlamda etkileri olan son dünya savaşı EMP (elektromanyetik güç) ile nihayete ermiş; sadece elektronik cihazlara zarar verdiği için kısmen barışçıl gözüken(!) bu silah, insanoğlunun tarih boyuncaki tüm bilgi ve birikimini yeryüzünden silmiştir. İletişim ve ulaşımın bir anda oratadan kalkmasıyla, insan toplulukları en temel ihtiyaç maddelerinin kıtlığı ile kaosa sürüklenmiştir.

     Kıyameti bekleyerek hazırlık yapan sağkalımcılar bile mahşer günü sonrası kuracakları bencil hükümdarlıklarına ulaşamadan yaşanan felaketin içinde küçük haydut guruplarına dönüşmüşlerdir. Eski Birleşik Devletler toprakları, eskinin kalıntılarını eşeleyerek hayatta kalmaya çalışan insan topluluklarına aittir. Birbirlerinden kopuk yaşayan kasabalardan, haydut guruplarından ve üstün olanın hayatta kalması gerektiği felsefesine bağlı, aşırı ataerkil Holnistlerin dehşet saçtığı dünyada, bir de, eski güzel günleri geri getirebilme umudunu arayan Gordon vardır. Koca bir ulusu tekrar ayağa kaldırma sorumluluğu alma yürekliliği gösterebilmiş birilerini aramaya koyulmuş sıradan adam, zamanında bile fazla önem atfedilmeyen işi yapmakla yükümlü birininin kılığında ve dişlerini kaybetme korkusunun verdiği öfkenin aklında çaktırdığı şimşekler vasıtasıyla, geri dönüşü olunmacak olayların fitilini ateşleyecektir.

Yorumum:

     1997 tarihli Kevin Costner filmi Postman'i hatırlayan var mı? Hani şu, Costner'ın gönülsüz kahraman rolünde epik film olmaya soyunan yapımı. Şahsen tek hayırlı gördüğüm tarafı, uyarlama olarak olmasa da kitabın reklamı açısından, (Wikipedia'ya güvenerek söylersem) asıl metnin, başka dillerde de okuyucu ile buluşmasına vesile olması.

     Asıl konumuz olan kitaba döneyim. Aslında yazar David Brin'in, kitabın ne sebeplen yazıldığını belirten ifadeleri, metinden ne beklemeniz gerektiğini güzelce özetliyor:
     
Alıntı
     "Postacı, uygarlığın çöküş fikrinden zevk alıyormuşa benzeyen tüm o "kıyamet-sonrası" kitaplarına ve filmlerine cevap olarak yazıldı. Bu kitap, onlardan farklı olarak, ne kadar çok şeyi fazlaca önemsemeden varsaydığımızın, bugün bizi birbirimize bağlayan o küçük lütufların eksikliğini ne kadar çok çekeceğimizin hikayesidir.

     Kitabın baş karakteri özel bir tür kahraman; başından geçen acı ve belaların katılaştırdığı, ama gene de bir şekilde nasırlaşmamayı başarmış, ümit etmek isteyen biri -yıkılmış bir ABD'nin son idealisti. Bir zamanlar hepimizin paylaştığı bir rüyayı elinden bırakamıyor; eski halimize dönebileceğimize, hatta belki eskisinden daha da iyi olabileceğimize inanıyor. Bu sinik çağda, içimizde saklı olan iyiliği hatırlatan şeylere ihtiyacımız var." - David Brin

      Bireyciliği hem üretip, kutsayan hem de öğütüp, kontrol altına almaya çalışan, rekabete dayalı yıkıcı güç ilişkileri ile kirletilen iktidar ve toplum mekanizmasının asıl emektarlarının, özveri ile sorumluluğu yüklenebilen bireyleri olduğundan hareketle; naifçe gelen akım ve fikirlerin bile eline imkan verilirse, neler başarabileceklerinin mütevazı macerasını okuyoruz.
     
     Mütevazılıktan, kitabın ana karakteri, kapağı huzurlu yuvaya, kendini ona tekrar bir amaç verecek yere adamaya hevesli Gordon'una dönüş yapayım. Olabildiğince sıradan ve empati kurmakta hiç zorlanmayacağınız, aynı durumda kalsanız benzer şeyleri düşünüp söyleyebileceğiniz biri. Yazarın söz ettiği "farklı kahraman" sıfatı, doğrudan değil dolaylı olarak ve kendisinin bile öngöremediği şekilde domino taşı etkisi yaratmasında. Asıl önemli karakterler içlerinde umut ve sorumluluk duygusu yeşermesi gereken toplumun geri kalanları. Lakin, Gordon'un sıradan biri olarak olaydaki katalizörlüğüne tezat şekilde, üstesinden gelmeye çalıştıkları ile ikna edip kendi safına katmaya çalıştığı karakterlerin, kitabın alt metnine hizmeten, temsil ettiklerine göre belli karakteristik yönleri daha belirginleştirilmiş. Yan karakterlerdeki bu sabitlik, beklendiğince davrandıklarında bile beklenmedik yan sonuçların elde edilmesi çok olmasa bile eğreti gelebiliyor. Bu bağlamda kitabın bir yandan gençlik ve kadın hareketlerinin uçuk taraflarını karikatürize ederken; ahlaki çıkış noktaları ve erdemlerini onaylayıp, onlara hak verdiğini düşünüyorum.

     Sonuç itibari ile vahşi dünyasına tezat, içinde umut barındıran bir kitap Postacı.Yazarın, onu amaçladığı gibi düşündürdükleri üzerinden değerlendirirsem; toplamının değerinden fazlasını verdiği söyleyebilirim.

     Gordon'un da aradığı özverili sorumluluk sahiplerince yönetilen dünya umudunu paylaşarak yazıyı burada sonlandırıyorum.

41

Künye:

Adı: Annem Sen Misin? – Komik Bir Dram
İngilizce Adı: Are You My Mother?
Yazar ve Çizer: Alison Bechdel
Türü: Grafik Roman
Sayfa Sayısı: 289
Türkçe Basımı: Bilgesu Yayıncılık
Türkçe Çeviri: S. Bilge Mutluay Çetintaş

Kısa Tanıtım:

     Babasının ve kendi cinsel kimliğini keşfedip anlamlandırmasının öyküsünü kitaplaştırma çalışmaları yapan Alison, araştırma süreci esnasında annesiyle olan ilişkisini de gözden geçirmeye başlar. Bir tarafta, Alison'ın cinsel kimliğini kabul etmiş yetişkin kimliğinin buhranları arasındaki arayışları vardır. Öte tarafta ise, baba merkezli aile yapısında, kendini, eşinin gizli hayatı ile ideal aile hayatı arasındaki bilindik anne figürünü oynamak için çaba gösterip bir yandan da kendiliğini ortaya koymak için küçük uğraşlar vermiş Alison'ın Annesi vardır.

Yorumum:

     İlk kitabı olan Cenaze Evi Şenlik Evi'nde de (Fun House) yaptığı gibi Alison Bechdel, kendi arayışı için kullandığı psikanaliz yaklaşımını sayfalarına taşımayı sürdürüyor. Lakin bu sefer yan öykü ve durum saptamaları daha az yer kaplamakta. Erişkin Alison'ın kendi hayatını kurma çabası ile vakti zamanında, temelleri pekte sağlam olmayan kurulu düzenini canla başla bir arada tutmaya çabalamış annesinin tarihine yoğunlaşılmış.

      Üstüne çalıştığı kitabıyla, uzlaşılmaz yabancı konumundaki babayı tanıyıp yakınlaşmaya çalışan Alison, az buçuk tanıdığını düşündüğü annesi ile pekte samimi gelmemiş yapay bağının gerilimden kurtulma derdinde. Yazarlık sürecinin dertleri bir yana, sevgilileri ile psikiyatrları arasındaki savruluşları, erişkin yaşamında özlemini duyduğu sağlıklı etkileşim ihtiyacını kamçılıyor. Alison'da çözümü hazırladığı kitabında yaptığı gibi hayatına psikanalitik yaklaşmakta buluyor haliyle. Ve sorunlarının cevabını, mutsuz evliliğine rağmen, dışarı yansıtılan sadık eş ve sıradan anne rolünü ustaca oynayarak ömrünü geçirmeyi başarmış annenin hayatını irdeleyerek çekip çıkarmaya çalışıyor.

     Ebeveyn-çocuk ilişkisi; ebeveynin, kendi ailesinden gördüğü gibi evladı yetiştirmeye çalışması; ebeveynin, gene kendi ailesinin ondan beklendiği gibi evladından da beklentiler içine girip beklediklerini evlattan karşılayamaması; kendi ayakları üstüne durma vakti gelen evladın, ebeveynin kılavuzluğundan mahrumiyetle, kendi kılavuzunun arayışa girişimi... Belki de pek çoğumuzun yaşamış olduğu bir durumu kendi hayatından örnekle ortaya koyuyor Alison Bechdel.

42
Künye:

Adı: Cenaze Evi Şenlik Evi – Bir Aile Trajikomedisi
İngilizce Adı: Fun Home
Yazar ve Çizer: Alison Bechdel
Türü: Grafik Roman
Sayfa Sayısı: 232
Türkçe Basımı: Bilgesu Yayıncılık
Türkçe Çeviri: Barış Gümüşbaş

Kısa Tanıtım:

     Ailesinin demirbaşı, ayriyeten de biraz takıntılı babasıyla olan geçmişini; kendi cinsel kimliğini keşfedişinin tarihi ile paralel şekilde irdeleyen yazar/çizer Alison Bechdel'in kaleminden, Amerikan tarihinin kısa bir dönemini de arka planına alarak,  kendine ve ailesine dair otobiyografik bir anlatı.Ve bu anlatısı vasıtası ile, varoluşsal ve toplumsal anlamda; kendini çevreleyen kabuğu kıranların, kırmaya çalışanların ya da o kabuk içerisinde yaşamaya çabalayanların, görkemsiz ama kendi değerince çalkantılı hikayeleri.

Yorumum:

     Evini dekore etmekteki uğraşı ile herhangi bir sanat eserinin ortaya çıkarılması için verilen çabanın, zihinsel anlamda ortak bir çıkış noktası olabilir mi? Bu ilginç bir soru ve Alison Bechdel'in, kendini arayışlar ile yüklü, çok katmanlı öyküsü, bunun pekala mümkün olabileceğine işaret ediyor.

     Bu soru, toplumca tam veya yarı yarıya kabul görmüş insan icraatlarının kökenine işaret etmekte. Bireyin kendini olduğu gibi ortaya koyma çabası, içinde bulunduğu toplumun kural ve kalıplarının ördüğü duvara toslayınca; yarısı engelden yarısı ona toslayan bireyden çıkma tozun karışımından elde edilen bir köken. Topluma ayak uydurmak adına, kendiliğine dair izlerden uzaklaşayım derken, farkında olmadan, gizlediği kendiliğin parçalarının, yarı deforme şekilde, en ummadık yerden ortaya çıkıp, en ummadık şekilde, hem kendisinin hemde başkalarının hayatına tesir etmesinin kökeni. Eğlencesi tartışmalı eşek şakalarının; ortamına göre kibar ya da kaba davranmanın; kimi günlüklerdeki el yazısında, kendinden bahsederken ki silik ifadelerin; kaleme alınan öykünün satır aralarında, yazarının buhranlarına da yer vermesinin; bireyin, kendiliğini ortaya koyup koymamak arasındaki gelgitlerin yansımalarının ortak kökeni.

     Cenaze Evi Şenlik Evi'nde, Alison'ın düşünceleri ile yoğurulmuş hikayesinin doğallığında; Alison'ın babası'nın hayatını geçirdiği coğrafyanın haritası; pek bir mutlu ama eş değiştirmeye de pek meraklı çift; güzelliğini kirliliğine borçlu manzara gibi örnekler, düşünsel anlamda birbirini destekleyip yeni sorular sordurtmakta. Ve kitabın sonunda, "-mış" gibi yaparak, tali yollardan arzularına dolaylıca ulaşmaya çabalayanların yaşadığı ve geri kalanların "bilip de bilmemezlikten gelme" oyununu oynadığı, özelden genele, bir toplumun işleyişi sunulmakta.

Not: Yazıyı, haddinden coşkulu yazdığımın sizler kadar ben de farkındayım. Grafik romanının kendisinden ötürü değil de, bende uyandırdığı çağrışımlar ve fikirler sebebi ilen etkilenmiş olabilirim de. Ama eseri başka türlü ele almayı da beceremedim.

Sayfa: 1 2 [3]