Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Bay_Karamsar

Sayfa: 1 ... 53 54 [55] 56 57
811
Bu haberden sonra, yüzümü saran aptalca gülümsemeyle birlikte, kitabın raflardaki yerini almasını bekliyor olucam.

812
Yazara karşı antipati duymuşum diyelim, kitap merakımı cezbediyorsa, yazdığını okurum. Bunun sebebi biraz da, eserin kendi içindeki değerlendirmesinde, onu ortaya koyanın kişiliğinin değil nelerden beslenmiş olabileceğini dikkate almaya çalışmam büyük etken.

813
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 24 Nisan 2016, 20:07:15 »
Tam olarak öyle miydi tam hatırlayamıyorum ama üç aşağı beş yukarı şöyleydi:

"Savaş alanında bir askeri hayatta tutan şey şansıdır."

Batı Cephesinden Yeni Bir Şey Yok - Erich Maria Remarque

814
Liman Kütüphanesi / Ynt: Alien Evreni
« : 24 Nisan 2016, 20:03:22 »
Korkutmak için tüm gerekli özellikleri toplayıp, saygı duyulan bir ikona dönüşen tasarımların en büyüleyicilerinden.

815
Düşler Limanı / Ynt: Fou
« : 24 Nisan 2016, 00:16:21 »
Gerekçelendiremiyorum ama kullanılan isim ve adlandırmalar başka bir kültüre ait olsa da, bizi hikayedeki dünyanın yaşadığına ikna etmekten öte, zaman, yer ve kültür bağlamlarını belirtmekten öte, yazarın öznel dünyası için zemin oluşturmaya hizmet ediyormuş gibi.

Hikaye, bilmediğim şeyleri araştırmaya sevk ettiği için interaktif okumaya daha elverişli.

Muzip Not: Zangoç'tan ötürü çarpılmasa bari ablalar?

816
Düşler Limanı / Ynt: Acı Çay
« : 23 Nisan 2016, 23:52:54 »
Açıkçası, her yeni satırda asıl olayın başlamasını bekledim. Ama hikaye bitiminde bir sona ulaşamamak beni rahatsız etti. Ortaya konulanların bağlantılı olmasına rağmen bağlantısızlık hissi vermemesini, iyi kötü, bir şekilde bitecek bir ana olay akışının olmamasına bağlıyorum. Karakterin ana meselesi, başlarda, hayattan kesit kıvamında sunulacak gibiyken ilerledikçe verilen her yeni bilginin kendi ağırlığı ve farklı yönlerde kendi başına gidebilme potansiyeli, hikayeyi dağıtıyor. Tüm metin, birbiri ardı sıralanan görüş ve olaylar yığınına dönüştürüverdi.

NOT 1: Yalnızlık hissinin bunalımını, anlatının zayıflığına bağlı temassızlıktan almam biraz tuhaf gelebilir.
NOT 2: Müşteri-Esnaf ilişkisi arasındaki para akışına göre insana ve sosyal davranışlarına dair yapılan tespit ilginçti. Bunun üstüne farklı bir hikaye yazılabilir.

817
Sinema / Ynt: En Son İzlediğiniz Film?
« : 23 Nisan 2016, 20:49:04 »
Duck, You Sucker (1971)

Spagetli Western olarak ilk bir buçuk saati, "-Yaparsın? -Yapmam!" inatlaşmasından birbirlerine "Kazık nedir? Nasıl güzel atılır?" dersi verdiren iki adamı izlemek keyifliydi. Ama filmin geri kalanı, zaman-olay algımızı eksilten, genel olayları ve iyi, kötü tarafları bilsekte, duygusal tatmin sağlamayan, güzel çekilmiş sahneler arasında boşluğu doldurması biz seyirciye bırakılmış. Yarıdan sonrası, vitesini boşa alıp yokuş aşağı hızlanan arabanın içinde bir "N'oluyoruz?" hissiyatı uyandırdı.

The F Word (2013)

Romantik komedi olarak aynı teraneler: Kadın ile erkek dost kalabilir mi? İlişkide dürüstlük. Aşığım ama sandığın gibi sefilce değil asilce...

Filmde tek hoşuma giden, Zoe Kazan ve ekrana yansıyan duygularının kuvveti oldu. O üzüldü, bende üzüldüm. Kazma sevgilisi kazmalık yapınca, kızın hissettiği hayal kırıklığını hissettim. Kazma sevgili giderken ki hallerinde içim dahada bir parçalandı. Sezen Aksu'dan Sen Ağlama'yı çalasım geldi. Film mi? Eh işte. Zoe Kazan'ın tatlılığına ise diyecek yok.

818
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Postacı - David Brin
« : 22 Nisan 2016, 00:41:39 »
Künye:

Adı: Postacı
İngilizce Adı: Postman
Yazar: David Brin
Türü: Post Apokaliptik Bilimkugu
Basım Yılı: 1985
Sayfa Sayısı: 317
Türkiye Basım Yılı:1998
Türkçe Basımı: Metis Yayınları
Türkçe Çeviri: Sönmez Güven

Kısa Tanıtım:

     Küresel anlamda etkileri olan son dünya savaşı EMP (elektromanyetik güç) ile nihayete ermiş; sadece elektronik cihazlara zarar verdiği için kısmen barışçıl gözüken(!) bu silah, insanoğlunun tarih boyuncaki tüm bilgi ve birikimini yeryüzünden silmiştir. İletişim ve ulaşımın bir anda oratadan kalkmasıyla, insan toplulukları en temel ihtiyaç maddelerinin kıtlığı ile kaosa sürüklenmiştir.

     Kıyameti bekleyerek hazırlık yapan sağkalımcılar bile mahşer günü sonrası kuracakları bencil hükümdarlıklarına ulaşamadan yaşanan felaketin içinde küçük haydut guruplarına dönüşmüşlerdir. Eski Birleşik Devletler toprakları, eskinin kalıntılarını eşeleyerek hayatta kalmaya çalışan insan topluluklarına aittir. Birbirlerinden kopuk yaşayan kasabalardan, haydut guruplarından ve üstün olanın hayatta kalması gerektiği felsefesine bağlı, aşırı ataerkil Holnistlerin dehşet saçtığı dünyada, bir de, eski güzel günleri geri getirebilme umudunu arayan Gordon vardır. Koca bir ulusu tekrar ayağa kaldırma sorumluluğu alma yürekliliği gösterebilmiş birilerini aramaya koyulmuş sıradan adam, zamanında bile fazla önem atfedilmeyen işi yapmakla yükümlü birininin kılığında ve dişlerini kaybetme korkusunun verdiği öfkenin aklında çaktırdığı şimşekler vasıtasıyla, geri dönüşü olunmacak olayların fitilini ateşleyecektir.

Yorumum:

     1997 tarihli Kevin Costner filmi Postman'i hatırlayan var mı? Hani şu, Costner'ın gönülsüz kahraman rolünde epik film olmaya soyunan yapımı. Şahsen tek hayırlı gördüğüm tarafı, uyarlama olarak olmasa da kitabın reklamı açısından, (Wikipedia'ya güvenerek söylersem) asıl metnin, başka dillerde de okuyucu ile buluşmasına vesile olması.

     Asıl konumuz olan kitaba döneyim. Aslında yazar David Brin'in, kitabın ne sebeplen yazıldığını belirten ifadeleri, metinden ne beklemeniz gerektiğini güzelce özetliyor:
     
Alıntı
     "Postacı, uygarlığın çöküş fikrinden zevk alıyormuşa benzeyen tüm o "kıyamet-sonrası" kitaplarına ve filmlerine cevap olarak yazıldı. Bu kitap, onlardan farklı olarak, ne kadar çok şeyi fazlaca önemsemeden varsaydığımızın, bugün bizi birbirimize bağlayan o küçük lütufların eksikliğini ne kadar çok çekeceğimizin hikayesidir.

     Kitabın baş karakteri özel bir tür kahraman; başından geçen acı ve belaların katılaştırdığı, ama gene de bir şekilde nasırlaşmamayı başarmış, ümit etmek isteyen biri -yıkılmış bir ABD'nin son idealisti. Bir zamanlar hepimizin paylaştığı bir rüyayı elinden bırakamıyor; eski halimize dönebileceğimize, hatta belki eskisinden daha da iyi olabileceğimize inanıyor. Bu sinik çağda, içimizde saklı olan iyiliği hatırlatan şeylere ihtiyacımız var." - David Brin

      Bireyciliği hem üretip, kutsayan hem de öğütüp, kontrol altına almaya çalışan, rekabete dayalı yıkıcı güç ilişkileri ile kirletilen iktidar ve toplum mekanizmasının asıl emektarlarının, özveri ile sorumluluğu yüklenebilen bireyleri olduğundan hareketle; naifçe gelen akım ve fikirlerin bile eline imkan verilirse, neler başarabileceklerinin mütevazı macerasını okuyoruz.
     
     Mütevazılıktan, kitabın ana karakteri, kapağı huzurlu yuvaya, kendini ona tekrar bir amaç verecek yere adamaya hevesli Gordon'una dönüş yapayım. Olabildiğince sıradan ve empati kurmakta hiç zorlanmayacağınız, aynı durumda kalsanız benzer şeyleri düşünüp söyleyebileceğiniz biri. Yazarın söz ettiği "farklı kahraman" sıfatı, doğrudan değil dolaylı olarak ve kendisinin bile öngöremediği şekilde domino taşı etkisi yaratmasında. Asıl önemli karakterler içlerinde umut ve sorumluluk duygusu yeşermesi gereken toplumun geri kalanları. Lakin, Gordon'un sıradan biri olarak olaydaki katalizörlüğüne tezat şekilde, üstesinden gelmeye çalıştıkları ile ikna edip kendi safına katmaya çalıştığı karakterlerin, kitabın alt metnine hizmeten, temsil ettiklerine göre belli karakteristik yönleri daha belirginleştirilmiş. Yan karakterlerdeki bu sabitlik, beklendiğince davrandıklarında bile beklenmedik yan sonuçların elde edilmesi çok olmasa bile eğreti gelebiliyor. Bu bağlamda kitabın bir yandan gençlik ve kadın hareketlerinin uçuk taraflarını karikatürize ederken; ahlaki çıkış noktaları ve erdemlerini onaylayıp, onlara hak verdiğini düşünüyorum.

     Sonuç itibari ile vahşi dünyasına tezat, içinde umut barındıran bir kitap Postacı.Yazarın, onu amaçladığı gibi düşündürdükleri üzerinden değerlendirirsem; toplamının değerinden fazlasını verdiği söyleyebilirim.

     Gordon'un da aradığı özverili sorumluluk sahiplerince yönetilen dünya umudunu paylaşarak yazıyı burada sonlandırıyorum.

819
Duyurular / Ynt: Kayıp Rıhtım İnceliyor! - (Video)
« : 21 Nisan 2016, 21:34:34 »
İncelemenin kitaba dair uyandırdığı meraka ek, gizemi vurgulamak için kullanılan müzik bile benim bilinçaltımda etki yarattı. :)

Bir sizin incelemeniz bir de bu seneki beyazperde uyarlaması vesilesiyle, saklı cevherlikten çok okunanlar listesine yükselebilir belki.

820

Künye:

Adı: Annem Sen Misin? – Komik Bir Dram
İngilizce Adı: Are You My Mother?
Yazar ve Çizer: Alison Bechdel
Türü: Grafik Roman
Sayfa Sayısı: 289
Türkçe Basımı: Bilgesu Yayıncılık
Türkçe Çeviri: S. Bilge Mutluay Çetintaş

Kısa Tanıtım:

     Babasının ve kendi cinsel kimliğini keşfedip anlamlandırmasının öyküsünü kitaplaştırma çalışmaları yapan Alison, araştırma süreci esnasında annesiyle olan ilişkisini de gözden geçirmeye başlar. Bir tarafta, Alison'ın cinsel kimliğini kabul etmiş yetişkin kimliğinin buhranları arasındaki arayışları vardır. Öte tarafta ise, baba merkezli aile yapısında, kendini, eşinin gizli hayatı ile ideal aile hayatı arasındaki bilindik anne figürünü oynamak için çaba gösterip bir yandan da kendiliğini ortaya koymak için küçük uğraşlar vermiş Alison'ın Annesi vardır.

Yorumum:

     İlk kitabı olan Cenaze Evi Şenlik Evi'nde de (Fun House) yaptığı gibi Alison Bechdel, kendi arayışı için kullandığı psikanaliz yaklaşımını sayfalarına taşımayı sürdürüyor. Lakin bu sefer yan öykü ve durum saptamaları daha az yer kaplamakta. Erişkin Alison'ın kendi hayatını kurma çabası ile vakti zamanında, temelleri pekte sağlam olmayan kurulu düzenini canla başla bir arada tutmaya çabalamış annesinin tarihine yoğunlaşılmış.

      Üstüne çalıştığı kitabıyla, uzlaşılmaz yabancı konumundaki babayı tanıyıp yakınlaşmaya çalışan Alison, az buçuk tanıdığını düşündüğü annesi ile pekte samimi gelmemiş yapay bağının gerilimden kurtulma derdinde. Yazarlık sürecinin dertleri bir yana, sevgilileri ile psikiyatrları arasındaki savruluşları, erişkin yaşamında özlemini duyduğu sağlıklı etkileşim ihtiyacını kamçılıyor. Alison'da çözümü hazırladığı kitabında yaptığı gibi hayatına psikanalitik yaklaşmakta buluyor haliyle. Ve sorunlarının cevabını, mutsuz evliliğine rağmen, dışarı yansıtılan sadık eş ve sıradan anne rolünü ustaca oynayarak ömrünü geçirmeyi başarmış annenin hayatını irdeleyerek çekip çıkarmaya çalışıyor.

     Ebeveyn-çocuk ilişkisi; ebeveynin, kendi ailesinden gördüğü gibi evladı yetiştirmeye çalışması; ebeveynin, gene kendi ailesinin ondan beklendiği gibi evladından da beklentiler içine girip beklediklerini evlattan karşılayamaması; kendi ayakları üstüne durma vakti gelen evladın, ebeveynin kılavuzluğundan mahrumiyetle, kendi kılavuzunun arayışa girişimi... Belki de pek çoğumuzun yaşamış olduğu bir durumu kendi hayatından örnekle ortaya koyuyor Alison Bechdel.

821
Kim bilir, kitapta, fantastik ve bilim kurgunun hor görüldüğü yıllarda, yazarın türe ilgisi ve edebi anlamda üstüne gitmesinin öyküsü; bu türlere merak saranlarımızın şahsi öyküleri için de ipuçları içeriyor olabilir.

Sanırım Margaret Atwood'a göre, zamanının ucuz edebiyatlarına dair yapılan tanımlamaların; bilim kurgu ve fantastik edebiyatın, kendi içlerinde ve birbirleri arasındaki "Nedir? Ne değildir? Ne zaman ötekinin alanına girer?" sorularına cevap vermenin öyle kolay olmayabileceği de söz konusu denebilir.

822
Düşler Limanı / Ynt: Hikayecinin Plağı
« : 17 Nisan 2016, 20:27:48 »
Yazacağım, eleştiriden ziyade okur tespiti olacak:

Anlatıcının, iyi bir hikayeci olmadığına dem vurarak, okuyucusundan af dilemesi; hikayede yaşanılan doğaüstü olaya karşı kendisinin de okuyucunun yaşayabileceği kafa karışıklığına sahip olduğu hissi oluştu.

Bir nevi, "Ben de anlamadım ama dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım." havasında.

Hikayeyi değil de, anlatıcının bu durumunu düşününce; hikaye anlatımı açısından, okuyucuda oluşabilecek soru işaretlerine karşı, doğal bir boşluk örtmece görevi üstleniyormuş gibi geldi.

823
Bir kitabı bitirmeden başka kitaba geçmek, benim gibi dikkati çabuk dağılan biri için okuma verimliliği adına zaman kaybı olabiliyor. Kitabı bırakıp bir süre sonra geri dönersem; önceki olaylar aklıma geldiyse kaldığım yerden devam. Ama gelmediyse, geri getiremeyeceğim zaman hanesine yeni sayılar ekleniyor.

Başladığım kitabı, pür dikkat okuyup bitirmeye çabalıyorum.

824
Okur olarak, içinde bulunduğum ruh hali ve dikkatime etki eden çevresel etkiler; kitabın türüne, yazım tarzına ve hatta punto büyüklüğüne göre kitabı bitirme süresi uzayıp kısalabiliyor.

Örnek vereyim: Cam Kule'nin büyük bir kısmını altı saatlik otobüs yolculuğunda okuyabilmiştim. Ama Suç ve Ceza'yı okumaya kalksam, okur olarak aynı performansı gösterebileceğimi sanmıyorum.

825
Programın üzerinde durdukları harici, sonları ve gıybet kısmını kapsayan konu da önemliydi.

Not: Börü arzuladığı desteği bulur inşallah.

Sayfa: 1 ... 53 54 [55] 56 57