Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Rang Baru

Sayfa: 1 ... 8 9 [10] 11 12
136
Yayınevleri Soru Hattı / Ynt: Epsilon Yayınları Soru Hattı
« : 08 Ağustos 2016, 19:50:40 »
Saladin Ahmed'in Throne of the Crescent Moon adlı eseri bildiğim kadarıyla yayın hakları türkiyede yok. Epsilona uygun bir kitap. Çevirilirse okuyucu bulur. Kişisel fikrim.

137
Tartışma Platformu / Ynt: Türk Fantastik Eserler?
« : 08 Ağustos 2016, 19:28:12 »
Burada bahsettiğimiz yüzeysel bir kompleks aslında. Benim babam senin babanı döver misali. Bu da türklerde var. Yok sen benim gibi top oynayabilir misin, ben şunu yaparım sen yapar mısın falan filan, genel bir sidik yarışması içine giriyoruz çoğu zaman.
Avrupalıların kompleksi daha farklıdır. Biraz daha derindir ama buna değinmek beni çekmez, çünkü komik ya da eğlenceli değil. Soğuk, kendini beğenmiş Avrupalı işte, niye üzerinde o kadar kafa yorayım ki?
Bir de kitabı yabancıların okuyup camış adamlar üzerinden Türk kültürüyle ilgileneceği ihtimalini göz önünde bulundurursak aslında en çok da sizin desteklemeniz gerekir bu durumu. Mesela Oltu taşı büyü enerjilerini çeken bir tanrısal taş benim kitabımda. Bunu okuyan bir Fransız, ya da koreli, sırf oltu taşı için Erzurum'a bile gelebilir.
Tabi bu bahsettiğim kolay bir olasılık değil, ama neden olmasın?
O yüzden küçük ayrıntılara takılmak yerine büyük resme bakmak gerekir kanımca.
Ufak tefek şeylerden nem kapanlar da zaten bu kadar ırk, kültür, yeni kelimeler içeren kitabı okumayacaktır. İlla ki bir tanesi ya da bir isim itici gelir.

Bu arada isimler için söylediğinize katılıyorum. Benim de İskender adı geçen bir karakterim vardı, yine Endonezya kökünden. Onu değiştirdim şimdi.
Gerçi kurgusal tarihte de İskender ismiyle bulunan x ırktan bir şahıs vardı diyerek işin içinden de sıyrılabilinir, orası ayrı.

138
Tartışma Platformu / Ynt: Okur Olarak En Büyük Korkunuz
« : 08 Ağustos 2016, 19:04:39 »
Ne kadar kassam da bitirememem

139
Yazarlar / Ynt: Brandon Sanderson
« : 08 Ağustos 2016, 14:16:39 »
muhakkak yayinevinin dusuncesidir de yazarim onayi olmadan boyle sey yapamaz bence.

140
Yazarlar / Ynt: Brandon Sanderson
« : 08 Ağustos 2016, 10:31:03 »
Brandon abi,
Allah askina su ismini kitap on kapaginin yarisini kaplayacak sekilde yazdirmayi birak. Tamam buyuk adamsin, muthis buyu sistemlerin var, seviyoruz seni, ama boyle bi garip oluyo be abi, 70 yasindaki dedeker goremez diye yazilmis gibi...

141
Tartışma Platformu / Ynt: Türk Fantastik Eserler?
« : 08 Ağustos 2016, 09:01:34 »
Önce aşağıdan başlayalım;
Camış adamlar biraz dediğin gibi hakaretamiz algılanıyor. Biraz da bu konudaki fikirleri öğrenmek için konuyu açtım. Bana oldukça sempatik ve en kötü kıro anlamına gelecek bu kelime, biraz yadırganıyor.
Misafirperverlik ayrı tabi, camış adamlar da misafirperver sonuçta :) Bu arada ben de Erzurum ve Malatyalı olduğum için özellikle bu bölgelerin şivesini kullandım. Yani camış adamları hakaret olarak kullanmam demek kendimi inkar etmem demek. Tabi millet beni nereden bilecek? Tek tek herkese de açıklama yapamam ya... E güzelim camış adamlarımı da harcamak istemiyorum...

Ne yapsak ne yapsak diye düşünüyordum son birkaç gündür özellikle.
Buffalo adam diyenler var; oldu bi de angus diyelim. Amerikan özentiliğinden itinayla kaçınılır
Mandanın çok bir farkı yok, kaldı ki camış da bir su mandası
Boğa adam, zaten kullanacağım bir figür. Örnek; doğuda Nisan ayına denk gelen ay Ebitud, camış tanrı Ebu'nun ayı olurken, batıda Lahmitud, boğa tanrı Lahamu'nun ayı
Ayrıca minotaur çok fazla kullanılan bir figür, bunu gözler önüne sokmak istemiyorum.
Taurenler gibi bir şey de wowda zaten yapılmış, karma inek ırkı...

Düşündüğüm şu, Kömüş, eski Türkçede camış anlamına gelir. Durumu belki biraz hafifletici bir kelime. Zaten camış kelimesi de kitapta çok az geçiyor. Bu ırkın adı Abzazulu : eski Mezopotamya dillerinde Su mandası adam demek.

Bilmiyorum siz ne düşünüyorsunuz, Kömüş diyince hakaretamiz durduğunu pek sanmıyorum ama. Yine de bilinmez tabi.
Neyse bunu geçelim, olay sadece camış adamlar hakkında gibi bir algı yaratılacak :) halbuki onlar genellikle yan karakter.
Şu ana kadar kitabı okuyan kimsenin favori karakterinin baş karakter olmaması da ilginç. Ya camış adam Hurşit, ya da hancı Samir (karakulak adam)...

Biraz da realizme dönelim. Dedikleriniz aşağı yukarı doğru. Fiyatlamalarınız isabetli sayılır. Sanırım siz de böyle bir işe giriştiniz ya da en azından araştırdınız. Ben çalışmaya ilk başladığım zamanları göze alırsak oldukça yol kat ettiğimi düşünüyorum.

İlk başladığım karalamayı hala tutarım, gerçekten saçmalamışım, ama bunun da bir önemi yok, saçmalaya saçmalaya doğruyu buluyor insan. Tabi ilk yazdığım kitap, edebi değer olarak aman bir şey ortaya çıktığını sanmıyorum. Editörüm de yok, imla hatalarına bizzat dikkat ediyorum. Küçük bir yayıneviyle anlaştım. Onlar da küçük bir matbaayla çalışıyor zaten, yani on numara bir baskı kalitesi beklemiyorum. Ancak fontlara özellikle dikkat etmeye çalışacağım, zira ozanın şarkısı eserinde okumamı en çok baltalayan faktörlerden biri font küçüklüğüydü. Okuyucuya ızdırap çektirmek istemem, tabi bu ne kadar benim elimde onu bilemem.

Görsellere ayrıca dikkat ediyorum, 7-8 iç çizim olacak ve kapak illüstrasyonunu içime çok sinen birine yaptıracağım. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum. Tabi bu saydığım masrafların hepsini ben karşılayacağım, bu da iki aylık maaşım demek :) Olsun sıkıntı yok, edebiyat sağolsun.
Bahsettiklerim herşey yolunda giderse, yani kesin olup bitmeden bir şey diyip jinx etmek de istemiyorum. Ama epey bir uğraş sonunda oldukça yol aldığımı söyleyebilirim. Hatta ikinci kitap da bitti. Üçüncü kitaba da başladım. Ama daha editlenmesi için bir iki yıl gerekiyor onlara. Hele şunu bitirelim ondan sonra.

Linki de okudum, güzel bir yazı elinize sağlık. Katıldığım katılmadığım noktalar var, kısaca geçeceğim çok ayrıntıya girmeden.
Mesela puslu kıtalar atlası güzel bir eser. Edebi değeri yüksek bir kurgusal felsefe kitabı aslında. Yani ben kendimle kesinlikle kıyaslamıyorum çünkü elmayla armut değil elmayla karpuz gibi. Ayrıca yazarın benden çok daha bilgili bir adam olduğu apaçık. Ve olaylar reel dünyada geçtiği için Arap İhsan vs. şık isimler. Hiç insanı itmiyor ya da bu nedir dedirtmiyor. Ben koydum mu biraz sırıtabilir. Tabi benim mantık sinsilemi herkesin anlamasını beklemiyorum. Sonuçta bir sürü ırk var ve bu ırkların birçoğu günümüz ırklarıyla paralel. Makalakiler mesela kaplan adamlar. Endonezya kültürünü epey araştırdım onları yazabilmek için. Endonezyalı arkadaşımla sürekli bilgi alışverişi içinde bulundum vs. Tabi isimleri de Endonezya ismi olarak koydum. Mesela üstat Arif var, türk ismi gibi algılanabilir ama aslında Endonezya ismi, bilge kişi anlamında. Raja, prens demek, bende prens kanı taşıyan bir savaşçı...
İsimleri behindthename sağolsun anlamına göre koyuyorum çoğunlukla. Daha önce bahsettiğim çöl orkları gibi kendi kafama göre koyduğum ırklarda bunu sağlayamıyorum tabi. Okunması imkansız olan tyhjkller gibi isimlerden de kaçınıyorum. <Bazı şeyleri görmek için kitabın bütününü görüp bütünden yola çıkmak lazım sanıyorum. O zaman camış adam Hurşit'in hikaye içinde sırıtıp sırıtmadığı daha çok anlaşılır.

Bende kundaklı yayı kullanan, daha doğrusu icat eden de çayır cüceleri. Uzun bir gerek türk mitolojisi ve tarihi, gerek yabancı, gerek tıp, simya gerekse metalürji araştırmaları yaptım.
Evet zorlu ve bazen bunaltıcı bir süreç, kurgu yapması bütün bağlantıları akılda tutması falan da cabası. Çok düzenli biri de değilim, biraz kaotik çalışıyorum. Ama geri adım yok, devam.
Neyse burada kısa keseyim, müdür içeri çağırıyor, bu aralar işteyken kitapla uğraşmaktan kovacak beni zaten :D

Farklı fikirler ya da düşünceler varsa, paylaşabilirsiniz...










142
Arkadaşlar, körler ülkesinde tek gözü olan kraldır.
Bu mantıkla ithaki de kral ve her istediğini yapıyor, bundan ibaret.
P.S. Silmarillon'un da baskısını beğenmedim, sayfanın yarısı boş, yaprak israfı.

143
Değişik bir kitap. Olağandan daha hızlı okudum. Ama bunda kesinlikle çevirinin katkısı yok -İngilizcesini okusaydım daha az bilmediğim kelimeye rastlardım zira-, kitabın müthiş bir kurguya sahip olmasının da. World building felaket bi kere. Bi yandan Ancrath falan filan kurgu yerler, bir yandan da Roma, Hint zart zurt... günümüz dünyası. Birader ya onu yap ya onu. Ya da portal fantasy yap Harry Potter gibi. Beni çok itti bu durum açıkçası.

Ama hakkını verelim yazar zeki ve sağlam bir espri anlayışına sahip. İkinci kitabı okumam ama ilk kitabı tavsiye ederim. Kesinlikle zaman kaybı değil. Çok beğeneceğiniz ya da hayatınızı etkileyecek bir kitap değil ama fantazyaya farklı bir bakış açısı getirmiş.

Başta biraz sert gibi geldi, ama genel olarak çok da bir sertliği yok. Hatta Jorg denilen veledin girdiği tripleri bazen ciddiye bile almıyorsun. Aslında bir sürü de yan karakter var ama çoğu da yarım yamalak işlenmiş. Karakter oluşturmasını da beğenmedim.

Genel olarak sorarsanız hiçbir haltını beğenmedim diyeceğim ama yine de güzeldi kitap ya. Değişik yani. Prince of Fools'la başlayan serinin daha eğlenceli olacağından emin gibiyim. Bu biraz zorlama bir eser olmuş sanki ve özensiz. Yazar yetenekli adam, biraz bu işi ciddiye almalı. Ondan sonra daha iyi eserler verecektir şüphesiz.

144
Tartışma Platformu / Ynt: Türk Fantastik Eserler?
« : 07 Ağustos 2016, 19:16:01 »
Evet, emek biraz var. İki senedir üzerinde çalıştığım ilk kitabı bu sene çıkaracağım kısmetse.
Desteklerinizi bekliyorum.
Teşekkürler

145
Sprenlerin gereksiz olduğunu düşünen var mı?

146
Tartışma Platformu / Ynt: Türk Fantastik Eserler?
« : 07 Ağustos 2016, 18:38:20 »
Bu bahsettiğiniz isimleri, Tarkan, Mete, Saruhan, Çambat, Mirza...
zaten kugaryalılarda kullanıyorum. Yani eski türklerin geleneklerine sahip, göçebe kültür toplumunda.
Abzazulular farklı bir toplum, yakın coğrafyada ama suyu seven, mantığı kıt, kolay gaza gelebilen bir toplum.

Haydar, Kamil, Şakir isimlerinin size komik geldiğinin farkındayım. Birçok kişiden aynı tepkiyi aldım. Ama bunlar zaten öykünün esas oğlanları ya da dünyayı kurtaracak kahramanlar değil. Hikayeye eğlence katan yan, ya da sadece ismi geçen karakterler.
Tersinden düşününce ben bu öyküyü İngilizce de yazıyorum. Yabancı biri Haydar gördü mü bu ne lan demiyor. Hurshit diyince gülüyor mesela. Sadece bizim old school fantasycileri üzmemek için böyle bir şeyden kaçınır mıyım? bilmiyorum.

Herkes ciddi ve saçmalık yapmaktan kaçınan, beyefendi tipler olunca, karakterler bana robot gibi geliyor . Sanki kurtlar vadisinin bir sahnesinde takımları giyinmişsin de, hada hüdü konuşuyorsun gibi.

Hemen her öykümde, anarşi yaratan, saçma işlerle uğraşan ya da eğlendiren bir karakter oluyor. Bir de çok fazla ırk olduğunu varsayarsak, herkes için farklı bir isim havuzu kullanma gereğini düşününce ihtimaller de azalıyor tabi.

Mesela çöl orklarına, kendi mantık sinsilesine uygun bir isim havuzu oluşturdum, belli harfler , heceler kullanarak. Örnek: Dogor, Durag, Nalo, Lugar...
Ya da dabulular (ayı adamlar) : Bagu, Bobo, Haddao ...
Ama bunun dışındakilerin çoğu gerçekte var olan ya da var olmuş kültürlerle paralel. Eh bizim türklere de abzazulular düştü :)
Sadece isim yüzünden okuyucu kaybetmek kötü tabi, ama diğer şeyleri doğru yaparak bu eksiği kapatmak da imkansız değil.


147
Tartışma Platformu / Ynt: Türk Fantastik Eserler?
« : 07 Ağustos 2016, 17:57:21 »
Abzazulularin isimleri Türk ismi ama onlar Türk değil. Mesela Tolkien İngiliz ama elf ve cüce isim seçimleri İngiliz değil.Türkçe  olsun diye Suat, Fatma demek çok komik. Kusura bakmayın.

Aynı mantıkla düşününce, westeroslular da İngiliz değil ama isimleri öyle. Nordlar İskandinav değil ama isimleri öyle. Ya da dağ cüceleri.
Daha birçok örnek sayabilirim.
Bunun en güzel örneği aslında John Flanagan'ın rangers apprentice serisi. Günümüzün bütün kültürlerini ismi biraz değiştirip önümüze sunmuş. Ama bildiğim kadarıyla bu durumdan çok rahatsız olan yok.
Mesela bir Jon Snow deyince cool isim oluyor, ki bence de öyle, severim, favorimdir, ama Can Kar diye bir adam yapsan bu ne saçmalamış lan derler, daha doğrusu biz deriz.

Neden ispanyollara paralel x ırkına Alejandro ismi koyunca, yunana Dimitris koyunca ya da almana Hans koyunca batmıyor da, Ahmet Mahmut Hasan eğreti duruyor?
Yanlış anlamayın sizi yargılamıyorum, sadece nedenini araştırıyorum.

Şakir desen komik durur, Berk dersen abuk olur. E aynı mantıkla hiçbir ırka hiçbir isim yakışmaz o zaman. Her fantastik ırka yeni bir dil, alfabe ve isim havuzu yaratmak lazım o zaman. Hadi tolkien linguistti altından kalktı. Bunu ben sen bi başkası yapsa altında kalır.
Ki Tolkien de eserlerinde büyük ölçüde İskandinav ve fin mitolojisinden, dillerinden yararlanmıştır. Fin dili de Türk diliyle aynı kökenden gelir.
İsveççede kurt anlamına gelen Varg, bugün cool bir kelime, ama bu kelimenin (araştırmalara göre) çıkış noktası olan Börü, bir garip duruyor.

Neden?
Fantastik diyince illa günümüz dünyasından alakasız bir şey mi olması gerekiyor?
Neden hep onlar cool da biz sadece komiğiz?




148
Tartışma Platformu / Ynt: Türk Fantastik Eserler?
« : 07 Ağustos 2016, 15:16:14 »
Aslında konuyu açma ve kişisel fikirlerinizi sorma nedenim benim de bir fantastik seri üzerinde çalışıyor olmam. Haliyle birçok ırk, diyar var. Daha çok aşina olduğum, ya da ilgimi çektiği için araştırırken sıkılmayacağım kültürleri paralel aldım. O kadar ırk, kültür varken, türkleri koymamak olmaz tabi. Hatta birkaç ırk var kendi kültürümüzden esinlendiğim.

Kugaryalılar, eski türkler, Kırgızlar, bozkır kavmi. At üstünde ok atan, eski göçebe toplum. Dil kullanımını, Düşler Limanı'nda paylaştığım jolbars isimli öyküde görebilirsiniz.

Çayır cüceleri (Burbaza), dağ cüceleri kadar kalın ve savaşçı değiller. Ovada, çayırda, bayırda yaşıyorlar. İyi mühendisleri var ve crossbowman. Hem günümüz hem de eski kültürlerden birşeyler aldım. Şive yok. Sadece atarlı giderli konuşmalar var. O da bazı karakterlerde.

Ve... magnum opus: Camış Adamlar, öz eleleştiri yapalım hepimizin içinde bir Recep ivedik var, en azından benim var. Bu tarafımızı yansıttım. Toplum psikolojisi olarak günümüz türkleri diyebilirim. Agresif, kompleksli, ama savaşlarda güçsüzün yanında yer alan bir ırk. Sağlam axeman ve earth magicianlar çıkar. Şive olarak da doğulular ve karadenizliler.

Kugaryalılar için gayet güzel isimler bulduğumu düşünüyorum, en azından kültüre uyumlu.
Çayır cüceleri ve Abzazulular (camış adamlar) için çeşitli eleştiriler aldım. Sizinle paylaşayım ve fikirlerinizi sorayım.

Bazı karakterler;
Çayır cüceleri: Hayatti (Hayto dayı), Feydi, Mustti, Hammdi'nin oğlu Vuldi, Meside, Sevvüme
Abzazulular: Hurşit, İrfan, Oruç, İdris, Soner, Suat, Haydar, Fatma...



149
Düşler Limanı / Jolbars
« : 07 Ağustos 2016, 14:53:41 »
"Yavru barsı küçük görme, gün gelir jolbars olup babasının intikamını almaya ant içer"
*****

Bir hışımla otağına girdi koca Talas. Ona ağlamaklı gözlerle bakan Çığırdı Hatun, daha bir
yaşındaki bebeği Mete'nin vücudunun ateş gibi yanıp kavrulmasını çaresizce seyrediyordu.
İçeri giren beye kayıtsız kalmak olmazdı. Hekim bile yapamadı. Göz ucuyla baktı Kugarya
Han'ına. Çekine çekine söylendi.

"Zehirlenmiş beyim. Hali vaziyeti onu gösterir."

Kaşlarını çattı, sert yüz hatları iyice belirdi. Çaresizlik onun mizacının bir parçası değildi. Ama
uzun yıllar beklemeden sonra kavuştuğu oğlu, varisi Mete, o ufacık bedeniyle ölümle
pençeleşiyordu. Ne ağalık ne beylik yapacak yerdi. Koca hanlığa baş olsa ne yazardı ki, varisi
çocuk yaşta öldükten, öldürüldükten sonra. Kırk yaşına gelmişti koca Talas. Kocamıştı artık.
Ama ölmemişti. Elden ayaktan düşmemişti. Düşman onu zayıf bellemişti.
Talas ancak mezarda zayıf düşerdi, daha evvel değil.  

"Ne dersin hekim? Ne yapmamız gerekir?"

"Beyim, benim boyumu aşar. Bildiğim bütün belirtilerin dışında bu zehrin etkisi."

Talas ağzını açtı, hekim o bağırmış gibi irkildi. Lâkin o sadece fısıldadı. "Salçı Bilge."

Salçı Bilge kara hekim namıyla bilinirdi. İnsan ve diğer birçok ırkın leşlerini keserek edindiği
bilgiler, onu birçoklarının gözünde karanlık hekim olarak gösteriyordu. Talas ile muhabbeti
boldu. Şu koca hanlıkta en saygı duyduğu birkaç kişiden biriydi. Varsın olsun kadavralarla
uğraşsın
demişti Talas, bunu kara büyü, okültçülük için değil, ilim adına yapamaz mı?  

Talas'la hemfikir olmayan düşmanları birçok kez Salçı Bilge'nin kellesini istemişti. Ama onun
sağlığında böyle bir şeyin olmayacağı biliniyordu. Ortada iyi planlanmış bir oyun vardı zira.
Talas'ın oğlu zehirlenecek, o Salçı'ya muhtaç kalacak, düşmanlarına yeni bir bahane doğacaktı.
Düşman dışarıdan gelse aman demezdi Talas. İster çitay, ister gals olsun. Ama aynı
kanı taşıdığı kugaryalılar bu şekilde karşısında durunca, yüzyıllık törelerde olmayan
yılanlıklara başvurunca... İşte o zaman Talas üzülürdü. O yıllardır bütün boyları, budunları bir
arada tutmak için uğraşadursun, eskiden en yakınlarından olan Gökçek düşmanıyla işbirliği
yapıp sırtından onu vursun. Böyle kadere boyun eğmez ancak üzerine giderdi Bars Budun'dan
Çakır'ın oğlu Talas.

Otağın içindeki durgunluğu dışarı adım atınca birdenbire kayboldu. Bir hışımla Baka'yı
çağırttı. En yakını, yaveri, yareni, sakisi Baka. Kan bağları üçüncü göbek akrabalıktan ibaret olsa da can
bağları karındaşlıktan öteydi. En zorlu anlarında o vardı yanında. Kong-bai'nin peşinden
giderken, kuzeylilerin saldırılarına göğüs gererken yan yanaydılar. O an yanında olması
gereken ilk kişi oydu; Baka.

"Beyim, beyim..." diye bağırdı muhafız. "Han seni çağırır."
Tekrarladı sözleri, duymadığını farz ettiği Baka'ya.  
Şimşekleri başına vurdu bahadırın. "Ne bağırırsın be hey oğlan? Babasını kaybetmiş tay gibi,"
üstünü başını toparladı, odasından çıktı. "Ne var söyle şimdi?"

"Talas Han, seni çağırır. Hayat memat dedi. Tez gelsin dedi."

"İyi tamam," diyerek kışkışladı muhafızı. Bilirdi Talas boşuna hayat memat dedirtmez.
Telaşlandı koca kurt. Oyalanmadı, atladı atına ve sürdü Talas'ın yanına. Kızıltepe'nin içindeydi
ikisi de. Birisi şehrin bir yanında öteki öbür yanında.
  
"Neredesin Baka? Erken mi yaşlandın?"

"Kovuç hele. Ne bu celal beyim," diyerek atından atladı Baka. "Hayırdır, telaşlandırdın beni.
Nedir bu kadar önemli olan?"

"Mete," diye fısıldadı. "Zehirlenmiş."

"Nasıl olur? Daha el kadar sübyan. Kim yapar, hangi namert oğlu namert..."

"Etrafta namertten bol ne var Baka?" dedi gözlerinde öfkeyle, dişlerini gıcırdatarak. "Ama
tahminim çitayların işidir. Aklıma başka bir şey de gelmez."

 "Doğru dersin. O yılanlar yapmıştır," bir an düşündü. "Ramalbet olmasın? Son görüşmeniz
pek iyi geçmemişti."

"Yok," diye kafasını yukarı kaldırdı. "Makalakiler zehir kullanmaz. Onlar yılanlık bilmez.
Ramalbet mert adamdır, elini çocuk kanına bulamaz."

"Gören de hasmın değil dostun sanacak."

"Onun gibi hasım Gökçek gibi dosttan evladır."

"Gökçek itinin parmağı mı var diyorsun?"

"Başka seçenek var mı? Ortalarda yok. Yakınıma, otağıma girebilecek kadar beni, zaafımı
bilen başka kim var?"

"Neyse, kimin yaptığı önemli değil. Yiğidimizi nasıl kurtarırız ona bakalım."

"Salçı Bilge'yi bulmam lazım Baka, başka yolu yok."

"Öyle de, Salçı Uruk'ta. Ona yetişene kadar çocuk zayi olmasın."

"Tek gidecem Baka, tek sürecem Buruul'u. Rüzgardan hızlı gidip yıldırım gibi döneceğim."

"Talas, bu iş böyle durup dururken olacak iş değil. İçinde bir bit yeniği olmalı. Ya hedef
sensen? Ya seni çekmek için böyle yapıyorlarsa? Ya Uruk'a giderken pusu kurup hem seni
hem Mete'yi öldüreceklerse?"

Talas bu fikri reddetmek istedi ama yapamadı. Kafasını kaşıdı. Aklına girdi bir kere, rahat
edemezdi. Dediği doğruydu Baka'nın. Ya ona pusu kurmak için böyle yaptılarsa? Hadi kendi
ölse sorun değildi ama Mete Kugarya'nın geleceğiydi. Onu riske atamazdı. Yüce Han
düşüncelerinden sıyrılıp kendini toparladı. O sırada "Bırak ben götüreyim," dedi Baka.
"Vuracaklarsa beni vursunlar. Buruul senden benden akıllıdır. Saklarım Mete'yi sıkıca
bağlarım eğere, sertçe vururum kıçına Uruk'a gider. Kendi bulur Salçı'yı."

"Dediğini aklın alıyor mu Baka?"

"Senin dediğinden daha çok alıyor. Öldürecekler seni beyim, yapma gözünü sevem. Pusu bu.
İstersen tanrı Adapa ol, namussuzun pususundan kurtulamazsın. Dediklerin doğruysa hain
tam içimizde. Seni bulurlar. Ben gidersem dikkat çekmez. Kimseye söylemeden çıkarım. Öyle
bir sürerim ki yağız atımı, bir güne oradayım."

"O sürate, o hıza bir gün dayanır mı ki Metem? Ölümle pençeleşiyor zaten."

"Korkma Talas'ım. Barsın oğlu bars olur. Hem sen gitsen de aynı şey değil mi. Sen sanki
benden hızlı mı götüreceksin, peheey!"

Elini sağlam bir şekilde omzuna attı. "Baka," dedi vakarla.  "Sen benim karındaşımsın,
sakimsin. Babamdan çok sana güvenirim bilirsin."

Kafasını eğdi onaylarcasına.

"Senden son bir ricam var. Oğluma iyi bak. Onu Uruk'a götüreceksin. Salçı'yı bulup tedavi
ettireceksin. Buna inanıyorum. Ama bana bir şey olursa bundan sonra o sana emanet. Gözün
gibi bakacaksın, zamanı geldiğinde babasının bitiremediğini ona tamamlatacaksın. Kugarya'ya
sadık bir han yetiştireceksin."

"Aklında ne var," dedi sessizce. "Niye böyle konuşursun?"

"Gidip bu işi bitireceğim. Çitay Hanlığına gidip Kong-bai'yi öldüreceğim, ve muhtemelen
yanına sığınmış olan Gökçek itini. Yoksa bu iş çok uzayacak."

"Delilik bu. Öldürürler seni. Tek başına orduya mı diş geçireceksin."

"Ordu değil, gizlice gireceğim saraya ve gizlice öldüreceğim ikisini de."

"Böyle gazaddir gibi... suikastçılık bize yakışır mı beyim?"

Gülümsedi. Tekrar elini omzuna attı. "Korkma, kendini savunması için ikisine de fırsat
vereceğim. Sen beni merak etme. Ama dediklerimi unutma. Ne olur bilinmez. Bu gidişin
dönüşü olmayabilir. O yüzden sözlerimi unutma. Oğlan ne babama ne hatuna, sana emanet."

"Emrin başım üstüne beyim. Senin yanında olmak bir onurdu. Bunu bil. Bundan sonra oğlun
oğlum, emanetin canımdan bir parçadır. Gözün arkada kalmasın."

Sarılıp vedalaştılar. İki yiğit, iki has dost, iki bahadır. Kugarya Hanı Talas ve sakisi Baka. İkisi de
biliyordu son sarılmalarıydı bu. Ama ikisinin de gözünde bir parça bile korku emaresi yoktu.
Çünkü onlar gerektiğinde ölüme bile seve seve gidebilecek bir yürekle büyümüşlerdi. Gerçek
birer kugaryalı gibi.

*****

Talas Han sürdü atını kuzeydoğuya doğru. Çitay Hanlığı'na gidiyordu. Tökümen Dağları'nın
altından geçip gizlice başşehir Bei-jim'e ulaşacaktı. Kızıltepe'den çıkalı bir kaç saat olmuştu.
Havada keskin bir soğuk, sert bir rüzgâr vardı. Her zaman giydiği kahve rengi ince deri ceket
zırhı ve beyaz gömleği vardı üzerinde. En sevdiği arkadaşı, Kılyaran nam yatağanı da hemen
sağ yanında kınında duruyordu. Ne Kugarya yayı almıştı yanına ne bir ok. Çünkü menzille işi
yoktu. Kara elf gazaddirleri gibi, tekinsiz bir casus gibi içeri sızacaktı. Talas'ın iyi bildiği işler
değildi bunlar. O er meydanında düşmanının yerini dar etmeyi iyi bilirdi, sessizce arkadan
dolanıp boğaz kesmeyi değil. Ama onu buna mecbur bırakmışlardı. Başka yol yoktu. Yine de
son bir şans verecekti Kong-bai'ye ve bulursa Gökçek'e. Gözlerinin içine bakıp öldürecekti
onları, uyudukları yataklarında değil.

Atını son sürat sürerken bir ses işitti. Hemen arkasından bir ok uçtu gitti sanki. Yavaşladı.
Sonra bir ok daha geldi geçti yanından. Ve bir ok daha. Neler olup bittiğini anlamaya
çalışırken onlarca çekik gözlü çitay beliriverdi. Ama nasıl olur diye geçirdi içinden. Bu yöne
geldiğini bilen yoktu ki. Bir tek Baka.
 
"Vay Bakam vay," diye fısıldadı. "Demek sen ha!"

Çitaylar iyice yaklaştı. Ses çıkarmadılar. Koca Talas haykırdı. "Ne o kahpenin dölleri. Ortak dil
bileneniniz yok mu, yoksa dilinizi hepten mi yuttunuz?"

İçlerinden birisi okuna davrandı ve tam omzundan vurdu Talas'ı. Artık geri dönüş yoktu.
Yatağanını hafifçe okşayan Talas, onu çekmeden atını öne sürmüştü bile. Çılgın bir nara attı.
Ölümü zaferle kucakladı. "Varsın sonumuz böyle gelsin, yine de sagucular bizi anlatırken üç
beş çitay itini yanında götürmedi demesinler, ya heeaayyt!"

Hızla davrandı ve önüne ilk gelenin boğazını kesti. Yanında gelen darbeden hafifçe eğilerek
kaçtı. Ani bir şekilde atını döndürerek onun da sırtına sapladı kılıcını. Derken ikinci oku da
yedi. Bu sefer diğer omzuna. Ok yedikçe, kesik aldıkça daha da güçleniyordu sanki Talas Han.

Önünü kapattılar. O da atından atladı ve karşısındaki atlıyı da yakalayarak yere düşürdü. Yere
düşmeden öldürmüştü rakibini. Doğrulurken yanındaki atın bacaklarını kesti ve düşen çitayı
da beraberinde götürdü. Kaç tane yara aldığını bilmiyordu. Sayamadı. Artık görüntü yavaş
yavaş bulanıklaşıyordu. Kılıcını sallarken son kurbanını da götürdü. Ama çok fazlaydılar.
Gücü yetmedi. Yenilmez bahadır Talas Han bile yetersiz kaldı. Son aldığı darbe sırtınaydı.
Hançerin soğuk demirini ciğerlerinde hissetti. Arkasını döndü.  

"On sekizinci darben de benden gelsin," derken tilki gibi gülümsüyordu düşmanı.

"Gökçek!" diye baktı öfkeyle. "Hain piç!"

"Hain olan ben değilim Talas Han. Ben sadece hırslıyım, senin yerinde gözüm var, daha
fazlası değil. Asıl hainin kim olduğunu atan Çakır'a sor!"

Talas durakladı. Vücudundaki 18 yarayı önemsemiyordu bile. Aklı birden gitti, babasına.
Onun gizlice otağa girmeye çalıştığını hatırladı. Baka değildi, asıl hain babasıydı.  

"Mete'yi de zehirleyen o!" sözüyle irkildi. "Sen daha atanı bile tanımıyorsun zavallı han."
 
Talas'ın gözleri kapanır gibi oluyor ağzından kan çıkıyordu. "Asıl atasını tanımayan sensin
Gökçek," diyebildi zorla. "İt peşinde koşmaya devam et. Gün gelir Metem senin yaptığını
sana sormaya gelir."

"Yaşarsa," dedi ve son darbesini kalbine sapladı Talas'ın. "Babana verdiğim sözü tutup,
kelleni gövdenden ayırmayacağım. Şimdi sıra onda."

*****

Baka atını sürdü, Uruk'a vardı. Salçı Bilge'yi buldu. Mete'nin tedavisi iki gün aldı. Salçı'yı bile
zorladı. Ama ölmedi. Salçı Bilge Asena'yı buldu; Bozbörü Loncası'nın kurucusu börü şaman
Asena. Talas'ın haberini çoktan almıştı yüce şaman. Onun ölümüne mani olamamıştı ama
Mete'nin hayatını riske atamazdı. Bozsakallının telkininde karar kıldılar. Mete'yi güneye,
makalaki diyarına yollayacaklardı. Bu şekilde güvende büyüyecekti. Gökçek'in arkasında asıl
kimin olduğunu öğrenmek için yapılması gereken buydu.  

Bir kehanet uğruna oğlunun kuyusunu kazan, ona ihanet eden Çakır Han, Gökçek'e söz
verdiği gibi tahtı ona bıraktı ve Kugarya'dan ayrıldı. Baka ve onun gibi bozbörüye bağlı birçok
bey, bahadır çevre illere, diyarlara dağıtıldı. Talas'a bağlı sadık kırk boy inzivaya çekildi. Başka
bir deyişle uykuya. Beyinin ölümüne şaşırmadı Baka, üzülmedi de. Yiğit gibi yaşayıp yiğit gibi
ölmüştü beyi. Tek üzüldüğü ona verilen emanete sahip çıkamayacak oluşuydu. Ama
Asena'nın ve bozsakallının sözü üzerine söz söylenmeyeceğini biliyordu. Kaderiyle baş başa
kalmak pahasına kuzeye, Vilta Düklüğü'ne göçtü.

Artık tek bir amacı vardı, Mete'nin büyümesini bekleyecek ve zamanı gelince uykudan uyanacak
boylarla beraber mütegallibe Gökçek'i tahtından edecekti. Artık tek umudu buydu ve bunun
gerçekleştirebileceğine canı gönülden inanıyordu. Çünkü Baka biliyordu ki barsın yavrusu
atasının intikamını almazsa ona dağlar da dar gelir, bozkırlar da!

150
Türkçe akıcılık tabi ki. Öbür türlü Google translateden ne farkı kalır.

Bu arada benden başka Laika'nın Drizzt çevirilerini beğenmeyen var mı?

Sayfa: 1 ... 8 9 [10] 11 12