99
Bir an; içinde bulunduğu durumun gerçekliğinden şüphe etti. Beyni durmuş gibiydi. Kalp atışlarının ani yükselişi tansiyonunu etkilediği için olsa gerek başı döndü. Sonsuz bir boşluğa düşmek üzereymiş de bütün kaderi, bir kısa anda dengesini sağlamasına bağlıymış gibi ani bir adrenalin atağıyla ayakta durmayı başarabildi. Nefes almayı unutmuş gibiydi. Yaşadığı anın şokuyla ciğerlerindeki nefesi öyle kuvvetli geri vermişti ki bir ikincisini içine çekene kadar neredeyse boğulacağını zannetti.
Onu bu dehşete düşüren görüntü; görmesi gerekip de görmediği bir şeyle ilgiliydi; Veyis! Yoktu! Ortadan kaybolmuştu! Sessizce! Kim bilir ne zaman? Kim bilir ne kadar zamandır bu sonsuz yer altı labirentinde bir sağa, bir sola doğru nihayetsiz şekilde dönüp duruyorlardı/duruyordu ve kim bilir ne zamandan beridir Veyis arkasında yoktu! Aklına aynı anda binlerce soru hücum etti. Sayamazdı tabii. Ama binlerce olmalıydılar. Daha önce hiç bu kadarının aynı anda aklına doluştuğunu hatırlamıyordu. Ve hepsi de acildiler: Acaba Veyis ona kötü bir şaka mı yapıyordu, yoksa ortadan kaybolmamış da sadece bir dönemeç geriden kendisini takip ettiği için onu göremeyince gereksiz paniğe mi kapılmıştı, yolda fark etmedikleri bir dönemece gelmişlerdi de birbirlerinden habersizce ayrı dehlizlere mi dalmışlardı, Veyis de bir yerlerde onun şimdi Veyis’i aradığı gibi Murat’ı mı arıyordu, arkadan yaklaşan biri veya bir şey arkadaşını kapıp götürmüş müydü, eğer öyle olduysa neden en ufak bir çıtırtı yahut inleme dahi duymamıştı, yoksa arkadaşı onu takip ederken klostrofobi ve heyecandan veya benzer başka bir sebepten düşüp bayılmıştı da o yüzden mi hiçbir şey duymamıştı, şimdi ne yapmalıydı; geri geri gidip arkadaşına rastlamayı mı ummalıydı? Yoksa eğer arkadaşını biri ya da bir şey kapıp götürdüyse mesela… Tehlikenin geldiği yöne doğru gitmek ne kadar akıllıca olurdu, peki ya ilerisi; ilerlese sanki daha mı güvenli olurdu?.. İla ahirihi…
Soruların hepsine birden cevap bulmak imkansızdı. Cevap vermek bir yana bazılarını aklında tutmak bile zordu. Sorular, basınca dayanamayıp kapaklarını patlattıkları barajdan kontrolsüzce vadilere akan çılgın sular gibi dolduruyordu beyninin dehlizlerini. Beyni durmuş gibiydi. Kilitlenmişti. Sakinleşmesi gerekti. Ancak ondan sonra mantıklı çıkarım, sebep ve sonuç zincirleri kurabilirdi. İşe, giderek kontrolsüzleşen nefesini düzenlemeye çalışmakla başladı. Burnundan derin derin nefes alıp, ağzından vermeye çalıştı. Başlarda sık ve hızlı hızlı nefes alma isteği o kadar baskındı ki burnundan içeri derin nefesler çekerken bile boğulmakta olduğunu hissediyordu. Neyse ki bu uzun sürmedi. Vücudu, ritmini; mantığının ritmine uydurmayı başardı. Burundan nefes al ağızdan ver, burundan al ağızdan ver… Nefes ritmi kontrol edilebilir seviyeye geldiğinde daha da sakinleşmek için bu sefer burundan aldığı nefesleri yine burnundan ama ağır ağır, daha uzun sürelerde vermeye başladı. İşe yarıyordu. Kalbinin atışları bile yatışmaya başlamıştı. Normal sayılacak seviyeye inmese de iş görürdü. Zaten böyle bir durumda kalp atışlarının normal seyretmesi başka bir sıkıntıya delalet ederdi. Gerçeklik hissini kaybetmeyen hiç kimse böyle bir durumda her şey normalmiş gibi tepkiler vermezdi. Nefesi ve kalp atışlarıyla birlikte düşünceleri de nispeten kontrol edilebilir seviyeye geldiğinde; ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. En mantıklı hareket şekli ne olurdu?..
Makul olanın; geri gidip, arkadaşını aramak olduğunda karar kıldı. Muhtemelen bir yerlerde düşmüş ya da bayılmış olabilirdi. Arkadan birinin ya da bir şeyin arkadaşını kapıp götürdüğü düşüncesi çocukçaydı. Bulundukları yerin bir cinayet mekanı olmasının beslediği mantık dışı bilinçaltı korkulardan kaynaklanıyordu. Eğer öyle bir şey olsaydı mutlaka bir ses duyardı. Ne kadar derin düşüncelere dalmış olursa olsun; arkadaşından gelen bir çığlık, ağzı elle kapatılsa bile bir inleme, en azından bir çarpma, sürtünme sesi… Evet, mutlaka bir şeyler duyardı. Tamamen fark etmese de en azından işkillenmesine yol açacak bir şeyler hatta belki sezgisel olsa bile; hissederdi. Bütün bunların hiçbiri olmadığına göre çocuksu korkularından kurtulup, geri dönüp, arkadaşını aramaya başlaması en mantıklı olandı. Arkadaşının, önünde uzanan yolda bir yerlerde olmadığı kesindi. Yolculukları sırasında önüne hiç geçmemişti. Hatta tünelin girişi hariç yan yana bile yürümemişlerdi çünkü ilk 30 metreden sonra aynı anda iki kişinin geçmesine izin vermeyecek kadar daralıyordu. Hem arkaya neden dönmüştü; arkadaşına artık geri dönmek istediğini söylemek için. Arkadaşını aramak için geldiği yolu geri gitmeye başladığında, arkadaşını bulamasa bile en azından baştaki o isteğine kavuşacaktı. Bu lanet tünellerden kurtulup, çıkınca nasıl olsa arkadaşını bulmaları veya kurtarmaları için yardım edecek birilerini gönderebilirdi en azından.
Cesaretini iyice toplamak için yaklaşık bir dakika kadar olduğu yerde hareketsizce bekledi. Temkinli şekilde az önce geçtiği yollardan geriye doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Geriye doğru giderken ilerlerken olduğundan daha çok korkuyordu. Sebebi açıktı. Arkadaşını önündeki henüz gitmediği yollarda değil görece güvenli sandığı, geçip gittiği yollarda kaybetmişti. Daha geriye doğru yürümeye başlayalı birkaç dakika olmamıştı ki önündeki dik dönemecin kaya duvarında nedense doğal olmadığını düşündüğü bir hareket sezdi gibi oldu. Elbette ki elindeki fenerden kaynaklanan ışığın duvarlardan yansımasıyla oluşan bir oyun olabilirdi bu. Ama o an için hiç de öyle gelmemişti. Durdu. İmkan dahilindeki azami sessizliği sağlayabilmek için nefesini dahi tuttu.