Öyküye başlayacak olanlar, aşağıya eklediğim Giriş bölümüyle başlayabilirler.
BÖLÜM 1 “Ah, pozisyonuna göre gerçekten çok küçük birisi; fakat babasının mevkisini bu kadar çabuk geri alması şaşılacak düzeyde,” dedi adam gayet şaşırdığını belli eden bir ifadeyle. “Sanırım ondan çok büyük şeyler beklemeliyiz.”
“Belki haklısın, geleceğin Tek Lerap’ı olmaya aday. Ama ona karşı bir oyun düzenlendiği de ortada. O yaştaki bir çocuk bu derece önemli bir Ulusun Emir’i olmayı hak ediyor muydu? İşte bu noktada başlıyor olay. O Ulus karmaşık. Hiç kimse güvenilmez. O çocuğu Emir yapan da bir başka kuvvet,” Adam oldukça sert konuşuyordu ve sözleri gerçekleri yansıtıyordu. İnsanlar bu tür şeyleri göremeyecek kadar aptal değildi. “Biliyorsun; son Emir İmparatorluk Seçimlerine katılamayacaktı. Ancak o katılabilir.”
“Ne yani? İmparator mu yapacaklar onu. Bazı kuvvetler.”
“Evet! Bunu görmek bu kadar mı zor?” dedi adam şiddetle. “Ben yeni Emir’e güvenmiyorum. Ancak sanırım belli bir korumayı hak ediyor. Yarın oraya gidip olayı kontrolümüz altına almalıyız. Yoksa Emir’i kontrol edenleri asla bulamayız.”
Adam ona katıldığını belli eder bir şekilde başını salladı. Ancak hala kafasında bazı sorular olmalıydı ki tekrar konuşmaya başladı.
“Peki ya Emir Bolar ’ı, Tanrı ruhunu bağışlasın, kim öldürdü? O izler. Bize gönderilen yazıda burnunun koparılmış, gözlerinin yerine de Pelr taşı konmuş. Yüzyıllardır bu ülkede bulunmamıştı. Ve bedeni odasındaymış, tanrı aşkına Alb, çalışma odalarımızda bile güvende değiliz. Bir zamanların yenilmez Leraporas’ı nerede? Emir’ler bile odalarında katlediliyor. Sokaklarda irili ufaklı çeteler kol geziyor ve birliklerimiz onlara karşı koyacak güce sahip değil.”
“Seçimlerden önce hep böyle olur. Sokaklar savaş alanına döner. Merak etmeyelim. İmparatorluk zayıflıyor olabilir fakat Ulusun merkezine giremezler. Güvendeyiz. En azından bu gece…” Gülümsedi. “Savaş başlıyor Qrast.”
“Ne savaşı?” dedi adam. İmparatorlukta savaş olması mümkün değildi onun görüşüne göre. Son savaş, imparatorluğun kuruluşunda idi.
“Özgürlük savaşı. Demokrasi düzenine geçilmesine istiyorlar. En azından üç ulus bunu açıkça dile getirme cesaretini gösterdi. Bir isyan çıkaracaklar. Ya ötekileri. Onlar isyana katılırsa ne olacak? Kan. Denizimiz kızıllaşacak. Bir daha gülemeyeceğiz. Ya da özgürlüklerle dolu, yepyeni bir dünya inşa edeceğiz kendimize. Sanırım, şu an İmparator’un yanında olanların o yeni düzende yaşama ihtimali yok.” Tekrar gülümsedi. “Sonumuz yaklaşıyor, dostum. Ama masum insanların bunda kukla gibi kullanılmalarına izin vermeyeceğim.”
“Yani yarın Peqrel Ulusuna bir yolculuğa çıkıyoruz.”
“Ah, vazgeçtim! Yarın askerleriniz bilgilendirilmeli. Ertesi gün yola çıkarız. Ve bir veda ziyafeti iyi olur diye düşündüm. Eğer Genç Emir ele geçirilmişse, iç savaş birkaç gün içinde başlayacak demektir!”
“Ziyaretimize dair bir bilgilendirme alacaklar mı? Yoksa bu yolculuğumuz gizli mi olacak?”
“Sorunun cevabını biliyorsun, dostum,” dedi adam arkadaşına gülümseyerek.
İki dost el sıkışıp ayrıldılar. Alb, birlikte konuştukları Han’ın kapısından onunla birlikte çıktıktan sonra şehirdeki evine doğru yola çıktı. Gece olmuştu. Şehirde yağmur başlamıştı ve onun üzerinde sadece yırtık kısa bir gömlek ve beyaz ama yılların acılarıyla sararmış bir pantolon vardı. Elbette bu onun gerçek elbisesi değil, sadece gözlerden uzak bir sohbet edebilme isteğiydi.
Evinin kapısına geldiğinde cebinden büyük anahtarı çıkarıp deliğe yerleştirdi. Ve sıcacık evindeydi. Gitmeden önce şömineyi yakmıştı ve ateşin en kuvvetli olduğu an eve geri dönmüştü. Kıyafetlerini çıkardı ve yerine daha temiz kıyafetlerini giydi. Yumuşak kıyafetler ve tatlı sıcaklığın etkisiyle uyuştu. Gözlerini kapattı ve düşlerin sonsuz boşluğuna bıraktı kendini.
Rüyasında bir evdeydi. Masmavi duvarları ve içinde bir masası olan bir odaydı burası. Masanın arkasında tozunun sürekli olarak alındığı belli olan bir kitaplık ve içinde de Alb ’ın hayatı boyunca okuyamayacağı kitaplar vardı.
Masada bir adam oturuyor ve önündeki yığın oluşturmuş kâğıtlara hızlıca bir şeyler karalıyordu. Alb bu yüzü tanıdığından emindi fakat bir türlü hatırlayamıyordu.
Merhaba, dedi. Fakat sesi dalgalandı ve yok oldu. Ve rüyasında olduğunu hatırladı. Adam onu göremiyor ve duyamıyor olmalıydı. Ancak bir saniye sonra kâğıtlardan kafasını kaldırdı adam. Ve ona baktı. Gözleri korkuyla açılmıştı. Bir şeyler söylüyordu adam fakat duyulmuyordu. Kapı açıldı. İçeri uzun boylu, kapkara saçları olan, çiçek bozuğu yüzlü bir adam girdi. Adam onu görünce sırıttı ve masadaki adam’a bir şeyler söylüyordu. Alb ise hiç birini duyamıyordu.
Adam cebinden bir pala çıkarttı. Alb ise bedenine hâkim olamıyordu. Masadaki adamı kollarından tuttu ve onu kendine çekerek etkisiz hale getirdi. Yaklaşan adam elindeki palayı adamın kasıklarına götürdü. Ama bir an durdu. Başını kaldırdı ve korku içinde çığlık attığı anlaşılan adama sırıttı. Ve o anda acı içinde yere yığıldı adam. Adamın sol kasığından kan fışkırıyordu. Bunu yapan adam cebinden çelik, içi delik bir makas çıkarttı. Makastaki deliği adamın burnuna götürdü ve deliği kapattı. Adamın burnundan akan kanlar yüzünden adam bembeyaz kesilmişti ve artık ölmeye hazırlanıyordu. Alb elini cebine attı. İki küçük taşı çıkarttı. Ve uyandı.
Alb rüyasını unutmuş bir şekilde kaleye doğru at sürüyordu. Ancak bacağında bir ağrı vardı. Bu onu sürekli rahatsız ediyordu.
Kapıda bekleyen iki nöbetçi başlarını eğerek Alb a yol verdiler. Alb biraz ilerdeki kulübeye kadar atını sürdü. O kulübenin önüne gelince kulübeden dışarıya, kırışık yüze ve bembeyaz saçlara sahip oldukça yaşlı bir adam çıktı. Alb a gülümsedi.
“Kalede bu gece ziyafet verilecek dostum,” dedi Alb onun gülümsemesine karşılık vererek. “Saygıdeğer Lerap ’ımız sizin gibi bir emektarı da aramızda görmek isteyecektir. Ne dersin?”
“Ah, Alb,” dedi yüzünde buruk bir gülümseme ile. “Bu ziyafet işler, politika yuvası. Artık bu işlerde olmadığım için atlarınıza bakıyorum unuttun mu?”
Alb başını eğdi. Bu adama hep saygılı davranmıştı çünkü o soylu biriydi. Daha genç yaşında Teralor Emir’i ve General’di. Aynı anda hem Emir hem General rütbesini kazanmış tek insandı da. Fakat son Lerap ile girdiği tartışma onu bunların hepsinden etmişti. Şimdi o küçük bir kulübesinde at bakıcılığı için yaşıyordu.
“Sizi yine de görmek isterim,” dedi ve sesini alçaltarak ekledi. “efendim.”
Adam gülümsedi. Arkasını döndü ve atı alıp bağlamak üzere uzaklaştı.
“Majesteleri sizi bekliyor, General,” dedi arkasından bir ses Alb’ a. “Sizinle özel bir konuşma yapmayı umuyor.”
Arkasını döndü Alb ve karşısında Lerap ’ın dalkavuk yaveri Sezer’i gördü.
“Ah, Sezer,” dedi Alb şaşırmış gibi yaparak. “Majestelerine hemen geleceğimi bildirin.”
“Sanırım sizinle birlikte yürüsem iyi olur,” dedi adam fakat Alb ‘ın yüzündeki ifadeyi gördüğünde; “Pekâlâ, bildireceğim.” Dedi ve kale kapısına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.
General de hemen oraya gidecekti fakat kendisine emir verilmesi onu rahatsız ediyordu. Ve gözden kaybolan Yaver’in hemen peşinden o da kaleye doğru yürümeye başladı.
Kale’ye vardı ve doğrudan Lerap’ın odasına gitmek için merdivenlere gitti. Üst kata çıktığında koridor’da ki tek oda olan Lerap’ın odasının kapısında Sezer’in beklediğini gördü. Yavaşça, koridordaki camlardan dışarıyı gözleyerek kapıya doğru yürüdü.
“Bakıyorum da yolumu gözlüyorsun, Sez,” dedi adama sırıtarak. Kızaran Yaver ise ağzını bir şey söyleyecekmiş gibi açtı ancak General’e hakaret etmeyi göze alamayarak tekrar kapattı. Başını camlara doğru çevirdi ve dışarıyı gözetlemeye başladı.
Bu sırada kapıyı tıklatan Alb içerden gelen homurdanma sesini Gel, olarak kabul etti ve kapıyı yavaşça açtı. İçeride masasında oturan kırklı yaşlarda, güçlü olduğunu belli eden, güzel yüzlü ve iyi giyimli Lerap vardı.
“Beni çağırdığınızı duydum, majesteleri.” Dedi Alb reverans yaparak.
“Ah, evet, General Tram. Konuşmamız gereken meseleler olduğunu düşünüyorum.”
“Elbette efendim,” dedi Alb. Lerap’tan korkmuyordu fakat tüm İmparatorluk onun elindeydi. Bir süreliğine.
“Dün gece Mareşal ile bir konuşma yaptığınızı duydum,” dedi ve ağzını açan Alb’ı susturarak konuşmaya devam etti. “Şunu söylemeliyim ki, sizin, ülkemizin kötülüğünü düşüneceğinizi sanmıyorum. Lakin savaşın yaklaştığını düşünüyormuşsunuz. Bilin ki benim var olduğum sürece savaş olmayacaktır.”
“Evet, efendim. Fakat birkaç ay içinde seçim olacak. Ve siz aday olamayacaksınız.”
“Öyle mi?” dedi adam gülümseyerek. “Her neyse. Askeri hareketlerinizi bana resmi olarak açıklayacağınızı umuyorum. Biliyorsunuz, birkaç aylık bir zamanım kalsa da tüm yetki hala bende.”
Alb’ın suratı kasıldı. Ancak ona karşı gelmeyecekti.
“Yarın Peqrel Ulusuna bir yolculuk yapmayı planlıyordum. Genç Emir’in sağlığından emin olmak için.”
“Hım, elbette. İzin veriyorum, bir Emir Adamının sağlığından önemli tek şey, İmparator’un sağlığıdır,” dedi ve kendi esprisine güldü. “Şimdi çıkabilirsiniz, akşam verilecek ziyafette görüşmek üzere.”
Alb ayağa kalktı ve boynunu eğerek dışarı çıktı. Kapıdan tüm konuşmaları dinlediği açıkça belli olan Yaver sırıtıyordu.
“Ah!” dedi Alb. “Sanırım her anne ve baba çocuğuna böyle şeylerin tehlikeli olduğunu küçük yaşta öğretmeli.”
Kızaran yaver bu sefer arkasını döndü. Alb sırıttı ve tekrar merdivenlere kadar gitti. Kale kapısından tekrar çıkarak Han’a doğru yürümeye başladı. Han’a vardığında oturdu ve Ziyafet’e kadar burada beklemeye karar verdi.
Ortalık karardı ve Alb Ziyafet için kaleye gitti. Büyük salonda verilecek olan ziyafete yüzlerce kişi katılmıştı. Tüp Pilotları, Kılıçlı Şövalyeler ve diğer piyadeler de dâhil... Şehir muhafızları bile.
En uçta ve yüksekte Lerap’ın ve diğer üst düzey insanların oturduğu bir masa vardı. Alb ise en masanın en ucunda oturan Mareşal’in yanındaki boş yeri görüp oraya doğru gitti. Lerap’a reverans yapan Alb diğerlerine de selam vererek yerine oturdu.
“Eh, General de geldiğine göre sanırım bir konuşma yapmamız gerekiyor,” dedi ve ayağa kalktı.
“Öncelikle hepinize hoş geldiniz demek istiyorum!” dedi Lerap. Fakat o sırada kapatılmış olan kapılar yüksek bir gürültüyle açıldı ve içeri ıslanmış bir adam girdi. Koşarak Yüksek Masa’ya geldi ve Lerap’a bir mektup uzattı. Ve hemen oradaki sandalyelerden birine kendini atıp bir hizmetkâr kızdan su istedi.
Lerap elindeki mektubu yavaşça açtı ve okumaya başladı. Ve hemencecik bitirdi. Yüzünde belli olmayan bir ifade vardı. Salondaki tüm insanların gözleri önünde mektubu General’e uzattı. Buna general bile şaşırmıştı. Bu Lerap’ın doğal davranışlarından biri değildi.
Üzerinde ki aceleyle yazılmış, Peqrel Ulusu temsilcisinden gelen mektubu okuyan General şaşkınlıkla olduğu yerde kaldı.