İki Dev Ayak
Hoodah ve Yetu, ormanda yakaladıkları ilginç yaratık hakkında tartışıyorlardı. Biri, yakaladıkları yaratığın kabilelerine şanssızlık getireceğini, bir diğeri ise lezzetli eti sayesinde kabilenin akşam ziyafet çekeceğini savunuyordu. Öyle ki Yetu, kabilenin avcı reisi olacağını düşünüyor, bu düşüncelerini Hoodah`a anlatırken havalara giriyordu.
"Senmü kabüle reüsü olacaksün?" Diye dalga geçti Hoodah.
"Mankafa, senü gördüm. Çiçeklerü yolmaktan başka bir işe yaramadün."
"Öyle mü? O zaman, şu yaratıgı sen tek götüreceksin kabüleye." Hoodah, çuvalı yere bıraktı ve hıçkırarak ormanın derinliklerine doğru koştu. O koşarken, yer sallanıyor, dağlar devriliyor, dereler taşıyordu.
Çuvalı tek başına taşımak zorunda kalan Yetu, omuz silkti ve çuvalı sırtladı. "Amma da ağırmüş," diye yakındı. "Şimdigin nasıl götürceğüm bunu kabüleye" diye kara kara düşündü. Aklına çuvalı sırtında taşıyarak götürmekten başka bir çözüm gelmedi.
O, kabileye yaklaşırken, meraklı halk etrafına toplanmıştı bile. Yeni yakalanan yaratığa bakarken, fal taşı gibi açılmış gözleri mutlulukla parlıyordu. Ellerindeki çivili sopaları kavgaya hazırlanır gibi tutuyorlardı.
Kabile başkanı Azibo, Hoodah`a bakındı. Onu göremeyince meraklandı. Hoodah, onun en iyi kölesi ve avcısı sayılırdı. O, yoksa akşam yemeği de yoktu.
"Eyvüh! Hoodah kayboldu mü?"
Yetu, biraz kızararak evet anlamında başını salladı. Suçlu bir insan gibi, kafasını yere eğdi, ayaklarını birbirine yakınlaştırdı.
"Vallahü, benim süçüm yok. Kendüsü becerüksüz, sonra benü süçlüyor."
"Kafanü dağlara daşlara vür hemü!" Diye azarladı onu başkan.
Yetu, tıpkı Hoodah gibi ağlamaya başladı ve küçük kulübesine doğru koşturdu. O sırada, meyve-sebze satan trollerin el arabaları devrilince, arkasından ona sövdüler. "Başına daş düssün hemü!"
Kabilenin genç erkekleri çuvalı aşçıya götürmek için sırtladılar. İlk kez bu kadar ağır bir av yakalamışlardı. Avlarını taşıyamıyor, daha birinci adımda düşürüyorlardı. En sonunda çuvalı sürüklemeye karar verdiler. O sırada, çuvalın içinden inlemeler duyuldu. Trollerden biri, "gonuşan çüval" diye espri yaptı. Diğer trollerde bunun üzerine kalın sesleriyle kuşları ürküten bir kahkaha attılar.
Çuvalı aşçıya bıraktılar ve meydana döndüler. Aşçı Vekuzz, kulağını çuvala dayadı ve dinledi. "Bü cuval konüşü!
Diğer aşçılarda toplanıp, çuvala kulaklarına dayadılar. Çuvalın konuştuğunu görünce sevindiler. Anlaşılan lezzetli bir av yakalamışlardı.
Önceden hazırladıkları çalı çırpıların üzerine büyük kazanı koydular. İşlerini yaparken ağızlarının suları akıyordu. En sonunda çuvalı kazanın içine attılar ve bir ses," imdaaaat!" diye bağırdı.
Troller korktular ve kazandan bir-iki adım uzaklaştılar. Sonra sessizlik oldu ve troller o zaman cesaret edip çuvala yaklaştılar. Ateşi büyük bir dikkatle yaktılar. Artık gereken tek şey baharat ve tuzdu.
Kazanın içine suyu boşalttılar, havuç ve patlıcan rendelediler. Kocaman sopayla kazanı karıştırmaya başladılar. Bir yandan da neşeli bir şarkı tutturdular. Hiç beklemedikleri bir anda çuvalın içinden," imdaat, yanıyorum, aaahhh! " diye bir inleme sesi duyulunca, troller iyiden iyi korktular. Çuvalı bırakıp, kabile resinin yanına sığındılar. Çuvalın içindeki yaratık, onları yemek istiyor sanmışlardı
Bilgi Yarışması dışında bugün yazdığım kısa bir öykü.