Geçenlerde düşünce merkezim, yalnızlık kalem, yarasa mağaram, yeteneklerimi keşfettiğim, icatlarımı gerçekleştirdiğim mekanım, her türlü felsefenin yetişebildiği, nice kitapların okunduğu engin ve dingin alanım olan tuvalette insanlık için küçük benim için büyük işler peşindeyken aklıma geldi de sevilen ve güvenilen bir insanım. Fakat beni seven bu insanlar topluluğunun hiç bir üyesini tanımıyorum.
Şimdi kalkıp bir psikologa gitsem de derdimi anlatsam, adam gevrek gevrek gülüp “Tebrik ederim kardeşim, 30 yaşında ergenliğe girmişsin.” dese, ben adamın ağzına diz atmak zorunda kalsam ve bu süreçte dizimi incitsem neler olurdu düşünebiliyor musunuz? Diz ağrısı çektiniz mi hiç? O yüzden düşüncelerimi buraya kusuyorum ve “Ee abi, deli deliyi çekermiş”leri memnuniyetle kucaklıyorum.
Her şey üşengeçliğin zirve yaptığı bir günde, arkadaşımla dışarıda kahvaltı yapmaya kararlaştırmamızla başladı. Gittiğimiz mekanda fazla sıcakkanlı bir abi vardı. Fazla ilgisini 35’li yaşları çoktan geçmesine fakat bunu asla kabul etmemesine bağlayıp önümdeki sucuklu yumurtaya abanmıştım; kahvaltı bitip de kahvelerimiz geldiğinde, kendine de bir kahve getirip yanımıza oturunca biraz kıllandım. Adam bol bol kahkaha atıyor arada da hayatımızı sorguluyordu. Bu durumun benimle değil de bana göre (haliyle) albenisi çok daha fazla olan kız arkadaşım ile ilgili olduğunu düşünmüştüm; alçak gönüllüyüm kahretsin.
Sonraki günlerde yolum bir şekilde aynı bölgeye düştü. Boş gezenin boş kalfası olarak mal gibi etrafı izleyerek yürüyordum. Sonra birden karşıma kahvaltıcı abi fırladı. “Ooo napıyorsun ya nasılsın?” diye sorunca içim rahatlamıştı, arkamda yürüyen kırk yıllık arkadaşına söylüyor olmalıydı. Fakat insan işte, refleks olarak arkamı döndüm ve kimsenin olmadığını gördüm. Abi beni kolumdan tuttuğu gibi mekanına oturttu ve hemen iki türk kahvesi söyledi. İki türk kahvesi söyleyince durumun vehametini anladım ama yapabileceğim pek bir şey yoktu. “Yenge nerde? Ehehe.” diye söze başladı. Yenge mi? Ulan ben senin daha adını bilmiyorum sen benim sosyal ilişki şemamı ne ara çıkarttın? Abi bir süre daha benim hakkımda bilgi edindi sonra da mekanın kalabalıklaşmasıyla masadan ayrılmak zorunda kaldı. Fırsatı bulunca ben de hemen kasaya sıvıştım, hesabı ödeyip uzaklaşacaktım. Ancak kasadaki genç bana kaş göz yapıyor, inatla masalara doğru bir bakış atıyordu. Dönüp baktığımda kahvaltıcı abinin sağ elini göğsüne koyarak bana göz kırptığını gördüm. Ben de işaret parmağımla onu göstererek mekandan uzaklaştım; ayaküstü Harlem havası yakaladık.

(
Harlem Havası Temsili)
O günden beri bir daha bırak o sokağı, o şehre gitmedim. Kendi şehrimde sıcaklıktan yoksun fakat huzurlu bir şekilde yaşayacaktım. Olmadı.
Bir gün şans eseri Cuma namazına gittim. İmamın “Arkadaş 6 bin küsür yoklamada yoksun, sınav zamanı yaklaşınca geliyorsun” sitemiyle karşılaşmamak için arkalarda bir köşeye geçtim. Yanımda dedemin görse elini öpeceği yaşlıca bir amca vardı. Adam uzunca bir süre beni süzdü. Birine benzetmesi söz konusu olamazdı çünkü ben doğduğumda adamın çevresi çoktan kabristanları doldurmuştu. Heralde klimayı çalacak bu münafık diye bakıyor diye düşünüyordum ki adam elini cebine attı ve sonradan telefon olduğunu öğrendiğim bir şey çıkarttı. Nokia yetkileleri görse bu nostaljiye dayanamazlardı, hüngür hüngür ağlarlardı. “Evladım, şu mesajları siliver bir hele.” dedi.
Telefonun mesaj kapasitesi doluydu. İşin kötüsü, tüm mesajları silmeme rağmen mesaj kutusu yeniden doluyordu. Fabrikadan çıktığından beri bünyesindeki mesajları ilk kez silinen telefon neşe ile ötüyor adeta elimde dans ediyordu. Bu hareketlilik diğer tarafımdaki amcanın dikkatini çekmiş olacak ki bana yanaştı ve elimdeki telefona bakmaya başladı. Bankaların yolladığı sayısız mesaj sanal çöplükte yok olurken, telefonun sahibine göre bir yüz yıl kadar daha genç olan adam iyice kıpır kıpır oldu ve sonunda dayanamadı, elini cebine atarak kendi telefonunu çıkarttı.
Çok geçmeden önümde sahipleri kadar yaşlı telefonlar, etrafımda ise Azrail ile bilek güreşine tutuşmuş yaşlı güruhu, çocuklar gibi şendik. Yıllardır aradıkları teknik desteği sağlıyordum, artık rahatlıkla diğer tarafa gidebilirlerdi. Bu onları öyle rahatlatmış olacaktı ki sohbet etmeye başladılar, el şakaları birbirini kovaladı. Ben üçüncü telefonun hafızasını boşaltıyorken önümdeki saf, uzun eşek oynamaya başladılar. Bir süre sonra imam geldi. “Oo neye gülüyorsunuz, söyleyin biz de gülelim.” diye çıkıştı.Ön saflardan gözlüklü bir amca hemen ayağa fırladı, bu sırada hırkasını iliklemeyi unutmadı. “Hocam arkadaş telefonlarımızdaki mesajları siliyordu da biz de sohbet ediyorduk.” İmam bir süre beni süzdü, sonra etraftaki neşeli kalabalığa baktı. Ben falakaya hazırlanmak için çoraplarımı çıkartıyordum ki, hoca cübbesinin cebinden bir akıllı telefon çıkartıp bana uzattı. İnternet ayarlarını bir türlü yapamamış. Önümdeki teknoloji yığınının model ortalaması birden yükselince biraz şaşırdım ama görev bilinci yüksek birisiyim, yeni teknolojiye hemen ayak uydurdum.

(
Eğlenerek Cennete Gitmek Temsili)
Teknik problemlerle uğraşırken namaz vakti geçmiş, imam da iyi madem bugün erken çıkabilirsiniz diyince tüm cemaat çocuklar gibi camiden dışarı fırladık. Bir grup kahveye koştu, bazıları sınava hazırlanmam lazım diyip eve gitti. Ben az önce yaşadığıma anlam vermeye çalışarak evimin yolunu tuttum. Herşeyi geçtim az önce kırk yılın başında camiye gitmiş ve o ibadet ritüelini parçalamıştım. Bildiğin bir cami dolusu insanın Cuma namazını yakmış, iki gram sevap almaya gittiğim mekandan bir çuval dolusu günahla çıkmıştım. O yaşlı amcaya yardım etmek yerine elime tutuşturduğu telefonu kapıp kaçsam, toplamda daha az günahım olacaktı resmen.
Güvenilir ve sevilebilir bir imajım olabilir ama aldığım tepkiler bana biraz fazla geliyor. Otobüste yer verdiğim benden yaşça çok da büyük olmayan adamın bana sarılıp “çok büyük adamlar ol inşallah!” diyerek ağlamasının da, yolun kenarında elindeki şarap şişesiyle dans eden evsizin beni görünce şişeyi kenara fırlatıp beni elimden tutarak ve gözlerimin içine bakarak uzunca bir dua okumasının da faydasını görmedim. Zaten hiç öyle sevilen bir insan olayım çabam olmadı. Bir kerecik birisi çok sevsin istedim, o da hiç sevmedi. Bırak şöyle karşılıklı kahve içmeyi, sarılıp ağlamayı ya da el ele göz göze durmayı, telefonundaki mesajları silsem iyiydi.