(Fonda
https://www.youtube.com/watch?v=UW7EnixZVNI çalarken okuyunuz lütfen : )

Hava soğuk, çok soğuk hem de. Aceleci adımların, dizlerine kadar gelen karı yarıyor, kürklü deri çizmelerinin içinde morarmış ayakların tamamen donmadan tepedeki yıkıntıya varmış olmayı umuyorsun. Üzerindeki kürk sert rüzgarda vızıldıyor, sen üst üste yığılmış taşlara bağlanmış ve rüzgardan paramparça olmuş bir paçavranın yanından geçerken. Rüzgarda sen de onun gibi savruluyorsun. Sıcak bir ateş yakmayı düşünüyorsun, dehlizlerdeki nice tehditle karşılaşmadan önce, zorlu tırmanış sırasında mahirce vurduğun tavşanı kızartmayı ve yemeyi.. Derken geliyor önüne kadim krallık zamanından beri sağlam kalmış basamaklar. Zamanın sınavına karşı durmuş bu harabeler diye düşünüyorsun, bir zamanlar burada kimlerin nasıl yaşadığını merak etmeden duramıyorsun. Aceleci adımların, kıvrıldıkça sancıyan ayak parmakların, yana açtığın kolların, hepsi buz tutmuş taş basamaklarda dengeni kaybetmemen için el birliği etmiş gibiler.

Derken, apansızın, merdivenin yarısında, tepende bir gölge hissediyorsun. Üzerindeki cılız gün ışığı gölge ile kesiliyor ve sen o anda, üzerinde çatı varmışçasına dimdik duran eğimli sütunların üzerine tünemiş olan o ejderhanın aslında bir heykel değil de meraklı gözlerle tırmanışını izleyen ölümcül bir avcı olduğunu anlıyorsun. Isınma hayallerin buz kesiyor, kanın korkunç gerçek karşısında donuveriyor ve korkudan kaskatı kesilip olduğun yerde kala kaldığında, önündeki birkaç dakikada, tahmin ettiğinden çok daha fazla ısınabileceğini anlıyorsun. Dev avcı kendinden emin bakışlarıyla seni süzmeyi bitiriyor, burnundan tıslar gibi sesler ile birlikte dumanların çıktığını görüyorsun ve tutulmuş aklına inat bütün içgüdülerin sana kaçmanı haykırıyor. Bir göz açıp kapama süresinde üzerine alev yığını boşalıyor, sen kendini merdivenlerden yakındaki bir sütunun arkasına atana kadar geçen üç kalp atımı süresinde, kendine siper ettiğin ahşap kalkanı köze dönüştürüyor. Kürkünün tutuşan orasını burasını söndürmeye uğraşırken içindeki korkuyu bastırmaya çalışıp sessiz dualar ediyorsun. Alev salvoları sırtını yasladığın sütunu ısıtmayı ve etrafından yalayıp geçmeyi bitirdiğinde saklandığın siperden çıkıyorsun, okunu yerleştirdiğin yayını dev kanat sesleriyle etrafa toz ve kar taneleri saçarak havalanan kurnaz avcıya çeviriyorsun. Umutsuz ok atışlarından birkaç tanesi hedefin orasını burasını tutturmayı bile başarıyor ancak ejderhadan bir inilti dahi duymamak umutsuzluğunu daha da arttırıyor. Müthiş bir sorti ile üzerine alçalan hayvanın alevleri yüzünden ciğerlerin sülfür ile doluyor, etraf alevler içinde yanarken sütundan sütuna koşuyorsun, sadağından çektiğin okları çaresizce avcıya yağdırıyorsun. Sonra bir bakıyorsun ki yüzü kan içinde kalmış, aldığı darbelerden belli ki canı sıkılmış ve çok kızmış olan avcı üzerine çöküveriyor. Canhıraş sütundan sütuna kaçarak, ardına saklanabileceğin her şeyi geride bırakana kadar koşuyorsun, bazen dev pençe darbelerinden güç bela kurtularak.
En nihayetinde yayın bir tarafta, boş sadağın başka bir tarafta, elinde kalan sadece düz ve keskin kılıcın, arkanda derin bir uçurum, kaderinle yüzleşiyorsun. Dev avcının pençelerinden kaçarken burnuna ve suratına bir iki darbe indirmeyi başarıyorsun ancak arkasına geçmeyi denediğin anda kurnaz hayvan hiç beklemediğin bir kuyruk darbesiyle ayaklarını yerden kesiyor.
Yorulduğu ve acı içinde olduğu belli avcı, beklemediği kadar direniş gösteren avının üzerine çöküyor, başını yaklaştırıyor, yerden yarı-doğrulup uçurumdan aşağı düşen kılıcının ardından küfürler savuran sana dikkatlice bakıyor. Ve gözlerinde o doyumsuz iştah çakıyor, ağzını açıp başını arkaya doğru kaldırıyor, tam ölümcül darbeyi indirmek üzereyken.. Ejderhanın kanını donduracak ve iliklerine kadar korkmasına sebep olacak o ses senden geliyor: FUS RO DAH!
