Okuduğum (oysa daha bitmedi bile) en ağır Stephen King imzası taşıyan eser. Cümlelerin ağırlığı, uzunluğu, karmaşık oluşları bunaltmıştı. Bir kaynakta da ana hikayenin Stephen King'in aklında, betimlemeler ve diğer her bir şeyin Peter Straub'ın kaleminden kağıda döküldüğünü okumuştum. Gerçekten de öyle sanırım. Tılsım'ı okumadan, direkt olarak Kara Ev'i okumaya başlayarak büyük bir hata yaptığımı bilsem bile, çoğu yerde bulunmayan bu değerli kitabı alamadan geçememiştim.
Kara Kule bağlantıları içeren çok fazla Stephen King kitabı okumadım. O yüzden, Kara Ev'de az da olsa bir Kara Kule tadı bile aldım denilebilir.
Bağlantılara ve göndermelere geçersek eğer, Jack'in telefonun hemen yanında bulduğu bloknot ile başlamak gerek herhalde.
''Kule. Kirişler. Kirişler kırılırsa, Jacky... çocuk, Kirişler kırılırsa Kule çöker.''
Jack ve Sophie'nin soruları üzerine (kitabın son kısımlarında yaşananlar -460'lı sayfalar), Parkus'un cevaplarında açık açık, Kara Kule, Kızıl Kral, Kırıcılar, Kirişler, Silahşörler ve Roland Deschain didik didik ediliyor. Uzun bir alıntı yapacağım. Bağlantının ve göndermelerin daha iyi anlaşılmasını istediğim için.
''Yani Kızıl Kral, Kirişler'i yok etmek için Kırıcılar'ı kullanmak istiyor,'' dedi Jack. ''Bu, değil mi? Planı böyle?''
''Gelecekte olacak bir şeymiş gibi konuşuyorsun,'' dedi Parkus yumuşak bir sesle. ''Bu dediğin şimdi oluyor, Jack. Süregelen parçalanmayı görmen için kendi dünyana bakman yeterli. Altı Kirişten biri tam anlamıyla sağlam duruyor. İki tanesi hala biraz güç üretebiliyor. Diğer üçüyse tamamen ölü. Bunlardan biri binlerce yıl önce, doğal sebeplerden yok oldu. Diğer ikisini... Kırıcılar öldürdü. Son iki hasır içinde.''
''Tanrım!'' dedi Jack. Speedy'nin Balıkçı'ya niçin devede kulak dediğini anlamaya başlıyordu.
''Kule'yi ve Kirişler'i koruma görevi daima Gilead'ın eski savaş loncasına, bu dünyada ve diğer pek çoğunda silahşörler, diye adlandırılan kişilere ait oldu. Ayrıca çok güçlü bir psişik güç de yaratıyorlar, Jack, Kızıl Kral'ın Kırıcılarına karşı koyabilecek kadar güçlüydüler, ama...''
''Biri hariç tüm silahşörler yok oldu,'' dedi Sophie, Parkus'un belinden sarkan büyük tabancaya bakarak. Sonra, ürkek bir umutla, ''Sen de onlardan değilsen, Parkus.''
''Değilim, hayatım,'' dedi Parkus. ''Ama birden fazla silahşör var.''
''Roland'ın silahşörlerin sonuncusu olduğunu sanıyordum. Hikayeler böyle diyor---''
''En az üç kişiyi daha silahşör yaptı,'' dedi Parkus. ''Bunun nasıl mümkün olduğunu bilmiyorum, ama doğru olduğuna inanıyorum. Roland tek başına olsaydı, Kırıcılar Kule'yi çok önce yerle bir etmiş olurlardı. Ama bu diğerlerinin gücü onunkiyle birleşince...''
''Neden bahsettiğiniz hakkında en ufak bir fikrim bile yok,'' dedi Jack. ''Aslında anlıyordum, ama beni yaklaşık iki dönemeç arkanızda bıraktınız.''
''Görevi yapmak için her şeyi anlaman gerekmiyor,'' dedi Parkus.
''Tanrı'ya şükür.''
''Anlaman gerekene gelince, kadırgaları ve kürekçileri bir kenara bırak ve annenin bir zamanlar rol aldığı kovboy filmlerine göre düşün. Öncelikle, çölde bir kale hayal et.''
''Bahsedip durduğun Kara Kule. O, kale.''
''Evet. Ve kalenin etrafını kuşatanlar da vahşi kızılderililer değil...''
''Kırıcılar. Başlarında da Büyük Şef Abbalah var.''
Sophie mırıldandı: '
'Kral, Kule'sinde ekmek ve bal yiyor. Bodrumdaki Kırıcılar çalışıp onu besliyor.''