Kayıt Ol

Avalon'un Sisleri

Çevrimdışı salum

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Avalon'un Sisleri
« Yanıtla #15 : 04 Mart 2011, 20:12:18 »
iyi niyetinizi anlamıştım sadece espri olsun diye yazdım .bilgilendirme için teşkkürler :)
Bütün insanları dostun bil,kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan,nefretin değil kzım
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım.

Çevrimdışı Elendil

  • **
  • 325
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Avalon'un Sisleri
« Yanıtla #16 : 12 Mart 2011, 13:10:22 »
Bu kitabı okumaya karar vermem biraz uzun sürdü. Kalınlığı bana bir oyun oynadı. Ben bu oyuna kandığım için kendimden utanıyorum.:) Kitaba başladığımda ise gördüm ki ben çok büyük bir hata yapmışım; anlatımı gerçekten güzel ve sürükleyici idi. Çeviride ara sıra kötü hatalar yapılmıştı maalesef, Morgause yazılacağı yere Morgaine yazılmış mesela. Bu okuyucuyu şaşırtabiliyor bazen ve akıcılığı bozuyor. Bunun üzerinde fazla durmamak lazım çevirmenin dalgın bir anına gelmiştir herhalde.

Hikaye olarak klasik Arthur hikayesinden yani Kötü Cadı Kızkardeş konseptinden uzaktı. Bu kitabı okunabilir yapacak bir diğer özellik. Kitap genellikle Kadın karakterlerin, genel olarak Morgaine’in ve Paganların açısından anlatılmış; onların inançlarının kaybolmaması için giriştiği umutsuz, her seferinde başarısızlıkla sonlanan mücadeleleri çok iyi hissettiriliyor. Klasik Arthur hikayesindeki Hristiyan Propagandasına yer verilmemiş, bu kitap için bir artı değer bence. Kitabı içindeki savaşlar için okuyacak olanlar fazla umutlanmasın; Kitapta pek savaş yok çünkü. Dediğim gibi kadınların bakış açısından anlatılmış. Marion Zimmer Bradley’in feminist bir yazar olduğu hemen farkediliyor kitabını okurken. Karakterler ise yerine tam oturmuş gibi. Abartılan hiçbir karakter yok. Arthur mükemmel bir savaşçı olmasıyla değil adaletiyle ve yönetim becerisiyle öne çıkıyor. Viviane’in ölümünden sonra Avalon’un hali ise içler acısı; Göl’ün Leydisi ünvanını haketmeyen kişiler zorunluluktan Leydi oluyorlar. Gerçek Rahibeler bir bir azalıyor ve Avalon sislerin arasında kaybolmaya başlıyor. Tanrıça, o zamana kadar Arthur’un, yanında Saxonlar’a karşı savaşmış ve onları Britanya’dan defetmiş olan Yuvarlak Masa yoldaşlarını Kutsal Kase görevi için görevlendiriyor; onlar bunu tam olarak anlamasa da. Yuvarlak Masa yoldaşları birbir düşüyor. Ve Camelot’a keder çöküyor. Bunun yanında Avalon’da druid eğitimi görmüş olan Arthur ve Morgaine’in, tamamen bir oyunun parçası olarak dünyaya gelen çocuğu Mordred’ın mücadelelerini izliyoruz. Babasını sevmek istiyor lakin o biliyor ki kendisi eski bir oyunda önemli bir figür sadece.

En sonunda Avalon’un sislerin içinde kaybolduğunu görüyoruz, oraya gidip geri gelebilmek zorlaşıyor ve dünyadan kopuyor en sonunda, Yuvarlak Masa’nın eski efsanevi şövalyeleri birbir düşüyor; kalanlar ise soluyor ve yaşlanıyor. En zorlu mücadele başlıyor, Mordred Arthur ile karşı karşıya geliyor ve Avalon’un son umudunun da;
Spoiler: Göster
Britanya’nın efsanevi Kralı Arthur’un da sonu geliyor. Ve hikayenin sonu.


Avalon’un Sisleri beni etkileyen bir kitaptı. Eminim bu kitapla ilgili olan diğer kitaplarda güzeldir lakin Atlantis’in Çöküşü’nden başka hiçbiri yayımlanmamış. İthaki Yayınlari bu serinin geri kalanına da bir el atsa ne kadar da hoş olurdu!

Çevrimdışı minrand

  • **
  • 80
  • Rom: 19
    • Profili Görüntüle
Ynt: Avalon'un Sisleri
« Yanıtla #17 : 03 Mart 2012, 23:08:25 »
Spoiler içerip içermediğinden emin olamasam da(sanırım çok az spoier içerir)

Spoiler: Göster

Avalon'un Sisleri Marion Zimmer Bradley tarafından yazılıp, Kral Arthur efsanesini alışılmış kalıplardan çok farklı bir şekilde anlatan bir seri. Seri 4 kitaptan oluşuyor.(Buyu Ustasi, Yuce Kralice, Geyik Kral, Meşe Agacindaki Tutsak) Her ne kadar serinin dilimize çevrilmeyen devam kitapları olsada(prequel,sequel) hikayenin anlatılan kısmının bittiğini ve yazarın okurlara bir kapanış verdiğini söylemek yerinde olur sanırım. Efsanenin yarım kalması gibi bir durum kesinlikle söz konusu değil ama umarım devam kitapları da bir gün dilimize çevrilir.

Daha önceden de söylediğim gibi bu kitap Arthur'un hikayesini anlatıyor. Doğal olarak seri yuvarlak masa şövalyalerini, Britanya-Sakson savaşlarını, kutsal kase arayışını, Arthur'un efsanevi şehri Camelot'u ve kaçınılmaz olarak pagan-hristiyan mücadelesini anlatıyor. Ama serideki ilk farklılık daha kitabın ilk sayfalarında hemen karşımıza çıkıyor. Kitap meşhur hikayeyi kadınların bakış açısından anlatıyor. Kitaptaki olayları genel olarak Morgaine'in(Arthur'un kız kardeşi) gözünden takip etsekte Igraine(Arthur ve Morgaine'in annesi), Gwenhwyfar(Arthur'un karısı) ve Viviane(Avalon'un rahibesi) de bazı bölümlerde hikayeyi anlatan kişi olabiliyor.

Yani efsanenin klasik bir yorumunu bekliyorsanız hayal kırıklığına uğrayacağınızı söylememe gerek yok sanırım. Ya da aradığınız Arthur'un ve yuvarlak masa şövalyelerinin savaştaki kahramanlıklarıysa sanırım aradığınızı yine bu seride bulamayacaksınız. Çünkü bu savaşlar olurken bu kez cesur savaşçılarla yeni kahramanlık hikayeleri yazmak yerine geride bıraklanların  neler hissettiğini anlamaya çalışıyoruz.Bu söylediklerim kitabın sıkıcı olduğu anlamına gelmiyor sadece alışılmışın dışında olduğunu belirtmeye çalışıyorum. Seri kesinlikle çok sürükleyici ve ben kitabı okurken bir an dahi sıkılmadım. Serinin önsözünde de denildiği gibi  "Bu kitabı yalnızca bir fantastik kurgu olarak okuyanlar heyecanlı bir öykünün içinde sürüklenecekler. Ama kitapta kullanılan sembollerin peşine düşenler en az öykü kadar sürükleyici olan bilginin ışığında, yaşamlarına yeni anlamlar bulacaklar."

Evet seri bir kurgu olup tarihi olayları anlatmak gibi bir zorunluluğu olmasa da seriyi efsaneyi bir kez de paganların yani yenilen tarafın gözünden okumak çok farklı bir deneyim bence. Morgaine'in dediği gibi "Bir gün rahipler de öyküyü kendi bildikleri gibi anlatacaklar: Belki iki öykü arasında gerçeğin solgun ışığı görülebilir. Gerçeğin pek çok yüzü vardır ve gerçek Avalon'a giden eski yola benzer." Hem itiraf etmem gerekir ki bir kez olsun paganları şeytani, barbar, gelişmemiş, insanlar olarak görmek yerine entelektüel, eğitimli tıp, edebiyat müzük alanlarında hristayanlarla eşit hatta daha iyi bir seviyede görmek hoş bir değişiklik oldu.

Karakterler hakkında konuşacak olursak, sanırım burada yazarı takdir etmek gerekiyor. Kesinlikle tamamen iyi veya tamamen kötü okurken insanı hayattan soğutan tek boyutlu, karikaturize karakterler kitapta yok. Karakterlerimiz pek çok insan gibi hatalar yapıyorlar ve her normal insan gibi çoğu zaman bu hataların sonuçlarına katlanıyorlar. İlk olarak, Yüce Britanya Kralı efsanevi insan Arthur yenilmez bir şövalye değil hatta kimi kandırıyorum vasat bir şövalye ve muhtemelen sahip olduğu Druid kılıcı Excalibur olmasa aldığı yaralar onu birden fazla kez öldürürdü. İnsanlar Arthur'u takip  ediyorlar çünkü adil bir kral ve yetenekli bir komutan. Morgaine'e gelince, Morgaine karakteri çok iyi işlenmiş (baş karakter olduğunu düşünürsek şaşırtıcı değil sanırım). Morgaine'i çok sevdim ben, bazen onunla aynı fikirde olmasam bile olayı onun gözünden görmeye çalışıp ona hak verdim. Onunla beraber  hayaller kurup kaybettikleri için beraber ağladım. Lancelet ise her zamanki gibi olağanüstü bir savaşçı Arthur'un en yakın arkadaşı ama bu seride  Arthur-Lancelet ilişkisi de alışılmışın biraz dışında işleniyor daha fazlası için kitabı okumalısınız sanırım. Evet ve Gwenhwyfar,  yazar Gwenhwyfar'i seriyi okuyan herkesin üzerinde hemfikir olabileceği bir şey olsun diye bu şekilde kurgulamış sanırım. Kraliçemize uyuz olmamak işten bile değil sonlara doğru ismini görmeye bile tahammül edemiyordum. Bir insan nasıl bu kadar yobaz, kendini beğenmiş, cahil, hoşgörüsüz, nefret dolu ... olabilir aklım almadı. İşin kötü tarafı tam bu kadını nasıl öldürebilirim acaba diye düşünürken Merlin çıkıp "Ben kim oluyorum da insanları yargılıyorum." tarzı birşey söylediği zaman da kendimden utanmak zorunda kalıyorum.


Serinin kurgusuna gelirsek kitap Romalılar'ın Britanya'dan ayrıldığı dönemde başlayıp Arthur'un öldüğü dönemle son buluyor. Kitabı okurken çoğu zaman  acaba gerçekten böyle mi oldu diye sorarken buldum kendimi. Hikaye merak ettiğiniz çoğu soruya makul cevaplar veriyor olayların bu şekilde gerçekleştiğine
inanmaya başlıyorsunuz bir süre sonra. Sanırım bu yazarın hikayeyi çok iyi kurguladığını gösteriyor. Aynı zamanda çoğu baş karakter karşı cinsim olmasına rağmen kendimi onların yerine koymakta hiç zorlanmadım. Bu da yazarın bir başarısı sanırım. Zaman zaman saçlarını başlarını yolmak istemiş olabilirim ama bu onları umursayacak kadar  benimsediğimi gösteriyor sanırım. ;)

Serinin Arthur'un hikayesini anlattığını söylemiştim. Ama eğer başka bir açıdan bakarsak Arthur'un hayatı pagan-hristiyan, kadın-erkek ve tanrı-tanrıça  savaşını anlatmak için oluşturulmuş bir fondan başka bir şey değil. Yazarımız seriyi okurken sadece bir hikaye anlatmaktan fazlasını amaçlıyor. Yazarın toplumda kadının yeri hakkında, Hristiyanlık hakkında söylemek istediği bazı şeyler var ve bunları söylemekten çekinmiyor. Kitabı okurken savaşlar, dinler ,kader, anaerkil-ataerkil toplum yapısı, tek eşlilik, sadakat, ensest, eşcinsellik, ibadet özgürlüğü ve daha pek çok kavram hakkında oturup uzun uzun düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Sanırım kitabı bu kadar güzel yapan en önemli etkenlerden biri bu. Yazarın bu konuda tarafsız olmasınıda beklemeyin.

Seride büyü önemli bir yere sahip denebilir. Büyünün kullanımı çok nadir olsa da(Hristiyanlar inançları gereği büyüyü şeytan işi olarak görüyorlar) kullanıldığında çoğu zaman olayların gelişiminde önemli bir etkiye sahip oluyor. Kehanetler seri boyunca hayati öneme sahip, zaten kitap boyunca "genç geyik büyüdüğünde Geyik Kral'a ne olacak" sorusuna cevap arıyoruz. Avalon'un rahiplerinin ve druidlerinin "görü" denilen geleceği okuma benzeri yetenekleri var. Paganların başka büyülü güçleride var, yalnız büyü çok sık kullanılmıyor çünkü büyünün etkilerini kontrol etmek nerdeyse imkansız ve çoğu zaman yapmasını istediğiniz şeyi hiç ummadığınız bir biçimde gerçekleştiriyor. Aslında büyü tanrıçanın dünyaya müdahele etmesinin bir yolu gibi bu sebeple bir büyü yapıldığında çoğu zaman sizin umduğunuz şekilde değil Tanrıça'nın istediği şekilde işliyor. Ama çoğu pagan ayininin sihirsel bir yanı var. Kehanetlerin seride önemli bir yer tuttuğunu söylemiştik bunun en önemli etkisi paganlardaki kadercilik anlayışı. Yapmak istedikleri ya da doğru  olduğuna inandıkları şeyler için mücadele etselerde, beklemedikleri bir sonuçla karşılaşınca bunu Tanrıça'nın isteği olarak benimseyebiliyorlar.

Kehanetlerden ya da Tanrı(ça)'nın gücünden kurtulmak imkansız gibi. Daha iyi anlayabilmeniz için Merlin'in anlattığı bir hikayeyi paylaşmam gerikiyor sanırım. "Taliesin(Merlin) güneyde Kutsal Ülke'de ya da oraya yakın bir yerde yaşayan eski halkın, babasını öldürerek annesi ile evleneceine dair bir lanetle doğan bir adam hakkında bir öyküsünü anlatmıştı. Başındaki laneti duyan ailesi ölmesi için onu evden atmışlar, çocuk yabancılar  tarafından yetiştirilmiş ve bir gün babası ile karşılaşmış, kim olduğunu bilmeden onunla dövüşmüş, onu öldürmüş ve onun dul karısı ile evlenmiş; böylece ailenin lanetin gerçekleşmesini önlemek için aptıkları şey onun gerçekleşmesini sağlamış -eğer babasının evinde yetiştirilseymiş, bilmeden yaptığı şeyi yapmayacakmış." Bu kadercilik anlayışı serinin geneline hakim durumda genel olarak biz ne yaparsak yapalım Tanrı(ça)'nın istediğinin olacağı ve bizim de onun isteklerini daha iyi anlayabilmek için çabalamamız gerektiği teması kitap boyunca hakim.

Bitirirken diyebilirim ki seri anlattığı hikayeyle arka planda vermeye çalıştığı mesajlarla gayet başarılı bir seri ve gönül rahatlığıyla herkese tavsiye ederim. Son olarak sosyal bir mesaj verir gibi olacak ama  elimde değil pagan kardeşlerim için :P  "Tanrıça'ya hizmet eden sen, bu kadehi al. Çünkü bütün Tanrılar bir ve Bir'e hizmet eden hepimiz Bir'iz."

"oh lord, if there is a lord,
save my soul, if i have a soul."