Dostoyevski'den okuduğum ilk kitap değil bu. Yanılmıyorsam yedinci sınıfta iken Suç ve Ceza'yı okumuştum. O yıllarda, bir kitabın çevirisinin iyi mi kötü mü olduğuna karar verecek bir donanıma sahip değildim. Bu yüzden hangi yayıneviydi ve çevirmeni kimdi, hatırlamıyorum. İşbu sebeple Suç ve Ceza elbette ki tekrardan okunacak. Fakat şu anki konumuz Suç ve Ceza değil, Dostoyevski'nin ilk romanı: İnsancıklar.
Geçtiğimiz günlerde Tutunamayanlar'ı okudum ve Oğuz Atay'a olan hayranlığımı birçok yerde dile getirdim. Oğuz Atay'ın da en sevdiği yazarın Dostoyevski olması sebebiyle, bu edebiyat profesörünün yazdığı her şeyi okumaya karar verdim. İşe en baştan başlayayım dedim ve Dostoyevski'nin yazmış olduğu ilk romanı İnsancıklar'ı aldım, okudum, beğendim, biraz da etkilendim.
Dostoyevski okumaya kronolojik olarak devam edeceğim elbette, sıradaki kitap İkiz. Fakat şimdi biraz İnsancıklar'dan bahsetmem gerek.
İnsancıklar, biraz farklı bir roman. Şöyle ki, kitap mektuplardan oluşuyor. İki kişinin birbirine yazdığı mektuplar. Bu mektuplar, Makar Alekseyeviç ve Varvara Alekseyevna'nın hayatlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Birbirlerine tüm içtenlikleriyle yazdıkları bu mektuplar, okurda derin etkiler bırakmayı başarıyor. Roman, bir yandan 19.yüzyıl Rusya'sını resmededursun, diğer yandan da birbirlerine sıkıca bağlanmış olan bu iki insanın sonunun nereye varacağını merak ettiriyor. Dostoyevski'nin iki farklı insanın duygularını ustaca kağıda dökmüş olması, daha ilk kitabından bir kült olacağının habercisi adeta.
İlginç bir finalle noktalanan İnsancıklar, en azından bende derin bir etki bırakmayı başardı. Çok sevdim kitabı ve inanıyorum ki Dostoyevski okumaya devam ettikçe bu adamı çok daha fazla sevecek ve her romanında etkilenmeye devam edeceğim.
"Hatıralar mutlu olsun, kederli olsun, hep acı verir." -Varvara Alekseyevna.
"Ölümün ne gün ne de saat bildiğini düşünmek çok hüzünlü... Hiç yoktan ölüveriyor insan." -Makar Alekseyeviç.