Aynen lav silahı, beşli mermi atabilen silah falan.

Bizim zamanımızda (demek ki yaşlanmışız) karne heyecanı vardı. Şimdi ne var, bilemiyorum.
Şöyle düşünüyorum da, Cuma günü son dersin zili çalmadan önce saatçi arkadaşa "Kaç dakika kaldı?" sorusunu sorardık. Son 10 saniye geriye doğru sayardık. O arkadaşın Casio marka siyah, plastik kordonlu saati olurdu. Hatta önlüğünün üzerine takardı, herkes görsün diye.
Önlüklerimizin arkasında kopça vardı, ne işe yaradığını bilmiyorum ama sürekli kopardı. Kovalamaca falan oynardık, yakalarımız kopardı. Pazar günü sabahı o yakalar ütülenirdi. Sınıfın yakası sürekli kopuk üç beş tane öğrencisi muhakkak olurdu.
Öğretmen masasının kenarında sınıf dolabı vardı. Sol tarafı "Sabahçı"ların, sağ tarafı "Öğleden Sonra"cıların olurdu. Sınıfta bir şey olunca bulunduğumuz konuma göre öğlencilere ya da sabahçılara suçu atardık.
Tahtayı silen bir öğrenci olurdu. hatta bizim sınıfta bir arkadaş vardı, bu tahta silme işini öylesine benimsemişti ki, öğretmen yazmak için süre bıraktığında tahtanın yanında beklerdi. Hızlı hızlı silerken ortalık tebeşir tozu içerisinde kalırdı. Sınıf başkanının çantasında tebeşirler olurdu. Kızlar o tebeşirlerden alır, sek-sek oyunu için yere o malum kareleri ve sayıları çizerlerdi.
Sınıfta birisi bitlenince o bit muhakkak yanındaki sıra arkadaşına, sonrasında koca sınıfa yayılırdı. Öğretmen hemen veli toplantısı yapar, bit ilacı alıp çocuklarınızı yıkayın derdi. Bu günlerden sonra öğretmen koca sınıfın başını kontrol falan ederdi. Temizlik baya önemliydi, her Pazartesi dişlerimizi, tırnaklarımızı kontrol edilirdi.
3. sınıftan sonra "Küme Çalışması" yapmaya başlamıştık. Kümeler arasında bilgi yarışmaları falan yapılırdı.
Kışın kömür sobasının etrafında toplanır, ısınmaya çalışırdık. Çoğumuzun montunun kenarı bu sobanın kenarına çarpınca küçük yanıklar olurdu. Bir iki yaramaz sobanın üstüne mandalina kabuğu atardı, sınıf mis gibi kokardı.
Sonra geleneksel "Kalemtraş Toplantıları" olurdu. Birisi çöpün başına gidip kalem açmaya başlayınca onun kankaları da zaman kaybetmeden kalem açmaya giderlerdi. On dakika boyunca bir kalem açılır, öğretmen kızınca da "Ucu kırılıyor öğretmenim valla bilerek yapmıyorum." denirdi.
Bilmiyorum, staja gittiğim sınıflarda bunların birçoğunu görmedim. İnsanoğlunun doğası gereği bir paylaşım elbette var, bunu gözardı edemem. Ama bazı şeyler samimi gelmiyor bana. Belki yılların getirdiği bir değişim bu, belki de değil.
Kısaca, özlemişim çocukluğumu.