Havada
The Old Castle ağlıyordu.
Güzel topukları vardı. Hâlâ da öyleler. Fakülte günlerinden beri sporu bırakmamış olmalı. Ruhunu da Platon’un gerekli gördüğü miktarda müzikle doldurmuş sanırım.
Son sınıftaydık. Her zamanki gibi sıradan günlerden biriydi. Bilirsiniz, sokak çocukları redingot giyer, profesörler butimar ile dert ortağı olur, fahişeler ise günah çıkarırken centilmen bir zangoç hayal eder, böyle bir gündü. Güzellik sermayesi yine borç kalanı vermişti. Sinemaya gitmek için sözleşmiştik. Yanımda fazladan temiz çorapta getirmiştim, sigaraları ise onun kapması gerekiyordu.
Filmi o seçmişti. Truffaut ya da Godard’dı sanırım. Belki de Rivette idi ya da kahrolası Peckinpah bile olabilirdi. Bana kalsa… Bana ne zaman kalmıştı ki. Yaşamdaki ana amacım mutlu olmaktan çok, mutlu etmekti. Başkalarının mutluluklarıyla neşe bulan biriydim ben. Belki, belki de kendi başına gülmeyi bile beceremezdim. Ruhumun fakir olduğunu söylerdi Jacqueline, buna karşın beni sevdiğini de. Ben de aşk değil sevgi bulduğunu söylerdi. İsmimi tutkuyla değil şefkatle anardı.
Hâlâ bekliyordum, gelmeyeceğini bildiğim halde. Bir daha dönmeyeceğini söylemişti. Sanırım bu sefer aşkı bulmuş olmalıydı. Yanıldığını, korkunç bir yanılgı içinde kapana kısıldığını, anakronik bir saplantı kurbanı olduğunu diyemedim. Ne değişirdi ki deseydim, varlığımın en yüce değeri alçakgönüllülüktü.
Elimde çoraplar. Yağmur da başlamıştı, sanırım film de. Antoine hayatın tokadını çoktan yemiş olmalıydı. Kanı beş para etmez Alfred Lubitsch ise seni geri göndermemişti bana. Evladımızı çalmıştı.
Yıllar geçti böyle.
Şu an karşımda oturuyor. Karşı masada. Şimdi bile öylesine genç ve etkileyici ki mahcupluğumla büzüldüm. Gidip yanaklarına dokunsam, çatlamış ellerimi hor görür, tanımaz beni. Demek insan zaman içinde bir yalana dokunmazsa saflığını koruyamıyormuş. Yaşlı ve aptalım ben, o ise alımlı ve erkek düşkünü.
Masadan kalkıp ayrılırken
Bydlo çalmaya başladı. Umarım o muazzam müzik tüm şiddetiyle kafeyi yerle bir eder.
Nitekim, Schopenhauer’in dediği gibi bir delilikti benimkisi, uzun süren bir rüya.