Merhabalar herkese. Sizlere okumuş olduğum bu topraklardan çıkmış Polisiye-Aşk romanı olan Gonca Çiftçioğulları’na ait Gece Gelen Ölüm hakkında yazmak istedim.
Kitap fuarında avare bir şekilde gezerken yazarımızın bulunduğu gizemli bölge dikkatimi çekti. Önce uzaktan gözlemledim kendisini. Çok şeker ve iyiniyetli durduğunu görünce soluğu yanında aldım. Kitabı ve kitaplar hakkında bir güzel sohbet ettik. Böylesine alçakgönüllü olması karşısında çok memnun oldum. Kitabı imzaladıktan sonra ise bana hediye etmek istediğini söyledi. Kitap hakkında önceleri hiçbir bilgim olmamasına rağmen o an dev mutlu oldum nedense. İyi niyet ne güzel bir şey ya.
Kitabı alıp fuarda yürümeye devam ederken Angel Olsen’ın Burn Your Fire for No Witness albümünü açıp dinlemeye başladım. Ah, konudan sapıyoruz.
Baştan söyleyeyim Polisiye romanlar fazlasıyla ilgisiz olduğum tür içerisinde yer alıyor ve bu yüzden eleştirilerimi çokta dikkate almayabilirsiniz.
Konusuna değinmek gerekirse, İstanbul’da geceleri art arda birtakım cinayetler işlenmektedir. Hedef olarak kadın kurbanların odak alınması ve hiçbir iz bırakılmadan bu cinayetlerin işlenmesi olayın gizemini arttırmaktadır. Bu cinayetleri araştırmak üzere ise komiser Mehmet ve Selda görevlendirilmiştir (Laf aramızda Selda Mehmet’e abayı yakmıştır).
Doktor Hakan yeni biten bir ilişkinin getirdiği sıkıntılarından kurtulmak için İzmir’den İstanbul’a taşınmıştır. Çalıştığı hastanede ise Ebru adında gizemli bir hastayla tanışmıştır. Şizofreni hastası olduğu düşünüldüğünden hastaneye yatırılan Ebru ise gerçekleşen bu cinayetleri görmektedir.
İşte olaylar böyle başlıyor. Sürekli büyüyüp gelişen hikâye de karakterlerin yolu kesişecek ve çözülmesi zor bir düğüm ortaya çıkacaktır.
Sanırım bu kadarı yeterli. Öncelikle kitabı beğendiğimi söyleyeyim. En son okuduğum Polisiye kitap John Verdon’un Aklından Bir Sayı Tut adlı kitabıydı ve fazlasıyla sıkılarak bitirmiştim. Bu kitapta ise beklentimin yüksek olmaması beğenmemde etkili olmuş olabilir çünkü ben kendimi en kötüsüne hazırlamıştım.
Dil olarak oldukça sade ve akıcı olmasının yanında karakter tahlili konusunda derinlemesine bir çabada bulunulmadığından dolayı okuma olarak kolay bir kitap. Yazarın katilin kimliğini kitabın sonuna kadar pek fazla çaktırmaması da güzel bir unsur. Romanın birçok halka barındırması ve ilerledikçe bu halkaların başarılı bir şekilde iç içe geçmesiyle oluşan yapıda tutarsızlığın bulunmaması en güçlü yanıydı diyebilirim.
Yalnız karakterler fazla basmakalıp olmakla birlikte sanki bir kısıtlamaya tabi gibiydiler. Tabi ki burada yazarı çok da eleştirmek istemiyorum. Yaşadığımız ülke belli sonuçta ve kitapların yayımlanıp tüm kesime ulaşması için de çoğu zaman hikâyenin bazı yönlerinden ödün verilebiliyor. Bu ne derece mantıklı bilemiyorum ya da bu durumda kimi suçlayacağımı inanın bilmiyorum.
Bir de Türkçe bir kitap için biraz fazla hataya sahip. Örneğin bir yerde ‘kadın’ denileceği yerde ‘erkek’ deniliyor. Bu gibi basit hatalar veya noktalama yanlışları olmamalı bence.
Diyeceklerim bu kadar. Dediğim gibi bu türü çok bilmiyorum fakat bu kitabı sevdim. Her ne kadar daha çok gençlere yönelik olsa da keyifli zaman geçirmek ya da Türk yazarlarımıza destek olmak isteyen herkese tavsiye ederim.