@Koyubeyaz
Öncelikle yorumuna cevap verememiştim.Evet haklısı o bölüm biraz aceleye gelmişti.Aslında bir geçiş bölümü olarak tasarladığım için biraz acele geçilmiş gibi gözükebilir. Sonuçta Marte intikam yemini etmiş birisi yapacağı delilikler aşırı kaçmaz bu durumda. Yorumladığın için teşekkürler.
*Geciktiğim için yeniden özür diliyorum.Nedense ilham hep insanın işi olduğu zaman geliyor

Yazım hataları olabilir. Biraz fazla hızlı yazdım.Kusura bakmayın.
Bölüm OnKnucturn ellerini kaptan köşkünün balkonundaki pencerenin pervazına yaslamış, gün doğumunu izliyordu. Güneşin ilk ışıkları bulutları turuncumsu pamuk yığınlarına benzetmekle meşgulken, o karşısında duran adanın tepelerinden birinde ihtişamla yükselen ibadethenenin dumanlar içinde kalmasını izliyordu.
Marine güzel bir adaydı. Doğal bir cennetti ve doğa üstü sırlara ev sahipliği yapıyordu. Knucturn o doğa üstü sırlardan en önemlisini az önce ele geçirmişti. Boynunda asılı duran ikinci gümüşten anahtar bunu kanıtlayacak yegane şeydi. “ Ölümü kucakladığıda ölümsüzlüğe ulaşacaksın. “ demişti rahip. Elbette ki Knuckturn bunun anlamını biliyordu. Hatta aklı olan herkesin çözebileceği bir bilmeceydi bu.
Kimsenin bilmesine izin vememişti Knucturn. İşkence sırasında rahibin ağazından çıkanları duyduğu için doktoru bile öldürmek zorunda kalmıştı. Ne pişmanlık, ne üzüntü sadece ufak bir hayal kırıklığı hissediyordu. Kim en iyi işkencecisi olacaktı bundan sonra. Doktor kadar uzmanı zor bulunurdu.Yine de büyük bir ödül için, hatırı sayılmayacak kadar küçük bir bedeldi bu. Ölümsüzlüğe giden yolda elbette ki israflar olacaktı.
Güneş yeni günün habercisi olarak her geçen saniye gökte biraz daha yükseliyordu. Geceden kalma serin rüzgarlar yerini yumuşak huylu meltemlere bırakmış, denizcilere sıcak bir günü müjdeliyordu. Knuckturn yukarıda, güvertede yankılanan ayak seslerini duyabiliyordu. Adamları geri dönmüş, geride sağ bırakmamacasına toprağı kanla sulandırmışlardı.
Fakat akması gereken kan bir başkasınındı. Onu getirecek yem ise aşağıda zidanlarda yatıyordu. Şimdilik yaşıyordu ancak fazla uzun bir garanti değildi bu. Nasıl olsa kendisinden başka herkes ölümü tadacaktı.
Knucturn keyifle gülümsedi. Ne para, ne şan, ne de şöhret. Sadece ölümsüzlük.
---------------------
Marte, yarı yarıya yanmış, görkemini sadece hikayelerde duyduğu ancak görene kadar neresi olduğunu hatırlayamadığı, bir zamanlar bilimin, aklın ve dinin değişmez merkezi olan, şimdi ise harabeye dönmüş adayı gördüğünde geç kalmış olduğunu anladı.
Yerliler onu İspanya'nın işlek limanlarından birine, kokuşmuş bir baharat gemisiyle bıraktıklarında zaten geç kalacağı bariz bir gerçekti. Ki gemi bulması bile saatler almıştı. Sonunda köhne bir meyhanede, kadın ticareti yapan bir geminin kaptanına birkaç kadeh ısmarlayıp hatrı sayılır miktarda para bayıldıktan sonra yol üstünde onu Marine adalarına götürmeleri konusunda anlaşmıştı.
Fakat çok geç kalmıştı. Knuckturn yakacağını yakmış, yıkacağını yıkmıştı. Koca bir ilim merkezini haritadan silmişti. Marte güvertenin korkuluklarına yaslanmış gördüklerini hazmetmeye çalışırken geminin kaptanı ayaklarını sürüyerek yanına geldi. Hala kendisine ısmarlanan romların etkisindeydi. Konuştuğunda ağızından gelen alkol kokusu Marte'yi rahatça alkolden soğutabilecek tarzdaydı.
“Vay canına evlat. Bu cehennem de neresi? Lanet olsun gemimi ne gibi bir batağa getirttin böyle! “
Marte bakmaya bile tenezzül etmeden cevapladı “Merak etme kaptan bana adaya gidebilecceğim bir sandal verin, sonra istediğiniz zaman gidebilirsiniz.”
Kaptanın gözlerinden nadiren açığa çıktığı belli olan bir zeka parıltısı geçti. “ Olmaz öyle şey ! Sonra sandalımı sana kaptırayım dimi seni hırsız. Ben paramı ağaçlardan mı topladım? Sen dönünceye kadar burada bekleyeceğiz. Ben ve kızlar.”
Eliyle geminini altına açılan bir mazgalı gösterdi. Marte bir adım attığında içeridekileri görebildi. Onlarca kadın, yırtık pırtık giysileriyle, küçücük bir depoya tıkılmıştı. İçeriden yükselen koku kaptanın ağazındaki alkol kokusundan bile korkunçtu ki Marte böyle bir şeyin olabileceğine inanmazdı. Kadınlardan biri yemyeşil, hüzünlü gözleriyle Marte'nin bakışlarını yakaladı. İnanılmaz derecede Rosine'e benziyordu.
Marte öfkeyle yumruklarını sıktı. Şu leş kokulu herifi oracıkta gebertip, layığına kavuşturabilirdi. Hürriyetleri çalınmış bu kadıları kurtarabilirdi. Ama yapamazdı. Olay çıkarmanın alemi yoktu. Her ne kadar pişmanlık duysa da almaya yemin ettiği bir öç vardı. Hdefine giden yolda Marine önemli bir dönemeçti. Bu dönemeçi sıyırabilmesi için de yanındaki şerfsiz herifin yardımına ihtiyacı vardı.
Bakışlarını kadının gözlerinden kaçırıp kaptanın ona sağlayacağı kayığı suya indirmek için geminin kıç tarafına doğru yürüdü.
Dakikalar sonra adaya doğru kürek çekiyordu. Kaptan pintiliğinden en dengesiz kayığı vermişti ona. Bu yüzden denize düşmemek için daha yavaş hareket ediyordu. En sonunda küllerle kaplanmış sahile adımını attığında ufak da olsa bir hayat belirtisi aramaya başladı. Fakat manzara ibadethaneye yaklaştıkça daha da korkutucu bir hal alıyordu. Ormanın yarısı küle dönmüş, patika boyunca yanmış cesetler etrafa saçılmıştı.
İbadethanenin kapısına geldiğinde içeriye girmeye cesaret edemedi. Bina yarı yarıya yanmış, yıklıdı yıkılacak durumdaydı. Yerlere saçılan yanmış kitap sayfaları onu daha da hüzünlendirdi. Bu yer aynı zamanda bilinen dünyanın en büyük kütüphanelerinden biriydi. En azından bir zamanlar öyleydi.
Marte etrafına bakınmaktan vazgeçtiği bir anda binanın arkasına giden ufak bir patika gördü.Takip ettiğindeyse binanın arka bahçesine çıktığını farketti. Yüksekçe bir tepenin üzerindeydi bahçe. Yanıp kül olmadan önce içinde çiçek yetiştirildiği belli olan bir kaç sera dağınık bir biçimde yerleştirilmişti.
İçlerinden birine göz atmak isteyen genç adam yürümeye devam etti. Bir anda ne olduğunu bile anlayamadan bir şey bileğine dolandı. Korkuyla hançerine sarılan Marte daha dikkatli baktığında bunun bir el olduğunu farketti. Elin sahibi güçlükle kafasını kaldırıp Marte'ye baktı.
Bu bir rahipti. Hayır, yanlış. Bu başrahipti. Marte eğilip adamı sırt üstü çevirdi. Elleri sırtına değdiğinde adam acıyla inledi. Kırbaç yaraları. Bu Knuckturn'ün burada olduğunu kanıtlıyordu. Adam yavaşça gözlerini açtı. Kömür siyahı gözlerini herhangi bir noktaya sabitlemekte zorlanıyordu.
Gözleri Marte'nin suratına kaydığında bakışları bilinçlenmeye başladı.
“S-sen...Rosine, anahtar..aldılar..izin vememeliydim...sır...”
Marte adamın dediklerinden hiçbir şey anlamasa da Rosine'in adı geçtiği için ısrar etti.
“Rosine'in burayla ne ilgisi var? Ne oldu burada?”
Adam birden konuşmaya başladı. Sesi kısık fakat anlaşılırdı.
“Sen Rosin'in arkadaşısın.Osun, evet. Knucturn'u durdur yoksa ele geçirdiği sırla akla sığmayacak şeyler yapacak.Durdur onu!”
“Ne sırrı?Tekrar soruyorum bunun Rosine'le ne ilgisi var?”
Adam hırıltılar çıkararak öksürdü.Konuşmakta zorlanıyordu.
“ Rosine Antik Sırrın koruyucularındandı. Üç anahtar muhafızından biriydi.”
Marte yavaş yavaş anlıyordu.Antik Sır çok eski bir efsaneydi.Ya da o öyle sanıyordu. Efsaneye göre ölümsüzlük için akan nehir, üç anahtarla açılan bir kapının ardındaydı. Üç anahtar muhafızı bu kutsal yeri kötü niyetli insanlardan korurdu. Rivayete göre üç anahtara da sahip olan kişi nehrin suyundan içerse ölümsüzlüğe layık görülürdü. Ama bu sadece bir efsaneydi. Yoksa değil miydi?
Adam tekrar öksürüp devam etti.
“Rosin'in anahtarını ele geçirmiş, benimkini de aldı. Geriye kalan anahtar Rosin'in tanıdığı biri tarafından bir silahla kamufile edilerek korunuyor.Koruyan kişi de bundan haberdar değil. Anahtar bir hançerin içinde gizli.
Marte şokla elini eski hançerinin olduğu yere attı. Demek ki bu yüzden hançeri Knucturn almıştı.Lanet olsun!
Mart adama son bir soru daha sordu. “Peki nerede bu kapı?”
Adam son bir gayretle cevap verdi. “Ölümü kucaklarsan ölümsüzlüğe kavuşabileceğin bir yerde. Lanetli Adalar'da.
Marte usulca adamın gözlerini örttü. Hiç dua bilmezdi, tören yapacak vakti de yoktu. Lanetli Adalar'a gidip de dönebilen olmamıştı hiç. “Eğer Knucktur giderse ben de giderim! “ diye düşündü Marte. Hançerini geri alıp çalanın kalbiyle buluşturmalıydı.