Ay'ın yuvarlak çehresi çok hüzünlüydü o akşam. Her zaman ışıklar saçan göz çukurlarından bu kez karanlık damlıyordu. Dudak kenarları da korkunç bir yaratıkla karşılaşan bir insanınki gibi dehşetin izlerini taşıyordu.
Uzak diyarlardan misafir olarak gelen rüzgar bile susturamadı kurtların ulumalarını...
Avcı avının kafasını kesip koydu gümüş tepsiye. Uzaktan onu izleyen siyah saçlı, beyaz tenli kızın önüne koydu tepsiyi. Kızın kan kırmızısı dudaklarında beliren gülümseme avcının kanını dondurdu.
Kimdi bu kız? Onun gibisini görmemişti bu gözler. Beyaz teni, kapkara uğursuz gözleri onun varlığından şüphe etmesine neden oluyordu. Ay'ın parlak ışığı bile aydınlatmıyordu yüzünü.
Bu korkunç sahneye tanıklık eden gece, rüzgar, ay ve ağaçlar suskunlaşmıştı iyice. Hepsi içinden lanet ediyordu böyle bir anı yaşadıkları için.
Avcı son görevini yerine getirip kızı öldürdüğü zaman, kan kapladı her tarafı. Sıçradı tüm ağaçların üzerine kan damlaları. Rüzgar kaçmak istedi damlalardan. Ama kaçamadı onuda mühürledi olduğu yere.
Ay'ın dehşetten büyümüş gözlerine kırmızı bir gölge vurdu. Onu da mühürledi kan damlaları.
Aşkın, ölümün ve şehvetin prensesi Salome! Duy sesimi, uğursuzlaştırdın lanetledin bu günü.
Oscar Wilde'a sevgilerle. Yeni ilham kaynağım.