Kayıt Ol

Sana Geliyorum Orhan Baba

Çevrimdışı Mu

  • *
  • 26
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Sana Geliyorum Orhan Baba
« : 29 Temmuz 2011, 04:04:12 »
Eski zamanlardan bir gün. Ankara.

Her şey Ahmet Abi ile başladı. Biz zamanında Ahmet Abi'yle her pazar kafaları çekerdik. Pazarları, Esenboğa Havalimanı yolunda hemen sağda görünen Mamak Çöplüğü'nün karşısındaki düzlüğe arabamızı çekip içerdik. Bir yandan Orhan Baba, bir yandan rakı, biraz da meze, sormayın keyfimizi. Mezeyi paramız olursa alabilirdik ama rakı neredeyse hiç eksik olmazdı bagajda. Siyah poşetin içinde nasıl da masumca bakardı bize için beni diye. Ender de olsa kimi zaman rakı almaya bile paramız olmazdı; o zaman da bira içerdik. Fakirin içkisi biradır diye bir söz vardır. Yoksa fakirin piyanosu gitardır mıydı o söz? Her neyse, sizin anlayacağınız derdimiz rakı keyfi değil, kafayı bulmaktı.  

Ankara'nın bütün pisliği döner dolaşır Mamak Çöplüğü'ne gelir. Çöplük diyorum ama aslında oralar cennet bahçesi gibidir. Çöplüğün etrafı düzlükler, çayırlar, çeşit çeşit ağaçların serin gölgeleriyle doludur. Çöplükten midir bilinmez kimsecikler olmaz Mamak Çöplüğü'nün çevresinde. Eh pek de haksız sayılmazlar. Çöplüğün kokusu insanı alkol almadan sarhoş eder bir süre sonra.

Neyse, bizim Ahmet Abi'yle o düzlüklerde çöplüğün kokusundan uzakta, şirin bir kara çamın gölgesinde gizli bir yerimiz vardı. Öyle sorumsuz da değildik ha; kafamız güzel de olsa, sallana sallana da olsa çöpümüzü toplar bagaja atardık işimiz bitince. Pırıl pırıl tutardık mekanımızı.

Günlerden bir gün ben yine Ahmet Abi’yle mekandayım, içiyoruz. Güneş batmak üzere, manzara çok güzel. Arabanın kapıları açık, takmışız yıllanmış Orhan Baba kasetlerinden birini, bir yandan koca bir dilim kavun atıyorum ağzıma bir yandan boşaltıyorum kadehi. Araba benim. Ayıptır söylemesi Doğan SLX’im var. Doğan’ların en güçlü motora sahip olanından. Öyle basmayan Doğancılardan değiliz yani. Öyle olunca da daha çok yakıyor meret. Zaten paranın çoğunu rakıya vermişiz, kalan parayı da benzine vereceğim; kafam bozuk. İçiyorum ama keyfim yerine gelmiyor bir türlü. Rakı işlemiyor dertlerime.

“ Yok, bu böyle olmaz hacı. Bu hayat böyle sürmez. “ dedim Ahmet Abi’ye.

Ahmet Abi kafayı hemen bulmuş, gözleri kan çanağı olmuş. Rakıya bakıyorum dibinde iki gıdım bir şey kalmış.

“ Ulan ne adisin be, kardeşine bir şey bırakmamışsın. “

Ahmet Abi kafayı sallıyor. Dediğimi anlamadı. Anlamaz tabi, kafası olmuş bir milyon. Benim başım hafif dönüyor ama ayığım. Kıskanıyorum koca öküzü, ne de güzel kafayı bulmuş. Bir de ben bulabilseydim kafayı, toz pembe oluverseydi herşey.

Ahmet Abi’nin dediklerimi anlayıp anlamadığı bilinmez, ben yine de konuşmaya devam ediyorum.

“ Yok yok. Bu böyle sürmez. Cebimizde metelik yok oğlum. Beş parasız dolaşıyoruz etrafta, “ biraz durup düşünüyorum. “ Yarın iş bakacağım. “

Ahmet Abi nasıl olduysa oldu onca konuşmanın arasında “ iş bakacağım “ kısmını anladı.

“ Sahi mi diyon la? “

“ Hee, “ dedim. “ İş bulacağım. “

“ Bak, “ dedi. Bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki, kucağıma doğru düşüp horlaması bir oldu.

Ertesi gün Ahmet Abi uyandığında saat dörde geliyordu. 12 saat uyudu bebe. Dünkü meseleyi hatırlattım. Bana uzun uzun anlattı nasıl iş bulabileceğimi. Ahmet Abi’nin bir yakınının kocasının arkadaşı mıymış neymiş; bunun bir işyeri varmış. Muhasebeci arıyormuş.

“ Ben onu tanırım. Biraz enayi bir tiptir. Bol maaş verir, “ dedi Ahmet Abi.

“ Ben ne anlarım muhasebeden, “ dedim.

“ Oğlum, bak. Sen şimdi matematik biliyon mu? Biliyon dimi? Bilgisayar biliyon mu? Biliyon dimi? İşte bak! Sen muhasebecisin ama farkında değilsin. “

“ Abi, “ dedim. “ Benim matematik liseden kalma. İnternet kafede Kantır falan oynuyoruz mahalleden arkadaşlarla. Bilgisayarım da bundan ibaret. Ha, bir de Pes oynamayı bilirim. “

“ Ohhh, yeter de artar bile, “ dedi Ahmet Abi elini omzuma atarak. “ Senden iyisi mi bulacaklar oğlum? “

Ne yalan söyleyeyim o an kanmıştım Ahmet Abi’ye. Bende de bir heves doğmuştu. Belki de kalkabilirdim bu işin altından.

“ İyi de, ya beni değil de başkasını alırlarsa işe? “

“ Orası kolay “ Ahmet Abi’nin suratında kuşkudan eser yoktu. “ Bizim alt kattaki dilberin oğlu da muhasebeci. Bu çocuk zamanında uğraştı didindi sivi diye bir şey hazırladı. Bu sivi denen şeyi iş yerlerine gönderince, millet bu çocuğu havada kaptı. “

Ahmet Abi’nin mantığında yanlış olan bir şeyler vardı ama o an anlamamıştım. “ Abi, kaparlar tabi çocuk üniversite mezunu falandır. Allah bilir bir de birincikle bitirmiştir. Ben liseyi zor bitirdim. “

“ Ben sana onu mu diyom oğlum. Yap bir sivi şansın artar diyom. “

“ İyi, biz de yapalım bir siiifii verelim bu adama. “

“ Sifi değil la, sivi. CV diye yazılıyor, kara cahil. “

“ Neyse ne; nasıl yapacaz bu şeyi? Hem ne koyacağız içine? Benim karnelerim hep zayıftı. Attım onları. “

“ Yapmayacağız. “ O an Ahmet Abi’nin gözlerinde şeytanı tüm çıplaklığıyla gördüm. “ O çocuğunkini kullanacağız. “

Aradan bir gün geçti, iki gün geçti Ahmet Abi yok. Kontörüm de yok ki arayayım. Bekle babam bekle ortalıkta görünmez herif. Sonunda bir akşamüstü geldi kahveye. Suratında kocaman bir sırıtışla oturdu karşıma. Ahmet Abi’nin gömleği tertemiz, yakaları düzgün. Traşını olmuş, saçları taranmış. Bir de yumuşak yumuşak tatlı bir parfüm kokusu yayıyor ki sormayın. Belli ki kadın eli değmiş buna.

“ Nerelerdesin yahu? Kaç gündür haber alamadım senden. Hacı Muhittin’e soruyorum görmedim diyor, Hüsrev Amca da bilmiyor nerede olduğunu; merak ettim seni. “

“ Anlatacağım, anlatacağım. Hepsini anlatacağım. “ Elini aşağıya götürdü. Pantolonunun bir köşesinden bir deste kağıt çekip pat diye masaya vurdu.

“ Bu ne? “ dedim.

“ Siviyi aldım. “

Şaşkın şaşkın elime aldım kağıtları. Üzerinde kocaman harflerle Cevat Tezcan yazıyor. Benim bakışlarımı görmüş olmalı ki, “ Sana bahsettiğim çocuğun ismi, “ dedi. “ O sayfayı atarız. Al sana gıcır gıcır sivi. Şu koca Ankara’da seni işe almayacak patronun alnını karışlarım ben. “

Ne diyeceğimi bilemedim. Her şey mükemmel görünüyordu. Madem artık bu siifi midir nedir ondan isteniyor işe girerken, biz de verelim bari diye düşündüm.

Şu kağıt parçası başıma ne işler açtı dostlar bir bilseniz. Zaten başıma ne geldiyse şu cahil kafamdan geldi. Kendime cahil diyorum da, güya fiyakalı geçinen Ahmet Abi benden beter. Neyse, en iyisi devam edeyim ben:

Ahmet Abi bana hevesle bakıyor. Yüzünde mahrur bir ifade var. Sanki banka soydu da Miami’ye taşınıyor. Öyle bir bakış.

“ Nasıl aldın bunu? “ dedim.

“ Bizim alt kattaki dilberden. “

“ Tamam da nasıl aldın? “

“ Dilber dediğime bakma. Senin benim kadar bir karı işte. Kadın gelmiş kırkına ama mal yerinde. Görmen lazım hatunu. Kocası öleli on sene olmuş. Bizim ki de neyi var neyi yoksa oğlunun eğitimi için vermiş. Kadının oğlu Cevat mezun olup da şu önündeki sivi denen mucizeyle bir işe girince, kadın yapayalnız kalmış ortada. “

“ Bunu sana kadın mı verdi? “

Ahmet Abi en masum gülümsemesiyle göz kırptı bana. “ Ne sandın. “

Gülümsemesi bulaşıcıydı. O gülünce ben de kendimi tutamayıp sırıtmaya başladım. Sonra sessiz sırıtışlarımız kahkahaya dönüştü. Her şey yolundaydı. Çok yakında eşek yüküyle para kazanmaya başlayacaktm. Kahkahaların arasında sertçe vurdum bizim yaşlı kurtun sırtına. “ Çakal, yine yaptın yapacağını dimi. Demek o yüzden kaç gündür yoksun ortada. “

“ Bana ne yemekler yaptığını bir görsen… “

Ahmet Abi akşama kadar anlattı durdu.

Ertesi gün işyerinin adresine vardım. Bulmak kolay oldu. İşyeri bizim mahalledeymiş. Merdivenleri çıkarken kendi kendime ne kadar şanslı olduğumu söyleyip duruyordum. Evden çıkıp işe yürümem 15 dakika ya surer ya sürmezdi. Benzin parasından yırtmıştım. Tabi önce patronun beni işe almayı kabul etmesi lazımdı. Ama kendimden emindim. Şimdiden işe girmiş gibi hissediyordum kendimi.

Kapıya varıp zile bastım. Zırrrrrrrrr! Zil değil mübarek siren. Boş bulunduğunda insanı yerinden hoplatır. Yine aynı ses. Zrrrrrr! Bu seferki daha hafif. Kapı otomatiğine basmışlar içeriden. Usulca açıldı kapı. Girmeden şöyle bir üstümü başımı düzelttim. Üzerimde Ahmet Abi’nin alt komşusunun ölen kocasının takım elbisesi var. Belli ki kadın bizimkine abayı yakmış. Ne dese yapıyor. Pantolonun beli sıksa da üzerime tam oldu rahmetlinin takım elbisesi. Zavallı, şimdi burada olsa da fingirdek karısının yaptıklarını duysa, bir dakika durmaz boşardı kadını. Tabi bir güzel dövdükten sonra.

Pantolonu iyice çekiştiriyorum. Rahmetli çok zayıf bir adam olmalı; pantolonun beli fena halde sıkıyor. Düğme koptu kopacak. Göbeğimi içime çekip kapıdan içeri giriyorum.

İçerisi aydınlık. Duvarlarda manzara resimleri olan çerçeveler, kenarda köşede duran saksılarda çeşit çeşit bitkiler, yerlerde gıcır gıcır parkeler. Duvarlarda raflar tepeleme kitap dolu. Etraf lüks döşenmiş. Şöyle alıcı gözüyle bakıyorum etrafa. Ne de olsa artık burada çalışacağım. Keyifle içime çekiyorum gördüğüm her şeyi.

Tam karşımda büyükçe ahşap bir masanın arkasında bir kadın oturuyor. Sekreter olmalı. Siyah uzun saçlar omuzlarına kadar geliyor, parfüm kokusu kaplamış her yeri. Masanın altından bacak bacak üstüne atmış, güneş ışığı vuruyor bacaklarına. Durduğum yerden manzara güzel sizin anlayacağınız. Koca memeli taş gibi bir kadın. “ Allah’ım, “ diyorum kendi kendime “ ben ne yaptım da beni böyle ödülere boğuyorsun? “  

“ İyi günler. İş görüşmesi için gelmiştim. Randevu alınmıştı. “

“ Evet, buyrun. “ Fıstık kibarca gülümsüyor bana. Patronun ofisi olması gereken yere kadar eşlik ediyor. Beyaz gömleğinin ilk iki düğmesi açık, yanında yürürken açıklıktan bir şey görme umuduyla yan gözle bakıyorum ama nafile. Lanet gömlek içe doğru kıvrılmış. Gözükmüyor bir şey.

“ Buyrun,
Kadın kapıyı açıp, bana son bir kez gülümsedikten sonra geri dönüyor. Yürürken arkasından bakıyorum. Kalçası bir o yana bir bu yana hoplayıp duruyor. Hop, hop, hop, hop. Dans bile edilir o kalçaların ritmiyle.

Öylece ayakta durmuş kadına ağzım açık bakarken patronun içeride beni beklediğini hatırlıyorum. Hemen dönüp başımla kibarca selam veriyorum. Neyseki bir şey anlamamış. Daha ilk dakikadan sekreteri kestiğimi görmesi iyi olmaz. Dikkatimi önüme veriyorum. Ne de olsa bundan böyle o ince iş için çok zamanım olacak.

Patronun odası havadar. Bol bol güneş alıyor. Bir de duvara kocaman bir klima koymuş. İçerisi bir serin ki… Sanki cehennemden çıkıp cennete gelmişsin gibi. Zenginlik bambaşka bir şey arkadaş. Kocaman ahşap masasının arkasındaki dev koltuğuna gömülmüş yüzünde kibar bir tebessümle bana bakıyor.

Patronun tipini ise sormayın . Sokakta görseniz kasap sanırsınız. Üzerine mavi bir gömlek çekmiş. Ama öyle bir giymiş ki; gömleğin dili olsa imdat diye bağırır. Koca göbeği kumaşı öyle bir geriyor ki, gömlek düğmeleri koptu kopacak. Kravatı zaten yok. Böyle bir adam kravat taksa herhalde boğularak ölür. Açtığı yaka düğmesinden atletinin ucu gözüküyor. Boyun olması gereken yerde gıdığı var sadece. Özenle taranmış saçlar, terli bir surat ve kapkara, gür bir bıyık. Mahalledeki kasap Süleyman’ın bir kopyası karşımda duruyordu.  

“ Merhaba, buyrun oturun, “ kocaman ahşap masasının önündeki koltuklardan birini gösterdi.

Teşekkür edip oturdum. “ İyi günler, ben Osman Ebegümeci. “

“ Murat. Memnun oldum Osman Bey. “

“ Ben de. “

“İş görüşmesi için gelmiştiniz değil mi? “

“ Evet. Bir muhasebeci arıyormuşsunuz. Bilgisayarım ve matematiğim var. Beni alır mısınız işe? “

Ben böyle pat diye sorunca adam biraz afalladı. Ben nereden bileyim bu işler nasıl yürür, nasıl konuşmak gerekir? Çöp kokan, yağmur yağdı mı sel gibi sular akan kenar mahallelerde insan nezaketten ne kadar nasibini alabiliyorsa bende o kadar almışım işte.

“ Buyrun, “ diyip masanın üzerine sivimi bırakıyorum.

Memnun olmuş bir ifadeyle siviyi alıyor. Sayfaları birer birer çeviriyor. Çevirdikçe “ vay vay “ diyip duruyor. Ben bu takdir nidalarını duydukça havalara uçuyorum. Yarabbim şu sivi ne büyük icat.  

Ben halimden memnun bir vaziyette patronun tamam seni işe aldım demesini beklerken, adam bir anda ayaklandı.

“ Bu da ne demek oluyor? “

Neye uğradığımı şaşırdım. Adam belli ki çok sinirlenmiş, öfkeden bıyığı titriyor.

“ Ne oluyor hocam? Neye kızdın böyle? “

“ Beyefendi beyefendi! Siz kimi kandırıyorsunuz. “ diye böğürdü eliyle kağıda vurarak.

Hala ne olduğunu anlamamıştım. Mis gibi siviyi verdik işte daha ne yapalım? Bir yandan pantolon sıkıyor bir yandan bu… Ben de sinirlenip ayağa kalktım.

“ Sakin ol, adam gibi anlat derdini beyim. “

Kağıdı masaya atıp eliyle işaret ediyor. “ Benim üçkağıtçılarla işim olmaz. “

Eliyle gösterdiği yere bakıyorum. Sayfanın altında, bir köşede Cevat Tezcan yazıyor. Sayfayı çeviriyorum yine aynı imza, bir daha çeviriyorum yine aynı imza. İçimden okkalı bir küfür savuruyorum. Ne Ahmet Abi, ne de ben sivinin içindeki sayfaları incelemeyi akıl edemedik. Şu Cevat denen bızdık piç yaptığı her sayfaya imza atmış anlaşılan. Yine de henüz umutsuzluğa yer yok. Durumu kurtarabilirim belki.

“ Ha, bu mu? Cevat benim göbek adım. “

Ben böyle der demez adamın üzerinden bir öfke dalgası geçti. Dev gövdesiyle kağıtları devirerek masanın çevresinden dolaşıp üzerime yürüdü. Ben korkudan ne yaptığımı biliyor muyum? Adamın gulyabani gibi üzerime gelmesini izlerken siviyi elime almışım. Herif teriyle bile boğabilir beni istese. Attığı her adımda koca göbeği aşağı yukarı oynuyor. Benim elimde duran siviyi görmüş olmalı ki aklına bir şey gelmiş gibi bir anda duruverdi.

Son anda yumruğu yemekten kurtulduğum için içimden büyük bir oh çektim.  

Kısık gözlerle bir bana, bir elimdeki siviye baktı.

“ Onu nasıl aldın? “ diye sordu usulca. Sesinde bir annenin çocuğuna duyduğu şefkat vardı sanki.  

“ Nasıl aldıysam aldım. Ne önemi var? “

“ Ulan şerefsiz! Cevat Tezcan benim yeğenim be! “

İşte şimdi her şey yerli yerine oturuyor. Bendeki şans eşek şansı, eşek. Koca Ankara’da gele gele bizim Cevat’ın amcasına denk gelmişiz. Bizim patrona kendi yeğeninin sivisini vermeme mi yanayım yoksa muhtemelen dayak yiyeceğime mi yanayım bilmiyorum.

Tombul elleri birden ileri uzanıp elimdeki siviye kapandı. İnat değil mi ben de sıkı sıkı tutuyorum siviyi. Korkudan, heyecandan ne yaptığımı biliyor muyum? Adam kendi yeğeninin sivisi istiyor, peki sana ne oluyor? Bir patron çekiyor siviyi, bir ben. Koca kağıt destesi bir o yana, bir bu yana gidip duruyor.

“ Ver ulan! “

“ Vermem! “

Patronun yüzü çabasından dolayı ter içinde. Adam kıpkırmızı kesildi. Dudaklarını büzmüş tüm gücüyle siviyi çekiştiriyor. Ben hiç arkada kalır mıyım? O çekiştirdikçe ben de çekiştiriyorum. Kollarım koptu kopacak. Ellerimle pençe gibi kavramışım siviyi, inadına bırakmam.

“ Bıraksana lan! “

“ Vallahi bırakmam. “

Biz böyle siviyi çekiştirip dururken benim zaten belden sıkan pantolon tüm bu hengameye dayanamayıp pıt diye düğmesini atıvermesin mi? Zaten geldi mi hep üst üste gelir; aksi gibi bir de gergin duran fermuar cııırt diye açılmasın mı? Siviyi mi bırakayım, pantolonu mu çekeyim? Pantolon yavaş yavaş aşağı iniyor, benim beyaz slip don gözler önüne seriliyor. Hani derler ya insan ölürken hayatı film gibi gözünün önünden geçermiş. Benim aklıma ise donum geldi. Ne zaman giydiğimi hatırlamıyorum, umarım temizdir diye düşünürken buldum kendimi. Oğlum Osman dedim bu mesele onur meselesi boşver donu, boşver pantolonu siviye asıl.

Pantolon bacaklara kadar indi. Ne ben, ne de patron siviyi bırakmaya kararlı. İkimizin de yüzü harcadığımız çabadan kıpkırmızı olmuş, konuşacak halimiz kalmamış. Son bir defa güçlüce asılıp çektim siviyi. Çekmemle koca kağıt tomarının caaaaart diye yırtılması bir oldu.

Patron da, ben de elimizden kurtulan kağıtla beraber geriye uçtuk. Ben zar zor tutunacak bir yer bulup ayağa kalkmaya çalışırken, bacaklarımda bir el hissettim.

“ Gel buraya adi herif! “

Aha dedim bu sefer kaçış yok işte. Adam tutmuş pantolonu bir yandan küfürler ediyor, bir yandan ayağa kalkmaya çalışıyor. Kolay mı o koca götün yerden kalkması?

Ayağa kalkarsa kesin hastanelik olacağım. Can korkusuyla pantolonu sıyırdım bacaklarımdan. Pantolonu geride bırakıp ok gibi fırladım kapıdan dışarı. Patron yerden kalkmış, arkamdan koca koca adımlarla geliyor. Ben kaçtıkça, o kovalıyor. Sekreter küçük bir şaşkınlık nidası kopardı; zavallıcık öylece kalakaldı.

Merdivenlerden inip fırladım sokağa. Ben önde don gömlek kaçıyorum, patron arkada elinde bir pantolonla beni kovalıyor.

Sonra ne mi oldu? Merak etmeyin, dayak yemedim. Ama tüm mahallenin meraklı bakışları altında, arkamda küfürler ede ede beni kovalayan izbandut, önde ben, üzerimde gömlek, altımda kirli bir don kaçarken dayak yemiş kadar oldum.

O günden sonra kahveye bir daha giremez oldum. Değil kahvehane, mahalleye bile adım atamaz oldum utancımdan.

Bu sivi olayının üzerinden çok geçmedi, bizim patron Ahmet Abi’yi alt komşuyla iş üstünde basmış. Evleneceksiniz yoksa kan akar demiş. Evlilik diyince Ahmet Abi için akan sular durur. Ölesiye korkar o işten. Şimdi Ahmet Abi de firari. Nerelerdedir, ne yapar bilmem.

İşte böyle dostlar, mahalleden de kovulduk sizin anlayacağınız. Görünen o ki, bize rakı ve Orhan Baba’dan başka kucak açan da olmayacak. Sana geliyorum Orhan Baba.

SON

Aziz Nesin'in eserlerinden esinlenerek... İyi vakit geçirdiyseniz ne mutlu bana.