Ortaokuldayız. Okuldan çıkmış eve gidiyoruz. Bir kitapçı vitrinine doğru yaklaşıyoruz, ben o kitapçının orada olduğunu bile farketmiyorum, birden duruyor arkadaşım, duruyorum.
"Bak şu kitabı görüyor musun hacı?"
"Evet, n'olmuş ki?"
"Hacı bunun dehşet bi' filmi var acaip korkarsın izlesen."
Aklıma yer ediyor bu cümle, filmi izlemiyorum, nereden bulacağımı bilmiyorum çünkü, bulsam da nerede izleyeceğim, rengi bozulduğu için her şeyi yeşil gösteren televizyonumuzda denk gelmezse. Ama o kitapçının önünden her geçişimde bakıyorum kitabın ürkütücü kapağına. Palyaçonun sivri tırnaklarını ve salyalı dişlerini her geçişimde izliyorum.
Zaman geçiyor, ben ne o kitabı alıyorum ne o filmi izliyorum.
Lise geliyor. Liseden kaçıp sinemaya gittiğimiz günler. Bir sefer de kardeşimle gidiyoruz sinemaya, sinemaya zam gelmiş, iki kişiye yetmiyor para, kardeşim izlesin, ben ne de olsa izlerim. O içerdeyken ben dolaşıyorum. Korsan kitap satanların tezgahlarının önünden geçiyorum. Bir dönem Kayseri'nin işlek kaldırımlarına sıra sıra korsan kitap serilirdi. Şimdi düşünüyorum da o korsancılar olmasa ben okumaya geç başlardım belki. Zaten bir hayli geç başlamışım, büsbütün geç olurdu. Bir tanesinin önünde durup inceliyorum renkli kapakları. Birden daha evvel vitrinde gördüğüm kitabın yazarının bir kitabını görüyorum. Aklıma kazınmış ismi bir anda tanıyorum. Başka bir kitap; ama olsun aynı yazar.
"Bu ne kadar?"
"750 bin lira"
Sayıyorum kalan paramı.
"600 bin liram var olmaz mı?"
"Olur."
Sevinçle alıyorum kitabımı. O gün hemen okuyor muyum yoksa sonra mı okuyorum hatırlamıyorum şimdi; ama bu maceranın başladığı günü iyi hatırlıyorum.
Stephen King'in "O"sunu almaya heves edip "Kara Kule"sine gücüm yetmişti.
Çok güzeldi okumak. Hala da çok güzel.