KAPAN
Duni bir anda derin bir uykudan uyanmış gibi kafasını kaldırıp etrafına bakındı. Ne zamandır o kayanın üzerinde oturduğunu tam kestiremiyordu. Etrafa iyice alacakaranlık çökmüş, çevresindeki sık ve yaşlı çam ağaçları sönük ay ışığının etkisiyle zar zor seçiliyordu.
Ilık esinti yerini Uhan dağlarının karlı yamaçlarından gelen uğultulu bir rüzgâra bırakmıştı. Rüzgârın ağaç dallarıyla uğuldaması dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Saatler sonra aklına bir şeyler gelmişti; "Köye gidip yardım çağırmalıyım!" diye düşündü kendi kendine. Kayanın üzerinden ani bir hareketle kalkmaya çalıştı fakat ayakları yere çivilenmişti, yere kapaklandı. Belli ki rüzgâr ıslak bedenini esir almıştı. Duni bu sefer yavaş yavaş yerden kalkmaya çalıştı. İlk önce dizlerinin üzerinde dikildi, sonra sırasıyla sağ ve sol bacaklarının üzerinde ayağa kalktı. Ayağa kalktığında kendisinin ne kadar yorgun olduğunu hissetti. Yavaş adımlarla ilerleyerek geldiği yolu bulmaya çalışıyordu. Neyse ki patikadan ayrıldığında ilerlediği taraf güneşin tam zıt yönüydü, başını havaya kaldırıp yıldızların öncülüğüyle yönünü değiştirdi ve adımlarını hızlandırdı. Bir süre bu yönde yürüdükten sonra karşısında gün batımında içinden geçtiği yuvarlak alan çıktı. Duni bunu görünce bu alandan fazla uzaklaşmadığını düşündü, ancak ormanın altını üstüne getirmişti, bu durum kendisine mantıklı gelmedi. Alandan ayrılmadan son kez daha burayı incelemek istedi.
Çanağın tam merkezine geldi ve eğilerek toprağı incelemeye başladı. Sönük ışık işini hayli zorlaştırıyordu. Duni bir süre bu işleme devam ettikten sonra gecenin derin sessizliğini bozan kaba bir ses işitti. Bu ses bir köpek hırlamasına benziyordu. Duni heyecanlandı ve kafasını sesin geldiği yöne doğru yavaş yavaş çevirmeye başladı. Tam sağında iki küçük kırmızı göz kendisine doğru bakıyor. başka hiçbir şey görünmüyordu. Duni bir anda irkildi ve geriye doğru kapaklandı, fakat gözlerle irtibatı kesmemişti. Bu gözler hiç kırpılmıyor ve kendisine meydan okurmuşçasına direkt beyninin içine savaş mesajları gönderiyordu. Oldukça vahşi bir varlığa ait oldukları belliydi ama Duni cesaretli biriydi. Duygu ve düşüncelerini bastırarak hızlı bir şekilde ayağa kalktı, yanında dedesinden kendine kalan paslı ama oldukça keskin, kendi eli büyüklüğünde bir çakı vardı. Yavaş hareketlerle pantolonunun altında kalan çakıya uzandı ve yerinden çıkardı. Karanlıkta gözleri bembeyaz çakıyor ve çakısının sırtı ay ışığında parlıyordu. Gözlerinden ateş fışkırtır gibi son derece keskin bakışlarla rakibinin gözlerini süzüyordu. Duni'nin zihninde savaş boruları çalıyordu ve kendinden son derece emindi, o kara cüsseyi bir sinek gibi ezip yere vurabilirdi. İkisinin bakışları çakışmaya devam ediyor, ilk hamleyi kimin yapacağını bekliyorlardı.
Duni savaşa hazır bir asker gibi beklerken yüreğine tekrar korkunun hücum etmesine neden olan birkaç hırlama sesi daha duydu. Sesler arkasından geliyordu. Sonra bir tane daha ve bir tane daha duydu. Artık sesler yuvarlak alanın her yerinden yankılanıyordu. Duni bakışlarını sabitlediği iki kırmızı noktadan uzaklaştırarak çevresine bakındı. Alanın ağaçlarla çevrili karanlık sınırlarında biraz önce meydan okuduğu gözler gibi onlarca göz parlamaya başlamıştı. Hepsi savaşa hazır piyadeler gibi rakibine bakıyor, ondan bir işaret bekliyorlardı. Bir an ortalık sessizleşti, rüzgârın uğuldaması hariç hiçbir ses gecenin asaletini bozamıyordu. Bu sessizliğin ortasında tok bir ses etrafta yankılandı; bir yutkunma sesi. Duni mümkün olduğunca hareketsiz durmaya çalışıyordu, fakat vücudu içinde bulunduğu stres ve korkuyu taşıyamıyordu. Duni yalancıktan bir gülümseme ile dudaklarını araladı;
"Eeee şey... Uslu köpekçikler, ben de size yüce et deposunun yerini söylemek için gelmiştim..."
Konuşurken sesi ve dudakları titriyordu, ama yüzünde ikna edici bir ifade vardı.
"Evet... Oldukça aç görünüyorsunuz, kral sizin bu açlığınza dayanamayıp beni haberci olarak size gönderdi. Size deponun yerini göstermemi istiyor musunuz? Eğer istemiyorsanız artık ben gideyim saat epey geç oldu, kralı kızdırmak istemem!"
Bir süre korku içinde herhangi bir işaret bekledi. Fakat sözlerinin ardından gece daha da sessizleşmişti. Gözleri kontrol etmek için kendi etrafında yavaş yavaş bir tur döndü. Dikkatlice etrafını incelerken gözlerin bakışlarının değiştiğini hissetti. Artık ona düşmanca değil anlamsız gözlerle ama yine de son derece tedbirli ve hareketsizce bakıyorlardı. Bir işaret alabilmek için bir müddet daha bekledi. Saniyeler ona dakikalar gibi geliyor ve kalbinin her çarpışı kulaklarında savaş davullarını andıran sesler bırakıyordu..
En sonunda sessizliği bozan bir hışırtı duydu, ayak sesiydi bu. Yavaşça arkasına döndü ve rahatlamış gözlerle sesin kime ait olduğuna baktı. Tam karşısında kendi boyu kadar yükseklikte, oldukça iri, kar renkli bir kurt duruyordu. Gözleri huzur verici şekilde maviydi, masmavi. Vücudunun diğer kısımları karanlıkta pek seçilemiyordu ama tüyleri parlak, düz ve uzundu. Ne kadar iri de olsa karşısında hayranlık uyandıracak derecede asil duruyordu. Bakışları yumuşaktı.
Duni bu kurdu görünce çevresindekilerin düşman olmadığını düşündü bir an. Korku ve heyecanının yerini merak doldurmaya başlamıştı. Eğer haklıysa karşısındaki bir Troşha'ydı. Fakat Troşhalar sadece Afia'nın en kuzeyindeki buzul dağlarında yaşarlardı, Tînmur'a gelmiş olmaları, olsa bile Tînmur'un güneyindeki küçük bir kasabaya gelmeleri neredeyse imkânsızdı. Duni, Troşhalar hakkında sayısız efsane duymuştu, insanlarla konuştukları ve büyü yapabildikleri de bu efsaneler arasındaydı. Fakat tüm efsaneler kuzeydeki buzul dağlarında geçiyor ve tüm kitaplar da bunu doğruluyordu. Ayrıca yuvarlak alanı çepeçevre kuşatan, ismini bile bilmediği kırmızı gözlü vahşi yaratıkları da o çevrede ilk kez görüyordu ve duyuyordu. Duni içinde bulunduğu durumu değerlendirmeye çalışıyordu.
Duni'nin beyni bu bilmeceyle savaşırken bir anda tüm düşünceleri karışmaya, dağılmaya başladı. Bir şey beyninin içine girmeye çalışıyormuş gibi bir his belirdi içinde, şakaklarında büyük bir basınç ve ağrı başladı. Duni bu bir anlık ağrıya dayanamadı ve diz çöktü, ellerini şakaklarına dayadı, gözlerini yumdu. Bir süre sonra ağrı yok oldu. Duni yavaş yavaş gözlerini araladı. Kendisini öncekinden çok daha cesur ve huzurlu hissediyordu. Yavaşça çömeldiği yerden ayağa kalkarak Troşha'nın gözlerinin içine bakmaya başladı. Bir anda kafasının içinde bazı sesler duymaya başladı, sesler kesinlikle kulaklarından gelmiyordu. Sese odaklanmaya çalıştı. Bir süre buna devam ettikten sonra ses yükseldi ve anlaşılır bir konuşmaya dönüştü. Tanımadığı ama pürüzsüz, yumuşak ve huzur verici bir sesti bu:
"Ey insanoğlu! Tiri kasabasından Aggin'lerin vekili Duni Aggin!"
Duni şaşırmıştı, şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Karşısındaki kurt adını nasıl biliyordu?
"Bize kardeşinin yerini söyle, seni ve kardeşini sonsuz mutluluklar diyarına götürelim, ya da istediğiniz kadar altın ve elmas verelim."
Duni tam kardeşini kaybettiğini söyleyecekken bir anda duraksadı. Kardeşini bu kadar değerli yapan şey neydi ki? Neden bir Troşha esrarengiz bir şekilde Anovah�ta ortaya çıkıp kardeşini soruyordu? Biraz düşündü ve tereddütsüz bir şekilde;
"Bu bilgiyi size vermeden önce neden bu bilgiye ihtiyacınızın olduğunu bilmeliyim. İyi niyetinize ve asaletinize güveniyorum fakat kardeşim benim en değerli varlığımdır, ilk önce emin olmalıyım..."
Duni cevaplar aramak için yalan söylüyordu. Amacı karşısındaki Troşha'dan hem bilgi alıp hem de güvenini kazanmaktı. Böylelikle onları tuzağa düşürebilirdi. Bir süre sonra Troşha konuştu:
"Kardeşin Tomar bizim soyumuz için önemli. Son zamanlarda çok büyük bir hastalıkla mücadele ediyoruz. İlacı zamanında kuzeye yetiştiremezsem tüm soyumuz yok olacak. Tomar ilacımızın yerini biliyor."
Duni'nin yüzüne tekrar bir şaşkınlık ifadesi kondu. Ses öylesine derinden ve huzurlu geliyordu ki söylediklerine inanmamak imkânsızdı. Duni bir süre cevap vermedi. Beyni tekrar bir düşünce seline maruz kalmış, zihni allak bullak olmuştu. Tomar'dan ayrı geçirmediği saatler bir elin parmaklarını geçmezdi. Tomar'ın düşündüğü ve sakladığı her şeyi bildiğini sanıyordu; çünkü ara sıra tavan arasına gizlediği günlüğünü okuyor, sonra da bundan hiç haberi yokmuş gibi davranıyordu. Ama şimdi karşısında dikilen Troşha onun çok önemli bir sır sakladığını söylüyordu. Bu durum Duni'ye başta inandırıcı gelmese de sesin büyüsü beyninde yankılanıyor, bir güven seline maruz kalıyordu.
Neyse ki şaşkın ifadeleriyle dolu bir sürenin ardından Duni tekrar konuşmaya karar verdi. Ne söyleyeceğini tam olarak düşünmeden ağzını araları:
"Şey... Kardeşim Tomar'ın böyle bir bilgiye sahip olduğunu hiç bilmiyordum. Son zamanlarda garip davranmaya başlamıştı, bir şeylerden korkuyor ve saklanıyordu. Bugün saklandığı yere gidip onunla konuştum, birkaç gün daha aynı yerde kalacağını söyledi. Eğer ona zarar vermeyeceğiniz konusunda beni ikna ederseniz sizi saklandığı mekâna götürüp soyunuzun sağlığını kurtarmak isterim."
Duni ne kadar karşısındakinin söylediklerine güvense de çevresindeki vahşi yaratıkları ve garip olayları göz ardı edemiyordu. Gerçeği söylese belki de kırmızı gözlü yaratıklar onu paramparça edecekti. Onları Tiri'nin batısındaki gizli muhafız mağarasına götürüp tuzağa düşürmeyi hedefliyordu. Beynindeki ses tekrar yankılanmaya başladı;
"Cesur adam; kardeşine veya sana zarar vermeyeceğimiz konusunda seni temin ederim. Eğer amacımız şiddet olsaydı seni şuanda işkenceyle konuşturuyor olurduk. Ama amacımız sadece yardım istemek. Bizi kardeşine götür."
"O zaman çabucak yola koyulsak iyi olur, Tomar'ın sabah ne yapacağı belli olmaz."
Duni'nin gönlü bir anda rahatlamıştı. Yüzünden hafif bir gevşeme ve mutluluk ifadesi okunuyordu. Troşha'nın onayladığını gösteren bir kafa hareketinin ardından Duni'nin başından ılık sular boşalmıştı. Duni, tehlikeyi atlatmanın sevincini yaşıyordu. Hızlı bir şekilde arkasını döndü ve "Bu yandan, beni takip edin!" diye bağırdı. Birkaç adım atmıştı ki kendisini hayrete düşüren bir ses duydu. Ses tam arkasından, ama Troşha'nın uzağından geliyordu.
"Seni budala, yalan söylediğini bile anlayamıyorsun! Kardeşini kaybetmiş, nerede olduğunu bilmiyor. Öldür onu!"
Duninin başından kaynar sular döküldü. Tansiyonu çıkmış, nabzı damarlarını patlatacak kadar hızlanmıştı. Olduğu yerde çakılı kaldı. Soğuk terler döküyordu. Tam da her şeyi yoluna koyduğunu düşünürken kime ait olduğunu anlayamadığı boğuk, korkunç bir ses iliklerine kadar işlemiş, tüm hayallerini suya düşürmüştü. Sesin kime ait olduğunu anlamak için yavaş yavaş arkasını dönmeye başladı. Hareket etmesiyle birlikte etrafında onu dehşete düşüren hırlama sesleri yankılanmaya başladı. Gözler artık kendisine eskisinden çok daha düşmanca bakıyordu. Arkasını döndüğünde biraz önce Troşha'nın asaletten geçilmeyen yüzünün korkunç bir hâl aldığını gördü. Artık gözleri hiç de huzur verici görünmüyordu. Dişleri ve gerilen yüz kaslarıyla Duni'nin baştan aşağı titremesine neden oldu. Duni Troşha'nın arkasına odaklandı ama sık ağaçların arasında görünen kırmızı gözlerden başka hiçbir şey yoktu. Ses tekrar yankılanmaya başladı zihninde, fakat eski tonundan eser kalmamıştı, artık sinirli bir kasabın kükremesine benziyordu:
"Bak sen şuna! Demek bizi oyuna getirecektin? Birkaç süslü cümleyle kendini hemen kahraman mı sandın sen? Sen fakir ahmak bir çiftçisin o kadar! Birazdan da ölü bir çiftçi olacaksın!"
Duni Troşha'nın zihninden ayrıldığını hissetti. Korkusundan mı bilinmez ama bu sefer hiç acı duymamıştı. Troşha öfkeli bir şekilde arkasını döndü ve sert adımlarla önündeki ağaçlara doğru yürümeye başladı. Ağaçların içine daldı, tam gözden kaybolacaktı ki bir an duraksadı. Kafasını yukarı kaldırarak yeri titretecek kadar şiddetle uludu. Sanırım bu "Saldırın!" anlamına geliyordu. Bunun ardından yürümeye devam etti ve gözden kayboldu.
Kırmızı gözlü yaratıklar ağaçların arasından yavaş adımlarla çıkmaya başladılar. Ağaçların gölgesinden kurtulduklarında Duni cüsselerinden dolayı onların kurtlardan çok ayıya benzediklerini düşündü. Tüyleri kapkaraydı ve oldukça mattı. Gecenin karanlığında çok iyi kamufle oluyorlardı. Hepsi duniye yaklaşarak çevresinde dönmeye başladılar. Sayıları oldukça fazlaydı, aralarından sıvışmak imkânsızdı. Duni kurtuluşunun olmadığını anladığında heyecanının azaldığını gördü. Artık hayatı sona dayanmıştı, bu kendisi için son duraktı. Oysa daha yapmak istediği tonlarca şey vardı, yaşamak istediği anlar vardı. Önce Uhan dağlarını dolaşacak sonra kendine bir yelkenli inşa edip Sonsuz Okyanus'ta adalar keşfedecekti. Bunları yaparken de yanında eşi Olia ve kardeşi Tomar olacaktı. Hepsinden de önemlisi onu rahatsız eden şey Tomar'dı. Annesinin dünyaya gözlerini yumarken kendisine karşı tüm fedakârlıklarına karşın tek dileğini yerine getirememişti. Ama Duni bunları zihninden uzaklaştırarak güzel anılarını hatırlamaya çalışıyordu. Bir anda yaşadığı tüm sakarlıklar, sevinçler, utançlar ve şimdi baktığında aptalca görünen kavgalar gözünün önünden geçmeye başladı. Zaman öylesine yavaşlamıştı ki saniyeler içinde tüm hayatını tekrar yaşamıştı. Artık gönlünde ne korku, ne heyecan ne de umut vardı. Kalbi karanlığa bürünene dek inzivaya çekilmişti.
Ve işte o an geldi. Yaratıklar birbirleriyle haberleşmiş gibi hepsi aynı anda zıpladı ve yaklaşmaya başladı. Artık hırıltıları bir kükremeye dönüşse de kulağa sinek vızıldaması gibi geliyordu. Her şey ağır çekim de ilerliyordu. Duni huzura ulaşacağını ümit ederek gözlerini karanlığa, sonsuzluğa yumdu. Artık beklemekten başka yapılacak bir şey kalmamıştı. Ölümü beklerken hiç beklemediği bir ses duydu. Bir vızıldamaydı bu. Fakat sinek vızıldaması ve kurtların vızıldaması değil, çok ayrı bir sesti. Duni ne olduğunu anlayamadı fakat anlamak için gözlerini de açmadı, ne de olsa öldükten sonra bu bilgi onun ne işine yaracaktı ki? Hâla ölümü beklemekteydi. Çok kısa bir süre sonra bazı tok sesler duymaya başladı. Vızıltılar çoğalmış ve yere düşen bir çuvalı andıran sesler çevresini sarmıştı. Duni çoktan ölmüş olmalıydı. Bir şeylerin ters gittiğini anladığında gözlerini açtı ve çevresine baktı. Tüm kurtlar alınlarının ortasında ince bir okla yerde yatıyor, siyah kanları yere süzülürken ay ışığında parlıyordu. Duni bir süre hareketsizce bekledi, olayın şokunu üzerinden atamadığı için çevresinde neler olduğunu düşünmek için uğraşmıyordu.
Soluna doğru göz gezdirdiğinde yaşlı bir çam ağacının üzerinde parlak bir cisim gözüne ilişti. Ne olduğunu anlamak için gözlerini ovuşturup daha dikkatlice baktı cisme. Bir süre sonra hareket ettiğini gördü; cisim yere atlamıştı. Aynı zamanda düşme ve ayak sesleri duydu Duni. İşte o anda zihninin karanlık boşluğu dağıldı ve aklına bazı düşünceler gelmeye başladı. Şokun etkisinden kurtulmaya başlamıştı. Gelenin siyah giysili ve uzun boylu bir insan olduğunu anladığında elindeki çakıyı anlamsızca havaya savurmaya başladı. "Yaklaşma!" diye haykırdı Duni titrek ama cüretkâr bir sesle. Geriye doğru yavaş adımlarla ilerlerken ayağı bir kurda takıldı ve arkalama yere düştü. Siyah giysili insan işaret parmağını ağzına götürdü yürümeye devam ederken; "Şhhh!". Baştan aşağı mat siyah giysilerle kuşanmıştı, onu ay ışığında dahi dikkatli bakmadan görmek imkânsızdı, kırmızı gözlü yaratıklardan bile daha iyi kamufle olmuştu. Duni'nin ayakuçlarına geldi ve olduğu yerde dikildi. Duni ancak o zaman gözlerini görebilmişti, simsiyah iri gözbebekleri gecenin karanlığına uyum sağlıyordu fakat son derece yumuşak bakıyordu. Duni ağacın üzerinde gördüğü parlak cismin ne olduğunu daha yeni anlamıştı; adamın sırtında bulunan oklardan birinin omzu üzerine taşmış peykanıydı bu. Oldukça parlak demirden yapılmış zarif bir uçtu. Adam yavaşça tek elini başına götürdü ve kafasını çevreleyen siyah maskeyi çıkardı. Duni'den fazla büyük birine benzemiyordu, yüzü oldukça narindi. Saçları Tomar'ınkinden daha parlak bir sarıydı ve omuzlarına kadar dümdüz iniyordu. Hafifçe gülümsemesiyle birlikte hiç de askere veya hayduda benzemiyordu. Duni çevresindeki yaratıkların hepsini öldürenin bu kişi olduğuna inanamadı. Onu Tiri'de görse son derece iyi kalpli biri sanıp nezaket gösterirdi. Fakat karşısındaki insan daha önce kim bilir kaç kişiyi öldürmüş olan bir caniydi.
Adam elini Duni'ye doğru uzattı. El bir süre askıda kaldıktan sonra Duni yardımı kabul etti ve elini tuttu. Kara şövalye onu son derece nazik bir hareketle ayağa kaldırdı ve yine nazik bir ses tonuyla konuştu:
"İyi misiniz Bay Aggin?"
"Evet, iyiyim, fakat birkaç saniye daha geç kalsaydınız bu sorunun bir anlamı kalmayacaktı."
Duni güçlü ve sinirli görünerek ipleri eline almaya çalışıyordu fakat sesinden karşısındaki adama karşı duyduğu minnet açıkça okunuyordu. Adam hafifçe gülümseyerek kafasını iki yana salladı:
"Böyle bir şey ihtimal dışıydı Bay Aggin. Kedohlar tarafından çevrelendiğinizden beri sizi izliyordum. Uygun zamanı bekledim. Bu sırada adım Fermil."
"Beni zaten tanıdığınıza göre memnun oldum Bay Fermil."
Duni'nin kafası sorularla doluydu, soruları teker teker sormaya başladı:
"Bana tam olarak kim olduğunuzu açıklayacak mısınız acaba?"
Fermil Duni'nin yüzününe yumuşak bir şekilde bakarken çocuksu bir kahkaha attı, Duni'nin şaşkın bakışları onu eğlendiriyor gibiydi;
"Şimdi olmaz Bay Aggin. Diğerlerinin bir şeylerin ters gittiğini anlamaları uzun sürmez. Buradan uzaklaşmamız lazım. Yolda sorularını cevaplarım, şimdi beni takip et."
Fermil'in yüzü daha da çocuklaştı. Duni yüzüne dikkatlice bakarken daha sakallarının dahi çıkmadığını farketti, karşısındaki gerçekten kendisinden büyük olmayan bir çocuktu. Fakat yine de hareketleri son derece rahat, yumuşak ve huzurluydu. Hiç telaşlı gibi görünmüyordu, ama son derece hızlı koşuyordu. Son sözlerinin ardından ne ara gözden kaybolduğunu Duni bile anlayamadı. Birkaç saniye sonra geri dönerek;
"Hey Aggin! Orada kazık gibi dikilmeye devam edersen kurtlara yem olacaksın!"
Duni'nin yüzündeki şaşkınlık ifadesi bu sözün ardından yerini heyecana bıraktı. Duni koşabildiği en hızlı şekilde koşarak Fermil'i takip etmeye başladı. Bir süre sonra yuvarlak alan görünmeyecek kadar arkalarında kaldı. Fermil koşarken bazen Duni ile dalga geçmek için ağaçların üzerine çıkarak birinden diğerine atlıyor sonra yere inip takla atarak Duni'yi bekliyordu. Duni var gücüyle koşmaya devam etse de Fermil'e bir türlü yetişemiyor, araları daima açılıyordu.
Duni arkasına bakmadan sürekli koştuğu için ne kadar yol katlettiklerini bilmiyordu. Fakat dakikalarca koşmuştu ve artık bayılma sınırına gelmişti. Arkalarında ne olursa olsun oturup dinlenmesi gerekiyordu. Bütün gün yaşadığı korku ve üzüntü vücudunu esir almıştı, başka zaman olsa daha çok gayret gösterebilirdi, ama şuanda asla. Biraz yavaşladı ve kendisini yüzüstü yere bıraktı. Solukları da nabzı kadar hızlıydı, gözlerine bir karanlık çökmüş, hiçbir şeyi göremiyordu. Mücadele etmeyi bıraktı ve dinlenmek için kendini saldı.
Saniyeler sonra kendisini havada buldu. Gözlerini açtığında tam tepesinde Fermil'in zarif yüzü duruyordu. Fermil hafifçe gülümsedi ve yine yumuşak bir ses tonuyla;
"Çok yorulmuş olmalısın Duni. Bunu düşünemediğim için kusura bakma..."
Duni hiçbir şey söylemedi. Çevresine bakındığında Fermil'in siyah ve kalın bir ipi uzaktaki ağaçlara fırlatarak birinden diğerine süzüldüğü gördü, kucağında da kendisi duruyordu. Uzaktaki kayalıkları hayal meyal seçebiliyordu, Anovah Ormanı'nı terk etmelerine kısa bir süre kalmıştı. Hâlâ Fermil'in yüzü aklından çıkmıyordu. Gözlerini tam tepesindeki narin surata dikti ve öylece bakmaya başladı. Tam bir sanat eseriydi, kim olsa etkilenirdi. Oysa daha önce bir erkek hakkında böyle düşüncelere sahip olabileceğine hiç inanmazdı. Fakat Fermil farklıydı, insana güven ve huzur aşılıyordu, büyülü gibiydi. Yorgunluktan ağırlaşan gözleri Fermil'in güveni altında yavaşça dünyaya kapandı. Bir süre daha Fermil'in yüzü karanlıkta kendisine göz kırptı...
Sonraki bölümün ismi: "Eshet Dur"