Kayıt Ol

19

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
19
« : 07 Aralık 2011, 11:24:46 »
26 HAZİRAN 1915... BİNLERCE KİLOMETRE ÖTEDEN, HİÇ TANIMADIKLARI TOPRAKLARI, HİÇ TANIMADIKLARI İNSANLARIN ELİNDEN ALMAK İÇİN, NE İÇİN VE KİM İÇİN SAVAŞTIKLARINI BİLMEDEN, SORGULAMADAN, TOPLARIYLA, TÜFEKLERİYLE, DEMİRDEN CANAVARLARIYLA GELDİLER...

26 HAZİRAN... BİNLERCE KİLOMETRE ÖTEDEN, HİÇ TANIMADIKLARI TOPRAKLARI, HİÇ TANIMADIKLARI İNSANLARIN ELİNDEN ALMAK İÇİN GELENLERE ; “Çanakkale Geçilmez” dediler, Çanakkale geçilmesin diye gittiler ve bir daha geri dönmediler, dönmeyi asla düşünmediler.

RUHLARI ŞAD OLSUN....

26 HAZİRAN 1915.... ZIĞINDERE KOYU - TÜRK SİPERLERİ

‘’ Yine mi kuru ekmek be yaaa’’ diye kahkahayı patlatmıştı  Küçük Ali. Üzerine 3 beden büyük üniformaya bile benzemeyen elbisenin içinde kaybolup gitmişti adeta. Yaşı onaltı  ya  var yoktu. Sıska vücudu,  belki genetik olarak belki de yeterli beslenememekten iskeleti andırıyordu. Küçük kemikli yüzünün ortasında mavi gözleri engin denizleri andırıyordu.  başak sarısı saçları kirden birbirine geçmiş her teli ayrı bir şekil almıştı adeta.
‘’ hööösstttttt ulannn !!!!’’ diye gürledi Cafer ağa. ‘’ dıkınmaya mı geldin bre deyyus yoksa cenk etmeye mi ?  Şükür de, koca memleket boğazından kesip sana yolluyor o ekmeği , hala burun mu kıvırırsın deccal ….’’

Bir kahkaha daha patlattı Küçük Ali. Hem yaşından, hem çelimsizliğinden almıştı bu ismi. Babasını görmeyeli aylar olmuştu. Hangi cephede olduğunu bile bilmiyordu. Abisi de keza öyle. Bir anacığı vardı, ondanda en son 3 ay önce mektup almıştı. Güç kuvvet diliyordu ona Allahtan, korkma yavrum diyordu, mert ol diye tembihliyordu.

‘’ şaka ettim ağam, celallenme hemen dur hele, vatan toprağı küffar potini altında ezilirken yemek yemek haram zaten bize, kuzu dolması olsa ne yazar be ya ?’’

Son üç gündür bir sabah bir akşam yemek yiyebiliyorlardı.  O da bir parça kuru somun dan ibaretti. Ama hiçbiri şikâyet etmiyordu. Şimdiye kadar yediklerine sayıyordu hepsi, açlıktan bir şikâyetleri yoktu da, oturup beklemek sıkıyordu canlarını.

Savaş patlak verip İngiliz i, Fransız ı cümleten memleketin üstüne çöreklenmeye kalkınca, Çanakkale yi savunmak düşmüştü onlara. İngiliz donanması  Çanakkale yi geçip, güzel İstanbul u işgal etmek istiyordu, bunu duyan kendini cepheye atmıştı. Hiç görmedikleri İstanbul İngiliz e Fransız a verilir miydi hiç? Fatih in mirasına hıyanet eder miydi Türk evladı. Ahrette ne cevap verirdi sonra?

Zığındere nin sağ ve sol cenahlarında kazılan siperler içinde İngiliz i, Fransız ı beklemek artık sıkıcı olmaya başlamıştı.

 ‘’ Onlar gelmiyorsa biz gidelim’’ dedi, Mersin li Murtaza Çavuş.  

‘’Gidelim, analarından emdikleri sütü burunlarından getirelim’’ diye haykırdı.
 
‘’ Otur len oturduğun yerde’’  diye çıkıştı  Cafer ağa.

‘’ Hele gelsinler, gelecekleri varsa görecekleri de var’’  diye ekledi, kucağında ki mavzerine daha bir sıkı sarılarak.

Vatan görev beklediğinde, çiftliğini, ineklerini tarlasını tokadını bırakıp cepheye koşmuştu o da. Ağalığı oradan geliyordu. Kumandanlar Cafer çavuş derdi, öbürleri Cafer ağa.

26 HAZİRAN 1915

İnsan boyu kazılmış, duvarları ağaçlarla desteklenmiş siperler içinde oturarak geçiriyordu askerler vakitlerini. Eller tetikte gözler ufukta.  Bir türlü gelmeyen İngiliz i bekliyorlardı. Derenin iki yakasında konuşlanmıştı Türk birlikleri. Saldırı olursa sol cenahta bulunan siperlerin ilk hedef olacağı belliydi. O yüzden büyük yığınak yapılmıştı oraya. İlk direniş cephesi orası olacaktı çünkü. Orası düşerse sağ cenah savunacaktı bölgeyi. Hemen arkalarında bulunan Sirte köyüne ulaşmamalıydı İngilizler. Stratejik olarak çok mühim bir köydü, çoktan boşaltılmıştı ancak İngilizlerin Sirte köyünü alması demek felaket demekti. Ne pahasına olursa olsun, savunulmalıydı.

Alman subaylarının kontrol ettiği birlikler, yeni güne yine sessizlik ve kuru somunla başlamıştı. Gelmekte olan büyük yıkımdan hiçbirinin haberi yoktu… bekliyorlardı.. çok uzun sürmedi.. İngiliz in demirden canavarı geldi…

Gök gürültüsünü andıran bir sesle irkildi tüm siperler. Ne olup bittiğini anlamak için kafasını siperden çıkaranlar ölüm kusan İngiliz topçusunun gülleriyle yüzleşti. Beklendiği gibi sol cenahta ki siperler demirden ateş toplarıyla dövülmeye başlanmıştı. Oysa bu daha hazırlık atışıydı. Mesafe kontrolü bittikten sonra canavar tüm gücüyle ateşini kusacaktı bunu hepsi biliyordu. Ardı ardına ve giderek sıklaşan gürlemelerin hemen ardından toprağı havalandırıp ter yüz eden patlamalar Türk siperlerinin içlerine kadar gelmeye başladı. Her atıştan sonra daha bir isabetli geliyordu gülleler. Geldiklerinde de cehennemi getiriyorlardı düştükleri yere. Onlarca  yüzlerce top mermisi birden yağmaya başladı siperlere. Sol cenah zor durumdaydı. Siperdeki askerlerin karşılık vermek gibi bir şansı yoktu çünkü, topları yoktu. Bu memleketin hiçbir şeyi yoktu aslında. Bir şey i olmasına izin vermemişlerdi yıllardır. Hep fakir, hep bitaptı, güzel Anadolu.

 Kimse İngiliz topçusunu hesaba katmamıştı. Ah bu Alman lar... Kibirli Alman lar. Her şeyi kendileri bilirdi ya;  Kimseye kulak asmadılar yine. Türk askeri kurbanlık koyun gibi, bir çukurun içinde kapana kısılmış, başına demirden gülleler yağıyordu. Çok geçmeden siperler alt üst olmuştu bile. Askeri koruması beklenen siperler tahrip olmuş, tahrip olmakla kalmamış, Türk askerine bir tek kurşun bile sıkamadan mezar olmuştu. İleri hatlar teker teker çökmüş, bir, iki ve üçüncü siper hatları saf dışı kalmıştı. Burada bulunan askerlerin büyük bölümü ölmüş, kalanları ise yaralanmıştı. Saat 11.00 da başlayan İngiliz piyade taarruzu geride kalan cılız Türk savunmasını silip süpürmüştü.


Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: 19
« Yanıtla #1 : 08 Aralık 2011, 13:55:21 »
Düşündüklerinden de kolay ilerleyen İngilizler saldırıyı daha da şiddetlendirip yamaçtaki diğer türk mevzilerini dövmeye başlamıştı. Bu arada derenin sağıda kalan tepede mevzilenmiş türk askerleri ellerinde ki birkaç kısa menzilli topu İngilizlere doğrultmuş Allah ne verdiyse karşılık vermeye çalışıyordu. Ancak muharebenin geçtiği bölgede Türk topunun bulunmayışı oradaki askerler için katliama dönüşmüştü bile. Cılız türk topçu ateşine misliyle cevap veren İngilizler öğleden sonra tepeyi nerdeyse tamamen ele geçirmiş, geri hattaki iki mevziiyi de almışlardı.  Geri çekilen bir avuç asker, sağdaki tepede bulunan arkadaşlarının yanlarına sığınmışlardı.

Karargâh ile bağlantı oldukça zayıftı. Emirler geç geliyor, gelen emirlerde topçu desteğinden yoksun Türk askeri için her seferinde    hüsranla biten karşı taarruzu emrediyordu. Güçlü İngiliz savaş makinesi zorlanmadan sol tepeyi ele geçirmiş, sağ tepeye doğru taarruza hazırlanıyordu. Eğer sağ tepedeki siperler düşerse, köyü almak için çaba sarf etmelerine gerek yoktu. Son direniş   zığındere nin sağ tepesinde  olmak yada olmamak adına yapılacaktı. Aslında ölüm kaçınılmazdı ama savaşmadan ölmektense çarpışarak ölmeyi    yeğliyordu herkes. Akşama doğru, karanlıktan faydalanan Türk birlikleri, donanma ateşinden mahrum kalan İngilizler üzerine hücuma kalkmış, sert çarpışmalardan sonra kaybedilen birkaç mevziiyi geri almışlardı. Ancak İngiliz birlikleri de karşılık veriyor, siperler iki taraf arasında gidip geliyordu.  Tepeyi ilk başta çok kolay ele geçiren İngilizler bu sert Türk direnişi karşısında epey zayiat vermiş ancak, stratejik noktalara tutunmayı dahası yerleşmeyi başarmıştı.

27 HAZİRAN 1915

Dünkü İngiliz saldırısından epey zaaiyatla kurtulan Türk birlikleri, zığındere nin sağ tarafında siperlere gömülmüş, dalga dalga gelen İngiliz saldırılarına karşı direnmeye çalışıyordu.  Birlik mevcudiyetinin nerdeyse yarısını ilk günden kaybetmişti bile. Birçoğu şehit olmuş, bir çoğu da yaralanmıştı. İşler çok kötü gidiyor, her bakımdan üstün İngiliz savaş makinesi Türkleri ezmek için sürekli yükleniyordu. Yenilgi kaçınılmaz gibi görünse de son asker, son kurşuna ve son damla kanına kadar savaşmaya   kararlıydı. ‘’ ya istiklal ya ölüm ‘’

Cafer ağa elde kalan  askerlerine  iyice siper almalarını tembihlerken bölük kumandanı yüzbaşı Akif sürekli savaş karargahıyla  iletişim kurmaya çalışıyor, destek istiyordu. Ancak etrafta yardıma gelebilecek ne bir tabur nede bir bölük dahi yoktu. Türk kuvvetleri azılı düşman saldırıları karşısında kahramanca çarpışıyor ve kendilerine verilen görevi ancak yerine getirebiliyordu. Her bölük, hatta her asker tek başınaydı bu savaşta. Zaten asker sayısı gibi, mühimmat ve silah sayısı da İngilizlerle kıyaslanmayacak kadar kısıtlıydı. Bu zor şartlarda bir mucizenin peşinden giden, binlerce Türk,  karşı koyuyordu.

ZIĞINDERE NİN DOĞUSU – TÜRK MEVZİLERİ

Yakıcı güneş iyice yükselip tepeye ulaşınca, siperler kavrulmaya başlamıştı. Destek alamayan birlikler silah ve mühimmat sorunuyla birlikte sıcak ve susuzlukla da baş etmeye çabalıyordu. Açlık pek umurlarında değildi anca haziran sıcağı mevzileri oldukça hırpalıyordu. Gündüz yoğun biçimde devam eden İngiliz bombardımanına karşı yapacak tek şey tam siper alıp, geceyi beklemekti. Gece karanlığında etkili olmayan topçu ateşi nedeniyle gündüz kaybedilen siperler gece geri alınmaya çalışılıyordu. En azından İngilizlere ağır kayıplar verdirilmişti bir önceki gece.

‘’Ağam susadık biz’’

Sıska Ali nin hiç bitmeyen yakınmalarından biri daha işte dedi Cafer ağa içinden. Bu çocuk kendini hala anasının evinde zannediyor diye düşündü. Ama sonra hak verdi. Savaş dört bir tarafta devam ediyordu ve kapana kısılmışlardı. Takviye gelmediği gibi su sıkıntısı baş göstermeye başlamıştı. Askerler mataralarında kalan suyu damla damla içerek idare etmeye çalışıyorlardı.

Sıska nın bu yakınmasını duymazdan gelip, upuzun siper içinde yürümeye devam etti Cafer ağa. Kah kolu kopmuş bir askere şefkatle yaklaşıp teskin ediyor, kah ruhunu teslim etmiş bir Mehmetçiği taşıyan öbür askerlere talimat veriyordu. Manzara korkunçtu. İnsanlar birbirlerini öldürmek için demire ve çeliğe şekil vermeye başladıklarından bu yana böyle bir çarpışma herhalde olmamıştır diye geçirdi aklından. Siperlerde barut kokusuna kan kokusu karışıyordu. Yaralı askerler eldeki  imkânlarla tedavi edilmeye mecburdu. Anca hafif yaralıların şansı vardı. Kolu bacağı kopanlar, ağır yaralılar için dua etmekten başka bir şey geliyordu ellerinden. Sadece son anlarında onları rahat ettirmek için çırpınıyordu arkadaşları.

Sargı bezi yok, tentürdiyot  yok, ağrı kesici yok ….. ‘’ hey gidi koca Osmanlı… sen ki  donanmasının sicimlerini ipekten ören Osmanlı… düştüğün hale bak…. Namerde muhtaç olmuşuz…. Düşmüşüz… ama kalkarız elbet.. kalkar koşarız yine…. Savaşın korkunç yüzü bu dar ve uzun siperlerde aksediyordu sadece. İstanbul da  gazeteler de yazılıyordu ama okumakla yaşamak bir miydi hiç? Gelip görseler halimizi…

‘’ağam ağam !!!’’

Bir an sıyrıldı Cafer ağa düşüncelerinden.  Yine sıska Ali nin sesiydi bu.

‘’ yine ne var velet’’ sesi kızgın ve sitemliydi.

‘’ iznin olursa gideyim su getireyim ağam. Kimsede su kalmamıştır. Yaralılar su ister, asker su ister, sıcak beynimize geçti ağam, susuz olmuyor ağam, su gerek bize ‘’

Bir an içi parçalandı Cafer çavuş un. Küçücük bedenine sığmayan bir kalbi vardı bu veletin. Hep sızlansa da her işe ilk o koşardı. Saçlarını okşayıp alnından öpmek istedi bir an. Ama yapmadı. Duygularda zafiyet demek ölüm demekti cephede.

‘’ yürü git sen bacaksız’’  diye çıkıştı.  ‘’ sabredin biraz, takviye gelince, su da gelecek, silah ta, mermi de….’’ Diye ekledi. İşte o zaman bu zındıklara göstereceğiz Hanya yı Konya yı ‘’
Söylediklerine kendi de inanmıyordu ama kimsenin umudunu kırmak istemiyordu. Umut onların tek yaşam sevinciydi şimdi. Onu da kırarsa Mehmetçiğin  ruhen çökmesinden endişeliydi.

‘’ çocuk haklı  Cafer çavuş. Ya İngiliz mermisiyle ölücez yada susuzluktan. Ben İngiliz mermisini tercih ederim. ‘’

Yüzbaşı Akif bey in sesiydi. Arkasına döndü Cafer çavuş. Nerdeyse tüm askerler duymuştu onu ve anlamsızca, korku dolu gözlerle ona bakıyorlardı şimdi.

 ‘’ kumandanım ‘’ sesi epey yüksek çıkmıştı. Azarlar gibi. Destek gelecek kumandanım biraz daha sabredelim, dayanabiliriz ‘’

‘’ destek yok Cafer ağa. Destek mestek yok. Biz bizeyiz burada.  Bir silahımız bir de Allah ımız var artık. Karargâhla görüştüm, tüm birlikler kendi başının çaresine bakacak. Kimsenin kimseye yardıma koşacak hali yok. Harp çok sert geçiyor. Tüm birlikler ayakta kalmaya çalışıyor ‘’ dedi, sesi titriyordu, başını öne eğdi, belki dolan gözlerini saklamak için yapmıştı bunu ve ekledi.
‘’ su….. su bulmamız lazım’’

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 19
« Yanıtla #2 : 14 Aralık 2011, 12:03:25 »
merhaba
İyi bir başlangıç. Devamını bekliyorum. Dünya tarihinin en önemli olaylarından birini göz ardı etmemeliyiz...
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı Kanashii Uchiha

  • **
  • 99
  • Rom: 9
  • Melek sesli iblis ve kan damlaları...
    • Profili Görüntüle
Ynt: 19
« Yanıtla #3 : 16 Aralık 2011, 00:59:04 »
Zor bir konu seçimi.
Bana göre elbette. =)  Kimisi alır uçurur belki de bu tip bir konuyu; ama bana göre
yürek isteyen bir çalışma aslını isterseniz.Olur mu?  Neden olmasın! =) Yalnız fantastik öğeleri bu yazınsala nasıl yedireceğinizi merak ediyorum.
Dedim ya zor bir tercih.Güzel olabilir.Yalnız sıkıcılığa kaçmadan götürebilmek önemli.Nasıl bir gidişatı olacak acaba ; olguların eğreti durmasını nasıl engelleyeceksiniz bilemiyorum.Ve görmeyi de çok istiyorum.
Arayı uzatmazsınız umarım =))

* Mini not: Bir kaç nokta da "türk askerleri", "türk mevziileri" vb. gibi küçük harf yanlışlıkları dikkatinizden kaçtı sanıyorum.
örnek:"Bir an içi parçalandı Cafer çavuş'un."
Tutunabilecek her şeyin yok olduğunda var olursun...Gerisi sadece suretlerin karmaşası!

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: 19
« Yanıtla #4 : 08 Şubat 2012, 12:19:56 »
Akif bey, Cafer Ağa yı koluna takıp, siperin içinde yürümeye başladı.

‘’Bak ağam, su getiremezsek,  şu garibanların çoğu yarına çıkmaz.’’

 Siperin içinde bitap düşmüş, yaralı askerlere şöyle bir göz gezdirmişti bunları söylerken. Başını salladı Cafer Ağa.

’’ Ne yapıp edip, su getirmeliyiz. Bu şartlarda bu muharebeyi kazanmamız imkansız ama direnmeye devam etmeliyiz, Allah tan umut kesilmez, belki birileri yardımımıza gelir.’’

‘’Doğru dersin  Beyim’’  dedi Cafer Ağa. ‘’Halledelim bu işi.’’

Dolu dolu gözleriyle Cafer ağaya baktı Akif bey.

‘’Ağam, en güvendiğin adamlardan bir manga yap. Bir tane at ver onlara, sessizce gidip gelecekler. Muhtemelen gelemeyecekler ama biz denemek zorundayız. Düşman susuz kaldığımızı biliyor. Zaten bizi boğmak için bugün olmazsa yarın hücuma kalkacaklar,  öyle sanıyorum ki, suyun başında pusudadırlar. Ama çaremiz yok, denememiz lazım, su lazım bize…’’

‘’Merak etme beyim’’ dedi Cafer ağa, gür sesi titriyordu ama inançlı gözüküyordu. ‘’Evelallah alıp geleceğiz suyu. Bi yolunu buluruz.’’

2 SAAT SONRA

18 asker Akif beyin karşısında esas duruşta can kulağı ile onu dinliyordu şimdi. Akif bey gidecekleri görevin meşakkatini anlatıyordu onlara, ‘’gidip te gelmemek, gelip te bulmamak var’’  dedi son olarak. Şahadet kesindi ama zamanını bilmiyordu kimse, ha burada siperde, ha suyun başında ne fark eder ki dedi, askerlerden biri. Herkes göz yaşlarını saklamaya çalışsa da pek başarılı olamıyorlardı. Su diye inleyen yaralılar, onları kamçılıyordu adeta.

Sıska Ali nefes nefese Akif bey in önüne düşüverdi birden. Eğilip kolundan yakaladı onu Akif bey, ‘’ne oldu evlat, ne bu telaşen’’ diye ekledi. Nefes almaktan zar zor konuşuyordu Ali. ‘’Kumadanım’’ dedi zorlanarak. Biraz bekledi, ‘’ben de… ben de gitmek istiyorum. Bırakmazsanız kaçar yine giderim’’ diye ekledi, gözlerini Akif bey in gözlerine dikerek. İtiraz etmesine fırsat bırakmamıştı bu sözler Akif beyin. Babacan bir tavırla gülümsedi, başını okşadı Ali nin. Olur manasında başını salladı..

……..

Teneke mataraların yerine toprak testiler yüklenmişti atın eğerine. Koca koca testilerin altında kaybolmuştu zavallı at ama şikayetçi değildi halinden. Sanki olanı biteni o da anlamış gibiydi. Çevik ve diri duruyordu. Zaten birliğin elinde ki en iyi attı. Nallarına gürültü çıkarmasın diye çaputlar bağlanmıştı.  Sıska Ali ile birlikte 19 cesur adamın peşine düştü at, Ali çekiyordu onu yularından. Yavaş yavaş ilerdeki ormanda gözden kayboldular…

Güneş batalı 1 saat kadar olmuştu. Sık orman daha bir karanlıktı. 19 adam,  nerdeyse nefes bile almadan yürüyordu. Uzaklardan tek tük silah sesleri çalınıyordu kulaklarına. Düşmanın Türk siperlerine açtığı taciz ateşi olmalıydı bu. Her gece yapıyorlardı çünkü. İlk gün onlar da karşılık vermişti ama sonra hem mühimmat sorunu hem de düşmana ipucu vermemek için Akif Bey kesin emir vermişti, ateş edilmeyecek diye.

Gölet in yakınlarına geldiklerinde, hiç su sesi gelmediğini fark ettiler. Dinlediler ama, akan suyun şırıltısı duyulmuyordu. Yollarını kaybedip yanlış yere gelmiş olabileceklerini düşündüler önce, içlerini bir korku sardı, bu zaman kaybı demekti.. ölüm demekti geride bıraktıkları için. Manganın başındaki Mehmet Onbaşı Ali ye işaret etti. Çocuk yıldırım gibi yanı başında bitiverdi. Fısıldayarak konuşuyorlardı şimdi.

‘’Ali git bak bakalım, şu tepeceğin ardında olmalı gölet. Yoksa yanlış mı geldik. Su sesi duyulmuyor. Çabuk ol, görünme kimselere, sessiz ol.’’

 Başını salladı sadece Ali, ok gibi fırladı. Birkaç metre yüksekliğe anca ulaşan tepeyi aşıp gözden kayboldu. Bir asır gibi geçen 10 dakikanın ardından yine yıldırım gibi yanı başında bitiverdi Mehmet Onbaşının.

‘’Ağam, su akmıyor. Yukardan ya önünü aldılar duyun ya da yönünü çevirdiler. Gölette su var ama, yeterde artar bile. Etrafta kimseler yok, iyice kolaçan ettim. Hadi suyumuzu alıp gidelim.’’

Gözleri parladı Mehmet Onbaşının, eliyle birliğine işaret etti, hızlıca tepeye tırmanıp gölet in kenarına indiler. Her biri tetikteydi, çöktüler, bir süre etrafı dinlediler, gözetlediler. Kimseler yoktu gerçekten de. Suyu kesmenin yeterli olacağını düşünmüş olacaklardı ki, pusuya yatan olmamıştı düşmandan.
Hızlı ve sessizce testileri indirdiler atın sırtından, gölet in kenarına dizdiler. Bir anda hepsi birbirine bakakaldı. Günlerdir kana kana su içmediklerini hatırladılar, aralarında gizli bir iletişim varmışçasına hepsi birden suya daldı. Çıkan sesten kendileri ürktü. Her şeyi berbat edebilirlerdi. Düşman o sesi duyarsa az sonra yanı başlarında bitiverirdi. Hepsi aynı anda hareketsiz kaldı yine. Eller tetikte gözler etrafı kaplayan çalılık ve ağaçlıktaydı. Birkaç dakika böylece kaldılar. Yine gelen giden olmadığından emin olduklarında, kafalarını suya gömdüler. Patlayıncaya kadar su içmek istiyorlardı. İçtiler de.

Kendilerinden geçmişlerdi adeta. İçlerinde fırtına patlıyor ancak çığlıklarını içlerine hapsediyorlardı. Yarabbim kimseyi susuzlukla imtihan etme diye dua etti içinden Mehmet Onbaşı. Sırılsıklamdılar, çocuklar gibi eğleniyorlardı. Ne için buraya geldiklerini unutmuş gibiydi hepsi.  Aklını başına topladığında, el işaretiyle sudan çıkmaları emrini verdi Mehmet onbaşı. Yaptıklarından utandılar, eğlenme zamanı değildi şimdi, silah arkadaşları su bekliyordu.

Hızlıca testileri doldurmaya başladılar. Kimisi avuçlarıyla doldurmaya çalışıyor, kimisi testiyi suya yatırıp dolduruyordu. Arı gibi çalışıyorlardı. Bir an önce sipere dönmek tek amaçlarıydı.

Suya düşen büyük bir kayanın çıkardığı sese benzer bir sesle irkildiler. Herkes sağına soluna bakarken. Sesin aynını bir kez daha duydular. Askerlerden ikisi boylu boyunca suda yatıyordu. Hemen tam siper alıp silahlarına davrandılar. Ama silah sesi duymamıştı ki kimse… vurulmuş olsalar, silah sesi  duymaları gerekirdi. Olana bitene anlam verene kadar öylece kaldılar.

Az ilerde, tam siper yatmakta olan askerlerden biri sendeleyerek ayağa kalkmaya çalışırken yüzü koyun yere kapaklandı, bir diğeri dizlerinin üstünde, ciğerleri sökülürcesine kusuyordu. Kalkıp arkadaşlarına yardım etmek isteyen 3 asker, peşi sıra un çuvalı gibi yığılıp kalmıştı şimdi. Kimse olana bitene anlam veremiyor, herkes arkadaşına yarıma koşmaya çalışıyordu. Ama bir çoğu çamur deryasında düşüp, hareketsiz kalıyordu. Zehirlendiklerini anlamıştı Mehmet onbaşı. ‘’Su zehirli ‘’ diye haykırdı ama artık çok geçti. 

Hareket kabiliyetini kaybettiğini anladı çok geçmeden. Her yeri uyuşmuştu. Elleri yoktu sanki. Bacaklarını hareket ettiriyor ancak hissetmiyordu. Göğsünde kor ateşler yanıyordu adeta. Gözlerinden  alev fışkırdığını zannetti. Ayağa kalkmaya çalıştı, hemen yanında sadece gözlerini kırpabilen Ali nin üstüne kapaklandı, bir gayret daha göstermek için, elinden destek aldı ama başaramadı. Yüzü çamura gömüldü. Artık harekette edemiyordu. Gözleri açıktı ama her şey gitgide daha da kararıyordu. Usulca gözlerini yumdu, kelime-i şahadet getirdi içinden. Köydeki nişanlısı belirdi bir an karşısında, sonra annesi. Babası kim bilir hangi cephedeydi. Belki de ölmüştü. Ona kavuşacağını düşündü, mutlu oldu, siluetler kayboldu önce gözlerinin önünden, ardından nefesi… 19 adam toprakla bir olmuştu şimdi. Çamur deryası hepsini yutmuş gibiydi. Sanki yeriniz burası der gibi kollarını açmıştı onlara. Sarıp sarmalamıştı…

Sadece at hayattaydı, tek tek dolaştı yerde yatan adamları, kokladı, burnuyla dürtüp uyandırmak istedi ama çabalarının beyhude olduğunu anlamış gibiydi. Usulca birkaç adım geri gitti. Yavaşça arkasını dönüp, ağaçların ardında kayboldu…

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: 19
« Yanıtla #5 : 10 Şubat 2012, 10:13:22 »
Akif Bey in başı dönmüştü, siperin içinde bir sağa bir sola yürümekten. Dünya ile olan bağlantısı kesilmişti adeta. Tek düşündüğü, 19 adamdı. İçinde ki korku, umuttan daha büyüktü. Allah ım yardım et diye feryat ediyordu içinden. Siperin bir köşesine çökmüş,  tabakasında ki son tütünü sarmaya çalışan Cafer Ağa, istifini bozmadan, ‘’ Yeter kumandanım’’ dedi. ‘’Her şey olacağına varır, içinizi ferah tutun, aslanlar gibi geri dönecekler inşallah. Yiyip bitirdiniz kendinizi…’’

Gerçek hayata geri döndü birden Akif Bey, etrafında olan bitenden o kadar sıyrılmıştı ki, inleyen askerlerin sesi doldurdu birden kulaklarını. Tarifsiz acılarla dolu siperlerin acımasız gerçekliğinde buldu kendini birden.

‘’ gelmiş olmaları lazımdı Ağa, geciktiler… başlarına bir hal gelmemiş olsa bari. Gidip baksak mı?

‘’ gelirler, Bey’im siz sakin olun, kumandan sizsiniz, siz böyle yaparsanız askerler ne yapsın. Oturun bi soluklanın, gelecekler inşallah sağ salim. Suyu da getirecekler.''

Gözler ormanın başladığı noktaya kilitleniyordu sık sık. Ağaçların arasından sıyrılıp gelecek 19 asker  gözlüyordu herkes ama, bir türlü çıkıp gelmemişti hiç kimse. Tek dertleri ölüme giden arkadaşlarıydı, suyu düşünen yoktu, biliyorlardı ki onlar sağ salim dönerlerse su da yanlarında olacaktı muhakkak. Elleri boş dönmezdi hiçbiri.

‘’ ağaçların arasından süzülen bir karartı heyecanlandırdı hepsini. Başlar siperden dışarı çıktı.

‘’ geliyorlar’’ diye bağırdı biri.  Geliyorlar kumandanım ‘’

Akif bey sipere tırmandı, her an kafasına yiyebileceği mermiyi hiç hesaba katmaksızın. Gözlerini ağaçlığa odakladı. Kendilerine doğru gelmekte olan atı fark etti. Peşi sıra gelmekte olan askerleri gördü ardından. İçini bir sevinç kapladı, haykırmak istedi ama yapmadı. ‘’ Geliyorlar, aslanlarım… geliyorlar, su geliyor’’  diye yüksek sesle seslendi tüm sipere. Kimseden olumlu bir tepki gelmedi oysa. Şaşırdı Akif Bey, herkes bu anı bekliyordu oysa. Askerler geliyordu, su geliyordu.

Tırmandığı yerden atlayıp siperin doğu ucuna doğru koşarak gitti, ‘’geliyorlar’’ diye bağırıyordu.
Cafer Ağa gözlerini kısarak bir kez daha baktı gelenlere ama anlam veremedi. Ağaçlıktan sıyrılmış kendilerine doğru gelen tek şey at tı. Ama onun da sırtında ne su testisi vardı, ne de ardında asker. Tek başına ağır adımlarla onlara doğru geliyordu. Hemen Akif Bey in peşine düştü. Siperin ucunda zor yakaladı, yoksa Akif bey kendini siperden dışarı atıp ata koşacakmış gibi görünüyordu. ‘’Kumandanım At’’  dedi. ‘’Sadece at var, su yok, asker yok.’’ Sesi çatallı çıkıyordu, gırtlağında düğümlenen hıçkırıkların eseriydi bu. Gözleri doldu, boşaldı. Tutmak için çaba sarf etmiyordu.

Akif Bey bilincini yitirmiş gibiydi. Geldiler, aslanlarım benim diye sayıklamaya başlayınca, okkalı bir şamar patlattı  Cafer ağa. Şamarın etkisiyle sendeleyip yere yapıştı Akif Bey.

Kumandanım!!!! Kumandanım!!!!  Kendinize gelin !!!

Suratında patlayan şamarla kendine gelmiş gibi görünüyordu yerde yatmakta olan Akif bey, korku ve şaşkınlık dolu gözlerle Cafer ağaya bakıyordu şimdi. Geldiler, gidip karşılayalım.

Cafer ağa gözlerinden süzülen yaşları  silip, ‘’ kimse gelmedi, su gelmedi. Sadece at. Duyuyon mu beni kumandan sadece at geldi. Öldüler… öldüler…’’  sesi giderek fısıltıya dönüştü… ve ardından hıçkırıklar  duyuldu. Herkes olduğu yere yığılıp kaldı. Kimisi dizlerinin üzerinde, kimisi sırtını dayadığı duvardan destek alarak ayakta kalmaya çalışıyordu. At usulca siperlerin yanından geçip, gitti  taa ki, karargah olarak kullanılan, siperlerin daha gerisinde kurulu çadıra varıncaya dek yürüdü ve orada durdu.

Kıpkırmızı gözlerle Akif Bey e bakıyordu Cafer Ağa. Adam aklını yitirmiş gibiydi. Boş gözlerle etrafta olan bitene anlam vermeye çalıştığı belliydi. Sonra elleriyle saçlarını çekmeye başına vurmaya başladı. Tükürükler saçarak haykırıyordu ama kimse ne dediğini anlamıyordu. Askerler tedirginlikle birkaç adım geri gittiler. Akif Bey kafa derisini yüzmeye çalışıyor gibiydi, tam bir çıldırıştı belki de. Cafer ağa hüznünü bir yana bırakıp, ellerine sarıldı Akif Bey in. Kendine zarar vermesini engellemek istiyordu, başarılı olamayacağını anlayınca ona sıkı sıkı sarılıp kendisiyle birlikte yere yuvarladı. Göğsünün üzerine oturdu dizleriyle kollarına basıyordu. İki okkalı şamar daha patlattı Akif Beyin suratına. Adamın krizi bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya dönüştü.
‘’ ben öldürdüm onları’’ dediği artık net biçimde duyuluyordu. Kendini suçluyordu. ‘’Ben yaptım, ben öldürdüm, ben gitmeliydim….’’  Keşkelerle dolu bir  yığın lafın ardından Cafer ağa nın gök gürlemesini andıran sesi duyuldu.

‘’ YETER!!!!’’ Sen kumandansın. Zayıf insan mısın ki karı gibi zırlıyorsun. Hepimiz ölmeye gelmedik mi buraya. Şehit oldu hepsi, yapmak için geldikleri şeyi yaptılar, şehit oldular, kendine gel be adam, asker gibi davran, ana kuzusu gibi değil.’’

Akif Bey in hıçkırıkları yerini derin ve sık nefes alıp vermeye bırakmıştı. Gözleri kan çanağını andırıyor, saçları darmadğın biçimde yüzüne dökülüyordu. Nefes alış verişleri normale dönmeye başladı az sonra. Dişleri sıkıyordu defa, yumruklarını öyle sıkı yapmıştı ki, tırnakları  avcunu kanatıyordu.

‘’ Kumandanım dedi Cafer ağa. Ya şimdi ya hiç. Burada öleceğimiz kesin. Ya burada bekleyip fareler gibi açlıktan öleceğiz, yada düşmana taarruz edip, götürebildiğimiz kadarını da yanımızda götüreceğiz.  Asker size güveniyor, emir verin, bizler ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz.’’

Sadece başını sallıyordu Akif Bey. Biraz daha sabır dedi sessizce. Bekleyin,  hepinizi buradan kurtaracağım. Hışımla kalktı çamurun içinden siperin arka tarafından kendini dışarı attı, onu tutacak zamanı bulamamıştı Cafer Ağa, hızla ata doğru koşuyordu Akif Bey. Siperden birinin çıktığını gören, İngilizler, mermi yağdırmaya başlamıştı, Akif Bey in üstüne. Ama tutturamamışlardı. Sonra ateş etmekten vazgeçtiler. Ata ulaşan Akif Bey, hışımla atın terkesine atlamak için hamle yaptı, sonra vaz geçip çadıra daldı, az sonra dışarı çıktığında, bir elinde tabancası, belinde kılıcı vardı. Atına bindi, kılıcını çekti,ve olanca gücüyle mahmuzladı atı. Bütün gücüyle öne atıldı at, ciğerlerini parçalarcasına koşmaya başladı, Akif Beyi sadece izliyordu siperdekiler, bu yaptığına anlam veremediler, daha doğrusu idrak edemiyorlardı şu an yaşananları, kumandan tek başına İngiliz siperlerine taarruza kalkmıştı.

‘’ Allah Allah’’ nidalarıyla önce Türk siperlerini geçti, kurumaya yüz tutmuş çayı ardından. İlk İngiliz siperine yaklaşırken, şaşkın İngilizler bu adamın ne yaptığına anlam vermeye çalışıyordu adeta. Kısa süre sonra kahkahalar işitilmeye başlandı. Bu deli onları çok eğlendirmişti. İlk önce birkaç el tüfek sesi duyuldu ama at süvarisiyle birlikte kendilerine doğru yaklaşmaya, yamaca tırmanmaya başlayınca ön siperden kulakları yırtan bir gürleme duyuldu. İngiliz makinelisi VİCKERS in sesiydi. Taarruza kalkan Türk askerinin her cephede en çok canını yakan ölüm makinesiydi vickers. Etiyle kemiğiyle hücum eden Türk askerini adeta biçen en çok zayiat verdiren silah yine iş başındaydı. Dört nala koşmakta olan at Akif Beyle birlikte yere yuvarlandı. Attan birkaç metre öteye düşen Akif Bey, sersemlemiş, yaralanmıştı. Silahını bulamıyordu ama kılıcı yakınındaydı. ‘’Kahpeler’’ diye bağırdı. Ruhunu teslim etmek üzere olan atına bakarak. Bilerek atı vurmuştu İngilizler.

Sendeleyerek doğruldu kılıcına uzandı, havaya  kaldırdı birkaç adım atıp, yere yuvarlandı, tekrar kalktı, birkaç adım ve aynı akıbet…  son bir gayretle tekrar doğruldu, İngilizlerin şen kahkahaları her yeri dolduruyordu. Çok komik bulmuş olmalılardı bunu.

Geride Türk siperlerinde herkes dehşetle olan biteni izliyordu. Bu nasıl bir işkenceydi böyle? Siperden çıkıp ileri atılmak isteyen birkaç askere mani olmuştu hala soğuk kanlı davranabilen arkadaşları.

Akif Bey kılıcını bir kez daha kaldırdı, az ilersinde tanıdık bir metal gördü. Az önce kaybettiği tabancasıydı bu, sendeleyerek birkaç adım attı, eğilip tabancasını aldı ve İngiliz siperlerine doğrulttu...

İngilizlerin kahkahaları birden durdu. Kısa bir sessizlik doldurdu bu kez ortalığı ve altı patların sesi duyuldu.

Ardından vickers  ölüm kustu… binlerce İngiliz ve Türk askerinin tam ortasında, elinde bir tabanca ile taarruza kalkan Akif Bey in vücudu, isabet eden metallerin etkisiyle geri savruldu. Öyle yoğun bir ateş kusuyordu ki bu silah, nerdeyse parçalarına ayrıldı Akif Beyin vücudu. Manzara korkunçtu. Şaşkınlık, korku, nefret bütün duygular birbirine girdi Türk siperlerinde. Rıhları çekilmişti askerlerin adeta. İngilizler de farklı değildi. Bu adam deli miydi yoksa bir kahraman mı?  Herkes bir şeyleri sorgularken, cepheye çöken sessizlik bir kez daha yarıldı. Bu kez ne bir silah nede bir kahkahaydı bunu yapan. Kimse o kapkara bulutların ne zaman gökyüzünü kapladığının bile farkında değildi. Ardı ardına çakan şimşekler, sessizlikle birlikte, insanın kulaklarını da yırtıyordu adeta. Kafalar gökyüzüne çevrilmişti şimdi,  bu yaşanalar kabus muydu yoksa,  insanın idrak edemeyeceği bir geçeklik mi? Şimşek seslerine bir ses daha eklenmişti şimdi. Bu kez ağaçların başladığı yere çevrildi gözler. Siluetler üçer beşer ağaçlardan sıyrılıp, İngiliz siperlerine doğru akıyordu.

1..2…3…4…. tam ondokuz insan Allah Allah nidalarıyla, rüzgar gibi İngilizlerin üzerine koşuyordu. Türk siperlerinde hayat durmuştu adeta. Askerler orda ama akılları yok gibiydi. Gördüklerine anlam vermek gibi bir çabaları olmadı, çünkü hepsi  gerçekle rüya arasında arafta kalmış gibiydiler. Konuşmuyor, başka hiçbir şey duymuyor, bakıyor ama görmüyor gibiydiler. Önlerinde bir süredir cereyan eden tuhaflıklara kapılmış, gerçeklikten kopmuşlardı.

İkinci şok dalgasını atlatan İngilizler, üzerlerine gelen bu grubu durdurmak için harekete geçti. Vickers bu kez delirmiş gibi üzerlerine gelen bu gruba doğruldu. Silahı kullanan asker tetiğe bastı… bastı…bastı.

Ortalık toz ve barut dumanıyla kaplandı, ama bir garipli hissi sardı İngiliz kumandanı. Çoktan biçilmiş olması gereken grup hala koşarak üstlerine geliyordu. Okkalı bir şamar indirdi silahı kullanan askerin kafasına ve tekmeledi. Silahın başına kendisi geçti, tekrar tetiğe bastı. Değişen bişey olmadı, uğultu büyüyerek kendilerine doğru hızla geliyordu.

Türk siperlerinde şaşkınlık yerini heyecana bırakmıştı. Yaşıyorlar diye bağırdı biri. Dualar şükürler yankılandı siperlerde.

Cafer Ağa nın aslan kükremesini andıran haykırışı duyuldu. ‘’Aslanlarım hücuuummmmmm!!!!!’’
Hazır İngilizlerin dikkati başka yöne kaymışken taarruza kalkmak yapılacak en iyi şeydi. Burada oturup ölmeyi beklemek dışında bir alternatifti. Üçer beşer hareketlenen askerler siperden çıkıp Allah Allah nidalarıyla İngiliz siperlerine hücuma kalktı. Nefes alıp veren her asker nerdeyse hücuma katılmıştı. Ayağından ağır yaralı bir asker derme çatma koltuk değneğiyle koşmaya çalışıyordu. Birler beş oldu, beşler elli, elliler beş yüz…. Top yekün taarruza kalkan Türkleri gören İngilizler paniklemiş, rastgele ateş açmaya başlamıştı. Bu arada tehditkar bulutlar ilk damlaları bıraktığında, tenlerine temas eden, günlerdir sayıkladıkları suyla bütünleşen askerler kamçılanmışçasına daha bir hiddetle koşuyordu şimdi. Vurulan düşen, ölmemişse kalkmaya gayret edip, son nefesini verene dek hücuma devam ediyordu.

İngiliz siperlerine dalan 19 kahraman, adeta siperi yerinden oynatıyordu şimdi. Silah sesleri yoğun ve çığlık çığlığaydı herkes. Türk birliği siperlere ulaşmaya çalışırken, silah sesleri giderek azalıyor, çığlıklar haykırışlar korku dolu bağırtılar kulaklarda çınlanıyordu.
Ön siperde sesler git gide azaldı ve sonunda hepten kesildi. Türk birliği sipere vardığında, manzara dehşet vericiydi. Siper üst üste yığılmış İngiliz cesetleriyle dolup taşmıştı adeta. Toz ve duman bulutunun içinden yamaca doğru koşan birileri seçiliyordu zor da olsa. 19 kahraman yamaçtaki ikinci sipere hücum ediyordu şimdi. Cafer ağa tekrar hücum emrini verdi, geriden gelen Türk birliği, 1 9 kahramana yetiştiğinde ikinci siperde, can pazarı yaşanıyordu. Patlayan silahlar, çarpışan süngü sesleri ve çığlıklar. Kan ve barut kokusu doldurmuştu her yanı.

Olan biten karşısında dehşete düşen İngiliz geri birilikleri tepedeki siperlerden çıkarak yamacın diğer tarafına doğru kaçmaya başlamıştı şimdi. İngiliz komutanlar korku içinde kaçmaya çalışan askerlerine salyalar saçarak mukayyet olmaya çalışırken, bir yandan da saldırmaları için emirler veriyordu. Komutanlarını dinleyen az sayıda ki İngiliz için hayat çok uzun sürmüyordu. İki tarafta ağır kayıplar verirken, siperlerden sökülen İngilizler, sahile kaçıp açıkta bekleyen İngiliz donanmasından medet umuyordu artık.  Tepedeki son İngiliz de can verdiğinde, Cafer Ağa  ağır kayıp vermiş harap ve bitap birliğini durdurdu. Şimdi tepeden bakınca, sahile akan insan selini net biçimde görebiliyordu. Peşlerinden gitseler, korkmuş ve başıboş kalmış bu birliği ezebilirlerdi ama, açıktaki İngiliz donanması kendi askerlerini de öldürmek pahasına ateş açabilirdi.

Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken, bu mucizeye şükreden askerler, ağızlarını yağmur suyuyla doldurmak için çabalıyordu. Sevinç çığlıkları, tebrikler kutlamalar sürerken, İngiliz donanmasının demir gülleleri siperlere yağmaya başlamıştı yeniden. Herkes yine siperlere gömülmüş, az önceki sevinç çığlıklarının yerini küfürler almaya başlamıştı. İngiliz gemilerinden indirilen yüzlerce filika sahile doğru yol alırken, bunun koruma ateşi olduğunu anlamıştı Cafer çavuş. Beklemekten başka yapacak bir şey yoktu onlar gidene dek bekleyeceklerdi.


Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: 19
« Yanıtla #6 : 13 Şubat 2012, 09:52:44 »
Türklerin sahile akan İngiliz askerlerine ilişmeyeceğini anlayan donanma, ateş etmeyi kesmişti şimdi. İsteseler  günlerce bombalayabilirlerdi ama bunun bir faydasının olmayacağını biliyorlardı. Karadan işgal başarılamadığı sürece, Çanakkale yi geçip İstanbul u işgal etmek imkansızdı.
Haberci nefes nefese Cafer Ağa nın yanına geldi. Heyecanlı ve mutlu görünüyordu.

‘’Ağam, haber geldi, bizimkiler 3 bölükle buraya geliyorlar. Takviye geliyor ağam’’

Savaş burada şimdilik bitmişti ve mevcudiyeti çok azalan birliğe takviye gelmesi iyiydi. Keza tekrar çıkartma yapmaları en azından denemeleri kaçınılmazdı. İçi rahatlamıştı biraz.
‘’ top ta getiriyorlar ağam, makineli de varmış…’’

Başını salladı Cafer Ağa,’’ iyi…iyi’’

Son İngiliz de filikaya binip, sahili terk ettiğinde birkaç top mermisi daha ateşlendi İngiliz zırhlılarından. Bunlar taciz ateşiydi elbette. Giderayak birkaç Türk ü öldürmek kardır mantığıyla yapılıyordu ama etkili olmamıştı.

Bir saat önce yaşananlar artık yerini usul usul yağan yağmurun getirdiği dinginliğe bırakırken, siperlerden çıkıyordu şimdi askerler. Ceset tarlasına dönmüş yamaç ve siperlerde, hayatta kalan olup olmadığını kontrol ediyordu herkes. Şehitler aşağıya taşınıyor, İngiliz ölüleri ayrılıyor, yaralı İngilizler başka bir alana taşınıp elden geldiğince tedavilerine çalışılıyordu. Heyecan ve coşku yerini hüzün ve yorgunluğa bırakmıştı.  Siperler arasında dolaşan Cafer Ağa çok önemli bir şeyi unuttuğunu fark etti.

‘’ nerde onlar ? ‘’ dedi yanındaki askere. Aslanlarım nerde ? 19 kahramanı arıyordu gözleri etrafta.  Sanki hiç olmamışlardı, kimse onları görmemiş gibiydi. Yamaçtan aşağı doğru hızlı adımlarla düşmemeye gayret ederek inmeye başladı Cafer Ağa. Az ilerde, bir insan kümesinin daire oluşturmuş vaziyette çömelmiş olduğunu gördü. Adımlarını hızlandırdı ve yanlarına gitti.
İyice yaklaştığında az önce aramakta olduğu 19 kahraman ın, Akif Bey in naşının başında dua ettiklerini gördü. En azından ellerini senaya açmış, başları göğüslerine gömülmüş hareketsiz durdukları için bu kanıya varmıştı ki, biraz daha yaklaştığında bunun doğru olduğunu fark etti. Bekledi, askerler, hep bir ağızdan ‘’ amin’’ diyerek usulca doğruldular.  Onlar ayağa kalkınca, Akif Bey in naşını gördü Cafer Ağa, kalbi sıkıştı, kan gölünün ortasında yatıyordu Yüzbaşı, tabancası hala elindeydi ve kılıcı göğsünün üzerinde duruyordu. Askerlerden birisi koymuş olmalıydı onu oraya.

Kısa bir sessizliğin ardından, duygularında sıyrılıp, kendisine arkası dönük askerlere seslendi.

‘’ Aslalarımmm, koçlarım..’’

Usulca döndü  askerler, kim olduklarını seçmek nerdeyse imkansızdı. Gözlerinin beyazı dışında görünen  bir yerleri yoktu adeta. Çamur, kan ve isle kaplanmışlardı tepeden tırnağa.  Sadece Sıska Ali yi tanıdı. Onu da çelimsizliği ayırt ediyordu diğerlerinde. Ona doğru yaklaştı. Başını ellerinin arasına alıp göğsüne bastırdı şefkatle. ‘’ koçum, aslanım’’ diye sayıklıyordu. Sonra çömeldi, yüzü gözü seçilmeyen Sıska Ali nin yüzünü temizlemeye çalıştı elleriyle ama beyhude bir çabaydı bu. Derisinin yerini bu çamur ve is tabakası almıştı adeta.

Gözlerinin içine baktı, hüzünlü gözlerle ona bakıyordu Ali. Yanaklarını okşadı. Küçük çocuk sırıl sıklamdı ve buz gibi olmuştu.
‘’ üşümüşsün Velet’’ dedi gülerek. Hastalanacaksın, sen bize lazımsın lan kerata’’
‘’ üşümüyorum’’ dedi Ali. ‘’ üşümüyorum ağam…içim yanıyor…üşümem ben artık bi daha’’

Çömeldiği yerden doğruldu Cafer ağa, karşısında insan üstü bir çabayla, düşmanı sarsan  kahramanlar sessizce ama gururla ona bakıyordu. Hepsini tek tek kucakladı.
Askerin birine seslendi,

 ‘’bu adamları çadıra götürün, bulabildiğiniz yeni, sıcak tutacak ne varsa bulun, İngiliz siperlerine bakının, bot elbise ne bulursanız toplayın, çorba kaynatın, çay kaynatın, de haydi’’

Asker verilen emri uygulamak için, birkaç arkadaşına seslendi, onlar siperlere dalarken, 19 asker, silahları ellerinde, ağır adımlarla çadıra doğru yola koyuldular.

---1 SAAT SONRA ---

Çatışmalara yetişmese de mevcudiyetleri, İngilizleri buradan uzak tutmak için bir sebep oluşturan takviye birliğin öncüleri dört nala geçip gittiler çadırın önünden. Başlarında binbaşı Hikmet Bey vardı. Siperlerin arasından geçerken, askerler gıpta ile bakıyorlardı kendilerine. Botları yeni, üniformaları tertemizdi.

‘’ bu kahraman birliğin kumandanı kim?’’

Hikmet bey in sorusunu, Cafer Ağa yanıtladı.

‘’ emredin kumandanım’’

Hikmet Bey, karşısında duran adamı şöyle bir süzdü, hiç kumandan gibi görünmemişti gözüne. Cafer Ağa aklını okumuşçasına, Kumandanımız Akif Bey Şehit oldu kumandanım, birliğin idaresini ben aldım’’

Başını salladı Hikmet Bey, atından indi, topuklarını sertçe birbirine vurup selam verdi, bu hareket karşısında paniğe kapılır gibi oldu Cafer Ağa, aynını o da yaptı. Ve dağı taşı inleten sesiyle tekmilini verdi.

Elini uzattı Hikmet Bey tokalaştılar, ‘’ vatan sizinle gurur duyuyor Cafer Ağa ‘’dedi.
‘’ vatan sağolsun beyim’’ diye cevap verdi, utanmış görünüyordu. Hayatı boyunca kimse onunla gurur duyduğunu söylememişti.

‘’ Nedir  vaziyet ‘’

‘’ kaybımız çok kumandanım. Birliğin yarısından fazlasını şehit verdik, kalanalrın da yarısı yaralı, çok şükür ki düşmanı defetmeyi başardık’’

‘’ Allah sizden razı olsun ağa’’

‘’vatan sağolsun beyim’’

Cafer ağa olanı biteni  Hikmet Bey e anlatıyordu. Taarruzu, su için gidip öldü sanılan 19 askerin yaptıklarını… her şeyi anlattı.

‘’ bu kahraman evlatlarımızı bizzat görmek isterim nerdeler şimdi?

‘’ çadırdalar kumandanım, istirahat etmeleri için çadıra yolladım hepsini, temizlensinler paklansınlar diye’’

‘’ iyi yapmışsın ağa, gidip görelim bu kahramanları’’

Cafer ağa askerlerden birini yanına çağırıp çadıra gitmesini istedi.

‘’ koş haber ver kumandanım kendileriyle görüşecek’’

Asker emri alır almaz koşarak çadıra doğru gözden kaybolurken, Cafer ağa ve hikmet bey yavaş yavaş çadırın yolunu tuttular.
Az sonra, asker koşarak, telaşlı bir şekilde hikmet bey ve Cafer Ağa nın yanında gelip durdu.

‘’ kumandanım… Uyandıramadım..’’ gözlerinden akan yaşları  saklamak istercesine başı öne eğikti askerin.

‘’ noldu oğlum…kimi uyandıramadın’’ diye sordu hikmet bey.

‘’ Mehmet onbaşı kumandanım… uyanmadı.. şehit olmuş galiba’’

Cafer ağa ve hikmet bey birbirlerine bakakaldılar.

 ‘’ nasıl olur oğlum, hiçbir şeyi yoktu ???’’
Uyandırmak istedim ağam, uyandıramadım, koştum sıhhıye çavuşuna haber verdim sonra da buraya koştum ağam’’

Hikmet bey ve Cafer ağa şaşkınlık içersinde, hızlı adımlarla başladıkları yolculuklarına koşarak devam ettiler. Çadırın önüne geldiklerinde,  onlarca askerin çadırın önünde toplandığını gördüler.
Kalabalığı yararak çadıra yaklaşan ikiliyi, sıhhıye çavuşu İbrahim karşıladı. Üzgün olduğu her halinden belli oluyordu.

‘’ Başımız sağolsun kumandanım ‘’  diyebildi İbrahim çavuş.

‘’ başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu Cafer ağa, anlam verememişti, sapasağlam çadıra gönderdiği adam nasıl olur da ölürdü ?

‘’ titreyen sesiyle,  Mehmet onbaşı dedi Cafer ağa, iki damla yaş süzüldü gözlerinden. Mehmet onbaşı mı?

‘’ hepsi ağam’’

‘’neyyyy’’ diyebildi Cafer ağa sadece. Ne diyon sen İbrahim çavuş???

Bu şok fazla gelmişti Cafer ağa ya, ne diyon sen diye haykırıp duruyordu, sendeledi sonra ve yere kapaklandı. Hikmet bey, koluna girip ayağa kaldırdı ama ayakta durabilecek gücü kalmamıştı Cafer ağa nın.

‘’ hepsi şehit olmuş ağam. Başımız sağolsun’’ dedi, kısık sesle İbrahim çavuş. Göz yaşlarını sildi koluna, başı öne eğikti, herkesi bir keder aldı. Sessizlik oldu…

Az sonra biraz sakileşmiş görünen Cafer ağa bozdu sessizliği. ‘’Nasıl olur çavuş, hepsi dipçik gibiydi aslan gibiydi’’

Hikmet bey cevap beklemeden çadıra daldı, ardından Cafer ağa ve sıhhıye çavuşu İbrahim onu izledi.

Çadırın bir ucundan bir ucuna yan yana yatan 19 adam…. İçi parçalandı hepsinin. Şimdiye kadar yüzlerce binlerce arkadaşlarını kaybetmişlerdi ama bu manzarayı hiçbirinin içi kaldırmadı. Hele sıska ali yi fark ettiğinde Cafer ağa, hıçkırıklara boğuldu.

Hikmet bey olan bitene anlam verememişti, ya Cafer ağa delirmiş hayal görüp, gördüklerini anlatmıştı yada kendisi delirmek üzereydi, kendi kendine hikaye anlatıyordu. Hangisi gerçek yangisi hikaye karar vermek zordu ama, gerçek olan bir şey varsa, o da karşısında yatmakta olan 19 gencecik çocuktu. İşte bu çok fazlasıyla gerçekti.

İbrahim çavuş,  yerden aldığı bir bez parçasını hikmet bey e uzattı. Buna bakmanız lazım kumandanım diye ekledi sonra. Bu Mehmet onbaşı nın üniformasının üstüydü. Ne renk olduğunu çözmek imkansızdı. Çamurla, isle, kanla ve belki ismini bilmedikleri bir çok şeyle kaplanmıştı, ıslaktı. Diğerlerinin üniformaları üzerlerindeydi hala.

İbrahim çavuş hikmet beyin elindeki üniformayı aldı tekrar ve açarak havaya kaldırdı. Gördükleri şey  süzgeç e dönmüş bir bez parçasıydı.

‘’ hepsi aynı kumandanım dedi İbrahim çavuş. Hepsi onlarca kez vurulmuş, ama bir de buna bakın diye ekledi ve yerde yatan askerlerden birinin üniformasının düğmelerini açarak göğsüne işaret etti.

Görünen tek şey, bu askerin vücudunda en az 10 tane delik olduğuydu. Kurşun deliği…
Peki nasıl olur çavuş, Cafer ağa nı anlattıkları nedir öyleyse. Kendi elleriyle onları çadıra yolladığını söylüyor, gayet sağlıklılarmış hatta  ufaklıkla konuştuğunu bile söyledi bana.

‘’Kumandanım benim delirdiğimi düşüneceksiniz ama size  bişey göstermek istiyorum’’

Naaşlardan birinin daha göğsünü açtı İbrahim çavuş.

‘’ bakın kumandanım onlarca yara var’’

Başını sallayarak onayladı hikmet bey, Cafer ağa içinden gelen hıçkırıklarına engel olmaya çalışsa da başarılı olamıyordu.

‘’ bunca kurşun ve şarapnel yarası var kumandanım ama hiç kan yok’’

Atladığı bu gerçeği, İbrahim çavuş söyleyince fark etmişti hikmet bey. ‘’ doğru dersin çavuşum, ama bu nasıl olur?’’

Şaşkınlık herkesi esir almıştı. Sabahtır garip şeyler oluyordu ama bu çok fazlaydı. Akıl sır erecek işler değildi bunlar.

‘’ Kumandanım’’ dedi İbrahim çavuş, derin bir nefes çekerek.


‘’ BU ADAMLAR VURULDUKLARINDA ZATEN ÖLÜYMÜŞLER...''