Anlatacağınız hikayede vurgu koyacağınız yere göre bu seçimi yapabilirsiniz sanıyorum. Yani biraz okura ne göstermek istediğinizle de alakalı.
Şahsen öykülerimde genellikle tek bir karakterin düşüncesine odaklanmayı tercih ediyorum.
Roman yazacağım zaman ise (ya da novella) third-person omniscient anlatıcı kullanmayı daha uygun görüyorum. Böylelikle serüven boyunca dilediğim karakterin zihnine giriş yapabiliyorum.
Bu arada İngiliz edebiyatı okumaktayım ve açıkçası "omniscient" ı nasıl Türkçeye çevirebileceğimi bilemediğim için kelimeyi direkt öğrendiğim şekilde kullandım. Ama Ziltoid the Omniscient ile bir alakası olmadıgını temin ederim.
Ek olarak:
James Joyce, Virginia Woolf gibi 20. YY'ın ilk dönem yazarları romanlarında da birinci tekil şahıs anlatıcılar kullanıp ek olarak stream of consciousness tekniğine başvururlardı ki bu teknik hikayede aksiyondan ziyade sürekli olarak karakterin zihnine/monologlarına odaklanan bir narrative device idi. Böylelikle Dünya Savaşı sonrası psikolojik buhranı kitaplarında karakterlerinin zihinleri aracılığıyla etkili biçimde yansıtmışlardır.
Ryld Argith'e hak verdiğim noktayı açmak isterim:
Üçüncü tekil anlatıcının birinci tekil anlatıcıya göre hayli üstün yanları olduğunu düşünüyorum ben de. Bunu açmadan önce üçüncü tekil anlatıcının da kendi içinde ikiye ayrıldığını belirtmeliyim: üçüncü tekil şahıs ve üçüncü tekil şahsın "omniscient"ı (tamam Türkçeye bu kadar çevirebildim

) Her iki anlatım tekniğinde de birinci tekil şahsa nazaran bir üstlünlük var fakat bu birinci tekil anlatıcının kaka oldugunu göstermiyor. Hatta bir konuda o da üçüncü tekile kafa atıyo. Geleceğim.
Öncelikle üçüncü tekilin üstünlüğü nedir onu izah edeyim. Şudur: üçüncü tekil anlatıcılar hikayede Tanrı görevi görürler ve hikaye boyunca gaipten gelen bir melodi gibi bize bir hikayeyi sistematik biçimde fısıldarlar. Biz olayları o fısıltı aracılığıyla uzaktan görürüz. Herhangi bir karakterin aklına girmeden ya da herhangi bir karakterin perspektifinden bakmadan. Herhangi bir karakterin point of view'una ihtiyaç bile duymadan hatta. Bu bağlamda aslında amatör yazarlar için üçüncü tekil anlatıcı tekniği ZORDUR ve genellikle okullarda birinci tekil şahıs kullanılması tercih edilir (en azından işin tekiğini öğretilene kadar).
Birinci tekil ise çok daha kolaydır. Zira bir karakteri oynamak, bir Tanrıyı oynamaktan çok daha kolay olsa gerek di mi? Birinci tekilde yalnızca bir karakterin gözlerinden olayları görür, kulaklarından duyarız. Bütün bir setting'i tarif etmemize gerek kalmaz, sadece o karakterin bulunduğu çevreyi, onun kısıtlı diliyle (belki adam körcahildir, bu işimizi kolaylaştırır) tasvir eder işin içinden sıyrılırız. Birinci tekilin üçüncü tekil anlatıma üstünlüğü de aslında biraz bununla alakalı. Bu anlatım tekniği sayesinde okur, okudugu karakterle daha kolay duygusal bağ kurabilmekte. Bunu bir avantaja çevirmek isteyen 20. YY yazarları da stream of consciousness tekniğine başvurarak kitaplarında karakter psikolojilerini ön plana alıyorlar.
Herhangi bir kitabın 1. tekil olursa çok daha tatlı olacağını ya da 3. tekil yazılırsa daha ağır bir havaya gireceğini düşünmüyorum maalesef. Kaldı ki çok kompleks narratorlar kullanıp birden fazla anlatıcı tekniğini tek seferde kullanan kitaplar da mevcuttur ve o zaman onlar dünyanın hem en duygusal hem de en ağırbaşlı kitaplarıdır... mı?
