Kayıt Ol

Mete Han // Bölüm VII

Çevrimdışı Rüzgar Adam

  • **
  • 54
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm I
« Yanıtla #15 : 28 Temmuz 2012, 22:48:29 »
Beklediğimize değmiş bir bölüm olmuş eline sağlık.
Ölürken bile beni göremeyeceksin Rüzgar Adam Görülemeyen Adam

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm I
« Yanıtla #16 : 28 Temmuz 2012, 23:00:45 »
Tam beklediğim gibi, akıcı ve hiç sıkmayan bir bölümdü. Pek eleştiri yapılacak bir yönü de yok zaten.

Ancak haddim olmayarak kısa bir eleştiri yapmak istiyorum. Hikayenin bazı yerlerinde ısrarla devrik cümleler kullanmışsınız. Bu kimi zaman metni destansılaştırsa da, bazı yerlerde akışı bozmuş. Tabi sadece birkaç yerde.

Başka bir hata göremedim ben. Ve sonunu da çok beğendiğimi itiraf etmeliyim. Diğer bölümü büyük bir sabırsızlıkla bekletecek kadar güzeldi. Eline, kalemine sağlık.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm I
« Yanıtla #17 : 28 Temmuz 2012, 23:37:20 »
@Buzmavisi: Eski kelimeleri kullanmayı ben de severim ama kam deseydim herkesin şaman anlayacağından şüpheliyim. Bu yüzden daha çok bilindik eski kelimeleri kullanacağım bu yazı içerisinde. Okuduğunuz için teşekkürler.

@Feanor:Umarım devam bölümünde beklentilerinizi sarsmamışımdır. Yorumunuz için teşekkürler.

@Rüzgar Adam: Beklediğinize değdiğine sevindim iyi okumalar.

@TheSpell: Devrik cümleli bölümleri gecenin ikisinde yazmıştım. İşin ilginci destansı olması açısından girişe yazdıktan sonra o tarzı bırakıp normal cümlelere geçmek inan çok zor oluyor. Sanki anlatım birden kopacakmış gibi oluyor. Yazarken de onun çilesini çektim açıkçası. Sonlara doğru ancak düzleştirebildim yazıyı. Eh bu kadar oldu sanırım. Yorumun için teşekkür ederim sana da.

Çevrimdışı HermioneWeasley

  • *
  • 13
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm I
« Yanıtla #18 : 01 Ağustos 2012, 15:37:14 »
Güzel gidiyor takipteyiz :))

Çevrimdışı emuk

  • **
  • 226
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm I
« Yanıtla #19 : 03 Ağustos 2012, 05:14:26 »
‘Duyarım ki zaferler kazanmış Hanımız ama en yakın arkadaşlarına haber vermez imiş. Duyarım ki bir oğlu olmuş Hanımızın dostları bilmez imiş.’

İşte budur, dedim burayı okurken. Eski Türklerin bilge tarzını kullanacağım diye saçmalamamış ya da gereksiz bir dil kullanmamışsınız. İnce bir ayrıntı gibi gelebilir; ama bu ince ayrıntı profesyonelliğin göstergesidir.

Hikayeyi genel olarak beğendiğimi- çok beğendiğimi söyleyebilirim. Özellikle Teoman'ın öfkeli ve kendine has mantığını çok güzel yansıtmışsınız.

Tarihlere bir baktım da çok ara vermişsiniz yahu. Umarım konu zihninizde soğumamıştır; büyük bir kayıp olur çünkü.

Kısa zaman içinde devam bölümlerini yazmanız dileğiyle.

 Kaleminize sağlık...
"A.Ö. 352 yılında, Mishamont ayının yirmi altıncı günü, Neraka şehrindeki Takhisis tapınağı yıkıldı. Ejderha kraliçe dünyadan sürüldü, orduları yenilgiye uğratıldı.

Bu zaferin onurunun büyük bir kısmı, ışığın güçleri için cesurca savaşmış olan mızrak kahramanlarına verildi. Ancak tarih kaydetmelidir ki; karanlıkta yürümeyi seçmiş bir adam olmasaydı, ışık kaybetmeye mahkum olurdu."

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm I
« Yanıtla #20 : 03 Ağustos 2012, 12:07:32 »
@HermioneWeasley: Teşekkür ederim yorumunuz için.

@emuk: Bu yoruma ne kadar sevindim anlatamam. Çünkü bu hikayeye başlarken kendime belirlediğim amaç mistik havayı korumak ve bunu yaparken anlaşılırlığı baltalamamaktı. Kelimeleri ve cümleleri de bu doğrultuda hep özenerek seçmeye çalıştım. Umarım devamında da bu çizgiyi koruyabilirim.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #21 : 04 Ağustos 2012, 12:23:26 »
Mete Han
Bölüm II


Sıcak nefesi, buz gibi havada ince bir sis bulutu halinde gecenin karanlığına karışıyordu. Eteğinde durduğu heybetli dağın etrafı yer yer bembeyaz karlarla kaplıydı. Kış yavaş yavaş Doğu topraklarını terk ediyordu. Kilometrelerce koşmuştu simsiyah göğün altında ama bir bu kadar daha koşabilirdi. İçinde beklenmedik bir istek oluşmuştu. Sanki birisi ona sesleniyormuş gibi... Dağın eteğinde bıraktığı üç çocuğuna doğru son bir kez baktı. Sonra dönüp tekrar Batıya yöneldi. Biri onu çağırıyordu ve kendini gitmek zorunda hissediyordu. Hiç böyle bir şey başına gelmemişti şimdiye kadar. Bu istek tüm bedenini etkisi altına alırken son bir kez beyaz noktalarla süslenmiş siyah gökyüzüne baktı ve çocuklarına bağırdı.

‘Bekleyin beni, geleceğim!’ Diyordu. Çocukları kilometrelerce öteden annelerinin bağırışını duydu ve yakınmalar eşliğinde cılız sesleriyle ona seslendiler. Ama o duymadı. Artık Batıya gitme isteği bir zorunluluğa dönüşmüştü. Ayaklarını koyu gri, çamurdan yola vurdu ve koşmaya başladı. Hava soğuktu ama umurunda değildi. Daha yeni kilometrelerce süren bir kovalamacadan çıkmıştı. Umursamadı. Üç çocuğu karnı aç bir şekilde arkasından sesleniyordu ona. Çocukları her zaman umurundaydı ama bu sefer değil. Gecenin karanlığında nefesi arkasından ince beyaz çizgiler bırakırken yorgunluk nedir bilmeden saatlerce yol aldı.

Sonunda hızla aldığı nefesler göğsünü yakmaya başladığında, gürül gürül akan bir şelalenin kenarında durdu. Buraya çok eskiden arkadaşlarıyla gelmişti. Az ileride göçebe bir halk yaşardı. Göçebeydiler fakat nasıl dövüşüleceğini de iyi bilirlerdi. Sırf meraktan birkaç savaşlarını izlemişti ve kendilerinden sayıca üstün toplulukları nasıl yendiklerine tanık olmuştu. Bu savaşçılardan birine rast gelmek istemiyordu gecenin bu saatinde. Etrafına hızla göz gezdirdi. Koyu gri çimlerde kan lekesi yoktu. Temkinli adımlarla suya doğru ilerledi ve kana kana içmek istese de sudan önce küçük bir yudum aldı. Tepeden akan ve beyaz köpükler saçan suda kan tadı yoktu. Çevresindeki bitki örtüsüne şöyle bir göz gezdirdi. Otlar ve gri sarmaşıklar tahrip olmuştu. Belli ki burada biri yaşıyordu fakat içinde kötülük yoktu. Tekrar göle eğildi ve kana kana su içti.

Ardından şelalenin gürültüsünü bile bastıran çocuk ağlamasını duydu ve içinde bir şeyler kıpırdandı. Ayakları hemen harekete geçti ve şelalenin arkasında saklı duran mağaraya doğru ilerledi. Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Birine baktıkları zaman karşısındakileri gerçek şekliyle görürlerdi. Nice koca cüsseli adamlar görmüştü. İçlerinde bir kertenkele kadar cesaret yoktu. İşte öylelerini kovalamaya bayılırdı. Ama şu anda önünde duran ve avazı çıktığı kadar ağlayan bebek gibisini görmemişti. Kocaman parlak bir ışık gördü ona baktığında. Yanına yaklaştığında yorgunluktan mı bilinmez dizleri titredi. Yorgunluktan olmalı diye kendi kendine söylendi avunmak için.

Güçlü bir ruha sahipti bebek fakat açtı, üşüyordu ve en önemlisi de derin bir keder içindeydi. Suratı soğuk havadan dolayı yer yer morarmıştı. Annelik içgüdüleri ağır bastı sonunda ve hemen çocuğu sarmaladı. Üç çocuğu vardı ve sütü boldu. Farkında olmadan bebeğe ilk sütünü içirdi. O da kana kana içti. Çocuğun morarmış suratına al bir renk oturmaya başladığında çoktan tüm sütünü bitirmişti. Gözlerini kapattı ve derin ve huzurlu bir uykuya daldı ufaklık.

O sırada mağaranın arka taraflarından kocaman bir yaratık çıktı. Gözlerini nefretle açtı ve kocaman ayaklarını yere vurarak ikiliye doğru ilerledi. Ayağa kalkmasıyla duvarlar titredi. Evine giren bu yabancı misafirlerden hiç hoşlanmamıştı ve bunu her hareketiyle belli ediyordu. Burnunun üzerinde kocaman kötücül boynuzları vardı. Sinirle nefes verdi. Bu çoğu kişinin ödünü patlatabilirdi ama onun değil. Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Bir yaratığa baktı mı onun içini görürlerdi. Kocaman yaratığa baktı ve gördü. Evinde davetsiz misafirlerden hoşlanmıyordu ama pamuk gibi de bir kalbi vardı koca yaratığın. Zaten et obur da değildi. Sadece kendisine meydan okuyanları korkutup huzur içinde yaşamaktı niyeti. Ayağa kalkmadan o yöne doğru seslendi ‘Ne olduğunu biliyorum. Sana zarar vermek değil niyetimiz.’ Dedi. Sesinin tonunu öyle bir ayarlamıştı ki aynı zamanda zarar vermek istese bunu yapabileceğini de ima ediyordu.

İlerleyen dev ayaklar tereddütle durdu ve boynuzunu sinirle mağara duvarlarına sürtmeye başladı.

---o---

Spoiler: Göster

Son bir kez tereddütle adım atmayı denedi koca gergedan davetsiz misafirlerine doğru. Fakat kucağı içindeki çocuğu anne içgüdüleri ile sarmalamış olan bembeyaz tüylere sahip kurt tehditkar bir şekilde uludu ve gergedana doğru dişlerini göstererek derinden bir hırlama koyuverdi.

Koca yaratık korktu ve mağaranın köşesinde geldiği yere geri sindi.

Üç gün ayrılmadı oradan beyaz kurt. Üç gün sıcak tuttu Mete’yi. Üç gün besledi onu ve üçüncü günün sonunda şelalenin ilerisinden, savaşçı halktan birinin sesini duyduğunda ses çıkarmadan uzaklaştı oradan. Artık içinde onu burada durmaya zorlayan his yoktu. Yine de içi ısınmıştı bu bebeğe. Son bir kez mağaraya baktı ve koşmaya başladı kendi çocuklarına doğru.


Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #22 : 04 Ağustos 2012, 14:23:30 »
Eh, her zamanki gibi bölümlerin tadını doyasıya alıyorum. Bitince de nerede bu yeni bölüm diyorum. Harikasın cidden.

Spoiler: Göster
Şu son bölüme kadar beyaz kurdun kurt olduğunu bile anlayamamıştım :)


Duyguları çok iyi yansıtıyorsun. Bu bölüm her ne kadar giriş ve birinci bölüme kadar biraz durağan olsa da, güzeldi. Yalnız gözüme takılan bir şey söylemek istiyorum.

Beyaz kurt ilk seferinde düşüncelerinde şöyle demiş:
Alıntı
Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Birine baktıkları zaman karşısındakileri gerçek şekliyle görürlerdi.

Sonra yaratığın yanındayken buna çok benzer şöyle bir ifade daha kullanmışsın:
Alıntı
Onun halkı sezgileriyle ünlüydü. Bir yaratığa baktı mı onun içini görürlerdi.

Eğer bilerek, özellikle böyle yaptıysan eleştirim sayılmaz. Ancak bu dikkat dağınıklığıysa, uyarmak istedim :)

Tam olarak dikkat dağıtan bir şey sayılmaz, ancak bu iki ifadenin arasında yalnızca bir paragraf olduğu için, ister istemez insanın aklına "Ben bunu daha önce görmüştüm" diye bir düşünce geliyor ve o ifadeyi aramaya başlayarak hikayenin akıcılığında biraz kesintiye uğrayabiliyor.

Eğer bilerek, özellikle böyle yaptıysan eleştirim sayılmaz. Ancak bu dikkat dağınıklığıysa, uyarmak istedim :)

Eline sağlık.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #23 : 04 Ağustos 2012, 16:59:07 »

Spoiler: Göster
Kurt olduğu anlaşılmasın istedim zaten son bölüme kadar. O yüzden hayvansal özelliklerin hiçbirine değinmedim renk körlüğü dışında. Sonuna kadar anlamamış olman beni sevindirdi. Denediğim şeyde başarılı olmuşum demek ki.


Evet o cümleyi bilerek aynen kurdum pekiştirmek için. Ama farklılaştırsam da olabilirmiş aslında kararsız kaldım. Yorumun için teşekkür ederim.

Çevrimdışı Thomasward

  • **
  • 352
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #24 : 05 Ağustos 2012, 00:59:45 »
Bu gerçek  türk tarihi ile gerçekten çok benzeşiyor ve gerçekten harika bir şekilde tarihle bütün bir hale getirmişsiniz hikayenizi.Gerçekten çok güzel araştırmışsınız özelliklede Göktanrı inancına kadar değerlendiriyor olmanız hikayeyi merakla okumama vesile olan sebeplerden biridir.

Çevrimdışı emuk

  • **
  • 226
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #25 : 09 Ağustos 2012, 02:02:00 »
Her ne kadar bundan onceki bölümü daha cok sevmiş olsam da bir geçiş hikayesi icin gayet tatmin ediciydi. Gelecek vaat eden türden.
Spoiler: Göster
beyaz kurt olayına da hayran kaldım. Tebrikler :)

Bu hikayenin bence en önemli yönü artık olayların bir raya oturması ve okurun ileriyi görebilmesi olmuş. Hikaye kafamızda daha bir düzenli hale geldi, artık hikayenin önü açık.
Mete karakterini cok seveceğiz gibime geliyor. Ayrıca Teoman'ı da saf kötü adam değil de kendi mantığıyla olaylara bakan bir adam yapmanız beni ilerideki muhtemel duygusal sahneleri bekler durumda bıraktı.

Yine o akıcı üslubunuz ile gönlümü fethettiniz, mistik havayı da korumayı basarmissiniz. Ki bence bu olay örgüsünden de önemli.

Bir diğer guzel unsur da (hikayenin geneli hakkında) olayların oldu bittiye getirilmemiş olması. Karakterlerin hikaye icinde yaptıklarına gösterdiğiniz sebepler gayet tatmin edici.
Dediğim gibi bir geçiş hikayesi tadindaydi. Gelecek bölümleri ağzımız açık okuyacağımızı düşünebiliyorum simdiden :D
Spoiler: Göster
buradan Mete'ye seslenmek istiyorum.
Yürü be oğlum, goktanri arkanda!

Kaleminize saglık...
"A.Ö. 352 yılında, Mishamont ayının yirmi altıncı günü, Neraka şehrindeki Takhisis tapınağı yıkıldı. Ejderha kraliçe dünyadan sürüldü, orduları yenilgiye uğratıldı.

Bu zaferin onurunun büyük bir kısmı, ışığın güçleri için cesurca savaşmış olan mızrak kahramanlarına verildi. Ancak tarih kaydetmelidir ki; karanlıkta yürümeyi seçmiş bir adam olmasaydı, ışık kaybetmeye mahkum olurdu."

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #26 : 09 Ağustos 2012, 11:00:21 »
@ Thomasward: İki, üç aydır okuduğum ve raştırdığım ansiklopedik bilgiler işe yaramış demek ki :) Araştırmadan böyle bir işe kalkışamazdım tabi ki ama yine de belirtmek isterim hikayenin çoğu kısmı kurgusal olacak. yani tarihte geçmeyen şeyler de olacak. Yorumunuz için teşekkür ederim.

@ emuk: Hikayenin bu kısmını 've çocuk oradan kurtuldu.' gibi bir cümleyle geçiştirmek istemedim çünkü bu karakterin altyapısını sağlam oluşturmak istiyorum. Ayrıca kurgusal kısımları eklemek için güzel bir fırsattı. O yüzden gerekli bir geçiş bölümüydü. Güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim.

Çevrimdışı Seveal

  • *
  • 5
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #27 : 10 Ağustos 2012, 12:33:13 »
Yine güzel ve akıcı bir hikaye ve aynı zamanda bu aralar kitapçıların tarih bölümlerinde neden dolaştığımızı da açıklıyor :)
Devamlı bir hikaye yazmanın en çetrefilli kısmı bütün bölümler arasında dil ve anlam bütünlüğü oluşturmak bence. Bunun içinde bazen hikayelerin tekrar tekrar okunması ve gözden geçirilmesi gerekir. Burada dışarıdan bir gözün fikrini almak her zaman iyidir. (Lütfen editörünüzü boşlamayınız :)) Mesela ilk bölümde yaratığın tek bir boynuzu varken burda birden fazla. Ve de göçebe halkın yıllardır orda olması durumu var?!?

Alıntı
"Buraya çok eskiden arkadaşlarıyla gelmişti. Az ileride göçebe bir halk yaşardı. "

 Zaten hikayelerini çok seviyorum ama okurken günlük hayatta kullanılan kelimerin yazıda kullanılması beni hikayenin içinden çıkarıyor.
Bunun dışında genel olarak hikayenin kurgusu ve gelişimi bence harika. Devamını bekliyoruz..  :)
 

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm II
« Yanıtla #28 : 10 Ağustos 2012, 14:57:07 »
Sevgili goblin Seveal. Bu yorumu yüzüme de yapabilirdin diye düşünüyorum :) ama yine de yorumun için teşekkür ederim. Foruma attığın üç mesajın da benim hikayelerime olması resmen beni önemli hissettirdi. Tabii başkaları bakınca benim fake hesabım sanacak ama olsun...

Hunlar ne kadar göçebe de olsalar bir başkentleri vardı (Ötüken) ve burada hep halklarından bir kısmı yaşardı. Şelale de Ötüken'e oldukça yakın. Yani orada bir hata yok fakat günlük hayatta kullanılan kelimeler ve canavar tasviri konusunda haklısın. Acımasız eleştirilerinin devamını bekliyorum (yüzyüze   :blink )

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #29 : 11 Eylül 2012, 13:25:50 »
Mete Han
Bölüm III


Üzerine giydiği paçavralar, kamburlaştırdığı sırtı, elinde duran eğri büğrü bastonu ve karmakarışık olmuş kırçıllı saçları ile yürüdüğü taştan yapılma sokakta herkesin ilgisini çekmişti. Onu gören herkes bir an duraksıyor ya da yanındakini dürterek yaşlı kadını gösteriyordu.

Tüm bu bakışlara aldırmadı yaşlı kadın ve hanedanın sarayına doğru yoluna devam etti.

‘Dur!’ dedi İmparatorun kapı muhafızı sert bir sesle. ‘Kimsin? Ve hanedanımızdan ne istersin?’

Yaşlı kadın durmadı. Ağır ağır attığı adımları yavaşlatmadan eski püskü bastonunu muhafızın göğsüne doğru bastırdı.

‘Dai-sin khuo!’ dedi bu kambur kadından beklenmeyecek kadar kararlı bir ses tonuyla. Bastonun ucundaki adam, zararsız görünen bir kurbağaya dönüşürken diğer muhafızlar tereddütle gerilediler. Gerilemeyi reddeden ve gururuna yenik düşen bir başka muhafız ileri atıldı.  İmparatorunu koruyamayacaksa bu göreve zaten layık değildi ve bu göreve layık değilse ölmeyi tercih ederdi.

‘Kimsin? Ve hanedanımızdan ne istersin?’ diye sordu fakat sesi bir önceki muhafız kadar sert çıkmıyordu.

Yaşlı kadın ilk defa kafasını kaldırım taşlarından kaldırdı ve kendisine titrek bir sesle soru soran muhafızın gözlerine baktı. Onu tanımayan birinin yoluna çıkması sadece şanssızlıktı fakat bu son muhafızın hakkını teslim etmeliydi. Sesi titrese de cesur bir adamdı ve Şaman Kirae cesareti severdi.

Bastonunu kaldırdı ve adamın göğsüne bastırdı. Muhafız titredi fakat yerinden kıpırdamadı.

‘Peki ala. Muhafız efendi. İmparatoruna söyle ona iletmem gereken acil bir mesajım var.’

‘Peki ama ismin nedir?’ diye sordu muhafız titreyen bir ses tonu ile.

‘İsmimi sen değil, imparatorun bile bilemez çocuğum. Git şimdi seni de kurbağaya çevirmeden gözümün önünden kaybol. Kuzey-Batıdan geldiğimi söyle o anlayacaktır.’

Kısa bir süre sonra içeriden ince beyaz bıyıkları yüzünün iki yanından uzayan, üzerine giydiği değerli ipek cüppesi altın oymalarla süslenmiş bir adam çıkıverdi. İki elini önünde birleştirmiş zaten kısık olan gözlerini iyice kısarak yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Kirae bu soytarının, imparatorun veziri olduğunu bilecek kadar çok casusa sahipti bu saray içinde.

Saray o kadar büyüktü ki içeriye girdikleri kapıdan taht odasına gitmeleri neredeyse iki yüz elli adım sürmüştü. Eh tabi bunda şamanın kambur sırtı yüzünden küçücük adımlar atmasının payı da büyüktü.

Sonunda taht odasına geldiğinde şaman bile etrafına göz gezdirmeden edemedi. Yüksek tavanlı odanın her yanı zevkle döşenmişti. Dört bir yana atılmış, yerde duran ipek kaplı yer minderleri bir servet değerindeydi. İçeride bulunan birkaç kişinin kıyafetleri, ipek yolundan batıya gönderilse oradakilerin gözlerini döndürebilecek güzelliğe sahipti.

İmparator tahtında sert bakışlarla oturmuş ondan gelecek haberleri beklemekteydi. Vakit kaybetmeden önüne gitti ve bastonunu kaldırarak kaba bir selam verdi. Bunu ondan başka herhangi biri yapsa muhtemelen çoktan kanlar içinde değerli ipek halının üzerinde yatıyor olurdu.

‘Kuzey-Batıdan önemli haberlerim var Tai-Shan, yüce Çin İmparatoru.’

Sert bakışları yerini hoşnutsuz bir aşağılamaya bırakmıştı imparatorun. ‘Söyle o zaman şaman. Merak etme ödüllendirileceksin.’

‘Söyleyeceklerim sadece senin kulakların için’ diye diretti yaşlı kadın yüzünde pis bir sırıtışla.

İmparator iyice rahatsız olmuştu. Emrindekileri gönderip bu odada bir şamanla yalnız kalmayı istemese de her konuştuğunda kadın onun konumunu aşağılıyordu ve buna karşı elinden bir şey gelmiyordu imparatorun. İstemeyerek de olsa emrindekilere dışarı çıkmalarını emretti.

‘Teoman’ın bir oğlu oldu.’ Dedi kadın doğrudan konuya girerek. ‘Adını da Mete koydu.’

İmparator az önce kendine yapılan saygısızlığı çoktan unutmuş kadının verdiği önemli haberleri merakla dinlemeye koyulmuştu. ‘Konuştuğumuz gibi mi oldu peki?’

‘Evet. Ona cihana hükmedecek bir imparator dünyaya geldiğinde bir yıldız kayacağını söyledim.’

‘Peki o burnu havada güç meraklısı, yıldız kaymayınca ne yaptı?’ Yaptıkları planı hatırlayıp güldü imparator. Yıllar önce Hunlara gönderdiği bu şamana tembihlemişti. Teoman’ın oğlu olursa doğumda gerçekleşmesi imkansız bir kehanette bulunmasını emretmişti.

‘Yıldız kaydı.’ Dedi şaman keyifle kahkaha atarak.

‘Nasıl olur?!’ hiddetle oturduğu koltuktan kalktı Çin İmparatoru.

‘Sakin ol. Yıldız kaydı fakat Teoman bunu görmedi ve o yüzden çocuğunu kuzeyde bulunan bir mağaraya terk etti.’

Lanet olasıca şaman hiçbir şeyi doğru düzgün anlatmazdı zaten. Hiddetle kalktığı tahtına tekrar kuruldu hanedan.

‘Daha söyleyeceklerim bitmedi. En önemli haberi sona sakladım.’ Diye devam etti yaşlı kadın.

‘Bundan daha büyük bir haber ne olabilir ki? Teoman’ın ölmesi olurdu hiç şüphesiz ama Kuzey-Batı sınırımız hala akıncıların istilası altında. Buna imkan yok.’

‘Önce söz verdiğin şeyleri yerine getir.’ Dedi Kirae elinin tersini havada savurarak.

İmparator tahtının hemen yanında bulunan bir sandığın üzerinde elini gezdirdi. Hala neden şamanın kendinden böyle bir şey talep ettiğini anlamıyordu fakat umursamıyordu da. Değerli hizmetleri karşılığında savaşçılarının her birinden bir tutam saç istemişti kadın. Hunların arasına casus olarak gönderilmesi karşılığında da imparatorun en sevdiği atın kuyruk tüyünden bir tutam istemişti. Omuz silkti ve yanında duran sandığı kadına doğru itti.

Şaman sanki yakutlarla dolu bir sandığı tutuyormuş gibi iki eliyle sandığı kavradı ve çarpık dişlerini göstererek konuşmaya başladı.

‘Teoman’ın karısı artık Göktanrı’nın yanında.’

Tai-shan bir an duraksadı. Bu önemli bir haberdi fakat nasıl değerlendireceğini bilemiyordu. Hun devlet yönetiminde kadınların önemi büyüktü ve söz sahibiydiler. En kötü ihtimalle devlet yönetiminden zeki birini kaybetmişlerdi. Dahası Teoman oğlunun önemli biri olamayacağını duyup ona sırtını çevirmişti. Şimdi iyi bir plan yapıp onları içten çökertmesi gerektiğini biliyordu. Daha önce çoğu kez savaşta az sayıda Hun savaşçısının kendi askerlerine üstünlük sağladığını görmüştü. Bunu içen halletmeliydi.

Hanedanın kafasının bu kadar yavaş çalışmasına sinirlendi şaman kadın ama yine de belli etmedi. Ona eşitiymiş gibi davranıyordu fakat imparatorun gücünün de farkındaydı.

‘Kardeşiniz nasıllar imparator hazretleri. Son gördüğümde tam bir genç kız adayı olmuştu.’

İmparator bir anda tahtından heyecanla kalktı. İşte bu! diye düşündü içinden. Odanın dışında bulunan nöbetçilere sert bir ses tonuyla bağırarak emirler yağdırmaya başladı.

 ‘Li-ying hemen yanıma gelsin! Şaman kadına en güzel misafir odamızı açın ve ne isterse yerine getirin.’ Sonra yaşlı kadına döndü ve gülümsedi. ‘Yakında Teoman ile akraba olacağız şaman kadın.’ Dedi ve arkasını dönüp kendi odasına doğru hızla hareket etti.

‘Sonunda…’ diye iç geçirdi kadın. ‘Sonunda her şey kendi planına göre işlemeye başlamıştı.’ Ellerini havaya açtı ve kimsenin anlamayacağı bir dilde mırıldanmaya başladı. Ellerinden havaya doğru bir sis bulutu yükseldi ve gökyüzünde nöbet tutan dolunaya doğru gözden kayboldu. Kadın gözlerini kapattı ve bağdaş kurarak taş zemine oturdu.

‘Büyük canavarın mağarasına git! Yavruların üç gün hayatta kalabilir, onları iyi yetiştirdin ama kendi başına hayatta kalamayacak bir yiğit bekler seni yaratığın ininde. Üç gün onu kolla ve ölmesine sakın izin verme…’ son yaptığı büyü onu bitkin düşürmüştü, muhafızların onu odasına taşıdığını bile hissetmeden derin bir uykuya daldı.

---o---