Mete Han
Bölüm III
Üzerine giydiği paçavralar, kamburlaştırdığı sırtı, elinde duran eğri büğrü bastonu ve karmakarışık olmuş kırçıllı saçları ile yürüdüğü taştan yapılma sokakta herkesin ilgisini çekmişti. Onu gören herkes bir an duraksıyor ya da yanındakini dürterek yaşlı kadını gösteriyordu.
Tüm bu bakışlara aldırmadı yaşlı kadın ve hanedanın sarayına doğru yoluna devam etti.
‘Dur!’ dedi İmparatorun kapı muhafızı sert bir sesle. ‘Kimsin? Ve hanedanımızdan ne istersin?’
Yaşlı kadın durmadı. Ağır ağır attığı adımları yavaşlatmadan eski püskü bastonunu muhafızın göğsüne doğru bastırdı.
‘Dai-sin khuo!’ dedi bu kambur kadından beklenmeyecek kadar kararlı bir ses tonuyla. Bastonun ucundaki adam, zararsız görünen bir kurbağaya dönüşürken diğer muhafızlar tereddütle gerilediler. Gerilemeyi reddeden ve gururuna yenik düşen bir başka muhafız ileri atıldı. İmparatorunu koruyamayacaksa bu göreve zaten layık değildi ve bu göreve layık değilse ölmeyi tercih ederdi.
‘Kimsin? Ve hanedanımızdan ne istersin?’ diye sordu fakat sesi bir önceki muhafız kadar sert çıkmıyordu.
Yaşlı kadın ilk defa kafasını kaldırım taşlarından kaldırdı ve kendisine titrek bir sesle soru soran muhafızın gözlerine baktı. Onu tanımayan birinin yoluna çıkması sadece şanssızlıktı fakat bu son muhafızın hakkını teslim etmeliydi. Sesi titrese de cesur bir adamdı ve Şaman Kirae cesareti severdi.
Bastonunu kaldırdı ve adamın göğsüne bastırdı. Muhafız titredi fakat yerinden kıpırdamadı.
‘Peki ala. Muhafız efendi. İmparatoruna söyle ona iletmem gereken acil bir mesajım var.’
‘Peki ama ismin nedir?’ diye sordu muhafız titreyen bir ses tonu ile.
‘İsmimi sen değil, imparatorun bile bilemez çocuğum. Git şimdi seni de kurbağaya çevirmeden gözümün önünden kaybol. Kuzey-Batıdan geldiğimi söyle o anlayacaktır.’
Kısa bir süre sonra içeriden ince beyaz bıyıkları yüzünün iki yanından uzayan, üzerine giydiği değerli ipek cüppesi altın oymalarla süslenmiş bir adam çıkıverdi. İki elini önünde birleştirmiş zaten kısık olan gözlerini iyice kısarak yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Kirae bu soytarının, imparatorun veziri olduğunu bilecek kadar çok casusa sahipti bu saray içinde.
Saray o kadar büyüktü ki içeriye girdikleri kapıdan taht odasına gitmeleri neredeyse iki yüz elli adım sürmüştü. Eh tabi bunda şamanın kambur sırtı yüzünden küçücük adımlar atmasının payı da büyüktü.
Sonunda taht odasına geldiğinde şaman bile etrafına göz gezdirmeden edemedi. Yüksek tavanlı odanın her yanı zevkle döşenmişti. Dört bir yana atılmış, yerde duran ipek kaplı yer minderleri bir servet değerindeydi. İçeride bulunan birkaç kişinin kıyafetleri, ipek yolundan batıya gönderilse oradakilerin gözlerini döndürebilecek güzelliğe sahipti.
İmparator tahtında sert bakışlarla oturmuş ondan gelecek haberleri beklemekteydi. Vakit kaybetmeden önüne gitti ve bastonunu kaldırarak kaba bir selam verdi. Bunu ondan başka herhangi biri yapsa muhtemelen çoktan kanlar içinde değerli ipek halının üzerinde yatıyor olurdu.
‘Kuzey-Batıdan önemli haberlerim var Tai-Shan, yüce Çin İmparatoru.’
Sert bakışları yerini hoşnutsuz bir aşağılamaya bırakmıştı imparatorun. ‘Söyle o zaman şaman. Merak etme ödüllendirileceksin.’
‘Söyleyeceklerim sadece senin kulakların için’ diye diretti yaşlı kadın yüzünde pis bir sırıtışla.
İmparator iyice rahatsız olmuştu. Emrindekileri gönderip bu odada bir şamanla yalnız kalmayı istemese de her konuştuğunda kadın onun konumunu aşağılıyordu ve buna karşı elinden bir şey gelmiyordu imparatorun. İstemeyerek de olsa emrindekilere dışarı çıkmalarını emretti.
‘Teoman’ın bir oğlu oldu.’ Dedi kadın doğrudan konuya girerek. ‘Adını da Mete koydu.’
İmparator az önce kendine yapılan saygısızlığı çoktan unutmuş kadının verdiği önemli haberleri merakla dinlemeye koyulmuştu. ‘Konuştuğumuz gibi mi oldu peki?’
‘Evet. Ona cihana hükmedecek bir imparator dünyaya geldiğinde bir yıldız kayacağını söyledim.’
‘Peki o burnu havada güç meraklısı, yıldız kaymayınca ne yaptı?’ Yaptıkları planı hatırlayıp güldü imparator. Yıllar önce Hunlara gönderdiği bu şamana tembihlemişti. Teoman’ın oğlu olursa doğumda gerçekleşmesi imkansız bir kehanette bulunmasını emretmişti.
‘Yıldız kaydı.’ Dedi şaman keyifle kahkaha atarak.
‘Nasıl olur?!’ hiddetle oturduğu koltuktan kalktı Çin İmparatoru.
‘Sakin ol. Yıldız kaydı fakat Teoman bunu görmedi ve o yüzden çocuğunu kuzeyde bulunan bir mağaraya terk etti.’
Lanet olasıca şaman hiçbir şeyi doğru düzgün anlatmazdı zaten. Hiddetle kalktığı tahtına tekrar kuruldu hanedan.
‘Daha söyleyeceklerim bitmedi. En önemli haberi sona sakladım.’ Diye devam etti yaşlı kadın.
‘Bundan daha büyük bir haber ne olabilir ki? Teoman’ın ölmesi olurdu hiç şüphesiz ama Kuzey-Batı sınırımız hala akıncıların istilası altında. Buna imkan yok.’
‘Önce söz verdiğin şeyleri yerine getir.’ Dedi Kirae elinin tersini havada savurarak.
İmparator tahtının hemen yanında bulunan bir sandığın üzerinde elini gezdirdi. Hala neden şamanın kendinden böyle bir şey talep ettiğini anlamıyordu fakat umursamıyordu da. Değerli hizmetleri karşılığında savaşçılarının her birinden bir tutam saç istemişti kadın. Hunların arasına casus olarak gönderilmesi karşılığında da imparatorun en sevdiği atın kuyruk tüyünden bir tutam istemişti. Omuz silkti ve yanında duran sandığı kadına doğru itti.
Şaman sanki yakutlarla dolu bir sandığı tutuyormuş gibi iki eliyle sandığı kavradı ve çarpık dişlerini göstererek konuşmaya başladı.
‘Teoman’ın karısı artık Göktanrı’nın yanında.’
Tai-shan bir an duraksadı. Bu önemli bir haberdi fakat nasıl değerlendireceğini bilemiyordu. Hun devlet yönetiminde kadınların önemi büyüktü ve söz sahibiydiler. En kötü ihtimalle devlet yönetiminden zeki birini kaybetmişlerdi. Dahası Teoman oğlunun önemli biri olamayacağını duyup ona sırtını çevirmişti. Şimdi iyi bir plan yapıp onları içten çökertmesi gerektiğini biliyordu. Daha önce çoğu kez savaşta az sayıda Hun savaşçısının kendi askerlerine üstünlük sağladığını görmüştü. Bunu içen halletmeliydi.
Hanedanın kafasının bu kadar yavaş çalışmasına sinirlendi şaman kadın ama yine de belli etmedi. Ona eşitiymiş gibi davranıyordu fakat imparatorun gücünün de farkındaydı.
‘Kardeşiniz nasıllar imparator hazretleri. Son gördüğümde tam bir genç kız adayı olmuştu.’
İmparator bir anda tahtından heyecanla kalktı. İşte bu! diye düşündü içinden. Odanın dışında bulunan nöbetçilere sert bir ses tonuyla bağırarak emirler yağdırmaya başladı.
‘Li-ying hemen yanıma gelsin! Şaman kadına en güzel misafir odamızı açın ve ne isterse yerine getirin.’ Sonra yaşlı kadına döndü ve gülümsedi. ‘Yakında Teoman ile akraba olacağız şaman kadın.’ Dedi ve arkasını dönüp kendi odasına doğru hızla hareket etti.
‘Sonunda…’ diye iç geçirdi kadın. ‘Sonunda her şey kendi planına göre işlemeye başlamıştı.’ Ellerini havaya açtı ve kimsenin anlamayacağı bir dilde mırıldanmaya başladı. Ellerinden havaya doğru bir sis bulutu yükseldi ve gökyüzünde nöbet tutan dolunaya doğru gözden kayboldu. Kadın gözlerini kapattı ve bağdaş kurarak taş zemine oturdu.
‘Büyük canavarın mağarasına git! Yavruların üç gün hayatta kalabilir, onları iyi yetiştirdin ama kendi başına hayatta kalamayacak bir yiğit bekler seni yaratığın ininde. Üç gün onu kolla ve ölmesine sakın izin verme…’ son yaptığı büyü onu bitkin düşürmüştü, muhafızların onu odasına taşıdığını bile hissetmeden derin bir uykuya daldı.
---o---