Kayıt Ol

Denemeler

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Denemeler
« : 27 Ağustos 2012, 00:18:56 »
     Öykü Yazım Notları 1

     Bu notları, ‘bir fantastik -ya da sadece öykü- öykü nasıl yazılmalıdır?’ sorusuna cevap vermekten ziyade, kendi yazacağım öykülerde, kendi -fantastik- öykü tarzımın nasıl olacağına dair kalıcı notlar bırakmak ve yazarken takıldığım kısımlarda, daha önce, aklıma gelip not aldığım bu yazılara bakıp kendi tarzımı oluşturabilmek amacıyla yazıyorum diyebilirim.
     Ara sıra bazı arkadaşlarım, yazdığı öyküleri bana gönderip değerlendirmemi, yorumlamamı ister. Bu notları alma fikri de bir arkadaşımın gönderdiği öyküye yaptığım yorumdan sonra geldi ve devam edebilirsem bu konuda daha da yazmak istiyorum. Böylece hem ben gibi diğer amatör yazar arkadaşlarla fikir alış verişi yapabilecek hem de kendi tarzımı oluşturma konusunda kalıcı notlar edinmiş olacağım.
Notların niteliği konusunda elbette tereddütlüyüm ancak, değişik sanal ortamlarda paylaşacağım ve umarım okunup bu yazılar da değerlendirilecek ve daha fazla fikir edinebileceğim.

     İlk notumu ‘fantastik öykülerde şiir’ olarak belirledim. Daha doğrusu bu kendiliğinden gelişti diyebilirim. Zira bu notları yazmaya karar vermemin sebebi, arkadaşımın yorumlamam için gönderdiği bir öyküde şiir de kullanmış olmasıydı. Öyküyü okuduktan sonra ağırlıkla şiir hakkında yorum yazmıştım.
Aslında yazıya ilk olarak ‘fantastik öykü nedir?’ sorusunun kendimce cevabıyla başlayıp daha sonra asıl meseleye girmeliydim -ilk yazıya doğrudan ‘fantastik öyküde şiir’ olarak başlamak da ne kadar doğru bilmiyorum- ama nasılsa yazıyı paylaşacağım platformlar fantastik edebiyatsever kişilerin buluştuğu yerler olacağından buna gereksinim duyduğum söylenemez. -ikilemde kaldığım bir gerçek ama karar vermem gerekti.-

     Bizler, öykülerimizde genellikle mitolojik, tarihsel ya da destansı olaylar kurgulayıp onları yazarız. Yazdığımız tür fantastik olunca bu, kaçınılmaz oluyor. Öykünün zaman aralığı ‘şimdi’de geçse bile belki binlerce yıl öncesini de anlattığımız noktalar var olabiliyor. Bu yüzden şiir, destan, öykü içinde öykü gibi bağıntılara başvurabiliyoruz.
     Yazıyı bir yazar olarak değil de daha çok okur gözüyle yazıyorum. Bu yüzden konuya da okur olarak yaklaşacağım. Bir öyküyü okurken ben, meraklanmak isterim ki herkes bunu ister. Eğer kurguda kullandığınız şiir, gelecek sayfalarda kahramanın macerasında etken rol oynayacaksa ya da bir kehaneti anlatıyor ve bu ‘kehanet şiiri’ kurguyu yönlendiriyorsa şiirin olabildiğine kapalı ve dolaylı olmasını isterim. Bunun en basit sebebi, eğer yazılan şiir açık ve netse birkaç sayfa ya da bölüm sonra olacakları tahmin edebilmeme neden olur ve bu da merak duygumun büyük ölçüde körelmesine ve okuduğum öyküden alacağım hazzın törpülenmesine neden olacaktır. Bu yüzden kehanet, mit, efsane içerikli şiirlerin olabilecek en dolaylı ve karmaşık şekilde yazılması gerektiğini düşünüyorum.

     Bir örnekle gitmem gerekirse Göktuğ Canbaba’nın ‘Tılsım-ı Kudret’inden alıntı yapabilirim. Ta Mezopotamya çağlarından ve Osmanlı devrinden günümüze dek ulaşan roman en basit anlatacağım şekliyle, kötücül bir tılsımın insanları nasıl yok ettiğini anlatıyor. ‘Kefen Yırtan’ adında bir iblisin dünyaya hakim olabilmek için insanların canını alması şu şiirle bağdaştırılmış:

“Uğultuların arasında bir ses duydum,
Öte diyardan bir haykırış.
Araladım bin zincirli kapıyı ardına dek,
Korkuyla kavrulan birini buldum.
Kıl gibi ince bir ipin üzerinde yürüdüm,
Kanım yere damlarken insan tohumlarını gördüm,
Bedenim alevin korudur, yalanın özü,
Ateşten toprağa, hiçlikten insana döndüm.”


     Mösyö Frederic, namı diğer Fransız’ın, Antik Bilgi Toplayıcıları (ABT) adlı topluluğa katılabilmek için yaptığı araştırmalar sonucunda içine düştüğü olaylar silsilesinde, bulduğu lanetli bir muska yüzünden insanlar ölmekte ve her bir insan öldükten sonra şiirden bir dize eksilmektedir.
     Şiire bakınca anlatımın kurgu içerisinde daha sonra olabilecekler konusunda fikirler edinebiliyorsak da doğrudan neler olabileceği konusunda pek fikir sahibi olamıyoruz. Şiirin anlatımı, dolaylamalar, kapalı tasvirler ve benzetmelerle örülü olduğundan, heyecanı eksiltmek şöyle dursun daha da meraklandırıcı bir yapıya sahip.
     Kurgu dahilinde, her bir kurbandan sonra şiirden bir mısra eksildiği için de son dizenin de yok olup olmayacağı konusunda okur oldukça meraklanıyor ve roman, bu konuda hiçbir ipucu vermezken bizi aksi yönde düşünmeye de sevk ediyor.
    Bu bakımdan Tılsım-ı Kudret ve kurguda oldukça önemli bir yere sahip olan şiir, anlatmaya çalıştığım konuya oldukça iyi bir örnek.

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Öykü Yazım Notları 2
« Yanıtla #1 : 04 Eylül 2012, 03:15:17 »
     Öykü Yazım Notları 2
     Öyküler ‘kısa’ kurgusal metinler olarak tanımlanır. Kime göre kısadır onu bilmiyorum ama yanlış hatırlamıyorsam bir yerde, romanın en az 49 sayfadan oluşabileceğini okumuştum. Yazınsal akademik çevrelerin oluşturduğu bu kalıba göre de 48 sayfalık bir metin uzun bir öykü olsa gerek.
     Bu bakımdan öyküde anlatılanların olabildiğine duru olması gerek diye düşüneceksinizdir. Her şeyin açık ve anlatılabilecek en kısa şekilde anlatılması gerekliliği… Ben buna pek katılabileceğimi sanmıyorum. Birkaç gündür Stephen King’in “Karanlık Öyküler” kitabını zevkle okuyorum ve bu notu yazmaya, ‘Jack Hamilton’ın Ölümü” öyküsünü okuduktan sonra karar verdim.
     Öykü, doğrudan karakter isimlerinin verilmesiyle başlıyordu. Bu yüzden karakterleri tam olarak tanımam biraz zor oldu. Jack Hamilton’ın Ölümü şöyle başlıyor:

     “Öncelikle bir konuyu belirtmek istiyorum: dostum Johnnie Dillinger'ı FBI ajanı Melvin Purvis dışında sevmeyen yoktu. Purvis, J. Edgar Hoover'ın sağ koluydu ve Johnnie'den ölümüne nefret ederdi. Ondan başka herkes... şey, Johnnie insanlara kendisini sevdirirdi, olan buydu. Ve herkesi güldürme yeteneği vardı. Tanrı'nın sonunda en doğrusunun olmasını sağladığını söylerdi. Böyle bir felsefesi olan birini sevmemek mümkün müydü?
…”
     Johnnie Dillinger, Melvin Purvis, J. Edgar Hoover… öyküye başlayınca bu kişilerin kim olduğunu merak ettim doğal olarak. Kafamdaki bu soruyla henüz ilk paragrafta karşılaşınca da öyküye kendimi tam olarak veremedim ve ilk sayfayı birkaç kez daha okumak zorunda kaldım.
    Devam ettikçe karakterlerin kim olduklarını öğrendim ancak öyküye ikinci kez başlamak beni rahatsız etti. Bir Stephen King hayranıyımdır ve King’in, bir çok romanında da bu şekilde yazdığını iyi bilirim. Karakterin isminin ilk defa geçtiği yerde parantez içinde onun lakabını da yazması ve daha sonraki sayfalarda kah ismi kah lakabı kullanması okuyucu olarak beni oldukça yoruyor ama kitabı bitirdikten sonra belki yıllarca hiç unutmayacağım bir hikaye okumuş oluyorum.
     Kimine göre özentilik olarak sayılabilecek bir şey yapıyorum ve Stephen King gibi bir yazar olmak istediğimi söylüyorum, yazdığım öykülerde de onun tarzına yakın şeyler yazmaya çalışıyorum ama becerebiliyor muyum emin değilim. Ancak sadece bu bakımdan King’in tarzı bana pek uygun düşmüyor sanırım. Öykü karakterlerini tanıtırken onların olabildiğince -sözcüklerle- anlatılmasını okumak isterim. Yani dediğim gibi doğrudan isimleriyle değil de kişiliklerini, alışkanlıklarını, anılarını vb. gibi özelliklerinin anlatılarak tanıtılmasını yeğlerim.
     Bunu karakterin ismini söylemeden önce onun hayatını anlatmak olarak değil de, kim olduğunu belirttiğimiz ilk satırlarda belki geçmişine dair ve kurguda yer alması gereken noktaları da anlatarak yapabiliriz:

     “Tren’in en son kompartımanında tek başına yolculuk ediyordu Çağatay. Ta okul yıllarından beri yalnız ve trenle seyahat etmeyi seviyordu. Yalnızlığı seviyordu o. Trenin penceresinden tersten akıp giden görüntülerde kah geçmişini görüyor kah geleceğini düşünüyordu. Sahi, onu nasıl bir gelecek bekliyordu? Daha önce hiç gitmediği bir şehre, hiçbir plan yapmadan gidiyordu ve neler yaşayacağı konusunda hiçbir bilgisi yoktu.”

     Bu paragrafı bir öykünün ilk paragrafı ya da Çağatay karakterinin öyküye dahil olduğu ilk kısım olarak ele alabiliriz. İlk cümleyi karakterin ismiyle ve öykü mekanıyla yazdım ve hemen sonra  Çağatay’ın geçmişine giderek onun nasıl bir karakter olduğunu gösterebilecek cümleler kurdum. Umarım neyi anlatmak istediğime dair bu paragraf yardımcı olmuştur..
     Belki bu şekilde yazmanın, öyküyü oldukça uzatacağını düşünebilir, gereksiz görebilirsiniz ama en azından ana karakterin şu anki haliyle değil de daha önce yaşadıklarıyla da anlatılması ve bunun öykünün kurgusu içerisinde olması daha sağlam bir öykü meydana getirir. Bence!

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Öykü Yazım Notları 3
« Yanıtla #2 : 10 Eylül 2012, 00:54:52 »
     Öykü Yazım Notları 3

     Forum’da gördüğüm, en çok tartışılan konulardan biri isimler… Genellikle fantastik öyküler için, karakter ismi seçme konusunda oldukça farklı fikirler dolanmakta. Türkçe isim kullanmak konusunda duyarlı olanlar -ki ben de onlardan biriyimdir-, yabancı kökenli isimlerin bir fantastik öyküye daha yakışacağını düşünenler… Kimileriyse isim seçmek -daha doğrusu yaratmak- konusunda daha esnek davranıyor. Gerçek isimlerde değişiklikler yapmak, tamamen hayal gücüne dayalı isimler türetmek…

     Türkçe isim kullanmak kimilerine garip gelebiliyor. Bir fantastik öyküde Mahmut ismini görmek sanırım yadırgatıcı bir durum. Ki bu da oldukça doğal… Her gün duyduğumuz isimlerin gerçekdışı yazılarda geçmesi şaşırtıcı olabilir. Sabahları ekmek aldığımız Ali Rıza Bakkal, satırlara dökülünce karşımıza birden vampir avcısı olarak çıkıyor, büyükbabamızın ismini bir büyücüye yakıştıramıyoruz ve daha ve daha…  Ancak bize ne kadar Türkçe isimler garip geliyorsa örneğin İspanyollar da Elisa adını cadıya, zombiye, vs. yakıştıramıyordur. Bu tamamen algı sorunundan kaynaklanan bir durum... bunu ancak daha çok Türkçe isimli karakterleri olan fantastik öykü yazdıkça ve okudukça kırabiliriz. Garip geldiği için tercih edilmediğinden dolayı da bu süreç oldukça uzayacak gibi görünüyor bana!
     Üstelik Türkçe bildiğimiz çoğu isim de aslında Arapça ya da Farsça kökenli. Öyle ki gerçek Türkçe isimleri gerçek kişilerde görünce bile garibimize gidiyor. Berk, Alp, Aytuğ, Ilgın, İdil gibi isimleri yabancı isim sananlar var hala! Bazı isim sitelerine baktım; Çağatay isminin bebeklere verilemeyeceğini yani isim olarak kullanılamayacağını bile yazmışlar…
Biraz araştırmayla, kulağa garip gelse de hiç bilinmeyen birçok Türkçe ismin olduğu ve bunları rahatça öykülerde kullanılabileceği görülebilir. Gereksiz yadırgamaları, garipsemeleri amatör de olsa fantastik öykücülere yakıştıramıyorum ben!
     Öykü kahramanının karakterine uygun olabilecek isimleri kullanabiliriz örneğin. Aşağıda, internetten rastgele seçtiğim birkaç Öz Türkçe ismi ve anlamlarını yazacağım. Karakterinizin kişiliğine bu isimlerin anlamları uygun düşüyorsa elbette kullanılabilirler:
     Alkar: Bitirici, yok edici.
     Altaçu: Aldatıcı taktik sahibi.
     Barkın: 1. Gezgin, seyyah. 2. Kararlı, azimli
     Celasun (Çalasun): 1. Delikanlı 2. Cesur, savaşçı. 3. Becerikli, eli tez.
     Çaşut: Haberci, muhbir, ajan.
     Işbara: Çalışkan, hamarat.
     İlsiret: Düşmanın devletini yıkıp esir eden, devletsiz bırakan.

     Baktığım listede bunun gibi on binlercesi var. Günlük yaşamda duyulan isimler de kullanılabilir ancak gerçek Türkçe isimler benim için daha cezp edici…
İsimler sadece anlamlarına göre değil birçok başka değişkene göre de belirlenebilir. Öykü dünyada ve gerçek bir mekanda geçiyorsa o yörenin, çağın isimleri kullanılabilir, karakterin ırkına göre seçim yapılabilir ve benzeri…

     Yabancı kökenli isimler kullanmayı tercih etmesem de birkaç öykümde böyle isimler kullanmıştım. Bu tamamen öykünün o ülkede geçiyor olmasından kaynaklıydı. Yabancı kökenli isimlerin kullanılmasına da karşı değilim elbet…

     Bir başka isim bulma yöntemi de lakap vermek olabilir. Öykü kahramanlarının kendi isimleri olsa da lakabını daha çok kullanarak onu isimleştirebiliriz. Stephen King birçok öykü ve romanında bunu kullanıyor. Bizdense aklıma gelen sadece Tılsım-ı Kudret var.
     Ancak lakaplar karakterin kişiliğini, alışkanlıklarını vs. yani lakap özelliklerini barındırmalı bence. Karakterle hiç ilgisi olmayan lakaplar okuyucunun dikkatini çok çekecektir. Örneğin karakteriniz bir savaşçıysa ve kılıç kullanmakta çok başarılıysa bunu yansıtan bir lakap seçmelisiniz. Ya da patavatsız, şakacı, lakayt bir tipse o özelliklerini yansıtan bir takma isim kullanılmalıdır.

     İsim türetmek kolay gibi görünse de okuyucuları okurken zorlayabilir. İsim türetmenin birkaç farklı yolu vardır. Bunlardan biri bilinen isimler üzerinde değişiklikler yapmak olabilir. Harf ekleme-çıkarma, harflerin yerlerini karıştırma vs. bunu yaparken okunuşuna dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkçe, diğer dillerden farklı olarak, okurken yazıldığı gibi okunan bir dil. Feyza Hepçilingirler, “Türkçe Off” kitabının bir bölümünde Türkçe’nin aslında zannedildiği gibi yazıldığı şekilde okunmadığını, örneğin ‘geleceğim’ sözcüğünü ‘gelicem’ şeklinde söylediğimiz için böyle olduğunu söylemişti. Haklı olabilir, bunun üzerinde çok düşünmedim açıkçası ama ben kitap okurken hiçbir zaman –ceğim,-cağım eklerini –cem,-cam olarak okuduğumu hatırlamıyorum ve okumak ve konuşmak farklı eylemlerdir. Bu yüzden konuşma dilindeki değişiklikler yüzünden Türkçe’nin yazıldığı gibi okunan bir dil olmadığı bence söylenemez. Ama en azından isimleri oluştururken İngilizcedeki gibi değil de Türkçedeki gibi düşünmemizin yararlı olacağını düşünüyorum:
    Teoman ismini ele alalım. Theoman gibi bir değişiklik bence çok gereksizdir. Bu değişiklik sadece yazım üzerinde oluşacak üstelik okurken de okuyucunun kafasını karıştıracaktır. -Ne kadar böyle şeylere alışmış olsak da.- Bunun yerine daha kolay okunuşlu olacak şekillerde değiştirebiliriz. Temon gibi, Tamen gibi vs.
     Tolga ismini de heceleriyle oynayarak değiştirecek olursam; Tolynga gibi bir şey değil de okunuş olarak daha rahat olabilecek, sessiz harften sonra sesli harf getirerek uygulardım, Tolunga gibi…
    Harflerin yerlerini değiştirerek ise yine aynı yöntemi kullanarak örneğin Mustafa ismiyle Safutam, Futamus, Matusaf gibi birçok varyant ile oynayabilirdim. Hangisi gözünüze daha hoş gelir ya da okunuşu daha rahat ise onu seçebilirdiniz. Bu yöntemde eğer tüm harfleri kullandığınızda hiç biri hoşunuza gitmediyse ki benim bu örnekte hiç biri gitmedi, harf eksiltme ya da ekleme de yapılabilir: Matusaf’ı Matusa olarak kendimce daha hoş kılabilirdim.
     Şöyle bakınca çok saçma görünse de bu yapılan, bir öykünün içinde yer alınca belki de unutulmaz bir karakter ismi olacaktır. Tabi fantastik edebiyatı bilmeyenlerin bizleri anlamasını bekleyemeyiz, açıkçası uydurulmuş, oluşturulmuş, yaratılmış isimleri ben de tercih etmesem de bu çok sık kullanılan bir yöntem…

     Hayal gücüne dayalı bir başka örnek de burada da birçok öyküsü yer alan “Mu”nun öykülerinden verebilirim. Fantastik kaleminin oldukça güçlü olduğunu düşündüğüm Mu isim seçmek konusunda da çok yaratıcı bir yazar. Karakterleri genellikle çocuklardan oluşuyor ve isimlerini de bu doğrultuda seçiyor… ‘Yamuk Gözlü Firavun’un Periş’i, ‘Gökkuşağı Avcıları’nın Pıt ve Kıtır’ı, ‘Mağaradaki Kel Adam’ın Polim’i, Mika’sı, Haltin’i, ‘Reis’in Askerleri’nin Pıtır ve Pire’si… Gerçek anlamlar barındıran, bir yandan da eğlenceli duran bu gibi isimler de kullanılabilir.

     Fantastik öykücülük, hayal gücünün son derece etkin olduğu bir dal olsa da içinde gizli gerçeklikleri de çokça barındıran bir dal. Kimileri onu çocuk edebiyatı diyerek küçümsüyor olabilir. Bu onların, dolaylı düşünemediklerini, söylenenin farklı şekillerde de anlatılabileceğini bilmediklerini gösterir. İsimler de aslında bu dolaylı söylenen şeyleri yansıtabilir. İyilerin yanında yer alan Anakin Skywalker’ın kötü tarafa geçince ismini Darth Vader olarak değiştirmesi belki de sadece bir tercihten dolayı değildir…

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Öykü Yazım Notları 4
« Yanıtla #3 : 17 Eylül 2012, 00:00:46 »
     Öykü Yazım Notları 4
   
     Tabu, kutsallaştırılan ya da aşağılanan şeylerin dokunulmaz kılınmasına denir. İki zıt birimin aynı sözcükle değerlendirilmesi bir yana, aslında tabular bence toplumun muhafazakârlaşmasının en büyük sebeplerinden biri. Bir şeyleri muhafaza etmeye, koruyup kollamaya eyvallah, o toplumu ‘o toplum’ yapan şeyleri yaşatmaya devam etmeye eyvallah ama bence hiçbir şey dokunulmaz olmamalıdır. Dokunulmaz kılınan şeyler bir süre sonra insanların nefretlerini daha da kabartabilir.

     En büyük tabulardan biri olan dini ağzınıza almaya kalkıştığınızda toplumsal bir linçe, ölüm fetvalarına ve hatta suikastlara maruz kalırsınız. Eşcinsel olduğunu saklamak istemeyen bir genç adam veya kadın, yaşadığı mahallede dışlanır, kiralayacak ev bulamaz, ailesi tarafından reddedilir hatta bazı bölgelerde namus cinayetlerine kurban gider. İki olayın da örnekleri vardır Türkiye’de. Hayatının büyük bölümünü dini eğitimlerle geçirmiş, daha sonra mürted olup ateizme kaymış ve bu konuda kitaplar yayınlamış olan¹ Turan Dursun, kitaplarında Hz. Muhammed ve Kur’an’ı küçük düşürdüğü gerekçesiyle katledilmiştir, (14 Eylül 1990). Daha bu yılın ( 2012 ) Temmuz ayında Diyarbakır’da, babası ve amcası tarafından eşcinsel olduğu için 17 yaşındaki R.A. namus cinayetine kurban gitmişti ve hemen bütün basın-yayın organları, bu cinayetin bir nefret ve namus cinayeti olduğunu es geçerek görmezden gelmişlerdi…

     Bu tür tabuların yanı sıra daha göze batmayan, toplumun ahlakını koruma amaçlı gibi görünen tabular var. Bunlar genellikle küfür kullanmama, seksi ağzına almama gibi şeyler. Ancak bu tabu -küfür etmek- gerçek hayatta hiç ama hiç uygulanmazken edebiyatta kendini en belirgin şekilde gösteriyor. Gerçek hayatta ağzından argo sözcükleri, küfrü düşürmeyen insanlar aynı sözleri bir romanda ya da öyküde okuyunca ‘seviyesiz edebiyat’, ‘edepsiz edebiyat’ gibi yakıştırmalar yapıyor. Bu, okuyucunun ikiyüzlülüğü ya da ‘yüksek’ edebiyat şuurundan kaynaklı bir durum değil elbette. Küçüklüğünden beri ona, seksin, seksi çağrıştıran sözcüklerin vs. ayıp olduğu öğretiliyor, bir yandan da gerek arkadaş ortamında gerekse kendinden yaşça büyük akrabaları tarafından yarı eğlence amaçlı küfürlü, argo sözcükler kullandırılıyor.

     Öykü, roman; olmuş ya da olabilecek olayları yazıya aktarma sanatı olarak öğretildi bize lisede. Edebiyat alanının daha içine girdikçe bu tanımlamanın ne kadar kısır ve sığ bir tanımlama olduğunu anladım ama bu en ilkel tanımdan yola çıkacak olsak bile öykü, gerçek hayatın bir yansıması olacağından küfür, argo sözcükler, bel altı konuşmalar, seks çağrışımları hatta seks sahneleri de öykü içinde olmalı bence. Elbette ki yazarın tercihine hiçbir şey söyleyemem ancak bu tür çağrışım ve kullanımların ne kadar az olduğunu gördüğüm için sadece bu tür eserlerin azlığını söyleyebilirim.

     Zaman ilerledikçe dünyadaki tabular daha da azalıyor illa ki ancak bugünün Türkiye’sinde hala kırılması gereken birçok tabu var. 6-8. yüzyıllarda Japonya, birçok tabuyu aşmıştı çoktan. Bir Japon şiir sanatı olan haiku, dünyanın en kısa şiir türü olarak biliniyor. Bizdeki beyit ve rubaiye benzetilse de 5-7-5‘lik hece ölçüsünü kullanarak üç mısra ile yazılan bu türde kullanabileceğiniz en fazla on sekiz hece bulunuyor (5-6-5 ve 5-8-5 de kullanılabilir.) ‘Kigo’ ile genellikle mevsim çağrışımları yapılsa da haiku’da -Oruç Aruoba; ne tam şiirdir ne de tam düzyazıdır der- birçok konu işlenebilir. Bir haiku, ‘şimdi’yi, ‘an’ı anlatır ve hayatın bütün anlarını haikuda görebilirsiniz. İşemek de konu olabilir şiire, bir orospunun yol kenarında müşteri bekleme anı da… Dee Evetts şöyle der:

     “İtirazı mümkün olmayan şudur ki, Güneşin altında hiçbir konu yoktur ki özellikle haiku ve genel olarak edebiyat için uygun olmasın, ne serserilik, ne fuhuş, ne iktidarsızlık, ne de bunaklık ya da bedensel özür. Tüm bunlar yaşamın geçit törenidir, patetik olmayan bir dil ile söylemek gerekirse: Tam ve bütün oluşumuzdur. Önemli olan konu değil, yazarın tutumudur.” ²

     Bu sözler şüphesiz yazınsal alanın diğer türleri içinde de değerlendirilebilir. Hayal gücünün daha ön planda olduğu fantastik ve bilimkurgu için de doğru olabilecek bu sözler, günümüzde daha çok ‘Beat Kuşağı’ ve ‘Yeraltı Edebiyatı’nda kullanılıyor. Ancak diğer türlerde böyle çağrışımları görmek neredeyse imkânsız! Charles Bukowski, William S. Burroughs gibi sayılı yazarlar dışında cinsel çağrışım, argo sözcükler, uyuşturucu deneyimleri vs. gibi hayatın içinde daha çok olan şeyleri yazarlar görmezden gelebiliyor. Eddy Joe Cotton’ın Hobo adlı kitabının arka kapağında ‘motellerin beyaz nevresimlerinde sikişenleri…’ sözünü görünce elbette ilk an garibime gitti ama yadırgamadım.

     Özellikle sanal ortamlarda, ‘aramızda hanımefendiler de var ve bunları onlar da okuyor’ ya da ‘üye olurken okuduğunuz kurallar arasında argo, küfür, hakaret yasaktır’ bahaneleriyle çok fazla gözlemlediğim bu tür tabular ‘en demokratik ortam’ olarak tanımlanan internete bence hiçbir şekilde uymamakta. Öykülerde Türkçe isim kullanılmasının tercih edilmemesine dair, Türkçe isim kullanmadığımız için yadırgadığımızı ve Türkçe isimli fantastik öyküler yazıp okudukça bu önyargımızın zamanla kırılacağını söylemiştim. Aynı durum bunun için de geçerli olabilir.

     İnsanlar günlük hayatlarında argo ve küfür kullansalar da bir romanda, öyküde bu tür söyleşimler görmek onları rahatsız ediyor. Bu algıyı da daha çok seks içerikli, argo kullanımlı, küfürlü diyalogları olan öykü ve romanlar okudukça kırabiliriz. Belki her gece eşiyle, sevgilisiyle sevişen kadın, yatmadan önce okuduğu romanda ‘sikişmek’ sözcüğünü görünce hemen kızıveriyor, yazarın seviyesiz, ahlaksız olduğunu düşünüyor. Hâlbuki yazarın, hayal gücüyle çalışan işçi olsa da, hayata dair de birçok şey söylemek zorunda olduğunu -zorunluluğu mecburiyet anlamında kullanmıyorum, en fantastik, en sıra dışı öykülerde bile hayata dair birçok şey vardır ve bu kaçınılmazdır- bilmeli.

     Bunun yanında roman ve öykünün kurgusuna dâhil olan karakterlerin kişilik özellikleri de bu tür kullanımlarda etkili olabiliyor. Olayın kahramanları arasında evsiz, sarhoş, köylü, avam vb. gibi toplum yaşamının büyük çoğunluğunu oluşturan karakterler de varsa eğer illa ki toplumsal gerçekliklerine uygun konuşturmak ve hareket ettirmek zorundayızdır. Bir bakkalın uzun bir felsefi cümle kurmasını, sokak çocuğunun diğerleriyle konuşması sırasında, hükümetin tinerci çocuklar hakkında söylediği sözleri düşünsel bir derinlikle eleştirmesini ya da tecavüze uğramış ve tecavüzcüsüyle evlendirilmek istenen bir kadının bu konuda sosyologlar gibi konuşmasını bekleyemeyiz. Karakter illa ki o duruma uygun sözler söyleyecek, o durum ekseninde hareket edecektir ve bunları yazarken, karakterin kişiliğine, toplumsal sınıfına, sosyal çevresine göre yazarız. Bu durum, genel olarak roman ya da öykü yazmanın bir kuralı olsa da anlatmaya çalıştığım, öyküde argo, küfür vb. kullanımlarıyla da yakından ilgili. Nasıl ki bir serserinin İstanbul Türkçesiyle konuşmasını bekleyemezsek, uygun olmayan yerde de argo ve küfür kullanmak öyküyü değersizleştirir.

   Notlar:

¹ Din Bu 1: Tanrı ve Kur’an,
  Din Bu 2: Hz. Muhammed,
  Din Bu 3: İslam’da Toplum ve Laiklik,
  Din Bu 4:  Tabu Can Çekişiyor,
  Din ve Seks,
  Şeriat Böyle
² http://www.facebook.com/groups/250367574990837/doc/265548500139411/

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Öykü Yazım Notları 5
« Yanıtla #4 : 24 Eylül 2012, 00:23:04 »
        Öykü Yazım Notları 5

        Bu notların ne kadar daha süreceğini bilmiyorum. Edebiyat hakkındaki bilgim daha fazla yazmaya zaten yetmez ki bunların sadece benim için birer not olduğunu her yazımda söylüyorum. Daha ne kadar devam ettirebilirim bir fikrim yok. Gittiği yere kadar sürdüreceğim. Bu arada sizler de konu altında görüşlerinizi bildirirseniz sevinirim. Tartışmalar kavgaya dönüşmediği sürece her zaman daha çok fikir edinme ve bilgi sahibi olma nedenidir.
        Bilimkurguyla ilgili fazla bilgim yok. Hoş, fantastik türü de çok iyi bildiğimi söyleyemem, henüz fantastik kitapların yüzde beşini ancak okumuşumdur. Yine de fantastik türde de yazan biri olarak, yazım yeteneğinin nasıl geliştirilebileceğine dair benim de ufak, önemsiz fikirlerim var. Bunlar aslında sadece fantastikte değil her türlü yazım konularında geçerli.
        Fantastik kurgu, hayal gücünün en yoğun kullanıldığı, tamamıyla başka dünyalarda yaşayan bir beyni gerektiren bir tür... Bu yüzden yazması da oldukça zor! İyi bir fantastik öykü yazmak, Rönesans döneminin o bilindik -fotoğraf kadar gerçekçi- portrelerini çizmek kadar zor bir durum. Amatör bir öykücü olarak, benim, yazım yeteneğinin nasıl geliştirileceğine dair düşündüklerim de ustaların, yazarların söylediklerin farklı olmayacak aslında.
        Okumak bunların en önemlisi… Tam olarak hatırlamıyorum, bir yerde, ‘bir sayfa yazı yazabilmek için yarım kitaplık dolusu kitap okumak gerekli’ diyordu. Çok doğru. Yine fantastik edebiyattan gideyim; ‘ben fantastik öykü yazarı olacağım, o yüzden sadece fantastik romanları okumalıyım’ ya da ‘okurum’ diye düşünmek yanlış olacaktır. Fantastik kurgu yaratabilmek konusunda bu türdeki romanları okumanın, filmleri izlemenin elbette çok faydası olacak ancak edebiyatına, yani sanatsal değerine çok fazla katkısı olmayacaktır diye düşünüyorum. Nedenini öyle uzun uzadıya açıklamaya gerek yok sanırım okumanın yazmaya olan faydalarına… Klasiklerden çağdaşlara, amatörlerden akademik çalışmalara edebiyata dair ne varsa okumalıyız. Bir ressam klasik portre ya da manzara resmi yapmadan kübist, soyut resimler yapmaya başlarsa nasıl başarısız olacaksa aynı şey yazar için de geçerlidir. Klasikleri ya da diğer türleri okumadan doğrudan fantastik, bilim kurguya geçersek ne kadar özgün ve güzel bir kurgumuz olursa olsun bir şeyler eksik kalacaktır…

        Yazım yeteneğini geliştirmenin bir diğer yolu, makaleler okumaktan geçer. Usta yazarların bu konuda yazdığı makale, deneme ve köşe yazıları, gerçekleştirdiği konferanslar, söyleşmeler, bu konuda çekilen belgeseller… Vatan gazetesinde 53 haftadır her Pazar ‘Edebiyat Notları’ yayınlayan Zülfü Livaneli’nin yazıları oldukça faydalı olacaktır mesela. Aylık edebiyat dergilerinde çıkan yazılar, Stephen King’in ‘Yazma Sanatı’, Orhan Pamuk’un ‘Saf ve Düşünceli Romancı’, Umberto Eco’nun ‘Genç Bir Romancının İtirafları’ ilk aklıma gelenler… Hece Dergisi, öykücülük konusunda en çok araştırma yayınlayan dergilerden birisi. İki ayda bir çıkardıkları ‘Hece Öykü’ dergisi çağdaş edebiyatları karşılaştırmalı olarak derinlemesine irdelemekte. Şubat-Mart ve Nisan-Mayıs 2011 sayılarındaysa Fantastik Öykücülüğü ele almışlardır. Ulaşabilenlere faydasının dokunacağı muhakkak…
        Yaratıcı yazarlık konusu apayrı bir mesela ancak usta olarak kabul edilen yazarların bu konudaki tavsiyeleri bence, amacı kar etmek olan yaratıcı yazarlık kurslarından daha etkili olacaktır.
   
        Fantastik öykü yazmaya bence doğrudan kendi kurgularımızı yazarak başlamamalıyız. Demek istediğim, her kültürün kendi gerçeküstü söylenceleri, efsaneleri bulunmakta. Bunlardan yararlanarak önce küçük, basit kurgular oluşturarak yola çıkabiliriz. Bu, önceden mevcut temel bir kurguya sahip olduğunuz için size hem yazarken -başlangıç evresinde- j-kolaylık sağlayacak hem de cümle kurabilme becerinizi geliştirecektir. Türk kültüründe de aslında bir çok memorat, efsane, söylence var… Bunlardan yararlanarak bir harman oluşturulabilir. Tepegöz’ün Beyoğlu caddesinde insanlara saldırdığını düşünsenize mesela! Ya da her Çarşamba gecesi bir çocuğu yer altındaki inine kaçırıp onun kanıyla beslenen modern Çarşamba Karısı’nı… Belki Süt Kardeşler’in ünlü Gulyabani’si yine aynı şekilde ama günümüzde, bir elmasından peşinden değil de bankaların, tefecilerin peşinden koşuyordur… Elimizde bunca malzeme varken ve yeni yeni yazmaya başlamışken bunları değerlendirmemek olmaz sanırım.
        Stephen King, her korku yazarının mutlaka diri diri gömülme olayını yazması gerektiğini söyler de ben yazmaya yeni başlayan her Türk gencinin kendi kültüründen beslenmesi gerektiğini söyleyemez miyim yani!

        TRT 2’nin kıvırcık ressamına dönüşüp ‘Belki şurada mutlu ama aç bir cadımız vardır’ demeye başlamadan önce bitireyim ve yazabilirsem haftaya devam etmek üzere izin isteyeyim…

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öykü Yazım Notları
« Yanıtla #5 : 01 Ekim 2012, 23:54:45 »
     Selamlar;
     Bu hafta notlara devam edemedim. Bilmiyorum takip eden var mı ama varsa kendilerinden özür diliyorum. Okul ve ders yoğunluğu ve öykü projeleri nedeniyle, daha çok da daha fazla yazabilecek yeterliliğe sahip olamadığım için yazamıyorum.
     Belki bu hafta içinde, öykü yazımı üzerine olmasa da bir şeyler yazıp paylaşabilirim. Takip edenlere, okuyanlara teşekkürler...

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Hayalet Aşk Üzerine Kısacık
« Yanıtla #6 : 03 Ekim 2012, 20:59:49 »
     Mert’in öyküsü, aslında birçoğumuzun başından geçen şeyleri anlatıyor bana kalırsa. Hepimiz âşık oluyoruz. Çoğu zaman söyleyemiyoruz, ne kadar yakın olursak olalım ona, itiraf edemiyoruz. Mert’in öyküsü daha farklı başlıyor sadece. Yaşlı bir adama iyilik yapmak isterken bir ruha dönüşüyor ve izbenin içinde sıkışıp kalıyor. O sessiz, karanlık ve umutsuz harabenin içine bir gün ışık gibi bir kız doğuyor ve olmayan hayatı, değişmeye başlıyor artık Mert’in.
     Kitabın en hoşuma giden yanlarından biri, Türkçe -ya da Türkçeleşmiş- isimler kullanılmaya çalışılmış olması. Kapak tasarımı da artık en önemli öğelerden biri ve Hayalet Aşk’ın kapak tasarımı da oldukça hoş, -beni al- diyen cinsten. Çok uzun olmaması da yine, ne kadar iyi bir kitap olsa da bir süre sonra sıkan ve okunmayan kitap olmaktan kurtarmış onu. Okumaya üşeniyor -ve gerçekten boş zamanlarımda, otobüste gidip gelirken- okumuş olsam da yarın sabahı ya da akşam dönüş saatini sabırsızlıkla beklediğim anlar oldu o anlar.
     Mekânlardan, kişilere kadar oldukça iyi tasarlanmış, güzel anlatılmış, çoğu yerde felsefi derinliği olan -son sayfalarda biraz İslam reklamı koksa da- oldukça iyi bir romandı. Mert’in öldüğü ilk zamanlardaki karanlık, çökmüş, umutsuz halleri ile evin harabe, izbe, metruk hali benzerdi. Aynı şekilde, Elif’in gelişiyle -genel olarak insanların gelişi ama Elif, Mert için çok özel- ışığa bürünen, renklenen, hayat dolu ev ve Mert’in tekrar neşe bulması, gülümsüyor olması ve uykusuzluk illetiyle zamana karşı daha dirençli olması, güzel kurulmuş bir bağdı.
     Öte alem ve ruhlara dair anlatılanlar, kabir azabı denebilecek yeraltına hapis ruhlar ve ‘özgür ruhlar’, hayvanların ruhları, cehennem -kısa bir sahne de olsa- çok özgün anlatılmış, sadece ‘bir aşk romanı’ denemeyecek kadar derin bir roman. Kısacası, çok zevk alarak okuduğum, kolay kolay unutamayacağım bir eser. Teşekkürler Kadim!