Bu konu tam benlikmiş aslında.

Aşağıdaki birkaç ay önce gördüğüm bir rüyaydı. Uyanır uyanamaz not aldığım için hatırlamakta zorlanmadım. Biraz uzun oldu gerçi.
Küçük bir kız. Beş altı yaşlarında. Gözlerinde bir sorun var. Göremiyordu. Bir süre önce ameliyat oldu. Hastane odasında. Annesi yanında. Saçları koyu kahve, gözleri hafif çekik. Ufak bir burnu var. Küçük kızın saçları annesine benziyor. Gözleriyse babasına. Dalgın dalgın soluk mavi duvarlara bakıyor.
O anda baba başka bir evde. Hayır, ev değil. Ucuz bir otel odası burası. Adam endişeli, kızgın, tedirgin. Bağırıp çağırmamak için kendini zor tutuyor gibi. Neyse ki elleri kolları konuşurken hiç durmuyor. Bu onu biraz sakinleştiriyor. Karşısında deri mont giymiş, kısa saçlı, hemen hemen adamla aynı boyda bir kadın var. Adamın avukatı. Kadın çetin ceviz. Adamın bildiği sırrı biliyor. Sırrı bir kişi daha biliyor. Onun da bir kadın olması muhtemel.
Adam avukatına endişelerini anlatıyor. Peşindeki adamların şakası yok.
Sonunda bir karara varıyorlar. Avukat otel odasından çıkıyor. Arabasına yürüyor. Dışarısı alaca karanlık. Sokak lambaları yanıyor. Metalik gri araba zengin duruşuyla sokağın sefaletine tepeden bakıyor. Kadın direksiyonun önündeki yerine yeni oturmuşken cam hafifçe tıklanıyor. Avukat irkiliyor, fakat çaktırmamaya çalışıyor. Gelen bir polis memuru. Lacivertler, maviler içinde. Eğilip, kadından camı açmasını isterken rahat görünüyor.
Polis memuru avukata arabasının bir sorunu olduğunu, cezai işlem uygulayacağını söylüyor.
Avukat itiraz edecek gibi oluyor. Ancak oyalanmak istemediğinden orta yolu bulmaya çalışıyor. Polis ısrarcı. Suratına alaycı, çokbilmiş bir sırıtma kondurmuş. Kadına ‘avukat hanım’ diye sesleniyor. O kelimelerden zehir gibi alaycılık akıyor.
Her şeyin farkında olan kadın harekete geçmek istiyor, ancak geç kalıyor. Arabanın diğer ön kapısı açılıyor ve içeri iri bir adam dalıyor. Uzanıp kararlı hareketlerle eldivenli elini kadının ağzına bastırıyor. Diğer eliyle kadının boynunu sıkıyor. Adamın arkasında bir adam daha var. Artık üç kişiler. Biri öldürüyor, ikisi izliyor. Sonunda kadın debelenmeyi bırakıyor.
Kadını öldüren adam torpido gözünde bir şeyler arıyor. Polis eğilmiş, adama bir şeyler söylüyor. Diğer adam ise alelade bakışlarla çevreye bakıyor. İzlenmediklerini düşünüyor.
Yanılıyor.
Birkaç metre ötelerinde duvarın karanlık köşesine sinmiş bir kız dehşet içinde onlara bakıyor.
O da izlenmediğini düşünüyor.
O da yanılıyor.
Sokağın ucunda durmuş, sarı saçlı kızı izliyordum. Ondaki bir şey dikkatimi çekmişti. Omuzlarına dökülen hafif ıslak saçları yanağını kapatmıştı. Profilden görüyordum onu. Duvarın içine girmek istiyormuş gibi bir hali vardı. Tüm ağırlığı tek dizinin üstündeydi. Öyle korkmuş görünüyordu ki ona doğru gitmekten kendimi alamadım.
Aramızda yedi sekiz adım mesafe kaldığında kız beni fark etti. Fişek gibi ayağa fırladı. Şaşırdım. Daha önce hayatımda böyle korkmuş bir insan görmemiştim. Kızın suratında kan namına bir şey kalmamıştı.
Kızın ayağa fırlamasıyla duvara dayanmış ıvır zıvır sessizliği parça pinçik ederek yere serildi. Kız inledi ve ardından koşmaya başladı. Biraz ötedeki köşeyi dönerek karanlıkta gözden kayboldu.
Kızın ayak seslerine başka ayak sesleri eklendi. Yana dönünce koşarak üstüme gelen bedenleri gördüm. Yüzlerine bile bakamadım. Tabiatlarındaki vahşilik öyle açıktı ki ben koşmam gerektiğini düşündüğümde bedenim çoktan koşmaya başlamıştı.
Peşimden iki kişi geliyordu. İri olan hemen arkamdaydı. Canhıraş koşuyordum, zira yakalanırsam sonumun geleceği açıktı. İçler acısı bir şekilde öleceğimi düşündüm ve tüm gücümü ayaklarıma verdim. Bina labirentinin sokaklarında bir sağa bir sola dönerek koştukça koştum. Bir köşeyi daha döndüm ve labirentten çıktım. Artık bir kanalla paralel uzayıp giden bir yolda koşuyordum. Nefes alamaz bir hale gelmiştim.
Adamlardan biri önüme çıkıverdi. Ben de düşünmeden kendimi yana, kanala doğru atıverdim. Suyun dibindeki küçük çardağın çatısı güven vermekten çok uzaktı. Yol hizasının yarım metre kadar altında oluklu saçtan yapılmış çatıda bir an dengemi kaybedecek gibi oldum, ama toparladım. Arkamdan adam da çatıya atlayınca çardağın ağırlığımızla yıkılacağını düşündüm. İki adım attım ve adamın elleri bana ulaşamadan kendimi kanalın suyuna bıraktım. Benim arkamdan adamın da suya atladığını görmekten çok duydum.
Can korkusuyla yüzdüm ve suya atladığım için kendimden nefret ettim. Çok salakça bir hareketti. Kıyıya yaklaştım. Tırnaklarımla toprağa tutunarak sudan çıkmaya çalıştım. Ama toprak tepe gibi dik bir şekilde yükseliyordu ve bırak tırmanmayı nefes alacak halim kalmamıştı. Arkamdaki izbandutun benden daha idmanlı olduğu ortadaydı ve bana yaklaştığını hissedebiliyordum. Başımı kaldırınca tepemde dikilip benim yola çıkmamı bekleyen bir beden gördüm.
Dehşetle sarsıldığımı hissettim. Ellerimdeki, ayaklarımdaki son güç kırıntıları da beni terk etti. Ayağım topraktan kaydı. Parmaklarım toprağa tutunmayı çoktan bırakmıştı zaten. Yolun sonuna geldiğini fark etmiş biri için tırmanılacak yer çok dikti. Kaba bir el ensemden tutup beni çekti. Geri geri kaydım. Sırt üstü suya çarpmadan önce bir an gökyüzünü gördüm. Öyle berraktı ki. “Ama yıldızlar yok,” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Ağzıma burnuma sular dolmaya başladı. Soğuk suyun içinden karanlık geldi. Ardından soğukluğu da hissetmez oldum.
Gözlerimi tekrar açtığımda kanalın kenarında ayakta dikiliyordum. Üzerimden sular damlıyordu. İçimde bir soğukluk, aklımda ise tek bir düşünce vardı. O katillerin yüzünü gören tek kişiyi, o sarı saçlı kızı bulmam gerekiyordu.