Kayıt Ol

Snowpiercer

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Snowpiercer
« : 11 Temmuz 2014, 10:10:21 »

Türkçesiyle "Kardelen" adını taşıyan bu film, aynı zamanda isminde büyük bir iddiayı da barındırır. Çünkü bir kardelen masum göründüğü kadar ölümü çağrıştıran karın beyazlığına kafa tutup yükselmiş bir canlıdan daha başka nedir ki? Ancak içindeki tehlike de tam burada yatıyor. Adı "Kardelen" olan bir film ya gerçekten de diğerleri arasından sıyrılarak dik bir duruş yapmıştır ya da sıyrılmaya çalışırken beceremeyip çirkin bir çalı olarak, tüm o beyazlığın içinde gözümüze batmıştır. Ama olumsuz anlamda.

Benim için Snowpiercer (ki ben ona Kardelen demekten hoşnutum) ilk tanıma giriyor. En başta bir Hollywood filmi olmayarak ilgimi çeken ve küçük fakat kritik anlarda alıştığımız klişeleri boşveren bir yapım.

Bu filmle bir kez daha anladım ki kıyameti insanlar getirecek. Zaten sayısız kez getirdik aam getirmeye de devam ediyoruz. Sene 2014 ve küresel ısınmaya karşı ülkelerin birleşerek atmosfere yolladıkları bir çeşit gazla dünya soğutularak dengeye gelmesi beklenmektedir. Ama insan hatalarıyla bilinen bir canlı ve bu iş de çığrından çıkarak ani bir buzçağını beraberinde getirir. Sonra ne mi olur? Tüm dünyayı dolaşan bir trenin içindeki inasnlar dışında tüm yaşam buzdan heykellere dönüşür. İkinci kıyamet de tam bu noktada başlar.

Kardelen'in en büyük metaforu "kapılar" aslında. 17 sene sonra, Kaptan America ile tanıdığımız Chris Evans, trenin kuyruk bölümündekilere (yani trenin en aşağı kesimi) liderlik yaparken en büyük amacı her kapıyı geçip en başa ulaşmak. Her kapıyla birlikte sınıf atlamış oluyoruz. En alt tabakadan işçi kesimine, oradan orta sınıfa ve en son lüks içindeki üst tabakaya ulaşıyoruz. Ve bize kapıları açmak için trenin uyuşturucu bağımlısı Namgoong Minsoo (Kang-ho Song) yardım edecek. Ama önce hapisten kurtarılmalı.

Kapılar açılıyor, isyan ilerliyor ve ayaklar baş olmaya çalışıyor. Tam burada "ayak" olgusuna da dikkat çekilmeli, çünkü filmin kırılma noktası burası. Elinde bir mezurayla gelip çocukların boyunu ölçen ve iki çocuğu seçip götüren üst tabakadan bir kadına, çocuklardan birisinin fırlattığı ayakkabının rolü büyük. Neden mi? Sonrasında trenin sahibi olan Wilford'un yardımcısı gelip kuyruk bölümünün "ayak" olduğu ve onların da "baş" olduğunu vurgulayacağı; daha da ilerisindeyse o babanın iğrenç bir şekilde cezalandırılışını göreceğiz. Tam bu noktada, Wilford'un yardımcısı Mason rolündeki Tilda Swinton'ın bu rolde harikalar yarattığını söylemek isterim.
Her neyse, Mason karakterinin bu andaki sözü çok önemli: "Ayaklar baş olamaz."

Görsel

Spoiler: Göster


Çok daha fazlasını anlatmak istiyorum. Kapı metforu üzerinde daha fazla durmak, trenin her bir vagonuna değinmek istiyorum. Ama bunların hepsi maalesef spoiler. Yine deş unu diyeyim, Curtis'e çeşitli yollarla, bir kapsül içinde gelen mesajlar var. Alınan iki çocuğun akıbetini filmin sonuna kadar öğrenemezken bu mesajlar içeriden bir muhbir tarafından gönderilmeye devame diyor. Ama bir yerden sonra kafanız karışıyor. Neden diyorsunuz? Neden bu mesajlar? Sonra "kim" diyorsunuz? Ve kapılar açılmaya devam ediyor.

Bir trenin için, dünyadaki son canlıların bile sınıflaşmasını ve hatta polis şiddetini bile benimsemesine tanıklık ediyoruz. Her şey çok tanıdık. Sineklerin Tanrısı'nın yetişkin versiyonu var sanki filmin başında. Ortalarında 1984 ve sonlarında Cesur Yeni Dünya var (özellikle Wilford karakteri/imgesi Huxley'nin Ford'u ile benzerlik gösteriyor). Hepsinden bri tutam buldum izlerken ve çok mutlu oldum. Hele bri vagonda (bence) Otomatik Portakal'dan da ufak bir esinlenme olmuş. Ama bunlar hep benim yorumlarım.

Karlar delinip geçiyor, tren 17 yıllık dünya turunda 18.sine ilerliyor. Ayaklar baş olmak istiyor ve devlet, sınıf, polis gibi olgular bir trene tıkılıyor.

Son söz

Başta dediğim bir şeyi burada tekrar etmek istiyorum. Filmin bazı küçük ama kritik yerlerinde Hollywood klişelerine alışmış zihnim karakterin yapacağı tercihleri bildiğini sandı. Bilemedim ve çok mutlu oldum. Karakterler durum şartlarına göre mantıklı ve gerçekçi olanı seçtiler. Ayrıca hiçbiri kahraman değil. Kaptan Americamız burada lider olarak karşımıza çıksa da Wilford'a giden son kapıda, Koreli eski başmühendis tarafından sorulan "Tüm bu kapılarla alıp veremediğin ne?" sorusuna vereceği cevapla tüyleriniz diken diken olacak. Belki ondan enfret edeceksiniz, belki de hak vereceksiniz. Ama her şeyden önce, onlar sadece insan.

Filmi seven çok sevmiş, sevmeyense yerden yere vurmuş. Ben seven kısımdaydım. İzlediğim için çok mutluyum. Ama gerisi tamamen sizin zevkinize kalmış.


Daha fazla görsel

Spoiler: Göster




Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Snowpiercer
« Yanıtla #1 : 11 Temmuz 2014, 12:02:31 »
Bende de ilk başta farklı işlenmiş kıyamet senaryosunu baygın baygın izleyeceğim diye düşündürürken, uzuuuuun yıllardır ilk defa bu kadar zevk aldığım bir film ile karşılaşmıştım. Her vagon bir meraka dönüşüyor filmde ve kesinlikle hiçbir şey beklendiği gibi ilerlemiyor.

Hatta 25 Mart'ta film ile ilgili paylaştığım durum raporunu aynen atmak istiyorum:

"Distopya, bilimkurgu, küresel felaket, tahmin edilemeyen olaylar ve fallout 3 sevenler kesin izlemeli"

Gerek kurgusu, gerek oyunculuk, gerek filmin ritmi şahane. Yılbaşı kutlamaları, yumurta günü, cezalandırma yöntemleri, yiyecek sistemi(tek tahminim bu tuttu :D ) vs vs vs... Hepsi çok güzel düşünülmüş... Kesin izleyin.

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Snowpiercer
« Yanıtla #2 : 14 Temmuz 2014, 12:45:15 »
Hazal hanımın övgüsünü görünce filmi izlemek farz olmuştu. İzledim, çok beğendim. Her iyi distopya gibi iyi bir eğretilemeyle, sınıf farklılıklarının çelik gibi sağlam kaldığını gösterdi bana. "Sistem" ve "Çark" sözcüklerini kullanarak eleştirdiğimiz bu yapıyı bir trene dönüştürme fikri harika. İzledikçe bambaşka okumalara yol açacak iyi bir film. Ve Hazal hanımın da üzerinde durduğu gibi kimi klişelerden uzak.