Bölüm 12 – Sınır savaşı
Sabahın ilk ışıkları bulutlu gökyüzünün doğuda yatan aralıklarından batıya doğru süzülüyor ve ıslak zemine çarptıkça gökkuşaklarının süslediği mucizevi bir güzellik yaratıyordu. Lakin bu nemli havanın bile sabitleştiremediği toz zerrecikleri havada uçuşarak, havayı pek kirli gösteriyordu. Bölgenin kuzeye bakan açıklığı ise pek güneşli görünüyordu nedensizce. Sadece birkaç kilometrede değişen iklim, yaklaşan vahşetin zalimliğine perde düşürecek bir güzelliği de beraberinde getiriyordu.
Sabahın sessizliğini yırtarmış gibi, binlerce ayak sesi bir metronom halinde Lyner’ın kulaklarında çınlıyordu. Şüpheli bir aydınlığa gözlerini açtı bir anda. İlk başta uyanmayı planladığı zamandan önce uyanan herkes gibi gözlerini açmakta zorluk çekti. Devasa bir çapak yığını, içindeki o kötü hissi bir kenara bırakıp uyumaya devam etmesini söylüyordu ona. Lakin ayak sesleri kulaklarında çınladıkça, bu isteksizliğe en içten isyan ediyor, tam anlamı ile uyanmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Yatağında doğruldu ve gözlerini ovalayarak gözlerini açmasına engel teşkil eden bir çapak yığınını temizledi. Kızıl gözleri, dağılmış uzun saçlarının arkasında pusuya yatmışçasına etrafı kolaçan ediyor, fakat çadırda uyumadan önceki hali ile şu an arasında en ufak bir farklılık gözleyemiyordu. Siyah paltosunu üstüne atarak çadırdan dışarı çıktı. Dışarıdaki karmaşa, aklındaki fırtınadan çok daha yıkıcıydı.
Yarı uyanık askerlerin bir yerlerde sıraya girdiğini gözledi. Leon ve Resdan arasındaki büyük vadiye gözlerini çevirdiğinde ise, akıl almaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Yüz binlerce asker, vadinin güneyinde durmuş, kıpırdamadan duruyordu. Vadinin kuzeyi de bir o kadar hareketliydi. Hemen hemen aynı miktarda asker, farklı bir üniforma ile vadinin öteki tarafını süslüyor, tam anlamı ile nefret kusan bakışlarla, büyük ihtimalle saldırıya geçmek için emir bekliyorlardı.
Filler, Lyner ile aynı yaşlarda bir genç ile konuşuyordu. Lyner onun kim olduğunu bilmiyordu açıkçası. Fakat iri siyah gözleri ve ak saçlarıyla, – genç olmasına rağmen beyaz saçlı olan birini daha önce hiç görmemişti – kendinden emin tavırları, birbiriyle uzaktan yakından örtüşmüyor gibiydi.
Lyner hayatında ikinci kez aynı şeyi hissetmişti. Kötü bir şeyler olmadan hemen önce bunun yoğun bir şekilde hissedilmesi, her insanda var olan bir şeydir. Paytak adımlarla Filler’ın yanına doğru ilerledi. Konuşulan konunun ortasını yakalayabilmişti, lakin duyduğu birkaç kelime ile neler döndüğünü hemen kavrayabilmişti.
“Artık dönüşü yok komutan Filler. Savaş büyük ve görkemli bir şekilde başlayacak, bunun için fikrimi değiştirmeyeceğim. Aslında fikrimi değiştirmek isteseydim bile şu raddeden sonra bir işe yaramayacaktır.” Vadideki askerleri gösteriyordu. “Önemli olan, savaşın görkemli bir şekilde başlayacağı gibi, görkemli bir şekilde bitmesini sağlamak. Bu savaşı kaybetmek, aynı zamanda ülkeyi kaybetmek olur.”
Lyner yavaş adımlarla komutan Filler’ın yanına varmıştı. Filler’ın konuştuğu genç adam, küçümseyici bir bakışla kendisine baktı. Hafif bir meltem adamın saçlarını kıpırdaştırmış, orta uzunluktaki düz saçları yer yer dalgalanmıştı.
“İtaatsiz askerleriniz de varmış komutan.” Dedi. “Herkesi büyücüler bölüğüne getirmeniz için birkaç dakikanız var.”
Genç adam ortalardan kayboldu. Geriye tek kalan Filler’ın sinirli yüz ifadesiydi.
“Yeni kral babasının intikamını almak için tüm orduyu toplamış. Çetin bir savaş dönemi bizi bekliyor.” Dedi.
Lyner kralın iki oğlunun da öldüğünü duymuştu. Fakat yeni kraldan haberi olmamıştı. Bu durumda eski kralın torununun yeni kral olduğunu anlayabilmişti. Eski kral ölmüş müydü, yoksa görevinden vaz mı geçmişti, bilemedi.
Gerçekçi olmak gerekirse, Lyner yüzbinlerce insanın savaş mahallinde olduğunu görebiliyordu. Her iki ulus da en güçlü adamlarını sahaya sürmüş olmalıydı çünkü bu savaş her iki ülkenin de tüm ordusunu bünyesinde barındırıyordu. Lyner tamamen pozitif düşününce bile, bu savaşta en azından iki yüz bin askerin öleceğini görebiliyordu. Kalan askerlerin pek çoğu sakat kalacaktı. Askerlerden ölen ve sakat kalanların büyük bir kısmının bir ailesi olmalıydı. Bu aileler hüzün ve acının gölgesinde zor dönemler geçirebilirlerdi.
Ölen askerlerden bazıları belki aynı zamanda evlat sahibi kimselerdi. Evlatları babalarının ölümünden dolayı kendi ülkelerini suçlu görmeyeceklerdi tabi. Leon’a karşı büyük bir nefret süregelecekti, savaş kazanılsa bile. Savaş kazanılırsa, ki bu Leon imparatorluğunu neredeyse Resdan’ın malı yapardı, Leon’un Resdan’a duyduğu nefret çok daha büyük olacaktı.
Lyner derin bir iç çekti. Birilerini kurtarmaktan mı bahsetmişti? Bu büyük arzunun bir rüyadan ibaret olduğunu kim olsa fark edebilirdi. Lyner birilerini kurtarsa da birileri mutlaka ölecekti.
Sessizce, sıralanan askerlerin içine sıvıştı. Filler’ın liderliğinde, tüm büyücüler büyük orduya katılmak üzere vadiye doğru yürümeye koyuldu. Pek çok haklı haksız yorumlar ve fısıldaşmalar başlamıştı. Ölümden korkanlar ya da kendine emin bir şekilde mutlak başarının elde edileceğine inananlar.
Vadiye doğru ilerledikçe, fısıldaşmaların alası baş göstermeye başladı. Aynı düşünceler sadece kuzey kampındaki askerlerin değil, tüm ordu askerlerinin kafalarında çınlıyordu.
Ordu üç kısma ayrılmıştı. Savaşçılar en öndeydi. Okçular daha geride, büyücüler ise en gerideydi. Ordunun en arkasına konuşlandırıldıklarında, Lyner’ın kuzey, doğu ve batısı tamamen insan kalabalığıydı. Yine de tepeden inerlerken, yeni kralın ordunun en önünde, kendini belli edermiş gibi birkaç adım önlerinde olduğunu görmüştü. Yüksek ihtimalle ülkenin en güçlü adamları da onunla beraber biraz öne çıkmışlardı. Bunlar ordunun amiralleriydi.
Leon ve Resdan kralı, iki ordunun tam orta yerinde bir araya geldiler. Aralarında geçen konuşmanın bir değeri yoktu, sadece formalite icabıydı. Herkes yerine döndükten sonra, savaş başlamaya hazırdı.
Aynı konuşlanma biçimi, Leon için de geçerliydi. Büyücülerin en arkada olması, savaşların en şiddetlisinin en sona saklanması demek oluyordu. Onların ordusunda da kral ve amiraller en öndeydiler. Filler ise ordusunu en arkaya konuşlandırdıktan sonra ordunun daha önüne yürümeye koyulmuştu.
Kral ordunun yanına döndükten sonra bir şeyler konuştu ve ne konuştuğunu arkadakiler duyamadılar. Kuvvetli bir çığlık koptu önlerde. Kral, moral verici sağlam bir konuşma yapmış gibiydi. Fakat Lyner bile, bu çığlıkların hemen ardından gelen savaş borazanlarından çıkan sesi duymuştu. Savaşçılar ordudan koptu ve koşarak ileri atıldılar.
Vahşi kan kokusu, Leon ve Resdan savaşçılarının kılıçları birbirine çarptığı anda tüm vadiye simetrik bir şekilde yayıldı. Lyner kendini ordunun önlerine ışınladı. Bu vahşete yakından tanıklık etmek isteyişinden değildi bu. Fakat hiçbir şey görememenin üstünde yarattığı psikolojik baskıyı kaldırabilecek durumda değildi.
Lyner, Resdan askerlerinin bir dağı yırtarcasına ilerlediğini görüyordu. Onlar ilerledikçe bu büyük savaş topluluğu ardında cesetler bırakıyordu. Çok hızlı bir çatışmaydı ve açıkça Resdan askerlerin baskınlığı ile devam ediyordu.
Savaş bir anda başlamış gibi duruyordu, ama savaş başlamadan önce iki kralın bir araya gelip bir şeyler konuştuğunu Lyner görmemişti.
Resdan savaşçılarının sahadaki baskınlığı büyük bir adilik ile son buldu. Kılıç darbelerini oklar bölmüştü. Resdan savaşçılarının Leon imparatorluğunun asıl ordusuna yaklaştığını gören düşman okçular, büyük bir sinsilik içinde oklarını savaşın ortasına fırlattı ve kendi askeri ya da düşman asker fark etmeksizin hemen herkesi vurmaya başladı.
Askerler birbiri ardına düştükçe, vadideki kan kokusu büyüdü. Lyner’ın yüzünü bir anda öfke bürümüştü. Önlerde olduğu için, genç kralının yüzünü de rahatça görüyordu. Kralın yüzünü şaşkınlık bürümüştü.
İnanılmaz kısa bir sürede, hem Resdan hem de Leon’un tüm savaşçıları yok oldu. Lyner’ın azami düşündüğü ölü sayısı, tüm savaşçıların yok oluşu ile zaten aşılmıştı. Hemen sonra oklar, büyük Resdan ordusuna çevrildi.
Oklar büyücülere gelecek kadar uzağa gidemezdi ama okçuları etkisiz hale getirebilirdi. Genç kral hemen okçularına hazırlanmaları için emir verdi. Lakin hâlihazırda gökyüzünden yeryüzüne düşmekte olan yüzlerce düşman oku, tek bir büyü ile bir anda durduruldu.
Lyner, devasa bir kalkan yaratmıştı. Yassı kalkan istisnasız tüm okları durdurdu. Genç kral şok ifadesi ile yüzünü ordunun birkaç metre ilerisindeki Lyner’a dikmişti. O ana değin, onun orada olduğunu görmemişti.
“Sen!” dedi şaşkınlıkla.
“Tek bir adam daha ölürse!” diye konuşmaya başladı Lyner. Yüzünü öfke bürürken gözleri daha da kızıllaşmıştı. Konuşmaya başladığında neredeyse kükredi. Soğuk bir esinti bir anlığına sözlerini bölmüş, Lyner’ın tüm korkutuculuğu kralın üstüne çökmüştü.
“Bu ülke kendine yeni bir kral daha arayacak!” şeklinde konuşmaya devam etti.
Esinti kralın yüzüne çarparken, gözleri korkuyla parıldadı. Açıkça tehdit edilmiş ve sonucunda tek bir kelime dahi edememişti. Zira Lyner konuşurken, o bu sözlerin ardındaki ciddiyeti ve gücü hissedebilmişti. Bakışlarını ileri dikti.
“Okçuları iyi eğitilmiş amiral Torc” dedi. Torc beyaz ve farklı üniforması ile pek göze çarpıyordu. Lyner’ın onu en son görmesinden bu yana ziyadesiyle kilo almış ve saçları bir o kadar daha azalmıştı. İri bedeni, bir insana ait olamayacakmış gibi duruyordu.
“Ne yapmamızı önerirsiniz?” şeklinde konuşmaya devam etti kral.
“Okçuları artık savaşamaz.” Dedi Amiral.
“Nedenmiş o?”
“Çünkü az önce onları bir büyü ile durdurduk. Bu da büyü savaşlarının başlayacağını temsil ediyor. Okçuları tekrar saldırtmaya çekineceklerdir. Bu güçte bir kalkan yerine eğer bir elemental saldırı yapılsaydı, bırakın okçuları, büyücülerin yarısını bile katlederdi.” Torc dönüp Lyner’a baktı. “Tanrının armağanı olan şu çocuk, onları acayip korkutmuştur.” Gülümsüyordu.
Lyner ne yaptığının ancak o sırada farkına varabildi. Sahip olduğu enerji miktarı bu kadar büyük bir kalkan yapmaya elverişli değildi, kimsenin olamazdı. Bir evi koruyabilecek türde bir kalkan, normal karşılanır ve büyücünün güçlü olduğuna işaret ederdi. Fakat koskoca vadinin yarısını çevreleyen o kalkan, sıradan olmanın en ufak bile yakınında olmamıştı.
Şoku atlatan okçulardan büyük bir çığlık ve tezahürat yükseldi. Az önce binlerce okçunun hayatını kurtarmıştı Lyner.
Kral bunu biliyordu. Lyner’ın tamamen içgüdülerine dayanarak yaptığı bu hamle ve başkalarını korumak adına genç krala yönlendirdiği tehdit, kralın olaylara bakış açısını bir anda başka bir yöne çekti.
“Söylesenize Amiral” dedi. “Savaşçılar ve okçular bir kurban gibi yok yere ölüyorlar ve savaşın sonu hep büyücülerin çatışması ile son buluyor. O halde neden bir orduda savaşçılar ve okçulara yer veriliyor? Her iki tarafın savaşçıları da yok yere ölmedi mi şimdi?”
Bir anda yaptığı bu sorgulama, gerçekten öfkelendirmişti kralı ve ölen askerlerin boşu boşuna ölmesini kendi hatası olarak yorumladı.
“Bu sizin normal insanlara büyücüler kadar güvendiğinizi ve ihtiyacınız olduğunu göstermesi adına önemlidir.” Dedi Amiral. “Yıllardır bu işler böyle yapılıyor.”
Lyner Amiralin sözlerini bu noktada böldü.
“Onlara ihtiyacınız varsaydı neden ölüme yolladınız?” Derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı. “Sözlerinizi böldüğüm için affedersiniz, ama” az önceki tavrından ötürü saygısızlık yaptığını fark etmiş olacak ki, gülümseyerek, “O ölen askerlerin bir ailesi vardı. Babanızın intikamı için olduğunu söyleyerek, kendi ülkenizdeki pek çok babayı öldürdünüz. Susup kalmanız tabi ki abes kaçardı, lakin neden bu kişisel kavgaya tüm bir ülkeyi alet ettiğinizi anlamış değilim.” Konuşmaları askerler tarafından duyulamayacak kadar askerlerden ilerideydiler. Bir an, Filler’in ordunun en önüne atılarak şok içinde kendisini izlediğini gördü Lyner.
“Orada boşu boşuna yüz binlerce askeri öldürüşünüze nasıl bir kılıf uyduracaksınız? Amiral buna bir kılıf uydurmaya çalışmış ama başaramamış ne yazık ki. Durun tahmin edeyim. Onlar onurlu savaşçılardı, ülkelerini korumak için kendilerini feda ettiler gibi saçmalıklarla hem kendinizi hem de ülkenizi kandıracak ve iki ülke arasındaki nefreti yüzde bir milyon artırarak, ileriki nesillerden daha pek çoğunun ölmesine neden olacaksınız. Yarattığınız sonsuz nefret döngüsü milyonlarca insanı öldürdüğünde bundan aldığınız haz ve zevk, sizi zalim bir kral haline getirecek. Aynı büyük babanıza olduğu gibi.”
Kral önce bir şey söylemek için ağzını açtı ama neden sonra sustu. Lyner’ın kendinden emin bakışları karşısında genç kralın aklında tam bir fırtına başlamıştı. Fakat kendine olan güvenini kaybetseydi, savaşı da kaybedeceğini biliyordu. O yüzden aklı, düşünmeyi anında reddetti. Bunu, bu savaşı masa üstünde kazanmak için, tamamen kendi ülkesinin çıkarları için yaptı. Bunu, yanlış herhangi bir karar vermemek için yaptı. Fakat çok az bir süreliğine sorguladığı o önemli şey, genç kralın Lyner’a karşı büyük bir saygı beslemesine sebep olmuştu.
Genç kral bir anlığına gülümserken, Torc şaşkın bir şekilde Lyner’a bakıyordu. Yanındaki birkaç amiral de, olayı şüpheli bir şekilde incelemişler, bu itaatkâr olmaktan uzak gencin kim olduğuna dair fütursuzca fikirler üretmişlerdi.
Kimse tek bir söz dahi söylemedi, ama hepsinin de fark ettiği bir şey vardı. Bu çocuk, hepsi bir araya gelse dahi yenemeyecekleri kadar güçlüydü. Hepsi bir araya gelse dahi çelemeyecekleri kadar muazzam bir aklı vardı. Hepsinden önemlisi, hepsi bir araya gelse bile, onun kadar cesur olamazlardı.
Savaşmayı kimse istemezdi. Sanki savaşmak güzel bir şeymiş gibi eğitilen ve aklı çelinen genç kral bile istemiyordu.
“Adım Esail” dedi kral gülümseyerek ve elini Lyner’a uzattı. Lyner bir anlığına, bu genç kralın perdenin ardındaki yüzünü, yalnız bir çocuğu fark etti.
“Adım Lyner” diye yanıtlayarak kralın elini sıktı Lyner.
Kral, Lyner’ın kulağına eğilip bir şey fısıldadı. Ne söylediğini Lyner dışında kimse duymadı. Lyner gülümseyerek başını salladı hemen ardından.
Kral yüzünü orduya çevirdi.
“Tüm okçular şimdi evlerine dönebilirler!” diye bağırdı. “Cesaretiniz ve gücünüz benim gözümde paha biçilemez. Fakat başlayan büyü savaşları sırasında burada olmanız mantıklı olmayacaktır. Hepiniz evinize dönün ve eğer varsa çocuklarınızı onları hep son kez görürmüşçesine sevin!”
Okçular önce şok içinde krallarına baktılar. Hemen ardından komutan Filler bağırdı.
“Tüm okçular beni izlesinler!”
Lyner Filler’a baktığında gözündeki bir damla sevinç gözyaşını görebildi. Filler’ın yüzündeki şey, aslında umuttu. Tüm okçular Filler’ı takip etmeye koyuldular.
Askerler bu durumu aslında olağan karşılamışlardı. Büyücüler savaşırken onların orada olmasının pek anlamsız olacağını ve hatta ölebileceklerini iyi biliyorlardı.
Filler onları vadiden yukarı çıkardı. Okçu komutanlardan birini görevlendirerek onları gönderdi. Hemen sonra savaş mahalline geri döndü.
Leon askerleri tam olarak ne olduğunu algılayamadı ama bir grup askerin kaçtığını, büyücülerin ise öne çıkarak hazırlandıklarını gördü. Bu durumu pek şüpheli bulmuşlardı ve ne yapmaları gerektiğini saptayamadılar. Krallarının emriyle büyücülerini öne çıkardılar.
***
İki büyücü ordusu birbirine girmeden, saldırılar ve kalkanlar birbirlerine çarpışmaya çoktan başlamışlardı. Savaş başlar başlamaz herkes dişine göre bir rakip bulup, yendikçe başka rakiplerle karşılaşmaya koyulmuştu.
Kral en önden koşmuş, bir yandan da “Amirallerini tutun!” diye bağırmıştı. Bunun sebebi pek açıktı. Amirallerin ne derece güçlü olabileceği tahmin edilebilirdi. Lyner’ın amacı da direk onları saf dışı bırakmaktı, lakin daha karşısına çıkan ilk amiralde takılıp kalmıştı. Amirallerin normal büyücülere saldırmalarını engelleyemezlerse, bu bir intihar olurdu.
Parazentes, Leon ordusunun en güçlü amiraliydi. Aslında en güçlü büyücüsü, kısacası en güçlü adamı ve kralın sağ koluydu. Eğer savaşta Lyner olmasaydı, bu adam yalnız başına tüm savaşı çevirebilirdi. Doğrusu böyle bir canavarı Lyner da beklemiyordu.
Savaşın daha en başlarında Lyner’ı gözüne kestirmişti Parazentes. O devasa kalkanı gördükten sonra, savaşı kesin kazanacaklarını düşünen Leon ordusu büyük bir şüpheye düştü. Çünkü Lyner’ın onu tutabileceğini anlamışlardı.
Krallar, amiraller ve askerler birbirine girerken, Lyner karşısında onu buldu. Kısık ela gözleri olan, kısa sarı saçlı, orta yaşlarda bir adamdı. Uzun boylu, fazla zayıf bir tipti.
“Bir yere mi koşuyordun, genç delikanlı” dedi direk olarak Lyner’ın gözlerine odaklanarak.
“Sen amirallerden birisin değil mi? Beni konuşmaya tutmanı reddediyorum. Bir an önce amiralleri saf dışı etmem gerekiyor.”
Adam Lyner’ın da bir amiral olduğunu düşünüyordu. İfadeleri ciddileşti. Ellerini önünde birleştirmişti.
“Biz bu savaşı kaybetmek istemiyoruz evlat.” Dedi. “Senin ne olduğunu biliyorum. Zayıf noktan, kimseyi öldüremeyecek olman.” Yüzüne bir sırıtış yerleştirdi.
Torc’dan sonra bu gözleri bilen biriyle daha tanışmıştı Lyner bu savaşta. Endişeli bir şekilde adama bakmaya devam etti.