Kayıt Ol

Minnas

Çevrimdışı Dark SAGAA

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Minnas
« : 15 Şubat 2014, 01:03:41 »
                                                   Minnas
       
        Işık, böylece çekip gidemezsin Marfain…  Marfain Braine, adamın bu sözleri üzerine atını dizginleyerek yüzünü eski dostuna döndü ve ona son sözlerini sarfetti.
       
       Artık güneye kaçmaktan başka şansımız kalmadı Gaal…  Geride kalmak intahar etmekten farksız. Bunu sende anlasan iyi edersin. Yüzünü döndü ve bu sefer geriye bakmaksızın atını sürerek oradan hızla uzaklaştı. Gaal Alderiane, o an eski dostunun ardından bakmaktan başka hiçbir şey yapamamıştı. Gerçi Marfaine cesaret isteyen çoğu konuda neredeyse her zaman korkakça tavırlar sergilerdi. Bunu oda biliyordu ama onu hiçbir zaman sırf bu yüzden yadırgamamıştı. Çünkü ona göre cesaretsiz insanlarında herkes gibi saygı görmeye hakkı vardı. En azından bir şekilde haklı olanlarının. Tıpkı şimdiye dek Marfain’de olduğu gibi… Ancak eski dostunun bugünkü cesaretsizliği onu gözünde neredeyse tamamen düşürmüştü. Her şeyi ap açık bir şekilde yüz üstü bırakmıştı ve bunun kesinlikle hoş görülebilecek bir yanı yoktu. Bakışlarını hayalkırıklığıyla uzaklaşan dostunun son görüntüsünenden alırken, bu seferde kendini derincesine Minnasın taş sokaklarında koşturan korku dolu yüzlere çevirdi. Her yerde kaos hakimdi ve onda uyandırdığı korkusu gerçekten çok yoğundu. Öyle ki kafasında varolan o korkunç bilinmezliğe bir yanıt vermeye bile cesaret edememişti o an. Çünkü bu savaşı nasıl atlatacakları kısmı-ona göre ayakta kalmayı başarsalar dahi yine de bir felekatten aşağı kalmayacaktı. Düşünceleri uzun süre donuk bakışlarla önündeki görüntüye kilitlenirken, birbirinin neredeyse aynı olan onlarca kaçışma gözünün önünde defalarca hüzünle solup gitti.
   
    Öte yandan Minnas ordusunun hemen hepsi şehri boşaltmış ve şehrin kuzey çıkışının yüzlerce metre ötesinde bulunan Phalmin ovasında binlerce askerden oluşan koca bir set kurmuşlardı. Cılız bir yeşilliğe sahip olan bu geniş ova onlardan yaklaşık bir buçuk fersah öteye, geniş Glanvieland ormanının sınırına dek uzuyordu. Ancak her zaman ki o boş ve cılız ova bugün kendini düşmandan oluşan bam başka bir havaya büründürmüştü. Korku ve endişenin hissini tüm Minnas ordusuna çoktan yayılmıştı bile…
   
    Tabi bunun sebebi fazlasıyla açıktı. Çünkü karşılarındaki düşman gerçektende muazzamdı ve insanı büyük ölçüde tedirgin ediyordu. Ayrıca içlerinde ki bu tedirginliklerinin diğer bir sebebi de; savaş alanındaki her askerin şehirde koruması gereken birer ailesi olmasıydı. O yüzden bu durum onlara ayrı bir sorumluluk duygusu yüklemiş ve onları deyim yerindeyse iki yandan da keskin bir kıskaca almıştı. Ama şüphe yok ki-bu sorumluluk onları bu duruma karşı daha güçlü durmalarını sağlayacaktı. Çünkü içlerinde ki cesaret hala duruyordu ve kırılmamıştı. Hem onlar yüzyıllar boyunca onlarca kez bu duruma başarıyla göğüs germişlerdi. Herkes biliyor ki; Minnas onların gururuydu. Minnas ele geçirilmeyen şehirdi. Tıpkı yıkılmayan bir kale gibi her seferinde dimdik ayakta durmayı başarmıştı ve bugün de bunun için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardı. Yıkılmayanı ayakta tutacaklardı.
 
     Sanırım Minnas’ın Kralların gözündeki o bitmek bilmez cazibesini de kısaca bu şekilde özetlemek yalnış olmazdı her halde.
    Çünkü şimdiye kadar kimsenin yapamadığı bir şeyi başarmak ve bu düşüncenin gerçekleşmesi fikri… Eh, muhakkak ki bu her Kral için elde edilebilecek en büyük zafer olurdu.  Ya da kim bilir? Belki de Minnas sahip olduğu bu ünü zamanın sonuna dek korurdu. ‘’Ama yine de, her şey zamanın ellerinde son bulmaz mıydı?’’ Ya da doğaya hükmedebilen ve onu istediği gibi şekillendirebilen insanoğlu, arzu ettiği ve yüzyıllar boyunca binlerin öldüğü Minnas için bu sonu her zaman layık görmemişmiydi. İşte! Şimdi de durum aynıydı. Çünkü insanoğlu her daim büyük bir gururla taçlandırmıştı zaferlerini ve zaferle taçlandırılan her yürek ondan daha acımasız olan zamanla beraber birer efsaneye dönüştürürdü kendini. Daha sonra da zamanın ellerinde dilden dile dolaşır, şekillenir ve her hafızada birer mit olarak yer edinirdi. Kimi zaman abartılarak çarpıtılırdı bir kahramanın ismi ya da zamana damga vurmuş kötü bir karekterin yaptıkları. Ama yine de her şey bir efsane olarak kazınırdı zihinlere ve ilerki nesillere aktarılırde şekillenerek. Ayrıca kötü ya da iyi olmasıda fark etmezdi çoğu kez... ‘’Söylendiği gibi; zamana damga vuranların ismi unutulmamak üzere her daim zamanın derin sonsuzluğunda yüzerdi.’’ Bu ölümlülerin kanunuydu ve ne acıdır ki bu onlara neredeyse ölümsüzlük kadar ilgi çekici geliyordu.
    ‘’Ama bütün bu her şeye rağmen zamana hükmedememek ne de büyük bir hüsrandı onlar için…’’
    İşte! Yeni bir son ve yeni bir zafer için bir gün daha... İnsanların Minnas için anlatacağı yeni bir hikaye… Belki de yaşanmış hikayelerin en görkemlisi olacaktır. Bunu kim bilebilir ki? Eh, şüphe yok ki bugün bazıları için bir son olacaktır ve başkaları için de yeni bir başlangıç… Söylendiği gibi; her son beraberin de yeni bir başlangıcı getirmez miydi?
    Korku dolu yüzler ifadesizce dikilmişti önlerinde uzayan düzlüğe. Hafif esen rüzgar sıyırarak geçiyordu buz kesmiş yüzleri. Çoğu askerin yüzü merakla ordu kumandanlarına çevrilmişti. Çünkü ona gerçekten güveniyorlardı.
   Minnas ordusunun baş kumandanı olan; Gaspar Mirrangain ise ordusunun toplandığı yerin biraz uzağında ki küçük ‘’Phalmin’’ tepeliğinde duruyordu. Yüzü Minnas şehrine dönük olan kumandan, atının üzerinde oturmuş kuşatılmak üzere olan şehrin derinliklerine doğru bakıyordu. Yüzünde oldukça katı bir ifade vardı ve bakışları karşısına alacağı her hangi bir düşmanını kolaylıkla korkutacak kadar soğuk ve katıydı. Ama yine de şehre diktiği o bakışlarında kendini açığa çıkaran büyük bir derinlik vardı. Çünkü O, on iki yıldır sürdürdüğü ordu kumandanlığı boyunca ilk defa Minnas için bu kadar endişeliydi.
      Öyle ki, o an sanki bu şehri son kez görecekmiş gibi yabancı bir hissi barındırmaya başlamıştı içinde ve buda doğruyu söylemek gerekirse en az ölüm kadar korkutuyordu onu.
    Ama etrafında ki insanlar nedense onu hep korkusuz biri olarak görüyorlardı. Hatta yaşı pek de geçmemiş olmasına rağmen çoğu insan onu yaşayan en büyük kumandanlardan biri olarak öne sürüyordu. Eh, savaştaki ustalığı buna en büyük etkendi. Çünkü daha yirmili yaşlarında, Kral Luhhar tarafından bileği bükülmeyen bir savaşçı olarak atanmıştı ordu kumandanlığına ve o geçen bu süre zarfında Minnas’a gerçektende çok şey kazandırmıştı. Ancak onu korkusuz olarak görmeleri onlar için büyük bir yanılgıydı. Çünkü o; belki de hiç kimsenin içinde taşımadığı kadar büyük korkuları barındırıyordu içinde ve onun bu korkuları en az küçük bir çocuğun ki kadar derindi. Ama yine de onların bu güvenini boşa çıkartmamak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdı. Fakat sorun şu ki; bugün işleri her zamanki gibi yolunda gitmeyebilirdi.
    Gaspar Mirrangain, üzerindeki bakışları hala hissederken dikkatini şehirden alarak tekrar karşısındaki düşmanını incelemeye başladı. Bulunduğu tepelikten düşmanın hareketlerini kolaylıkla izleyebiliyordu. Görkemli ve kudretli bir düşmanları vardı. Öyle ki, savaş hayatı boyunca böyle bir orduyla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Onların neredeyse dört katıydılar ve işin kötü yanı her geçen süre daha da kalabalıklaşıyorlardı. Şu an kilometrelerce uzağa uzanan cılız arazide öldürülmesi gereken yüzbinlerce düşman vardı.  Üzerlerine giydikleri siyah elbiseleri ile toplandıkları yerde sanki kara bir leke oluşturmuşlardı. Durum gerçekten vahimdi. Aralarında sayısal olarak çok büyük bir fark vardı. Ayrıca Morgol halkı hakkında da çok fazla bilgiye sahip değildi. İşte bu onlar için büyük bir dezavantaj olmuş ve fazlasıyla hazırlıksız yakalanmışlardı. Çünkü onlar dış dünyaya kendini tamamen kapatan gizemli bir halktı. Dış şehirlerden gelen hiç kimseyle ticaret yapmaz ve şehirlerine gelen yabancılarıda pek hoş karşılamazlardı. Fakat onlar son dört yılda hayret verici bir şekilde kabuğundan çıkmış ve iki şehre (Harbon-Eiban) savaş açmışlardı. Onlar hakkında bu konuda tonla hikaye duymuştu; Kuşattıkları çoğu yerde sayısızca katliamlar yaptıklarına dair.
    Ayrıca etrafa karanlık büyüler bildikleri yönünde birçok dedikodu dilden dile dolanıyordu. Kimi yılanlardan bahsediyordu. Kimi ise büyü yapabilen garip suretlerden, cadılardan bahsediyordu. Ayrıca bazıları bu suretlerin karanlık düşenden geldiğine inanıyorlardı. Bilindiği üzere; orası karanlığın hükum sürdüğü lanetli topraklardı. Bu yüzden kimse asla oraya ayak basmazdı. Tabi bunun en büyük sebebi; şüphesiz ki şimdiye kadar oradan hiç kimsenin geri dönememiş olmasıydı. Ama bu dedikodular ne kadar gerçekti? İşte bunu bilmiyordu. Onun için her şey; uydurulduğunu düşündüğü ve fazlasıyla abartılı olan söylentilerdi. En azından şimdilik etrafta dolanan hiçbir sürüngen göremiyordu. Zaten yılanlarla ilgili anlatılan o tonla hikaye ona her zaman birer saçmalık olarak gelmişti. Kendini tutamayarak içinden birkaç küfür savurdu. Bugün gerçektente şanstan fazlasına ihtiyaçları vardı. Ama yine de umudunu kaybetmemeye çalıştı. “Her zaman bir çıkış yolu vardır.” diye düşündü. Olmak zorundaydı.
    Kendini karamsar düşüncelerinden kurtarmaya çalışan Gaspar Mirrangain, ardından bakışlarını saniyeler önce beliren ve şuan savaşa tamamen hazırlıklı olan Kral Luhhar’ın yaklaşan görüntüsüne dikti. Doğrusu onun varlığı kendini biraz daha silkelemesine fazlasıyla yetmişti. Ama görünen o ki efendisi yalnız değildi. Yanında küçük veliahtı olan “Blazzar Luhhar’da” vardı. Merakla yaklaşmalarını izledi. Aralarında önemli bir şeyler konuşuyor gibiydiler. Yalnız Kral Luhhar’ın, oğluna sarf ettiği sözler genç çocuğu oldukça sarsmışa benziyordu. Sert bakışlarını boşluğa dikmişti.  Ardından genç çocuk bir an için babasının gerisinde kalarak arkadan yavaş yavaş gelmeye başladı. Yüzünde ki ifade ise ona fazlasıyla yabancıydı. Çünkü Blazzar Luhhar, her zaman güler yüzlülüğüyle zihninde yer edinen bir çocuktu. Şüphesiz ki bugün herkes gibi onun için de fazlasıyla zor bir gün olacaktı. Kim bilir? Belki de büyüdüğü o ihtişamlı saray hayatı ve sahip olduğu her şey bugün acı bir sonla noktalanacaktı.
    Doğrusu bu genç veliaht için gerçekten acı bir son olurdu. Öte yandan zırhlara bürünmüş olan babası da bugün savaş meydanında olacaktı ve eğer o ölürse genç oğlan Kralın tek varisi olduğu için taht onun ellerine teslim edilecekti. Yaşı çoktan altmışlarını geçen Kral Luhhar, geç bir evlilik yapmıştı ve bu evlilikten sadece bir çocuğu olmuştu. Tek veliahtı olan Blazzar Luhhar ise genç bir çocuktu; daha on yedilerindeydi. Ayrıca Kumandan Mirrangain, onu kralın isteğiyle özel olarak yetiştiriyordu. Zayıf bir çocuktu ve kılıcı fazla keskin değildi. Ancak yine de hızlı öğreniyordu ve oldukça azimliydi. Tabi eğitimi için ilerde imkanları olmayabilirdi.
    Kral Luhhar, taş gibi bir ifade ile hemen önünde durdurken, Kumandan Mirrangain, Kral’a nezaketle eğilerek selam verdi. Daha sonra ona düşman hakkında bilgi verecekti ki, Kralın gerisinden gelen genç oğlan babasının yanına yanaştı. Yüz ifadesi gerçekten sertti. O an ikisi arasındaki durum kumandana biraz hassasmış hissi vermişti. Bu yüzden bir süre konuşma gereği duymadı.   
    Kısa bir süre sessiz kalan Kral Luhhar, ardından yüzünü genç oğluna çevirerek; söylediklerini unutmamasını söyledi ve çocuğa saraya gitmesini emretti. Genç veliaht o an şaşkınlıkla babasına bakarken gitmek ya da kalmak arasında bir yerlere sıkışmış gibiydi. Gaspar Mirrangain onun bugün savaşmak istediğini hissedebiliyordu. Genç veliaht gerçekten cesurdu. Fakat savaşması için daha çok gençti. Ya da en azından bugün ikisinin de savaş esnasında ölme fikri ona pekte mantıklı gelmemişti. Bu yüzden babasının emirlerine uyması hiç şüphesiz ki onun için en iyi seçim olacaktı.
    Ne yapacağı konusunda biraz tereddütte kalan genç veliaht, kısa bir an için sessizliğe büründü. Ama ne var ki onun bu sessizliği işin sonunda seçebileceği en doğru karara vararak noktalanmıştı. Çocuğun endişeli bakışları kısa bir an babasınınkileri yakaladı ve ardından ikisini de selamlayarak hızla yanlarından uzaklaştı. Kumandan Mirrangain kısa bir süre genç veliahttın arkasından uzaklaşmasını izlerken, içinden onu bir kez daha görmeyi ümit etti. Daha sonra da bakışlarını tekrar Kral’a döndü. Üzerinde garip bir sessizlik vardı ve yüzü tamamen ifadesizdi. Ardından Kral tek kelime etmeden, sessizce yanına yanaştı ve düşmanı incelemeye başladı. Bunun üzerine O da Kral’a uyarak sessizliğine bir sure daha devam etti. Şüphesiz ki bugün onlar için çok zor geçecekti. Ama ‘’Minnas’’ ele geçirilemeyen şehirdi.  Geçmişte birçok krallık Minnas’ı ele geçirmek için defalarca savaşmıştı ve şimdiye kadar bunu başarabilen kimse olmamıştı. Tabi işin doğrusu şu ki; Minnas şimdiye dek böyle bir orduyla daha önce hiç karşılaşmamıştı.
    Kumandan Mirrangain, Kral Luhhar’ında o an onunla aynı düşünceleri taşıdığından emindi. Sonra bakışları dikkatle derin düşüncelere dalan Kral’a yoğunlaştı. Başındaki altın tacı tamamen beyazlamış saçlarıyla uyum içinde duruyordu ve yüzüde hayatı boyunca tecrübe ettiği o uzun zamanın ona verdiği kırışıklığı barındırıyordu. O, otuz yılı aşkın süredir Minas şehrinin kralıydı ve bunu gerçekten çok iyi yapıyordu. Halkına her zaman adil davranan bir kraldı.
    Bir kaç dakika hızla geçerken Kral Luhhar, nihayet sessizliğini bozup onu şaşırtarak; bugün hiç şansları olmadığını söyledi. Bu onu gerçektende ansızın şaşkınlığa uğratmıştı. Çünkü ses tonunda neredeyse en ufak bir umut yok gibiydi.
    Gaspar Mirrangain, Kral’a;  “Her zaman bir umut vardır. ” Diye karşılık verdi. Eh, en azından çoğu bilge kişi bunu söylerdi.
    Karşısındaki düşmanı incelemeyi bırakıp yüzünü Gaspar Mirrangaine dönen kral, ondan bugün bir şey isteyeceğini söyleyerek dikkatini bu sefer tamamen ona yoğunlaştırdı. Bu onu nedense biraz şaşırtmıştı. Ancak o, Kral’ın sözlerinin ardından şaşkınlığını belli etmeyerek onu sözleriyle nezaketle onayladı.
     Tabi ki Lordum!
    “Bugün çok az şansımız olduğunu sen de benim gibi biliyorsun Kumandan…” Gaspar Mirrangain bakışlarını merakla Krala yoğunlaştırdı.
     “Eğer hiç umut kalmazsa ve yaşaman için en ufak bir şansın olursa senden savaşı bırakıp buralardan gitmeni istiyorum.” Dedi sakin bir tavırla. Ancak Kralın bu sözleri, üzerinde bir anda şok etkisi yaratmıştı.
    Işık, bu… Ondan savaş meydanını burakıp kaçmasını mı istiyordu? Bunu nasıl isteyebilirdi ki ondan? Gaspar Mirrangain bir gün savaş meydanında öleceğini biliyordu. Bunu her asker düşünürdü. Fakat hiçbir zaman ölme ihtimali olsa dahi kaçmayı düşünmemişti. O şerefli bir adamdı ve ölümü de şerefli bir şekilde olacaktı. Ardından şaşkınlıkla ondan neden böyle birşey istediğini sordu. Ses tonu inanmazlıkla yüklüydü ve bakışları da hayretle Kral’ına dikilmişti.
    “Senden böyle bir şey istediğim için üzgünüm Kumandan… Bunu kabul etmek senin için biraz zor. Bunu biliyorum ama bunu sana söylemek için çok düşündüm. Ayrıca bunu senden istediğim bir emir olarak görmeni istemiyorum… Bu senden istediğim küçük bir istek sadece...” Yorgun bakışları şimdi onunkine dikilmişti. Fakat o bakışlarda onu fazlasıyla rahatsız eden bir şeyler gizliydi. Sonra bu bakışları sanki bir anlığına uzaklara gitti. Ama o konuşmasına tekrar devam etti.
    “Birbirimizi tanıyalı neredeyse on altı yıl oldu biliyorsun… Seni tanıdığım da daha on yedi yaşlarındaydın. O zamanlar da çok hırslıydın ve ileride çok önemli şeyler başaracağına inanmıştım. Bunu gözlerinde görmüştüm. Fakat seni Minnas’ın baş kumandanı yaptığımda çoğu insan bu kararıma pekte memnun olmamıştı. Çünkü sen daha yirmi iki yaşlarında genç bir askerdin ve genç olmanın yanı sıra Minnas'lı bile değildin. Ama bu benim için bir şey değiştirmezdi. Çünkü ben halkım için en iyi olanı yapmakla yükümlüyüm. Beni anlıyor musun kumandan…?” Kumandan Mirrangain, Kralı onaylarcasına bir bakış attı. Ama ondan istediği şey karşısında hala şaşkınlığını gizleyemiyordu.
    “Senin doğru kişi olduğunu geçen beş yıl içerisinde anlamıştım. Fakat geçmişinde yaşadıklarını sanki bir sır olarak saklıyordun benden. Şimdiye kadar bana nereden geldiğini ve neler yaşadığını hiç anlatmadın. Aslında kötü ve kanlı bir geçmişin olduğunu anlamam pek de zor değildi. Bu yüzden bunu sana sorma gereği hiç duymadım çoğu zaman.  Sen şerefli bir adamsın, bunu biliyorum. Ancak senden bugün burada ölmeni isteyemem.  Bu gerçekten büyük bir haksızlık olur senin için… Çünkü on yedi yıldır zaten Minnas için çok fazla şey yaptın. Düşünüyorum da belki de artık kendi halkın için savaşmanın zamanı gelmiştir.”
    Gaspar Mirrangain, hayretle Kral’ın ona sarfettiği sözleri dinlerken aynı anda zihninde geçmiş yaşantısına dair birçok kanlı imge belirdi. Bunu hayatı boyunca hiç kimseyle paylaşmamıştı. Onunla bile… Çünkü onun halkı yıllar önce hain bir saldırıyla katledilmiş ve bu katliamdan sağ kurtulan bir tek o olmuştu. Saklandığından değil tabi! Fakat yine de bunu kimseyle paylaşmak istememişti. Işık, ne kadarda uzun zaman geçmişti… Ama buna rağmen anıları hala dün gibi capcanlı duruyordu ve hepsi de tıpkı kötü bir kabus gibi kafasında yer edinmişlerdi. Kim bilir? Belki de onun dışında gerçektende kaçıp kurtulan başkaları da olmuştur. Diye düşündü.
     Ama herkes o katliamdan kimsenin sağ kurtulmadığını söylüyordu. Zaten kendisi de bunu gizlice defalarca araştımıştı. Ancak tuttuğu paralı adamlar ona ait en ufak bir şey getirmemişti.  Kral, konuşmasına devam ederken bugün neredeyse hiç şanları olmadığını bir kez daha tekrarladı ve eğer kabul ederse şimdi de gitmekte özgür olduğunu söyledi. Kumandan Mirrangain, eski anılarını bir kenara iterken hayretli bakışlarını tekrar Kral’a döndü.
    Işık, bugün öylece çekip gidemezdi. Yok, hayır… Bunu yapamazdı. Bunu Kral’a anlatarak istediği şeyi yapamayacağını söyledi. Bugün savaşmalıydı. Minnas’ı yalnız bırakıp gidemezdi. Her şeyini onlara borçluydu. 
    Sözlerinin ardından Kral Luhhar, ona bir kez daha minnetle baktı ve anlam veremediği sözlerle ona dünyanın gitgide daha da karmaşık bir hal aldığından bahsetti. Yaşlı bakışları gerçekten de şefkat yüklüydü. Çünkü şimdiye kadar yaptıkları için ona minnet duyuyordu ve ölmesini istemiyordu. Ama her ne olursa olsun onun bu istediklerini yapamayacağını bilmesi gerekiyordu.
    “İnsanlar her zaman kendilerine yol gösterecek birilerini ister Kumandan!  Sen de bu insanlardan birisin… İnsanlara yol gösterebilirsin. Belki kendi halkın için ya da buna layık olan başkaları için... Bu yüzden öldüğün gün senin için adil bir gün olmalı ve ben inanıyorum ki o gün için hala çok erken. Beni anlıyormusun…?” Kumandan Mirangain, Kral’a ifadesizce baktı. Söylediklerinin bir kısmında gerçekten de gerçeklik payı vardı. Evet, bugün ölebilirdi. Ama yine de onun için hissettiği bu endişe fazlasıyla yersizdi.   
    Gaspar Mirrangain, Kralın söylediklerinden sonra kısa bir süre sessiz kaldı. İlk sözleri onu geçmişine sürüklemişti. Ama Kral Luhhar geçmiş anılarını ona anlatmadığı için bir kırgınlık taşımıyordu. Kendi topraklarını terk edeli neredeyse on yedi yıl olmuştu. Geçmişine dair taşıdığı çoğu şey ise hala kabuslarında gizliydi. Kan, ter içinde uyandığı gecelerin gerçekten de haddi hesabı yoktu. Hepsi de ailesine ve halkına yapılan katliamla ilgili kanlı kabuslardı. Bunu hiçbir zaman unutmamıştı ve unutamayacaktı. Çünkü bu artık onun bir parçasıydı.  Eh, bugün burada ölebilirdi. Ama kaçma düşüncesi gerçekten de onun için ölümden çok daha korkunçtu. Bakışları ifadesizce karşısındaki düşmana kaydı bir süre, harekete geçeceklerini belli ediyorlardı. Kendileri gibi karanlık olan bayrakları da uzak olmasına rağmen kendini hemen belli ediyordu. Öte yandan onları simgeleyen bayraktaki yılan fügürü ise onlar hakkında anlatılan o tona hikayeden sonra insanı tedirgin eden karanlık bir havaya bürünmüştü sanki. Artık acele etmeliydi. Zaman yaklaşıyordu ve bir an önce ordusunun başına geçmesi gerekiyordu.
    Yüzünü Krala dönen kumandan, en sonunda  sessizliğini bozarak Kral’a cevap Verdi; ''Eğer hiç umut kalmazsa ve eğer yaşamam için bir şansım olursa dediğinizi düşüneceğim. Ama ışığın lütfuyla zafer bizim olacak…!” Ardından cesaretle atını topuklayarak hızla ordusunun toplandığı yere at sürdü. Fakat o anda bile ölümün yakınlığını içinde hissedebiliyordu. Ama o ölümden korkmuyordu. O yüzden içinden sadece bugün çok zorlu geçecek diye düşündü.
                                 


      Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Minnas, kanlı bir güne başlamak üzereydi. Şehri ölüm sessizliği kaplamıştı ve insanlar korku içinde bekliyorlardı. Fakat bu ilk değildi ve son da olmayacaktı. Çünkü  insanoğlu yaratılıştan bu yana her zaman bilinçsizce katletmişti kendi ırkını ve anlamsızca sahiplenmeye çalışmıştı dünyayı. Zaferle ve o hiç dinmek bilmeyen gururuyla… Ama keşke şimdiye dek yaptıklarının onlara ilerde neler getireceğini bir bilselerdi.
  Geçmiş kanlı bir lekeydi ve ilerisi de öyle olmalıydı. Çünkü Minnas kana bulanacaktı bugün, sadece Gölgesiz’e bir nefes için…



Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Minnas
« Yanıtla #1 : 15 Şubat 2014, 06:59:28 »
Kusura bakmayın ama dil bilginiz felaket. Fazladan kullanılmış ekler kullanılmamış ekler ayrı yazılması gerdkirken bitişik yazdığınız bağlaçlar sadece satır sayısını çoğaltan gereksiz cümleler bazı yerlerde de anlatım bozukluğu olan cümleler var.
Umarım kızmazsınız ama okumak tam bir işkence oldu bitiremedim.

Çevrimdışı Dark SAGAA

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Minnas
« Yanıtla #2 : 15 Şubat 2014, 09:30:53 »
Kusura bakmayın ama dil bilginiz felaket. Fazladan kullanılmış ekler kullanılmamış ekler ayrı yazılması gerdkirken bitişik yazdığınız bağlaçlar sadece satır sayısını çoğaltan gereksiz cümleler bazı yerlerde de anlatım bozukluğu olan cümleler var.
Umarım kızmazsınız ama okumak tam bir işkence oldu bitiremedim.
 
  yoo neden kızayım... Dil bilgimin felaket olduğunu bende biliorum... ilkokul mezunu olduğum içindir belkide-ama bu düzeltilebilir tabii... Sana işkence çektirdiğim için kusura bakma  duhan :)

Çevrimdışı Dark SAGAA

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Minnas
« Yanıtla #3 : 15 Şubat 2014, 09:35:32 »
ilkokulu bitireli uzun zaman oldu. Zaten bişide öğretmemişlerdi. Ama sanırım dil bilgisi hakkında bir kitap alıp bunu giderebilirim.

Çevrimdışı serhan1310

  • **
  • 91
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Minnas
« Yanıtla #4 : 15 Şubat 2014, 12:13:33 »
sabırla sonuna kadar okudum dilbilgisi hatalarını dile getirmeyeceğim zaten biliyorsun ama bu şekil bir anlatımın içine çok fazla betimleme koyarsan okuması daha zor ve sürükleyici etkisi daha az oluyor. Betimlemelerden daha fazla diyaloglara yansıtabilirsen tasvirleri daha sürükleyici olur fikrimce. Devamında sanırım biraz daha hareketli bir bölüm bizleri bekliyor.
cesaret yoksa zaferde olmaz