Sesler; nereden gelip nereye gittiği belli olmayan sokaklarda yankılanıyor. Bir hengamedir kopmuş kaldırımların üzerinde. Koşuşan insanların varacağı yerlere karşı ikircikli, hevesli adımlarını taşıyorlar. Kimin kim olduğu belli olmayan bu döngünün ortasında kalmış biri; ilerliyor. Hızlı yürüyüşünden belli yetişeceği randevusu. Gözleri özenle döşenmiş mermer kaldırımlarda. Aklında bini bir yapan bir soru, omuzları çökük ve elleri görenlerin şaşırdığı parkasının cebinde.
Sola döndü. Hangi sokağa gireceğini bilmeyen bir acemilik. Sesleri duymamaya çalışıyor. Sesler? Yeni fark ediyor bu cığırtkan ezgiyi. Karşı koymaya çalışsa da zor geliyor. Hayatları boyunca birbirlerini takip etmişler. Duruyor biraz ilerde. Sağındaki, kendisini karanlığa gömen binaya giriyor. Sokağa hakim olan griliğin aynısıyla karşılaşıyor. Sesler. Acele etmeli. Hızlanıyor ama düzgün, ritmik hızlanışın ardında nereye gideceğine, niye gideceğine dair karamsar bir belirsizlik. Etrafı cam duvarlarla çevrili koridorun ortasında duruyor. Hatırlıyor ki bu binada çözmesi gereken bir meselesi var. Bakınıyor cam duvarlara. Garip. Herkesi açık eden bu camlar soğuk geliyor. Sesler daha mı yüksek? İlerliyor, camların arasından geçip başka koridorlara giriyor. Bir oda kapısının önünde duruyor uzunca bir süre. Kapı bilmediği ama tanıdığı birşeyle yapılmış gibi, üzerinde ‘’Ayrıştırma’’ yazıyor. Hatırlamıyor. Bilincini zorlamaya çalışıyor ki yanından geçenlerin konuşmalarına misafir olmuş. Aşağılayan bakışlardan sıyrılmak için koşuyor. Koştukça artan geri dönüşsüz misafirlikler, aşağılamalar, korkular ediniyor. Koştukça kulağı sağır edecek şekilde artan sesler. Yavaşlıyor, aynı anda sesler duruluyor. Düzenin arasındaki yerine geçmiş, gideceği yere ilerliyor. Ne kapı aklında şimdi ne de cam koridorlar. Sesler kesildi mi, duymuyor mu bilmiyor. Varacağı yere yaklaştıkça ağırlaşan adımları var artık. Beraberinde bir boşlukla yeni girdiği koridorun sonuna varıyor. Koku, hatırlıyor bir yerden. Öncekiyle aynı. Kapıyı açtığında içerideki insanları görüyor. Odanın ortasındaki havuzda kahverengi, yumuşak, sert parçalar. Eskiler toprak diyormuş, biliyor bunu. Üstünde çıplak bir adam; babası. Sesler hızlanmak yerine ağırlaşıyor bu sefer. Kafasının içinde hiç bilmediği bir yere özlemle ilerliyor. Havuzun etrafında dezenfekte giysileriyle dört kişi. Robotik bir tonda konuşuyorlar. ‘’Yaklaşma, Tehlikeli.’’ İlerlerken dinlemiyor. Uzun zamandır yaptığı ilk aykırılığı, yürüyor. Sesler daha da ağırlaşıyor sırtındaki eski parkayı çıkarırken. Düşünmenin verdiği hazzı eski bir dost gibi karşılıyor. ‘’Toprak gibi kahverengi, ne güzel yakışırdı sana.’’ diyor içinden. Gözleri babasının cesedine kilitlenmiş. ‘’Giyer, ellerin ceplerinde gezerdin gün boyu. Hatırlıyorum. Deli diye bakarlardı, bu devirde bu mu giyilirmiş. Aldırmazdın. Ne derlerse desinler derdin. Dünya değişti diye parkayı değiştirecek değilim.’’ Sesler sağır edecek şekilde geliyor artık. Zar zor ayakta duruyor. Dinlemeden seriyor parkayı cesedin üstüne. Bekliyor, uzun, boşuna bir bekleyiş bu. Biraz sonra apar topar giriyorlar odaya. İki kolundan tutup dışarı sürüklüyorlar. Aynı grilik bu odayı da kaplamış ve sesler hala olduğu yerde duruyor.