Çok eğlenceli bir kitaptı. Daha önceden de Uluslararası Uzay İstasyonunda geçen, astronotların oradaki çalışmalarını, kullandıkları ekipmanları vesaire gerçeğine uygun şekilde anlatan bir roman hayal ediyordum. Marslı şu ana kadar okuduklarım arasında bu hayalimi gerçekleştirmeye en yakını.
Kitaptaki benim için en çarpıcı nokta teknolojilerin çok detaylı anlatılması ve buna rağmen tek bir mantık hatası bulamamam oldu. Günümüzde değil, yakın gelecekte geçiyor ve uzay teknolojileri de haliyle biraz ilerlemiş durumda. Kitaptaki karakterlerin kullandığı teknolojilerin büyük kısmı ya bugün zaten kullanılıyor ya da yakın gelecekte kullanılacağı ön görülüyor. Hatta geçmişte kullanılmış olan uzay araçları kitapta kendi isimleriyle hikâyeye katılıyorlar ki bu kısımlar tadından yenmiyor.
İkinci olarak kitap hayatta kalma mücadelesi veren ana karakterin günlük girişleri şeklinde yazılmış. Mars’ta geçen bir hayatta kalma macerasını, karakterin kurtulmak üçün ürettiği bütün fikirleri ve duygu durumundaki salınımları ilk elden öğrenerek takip ediyoruz. Mars + hayatta kalma mücadelesi; zaten bu kombinasyon yüzünden kitabı almıştım.
Duygu durumları demişken, ana karakterimizin gevşekliğine biraz değinmem lazım. Karakterimiz, koca gezegende yalnız olmasından da kaynaklanıyor olabilir, yer yer baya seviyesiz davranabiliyor. Zaten kitabın ilk üç cümlesini okuyunca ileride sizi neler beklediğine dair biraz ipucu alacaksınız

. Ben bu gevşekliği bir hayata tutunma stratejisi olarak gördüm. Ayrıca söylemeliyim ki günlükleri şimdi ne olacak diye yer yer baya bir gergin şekilde takip ederken koskoca astronotun verdiği ergen tepkileri aşırı komik geldi. Adamın omuzlarına yüklenmiş onca sorumluluk varken, tasasız ve geri zekâlı gibi davrandığı ergenlik günlerini gülümseyerek hatırlamak onu bir nebze rahatlatıyordur belki. Burada yazarın amaçladığının ötesinde detayları kafamda kuruyor olabilirim ama iyi kitaplarda da sık sık olan bir şey bu zaten.
Bu son derece yüzeysel analizimi de yaptıktan sonra, kitap bana göre diğer bilim kurgular arasında nerede duruyor söylemek istiyorum. Marslı bir Dune veya Neuromancer gibi aklınızı uçuran, her cümlesinde hazineler saklı bir kitap değil. Bir Adalet veya Kurmalı Kız gibi hayal gücünüzü yeni ufuklara da taşımayacak. Hatta araştırma enstitülerinin dinamiklerinin gerçekçiliği ve bilimsel tutarlılık bakımından Greg Bear kitaplarının yanına bile yaklaşamaz. Ama günümüz ve yakın geleceğin uzay teknolojilerini ifade ettiği detay ve günlük girişleriyle bir astronotun hayatta kalma macerasını anlatıyor olması onu bence iyi bir bilim kurgu yapıyor. Emre Aygün’ün çevirisi ise birkaç hata dışında gerçekten çok iyiydi, kitabın benim için bu kadar eğlenceli olmasında büyük payı vardı. Eleştirilebilecek noktalardan biri ise yan karakterlerin pek bir derinliği olmamasıydı ama zaten kitapta onlara ayrılan yer de çok sınırlı. Genel olarak hızlı ve keyifle okunan bir kitap, sizi alıp başka dünyalara (Mars) kesinlikle götürebiliyor.
Bu arada kitabı okurken değişik bir şey yaptım. Periyodik neşriyat blogunda (link:
http://bulentozgun.blogspot.nl/) kitaptaki günlük girişlerine benzer bir formatta hazırlanmış bir ‘Marslı’yı okuma günlüğü’ var. (Şimdi fark ettim ki bu başlık altında da gönderilmiş günlük). Kitabı bu günlükle paralel okudum. Yani mesela blogda 150. Sayfa girişini, tam 150. sayfayı okuduktan sonra takip ederek devam ettim. Bu çok ilginç bir tecrübe oldu. Normalde bir kitabı okuma esnasında düşüncelerinizi birileriyle paylaşamıyorsunuz. Çünkü bir kitaptan bir eve yalnızca bir tane alınıyor ve farklı zamanlarda okunuyor. Kitabı sizle aynı anda okuyan bir tanıdığınız olsa bile sayfa sayfa paralel gitmek mümkün değil. Spoiler derdi yüzünden de kitabı daha önce okumuş biri ancak ‘oku oku bak daha neler olacak’ şeklinde yorum yapabiliyor. Ama bu günlük sayesinde kitabı okumaktayken de benimle birlikte aynı yerlerde gülüp, heyecanlanan birileri olduğunu hissettim. Periyodik neşriyat’a teşekkür ederim.