Ne güzel bir kahvalltı diye düşündü Ghia, Loretta'nın çiftliğinin bahçesinde kurulu masada sadece kuş sütü eksikti. Gonetha'nın meşhur pastırmaları, Loretta'nın özenle hazırladığı peynirler ve kırlardaki nadide çiçeklerin özünden altın renginde bir kase bal. Loretta, Ghia'nın fincanına rezene çayı doldururken, küçük Maku'da elindeki kaşıkla oynayıp sevimli sesler çıkarıyordu. "Lore, bu masadaki en lezzetli şeyin sen olduğunun farkındasın değil mi?", diyerek elindeki küçük kır çiçeğini Loretta'ya uzattı Ghia. Loretta hin bir tebessümle dönerek, her zamanki sivri dilliliğiyle cevap verdi "Peki sen bu masadaki en büyük yalancının kim olduğunu biliyormusun?"
Ghia çayından bir yudum aldı ve önlerinde uzanan yeşil vadiye şöyle bir baktı. Ne kadar büyük aptallıktı bu güzellikleri terk edip gitmek. Mavi gökyüzündeki dev beyaz bulutlar yavaşca süzülüyor, sığırcık kuşları sabahı ve güneşin doğuşunu selamlıyor ve şu havada uçuşan kaşıklar... "Nee?! kaşığı sende gördünmü Lore!"
Loretta için sanki bu sıradan bir durumdu, sakince yerinden kalktı ve kaşığı alarak tekrar Maku'nun eline tutuşturdu. " Sana kaç kere dedim bir şeyleri ulu orta böyle uçurmamalısın Maku!"
Ghia oturduğu yerden kalktı ve şaşkınlıkla Maku'nun başucuna gitti. Maku sevimli bir şekilde gülümsüyorken elindeki kaşığı tekrar uçurmaya başladı ve Ghia'ya dönerek "Bu kadar erken gitmeseydin olmazmıydı yaşlı adam", dedi. Ghia ikinci kez şaşırmıştı, Maku daha dört beş aylık bir bebekti nasıl konuşabilirdi? Loretta, Ghia'ya döndü ve "Sanki kaşıkları uçurması çok normal değil mi?" diyerek tekrar havadaki kaşığı aldı ve sakince masaya bıraktı. Ghia, Loretta'nın haklı olduğunu düşünerek gülümsedi ve sandalyesine oturdu ama bu kezde kuşağındaki altın kesesinin hareket ettiğini hissetmişti; "Seni küçük hırsız şimdide altınlarımı mı yürütüyorsun..", derken Akina'nın tiz çığlığıyla uyandı.
Ghia'nın her şeyin rüya olduğunu anlaması çok uzun sürmedi, ama gerçektende altın kesesi çalınmıştı. Bir hırsız elinde Ghia'nın altın kesesiyle hızla ormana doğru koşarken, Ghia yanından geçen şeyin sadece rüzgarını hissetti, yıldırım gibi bir anda ortaya çıkan Akina ağaçların arasından seri kanat hareketleriyle sıyrılıp bir anda hırsızın karşısına çıktı. Akina'nın pençelerinden kendini sakınmaya çalışan hırsız, altın kesesini düşürüp çaresizce ormanın derinliklerine doğru koşarak gözden kayboldu. Avını yakalamış gibi, kesenin üzerine tüneyen Akina, heybetli bir şekilde kanatlarını açtı ve keskin bir zafer çığlığı attı. Ghia, Akina gibi bir kartalı olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu tıpkı şimdi onları izleyen ve birlikte Sampra'ya gitmekte olduğu kafiledeki diğer askerler ve madenciler gibi.
Ghia Sampra'ya doğru yola çıkan kafileye katılmıştı ama Galomalin'de kafileden ayrılarak eski dostu demirci ustası Dalare'yi görmek istiyordu. Aklında Letha'da ki madende bulduğu altını bir sarrafa satarak demirci dostuna güzel bir hediye almak vardı. Sonrasında Tapınaklar Çölüne gidip eski günlerdeki gibi bir süre şamanlarla yaşamak istiyordu. Tüm bu savaşlardan ve ölümlerden sıkılmıştı. Şöyle bir dönüp baktığında kendini huzurlu hissetiği tek yer Çöl'dü ve her ne kadar şimdi kendine itiraf etmesede Loretta'nın yanında da o huzuru hissetmişti.
On beş yıl kadar önce Loretta genç bir kadınken tanışmışlardı. Ghia matarasına dereden su doldururken Loretta'yı görmüş ve o an afallayarak dereye düşmüştü. Loretta'nın mucizevi bir güzelliği yoktu ama çirkin bir kadın da değildi. Yüzüne bakan herkes asil bir kadın olduğunu rahatlıkla anlayabilirdi, düzgün bir fiziğe sahipti. Loretta, Ghia'nın şaşkın hallerini görünce onu sempatik bulmuş ve sıcak davranmıştı. Birlikte uzun orman yürüyüşlerine çıkıyor ve sohbet etmekten keyif alıyorlardı. Bir süre sonra aşkları tutkulu bir hal aldı ve Ghia bugüne kadar hiç bilmediği duyguları ve deneyimleri Loretta ile keşfetti. Artık ondan bir çocuğu olsun istiyor ve bebekleriyle birlikte mutlu bir aile olabilecekleri küçük bir dünya hayal ediyordu. Ta ki bir süre sonra gizemli ve karanlık adamların Loretta ile konuştuklarını görene kadar. Ghia bu durumu açıklığa kavuşturmak için bir ispinoz kuşunun bedenine girmiş ve ormanda onları takip etmişti. Adamların kıyafetleri alışılmışın dışındaydı ve üzerlerinden parlak mavi ışıklar yayılıyordu. Loretta'ya Aeron diye sesleniyorlar ve ona Ghia'nın anlamadığı şeylerden bahsediyorlardı. Ghia sonrasında gördüklerini Loretta'ya anlatıp ondan bir açıklama beklemiş ama Loretta olanları kabul ettiği halde ona olan biteni anlatmamıştı. Sevdiği kadının ondan birşeyler saklaması hoşuna gitmemişti, hayal kırıklığıyla çıktığı uzun bir yolculuğun sonunda Ghia kendini Tapınaklar Çölü'nde şamanlarla birlikte Zalvia iksiri içerken bulmuştu. Ghia Yedi yıl sonra tesadüfen Loretta'nın Gonetha'da yaşadığını öğrenince, kırgınlığını bir kenara bırakıp kolundaki kartalı Akina ile Loretta'nın karşısına çıkmış ve ne olduğun ya da geçmişin umrumda değil seni seviyorum demişti. Loretta'da tekrar kavuşmanın verdiği heyecanla ona herşeyi anlatmıştı. Evet, gerçek ismi Aeron'du ve dahasıda vardı o başka bir dünyadan, Aven'den buraya gelmişti. Ama artık adı Loretta'ydı ve Gaea evi olmuştu. Ghia ufku geniş bir adamdı, yıldızlar hakkında şaman Dae'den çok şey öğrenmişti. Loretta'nın anlattıklarını tam manasıyla idrak edememişti ama ona inanıyordu. Bu kez ikiside mutlu aile hayalleri kuruyordu ama Loretta, Ghia'da ki değişimi görüyordu. Çöle gittikten sonra dünya'ya bakış açısı değişmişti Ghia'nın. Bir kulübede yaşamak, bağ bahçe işleriyle uğraşmak ona göre değildi. Bunlara sevdiği kadın için bile katlanamayacak bir ruh hali vardı artık. Bir gece dağlar ve nehirlerin sesine kulak verip ansızın ortadan kaybolu vermişti ta ki sekiz yıl sonra kucağında Maku ile çıkıp gelene kadar.
* * * * *
Kafile Bakean askerleri tarafından sıkı bir şekilde korunuyordu. Arabalarda sadece mavi kristaller yüklüydü ve Ghia hiç bir değeri ya da kullanım alanı olmayan bu taşlara neden bu kadar önem verildiğini anlayamıyordu. Kuzeyliler için bu taşlar kutsaldı ama Bakean'ların inancında böyle bir şey yoktu. Ghia bir süre sonra bunları düşünmektense saman yüklü bir arabanın arkasında güneşin tadını çıkarmayı tercih etti ama zihni doluydu. Bu kez gördüğü rüya vardı aklında. Rüyasında da olsa Loretta ve Maku'yu görmek onu mutlu etmişti ama rüyanın tüm bu güzel atmosferinin ardında gizemli ve karanlık bir şeyler gizliydi sanki.
"Güzel yer bulmuşsun kendine Ghia.", diyerek gülümsedi Odaren ve ekledi " Omuzun nasıl hala ağırıyormu?" Ghia, Odaren'in de kafilede olduğunu bilmiyordu ve onu görmekten mutlu olmuştu. Odaren temiz yürekli ve iyi bir insandı, en azından savaş sonrasında bir arada oldukları kısa sürede onu bu şekilde tanımıştı. "İksir iyi gelmişti Odaren ama sonrasında hep canımı yakan bir sızı oldu. Burada biraz yatınca daha iyi hissettim kendimi, birde şu otlar sırtımı kaşındırmasa. Bu arada seni gördüğüme sevindim Odaren, tanıdık bir yüz her zaman iyidir.", diyerek elinden tuttu ve arabaya çıkmasına yardım etti. Bu hareketin etkisiyle omuzundan keskin bir ağrı yayıldı vücuduna.
"Birazdan mola vereceğiz, neredeyse Sharmena'ya geldik sayılır." dedikten sonra kendini saman yığınlarının üzerine bıraktı Odaren. "Bulutlar bu dünyada ki en güzel şeyler bana kalırsa, küçükken onların pamuk olduğunu sanıyordum... gerçi bana hala pamuk gibi geliyorlar ya!" diyerek gülümsedi. Güneşli gökyüzü ve bulutları izlerken arada sırada yola kadar uzanan ağaç dalları görüş alanına giriyor ve gözlerini kapatınca, karanlığın içinde turuncu, kırmızı lekeler dans ediyordu.
Öğle saatlerinde Sharmena'ya varan kafile, mola vermek için uygun bir yerde durdu. Burda bir han ve ormanlık bir alan vardı. Yolun ilerleyen kısımlarında böyle ağaçlık yerler çok nadirdi ve bu yüzden herkes bu molayı iyi değerlendirmek istiyordu. Sampra, Tapınaklar Çölü'nün kuzeyinde çorak bir bölgede kurulu olduğu için genelde kum ve güneş diyarı diye anılırdı.
Handaki tüm masalar dolmuş ve Bakean askerleri su gibi şarap içiyordu. Hanın sahibi Jasle adında koyu bir Bakean'dı. Jasle kendi elleriyle tüm askerlere tek bir gümüş bile kabul etmeden şarap dağıtıyor ve uygun fiyata et satıyordu. Ghia ile Odaren'de boş bir masa bulup oturmak ve etin tadını çıkarmak istiyorlardı. Etraflarına biraz bakındıktan sonra, şarap fıçısından devşirme bir masa buldular ama Odaren oturmadı;
"Ghia sen otur ben iki maşrapa şarap alıp hemen geliyorum yaşlı Jesla'yı yormuyalım değil mi?" diyerek bir anda hızlıca kalabalığın arasında gözden kayboldu, biraz sonra elinde iki maşrapa ve pastırmayla geri döndü. Maşrapaları tokuşturduktan sonra tam içmeye başlamışlardı ki, birisi Ghia'nın elindeki maşrapayı alıp yere fırlattı:
"Bu şarap inançsız şamanlar için değil seni adi adam, çabuk bu hanı terket!" diyerek hiddetle parladı Jesla.
Odaren ve Ghia ne yapacaklarını şaşırmış şekilde Jesla'ya bakarlarken, handaki herkeste susmuş onlara bakıyordu. Odaren cesaretini toplayarak ayağa kalktı:
"Şarabı esirgediğin bu adam Letha'da Knoha'lılara karşı savaşmış bir gezgindir. Omzundaki yara senin gibi burda gelip geçene sataştığı için değil, tek başına Knoha süvarilerine kafa tutan bir savaşçı olduğu için var!"
"İsterse babam olsun, bu handa ışık yolunda olmayan hiç kimse tek bir yudum şarap içemez!"
Ghia mahcup bir şekilde kıpkırmızı olmuş ve ne yapacağını bilmiyordu, Odaren'in söylediklerinde haklılık payı vardı elbette ama biraz da abartmıştı doğrusu. Ama Ghia hiç bir zaman münakaşayı sevmemişti:
"Rahatsızlık verdiysem kusuruma bakmayın..." diyerek yavaşca ayağa kalktı ve hanın kapısına yöneldi. Odaren o an Jesla'nın yüzüne sıkı bir yumruk geçirmemek için kendini zor tuttu ve o da Ghia'nın peşinden gitti.
"Neden Sharmena'ya Bakean ocağı dediklerini şimdi anladım sanırım... Kusura bakma Ghia.. Bir şey de yiyemedik şu gerzek Jesla yüzünden!"
Ghia, "Bu ormana pek aşina değilim, burda ne çıkar karşımıza bilmiyorum ama en kötü bir kaç bıldırcın denk gelir belki, istersen ava çıkabiliriz sonra bir ateş yakıp yakaladıklarımızı pişiririz.", diyerek Odaren'e ava çıkmayı teklif etti.
"Bıldırcın mı? Bıldırcını boşver, bu civarda Rok denilen bir tavşan cinsi vardır, eğer onlardan yakalayabilirsek harika olur. Eminim hayatında böyle bir et yememişsindir. Üstelik kuyruğu şans getirir derler..." diyerek hemen hazırlanmaya başladı. Akina'yla ava çıkma fikri hoşuna gitmişti Odaren'in ama Akina ortalarda yoktu.
"Hay aksi nerde bu kartal?"diyerek Odaren'i meraklandırmaya çalışan Ghia meşhur ıslığını çaldı ve Akina'da bir çığlık atarak karşılık verdi. Ve kısa bir süre sonra havada süzülüp Ghia'nın uzattığı koluna konmuştu bile.
"Bunun yavrusu felan yokmu Ghia, muhteşem bir yaratık." dedi ve kanatlarına dokunmak için elini uzattı Odaren, tam bu sırada Akina aniden dönüp keskin gözleriyle bakınca, Odaren'in eli havada kaldı ve hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışarak elini yavaşca indirdi.
"Karşındaki kedi değil Odaren, dikkat et!"
* * * * *
Orman genelde kızılağaçlardan oluşan ve yer yer meşe ağaçlarının yaşadığı verimsiz bir yerdi. Ağaçlar solgun ve hastalıklı görünüyordu. Zemindeki dikenler tavşanların çok sevdiği şeyler değildi ve bunu Ghia iyi biliyordu:
"Burada tavşan olduğuna emin misin Odaren! Tavşanlar bu tarz yerleri pek sevmezler..."
"Şey... biraz daha ilerde daha uygun yerler var diye biliyorum ama tabi bu yıllar önceydi belki herşey değişmişte olabilir ama yinede bir bakmak lazım...", diyerek ittiyatla cevap verdi Odaren.
"Eğer tavşan bulamazsak Akina'yı doyurmak için birşeyler bulman gerekebilir!"
"Sabırlı ol Ghia, biraz daha ilerlemeliyiz ve bu kadar çok konuşursan ta Letha'daki köstebekler bile sesinden ürkebilir."
Etrafta yanlızca rüzgarın hareketlendirdiği ağaç dallarının ve ayaklarının altında ezilen bir önceki yılın yapraklarının sesi işitiliyordu. Yerde çok fazla yaprak vardı ve etrafta herhangi bir canlıya ait iz yoktu. Ormanın ilerisinde bir açıklık var gibiydi, tam oraya yöneldiklerinde çirkin sesiyle yanlarından hızlıca bir kuzgun geçti.
"Burası çok tekin bir yere benzemiyor Odaren, etraftada tek bir kuzgundan başka bir şey yok!" dedi Ghia ama yürümeye devam ediyorlardı. Bu sırada kuru yaprakların arasında farklı bir şey gördü Ghia. Ayağının ucuyla yaprakları üzerinden attığında bu şeyin bir et parçası olduğunu anladı. Bu andan itibaren keskin bir leş kokusu almaya başladı her ikiside. Ağaçların ilersinde yerde bir ceset olduğunu görünce hızla cesetin yanına koştular. Bağırsakları parçalanıp, gözleri çıkartılmış bir kadın cesediydi bu. Kadın yakın bir zamanda ölmemişti ama vücudu da çok fazla çürümemişti. Alnına üçüncü bir göz çizilmiş ve etrafına ışık hareleri yapılmaya çalışılmıştı.
Odaren dehşet dolu gözlerle Ghia'ya döndü ve "Bu kadını Bakeanlar mı öldürmüş?" diye sordu.
Ghia sadece kafasını evet anlamında salladıktan sonra eliyle ormanın ilerisindeki açıklığı gösterdi.
Halka şeklinde dizilmiş kazıklara bağlı bir düzine insan cesedi vardı ve ortadaki cesedin boynuna bir yazı asılmıştı; "Karanlığı aydınlatan ışığı görmeyen gözler!"
Tüm cesetlerin gözleri çıkartılıp burda ölüme terk edilmişlerdi ve hepsinin alnına üçüncü bir göz kazınmıştı. Vase Bake'nin karanlığın içinde görmeyi sağlayan üçüncü gözü; Bakeanların arması.