Elini bacağına koy. Kalçandan başlayarak aşağı doğru indiğinde, bacağının esnek olmasını sağlayan kaslardan biri olan rectus femoris kasını hissediyor olacaksın. Bisiklet denilen aletlerdeki spiral şeklindeki süspansiyon düzenekleriyle az çok aynı işe yarar. Şimdi de elini biraz daha aşağıya doğru indir ve diz kapağının biraz yukarısında dur. Bu, senin temelde dizini bükmeni ve daha etkili kullanımı sağlayan vastus medialis kasın. Şimdiyse elini bu iki kasının arasında bir yere, biraz yukarılara doğru kalan bir yere koy ve orayı bütün gücünle sık. Hatta iki elini birden kullan. Sonra, daha da sertçe sık.
Sıktığın bölgenin derinlerine doğru büyük bir çatal sokup, sürekli kıvırdığını düşün. Makarna yediğindeki gibi.
Dedem henüz küçük bir çocukken, bana anlattığına göre, her şey için ayrı ilaçlar varmış.
Baş ağrıları için, örneğin, aspirin denen şeyler alınırmış. Soğuk algınlıkları için, analjezik denen bir ilaç türü varmış. En basitinden içinde parasetamol bulunduran herhangi bir şey. Kanser için radyasyon. Bir yeri kırılan kişi, aylarca kırılan yerini sert bir maddeyle kaplayıp öylece yaşamaya devam edermiş. Her hastalık için en az altı farklı ilaç türü, tedavi türü olabiliyormuş.
Bazı hastalıklar içinse aşılar geliştirilirmiş.
Şimdi, bacağını sıktığın bölgenin daha da derinine, kemiğine doğru indiğini düşün. Rectus femoris ve vastus medialis kaslarının aralarına giriyorsun. Etli, kaygan bir sicime ulaşana dek kazmaya, yırtmaya devam et. Bu ipimsi şeyin ismi femoral sinirdir. Hani bacağını dışarıdan sıktığında biraz acımıştı ya? İşte o senin femoral sinirinin, aradaki yağ, doku, et, kas, deri katmanlarının içinden acıyı algılama miktarıydı. Şimdi ayı kapanına kısılmış bir hayvan gibi dişlerinle bu vıcık vıcık, esnek ipi dişleyerek kopardığını düşün.
Daha önce yaptığını biliyorum. Evet, yaptın. Yediğin kızarmış tavukları hatırla. Bazen budun içinde rastladığın o kırmızı çizgiyi. Şimdilik hayali çatalını kıvırmaya ve sinirlerini dişleyeme devam et. Bir yere varacağım.
İhtiyara göre hayat bize güzel. Büyük Pangea Birliğinin bilim adamlarının yaklaşık yarım asırlık araştırmalar, deneylerden sonra sonunda aşıyı buldukları günü anlatırken, yaşlı adamın gözleri buğulanıyor, bakışları ufukları arıyordu. Bu, o aşıydı. DL-23 aşısı. Her şeyin tedavisi olacak aşı. Kızarıklıktan kangrene, o günden sonra tek hastalığımız, ölüm hali olacaktı.
Dedeme göre, neredeyse mükemmeldi. DL-23 pahalıydı belki, evet, ama hayat boyu sağlık garantisi karşısında, paranın nasıl bir önemi kalabilirdi ki? Paranın devri bitmişti.
Mülkiyet mi? Her şey az çok bedava olmuştu zaten. Dünya, insanoğlunun sahip olabileceğinden çok daha fazla kaynağa sahipti artık.
Onlarca yıl süren dünya savaşlarından sonra bile, bugün, kuşlar şarkı söylüyor, ağaçlar bahar rüzgarında hafifçe sallanıyor.
Yeryüzünde cennetteymişiz gibi.
6. Dünya savaşı ve Büyük Pangea Birliği sağ olsun.
Gelgelelim her güzel şeyde olduğu gibi, yeni dünya düzeninin bir de ufak bir kötü yanı var.
Şöyle ki, DL-23 günlük olarak alınmak zorunda. Saniyesi saniyesine yirmi dört saat aralıklarla. Dedemin zamanında yaşamış olsaydım, ‘bağımlılık’ denen ufak, minik bir kavramla tanışabilirdim. Bağımlılık, temelde, dışsal bir öğenin vücudumuzun normalde kendi kendine ürettiği bir maddenin yerini alarak, vücudun bu maddeyi dışarıdan temin etmeye alışmasını sağlamak anlamına gelir. Yani dedemin deyimiyle, DL-23’e bağımlıyız. Bir saniye bile geciktirmek, kişinin hayatına mal olur.
Bu bağımlılık durumunun dâhiyane boyutuysa, hayatına zerre değer veren her vatandaş bu aşıyı almak zorunda olmakla kalmayıp, bağımlılığı yüzünden bu aşıyı arzuluyor, ve almak için ne yapılması gerekiyorsa onu yapabiliyor. Çünkü herkes biliyor ki, almazsan, ölümün saniyeler bile sürmüyor. Birileri şalterleri indiriyormuşçasına, veda yok, gözyaşı yok.
Alırsan yaşarsın. Kaçıracak kadar zayıfsan, unutkansan, yavaşsan, ölürsün.
Doğal seleksiyon.
İhtiyar bunu zor yolla öğrendi. Bileğindeki çalar saat susalı birkaç saniye olmadan yere serilmiş, yavaşça yuvarlanarak ondan uzaklaşan şırıngaya elini uzatmış, son nefesini çoktan vermişti.
Onu çok sevdiği, içinden tertemiz, şeffaf kaynak sularının aktığı, çevresi rengârenk çiçeklerle dolu nehrin kıyısına gömdük.
Kahrolmuştuk evet, ama biliyorduk ki, saatine bakmak onun sorumluluğuydu.
Gerçi ilaç vaktinin gelişini bilmek için saatinin olması şart değil. Yirmi dört saatinin dolmak üzere olduğunu anlamanın çok kolay bir diğer yolu var. Aşının önlemediği tek şey.
Doğru tahmin ettin. Bacağımdaki kıvrılmış çatal, sinirlerimi çiğneyen hayali dişler.
Kramp.
Ağrı kötüleştikçe çantamda ilacımı arıyorum ve saatim sıfıra doğru geri sayımını yapmaya başlıyor.
Şırınganın iğnesin koruyan plastik ucunu dişlerimin arasına sıkıştırıyorum.
İki saniyem var.
İğneyi kolumdaki katetere soktuğumda, geri sayım bitiyor ve saatim sıfırı gösteriyor.
İlaç damarlarımı doldururken aradan geçen nanosaniyelerde, bir göz kırpmanın yüzde biri kadarlık bir zaman için, eski bir kameranın patlayan bir flaşı gibi, dünyayı görebiliyorum.
Sonsuzluğa uzanan, gökdelenlerin iskeletlerinin aralarında prefabrike mavi beyaz evler görüyorum. Yıllardır ölü oldukları her hallerinden belli ağaçların aralarında gezinen, deforme olmuş bedenlerin yürüyüşlerini görebiliyorum. Radyoaktif yeşili göllerde yüzen kolsuz, kulaksız, burunsuz çocuklar görüyorum. Her yerde gözcü kuleleri, kulelere bağlanmış telsiz megafonlar görüyorum. Daha önce hiç görmediğim canlılar görüyorum. Evlerin önlerine bağlanmış ölü evcil hayvanlar, siyam ikizi gibi kendi boylarında tümörler taşıyan, uzuvsuz veya fazladan uzuvlu insanlar görüyorum.
Ellerinde şırıngalar taşıyorlar.
Gülümsüyorlar.
Gözümü açıyorum ve DL-23 damarlarıma doldukça kramplar kayboluyor.
Sırt çantamdan bir şişe çıkarıyorum, dereden, dedemin deresinden doldurduğum taze kaynak suyunu içiyorum ve sabah koşumun devamı için hazırlık yapıyorum. Ciğerlerime temiz hava çekiyorum, dibi görünen şeffaf sularda yüzen, gülüşen çocukları görüyorum. Kuşlar şarkı söylüyor, ağaçlar bahar rüzgarında hafifçe sallanıyor.
Yeryüzünde cennetteymişim gibi.
Sevgili dostlarım, bu aslında daha önceden yazmış olduğum bir hikaye. Bir yazar adayı olarak yazımımın ne şekilde değiştiğini, ilerleyip ilerlemediğimi görebilmek için aynı hikayeyi tamamen baştan yazdım. Sonucu böyle oldu, sizinle paylaşmak istedim. Hikayenin ilk halini merak edecek olursanız şuradan okuyabilirsiniz
http://www.kayiprihtim.org/forum/sanki-t15321.0.html;msg145439#msg145439 . Kıyaslayıp yorum yapacak olursanız da bilmeyi çok isterim. Görüşmek üzere!