Yarın
III.Bölüm
Alice, Ned ile yaptığı kısa görüşmeden sonra tuhaf bir uykuya dalmıştı. Hem de hemen hemen yeni uyanmış olmasına rağmen. Kabuslarla bölünen ve ne gördüğünü bir tülü hatırlayamadığı yüzlerce rüya görmüştü. Terden sırılsıklam olmuş bir şekilde son kez uyandığında panikle saatine uzandı. Dijital ekran 23:55’i gösteriyordu.
“Demek bu sefer beş dakika…” dedi kendi kendine. Normalde alarmı çalmadan iki dakika önce uyanırdı. Bu sefer alarmını bile kurmamıştı gerçi. Normal bir kadının beş dakika içinde hazırlanması imkansıza yakın bir durumdu fakat Alice zaten kotu ve gömleği ile uyuya kalmıştı ve dünya üzerindeki en donanımlı yerlerden birine gidiyordu. Yanına fazladan almak istediği tek şey cep telefonuydu ve onu da uyumadan önce şarja takmıştı bile. Bu bilgiler ışığında boş geçireceği dakikalarını, binasının 15. Katında bulunan dairesinin oldukça geniş bir alana yayılan manzarasını izleyerek geçirdi. Hemen hemen her isyancı (Onlara bu ismi takmayı uygun görmüştü, nasıl olsa televizyondaki gözlüklü budala da onlara bu ismi takacak ve hepsini öldürecekti. Anlam karmaşasının gereği yoktu.) ilk başta arabalarını alıp sokaklara dökülmüş ve kısa süre sonra trafiğin bir gıdım bile ilerlemediğini fark etmişlerdi. Suçlu sayıldıklarını ve ölüme mahkum edildiklerini cep telefonları ve internet aracılığıyla saniyeler içinde öğrendiklerinde ise içlerini derin bir panik duygusu kaplamış olmalıydı. Cadde üzerindeki her bir marketin, silah dükkanının, motorsiklet ve bisiklet satıcısının camları kırılmış ve yağmalanmıştı. Alice ağlamak, bağırmak, onlara ne kadar aptal olduklarını haykırmak istiyordu ama tek başına bu düzeni değiştiremezdi. En azından şu anda değiştiremezdi… Yan komşusunu ve iki ufak çocuğunu, sokaktaki diğer herkesi birer ölü olarak düşünmek şimdilik ona duygularını bastırma olanağı sağlıyordu. Bu önemliydi çünkü duyguları ile hareket eden herkes ölmüştü bile.
Sokaklarda meşaleler yakılmıştı. Sinirle güldü. İsyanın vazgeçilmez ve değişmez sembolü meşaleler… Hem de sokak lambalarının hemen hemen hepsi hala çalışır vaziyetteyken…
“O kadar aptalsınız ki...” Dünya liderleri ne istiyorsa onu yapıyorlardı. Panikle sokağa çıkıp her yeri yağmalıyor, sonra da nereye olduğuna bile karar vermeden veya önemsemeden kaçmaya çalışıyorlardı. Her birinin elinde cep telefonu ve derilerinin altına yerleştirilmiş kablosuz internet erişim çipleri vardı. AO’nun tek yapması gereken, bilgisayarlarını açıp harita üzerinden kırmızı noktaları izlemekti.
Alice, düşündükçe beynine komplo teorileri hücum etmeye başladı. Yoksa 50’lerde devrim gibi gösterilen kablosuz internet çiplerinin üretim amacı bu muydu? O dönemleri hatırlamaya çalıştı. Kendi kablosuz ağ cihazını takan doktor, ona kendi imkanları ile çıkarmaya çalışmamasını defalarca tembih etmişti. Cihaz, sol el bileğinde ana damara çok yakında duruyordu ve ancak genel bir cerrah onu oradan vücuda zarar vermeden çıkarabilirdi. Bu saçmalıktı… Pek ala bu çipler vücudun en gereksiz yerlerine de takılabilirdi ama kimse bunu sorgulamamıştı bile. “Hepimiz, ben de dahil birer koyunuz.” Diye düşünmekten kendini alamadı.
Helikopterin pervanelerinden gelen derin ses irkilmesine sebep oldu. Vücuduna gelen titremeyi bastırdı ve cep telefonunu şarjdan çıkardı. Dolabından üzerine giyebileceği kalın bir şeyler aldı ve kapısına doğru yöneldi. Çeşitli boyutlarda ve çeşitli mekanizmalara sahip kilitleri bir bir açtı ve çıkmadan önce koridora son bir kez göz attı. Çıt bile çıkmıyordu. Hayalet bir binada gibiydi. Asansörü kullanmaya cesaret edemedi. “Ya elektrik kesilirse ve ben burada sonsuza kadar mahsur kalırsam?” Deyip kendi kendine güldü. Bina o kadar boştu ki olası bir asansörde kalma durumunda açlıktan ölmesi daha muhtemeldi. En basit dürtülerinin bile bu kadar ölümcül sonuçları olabileceği bir dünyaya adım attığını bu düşünce ile birlikte idrak etti ve kararlı bir şekilde merdivenlere yöneldi. Dikkatli olacaktı… Dikkatli olmalıydı. Yedi kat merdivenleri kullanmak onu o kadar da yormazdı ne de olsa…
Yordu… 22. katın merdivenlerini de çıktıktan sonra nefesi kesilmiş, terlemiş ve bitap düşmüştü. Apartmanındaki oldukça sosyal olan birkaç insan buraya sık sık hava almak ve sohbet etmek için geldiği için çatıya açılan demir kapı kilitli değildi. Kapıyı araladı ve helikopteri pervaneleri çalışır ve her an uçmaya hazır bir şekilde beklerken buldu. Kapı açıldığı anda ellerinde uzun namlulu silahlar tutan AO askerleri, helikopterden fırlayıp ona doğru hızlı bir şekilde koştular.
“Kimlik lütfen hanımefendi!” Siyah maskesinden yüzü görünmeyen ve Alice’in hemen hemen iki katı olan askerin sesi tek düzeydi ama bir numara yapacak olursa veya ona verilen isimde bir kimlik çıkarmazsa, Alice’i oracıkta öldürecek kararlılığa sahipti. Kalbi pır pır atarken sol elini askerin elindeki cihaza doğru tuttu ve ekranda yanıp sönen ışık içerisinde kendi adını görünce derin bir oh çekti. Kendi ismini görünce bu kadar sevineceği aklının ucundan bile geçmezdi.
Helikoptere bindiğinde her iki yanına oldukça yapılı askerler oturdu ve ellerindeki uzun namlulu silahlarla dikkatli bir şekilde nöbet tutmaya başladılar. Bir şeyler söylemeye çalıştıysa da pervanenin sesinden anlaşılmıyordu. Eline verilen kulaklığı minnetle kabul etti ve el yatkınlığı ile konuşma düğmesini aktif etti.
“Seni gönderdiklerine inanamıyorum!” dedi. Pilotu tanımıştı. 5 yıl önce çıktıkları Ay seferinde birlikte çalışmışlardı. Görevleri de oldukça zengin olan dünyaca ünlü iş adamlarının çocuklarından oluşan bir gruba, Ay üzerinde yapılan yeni tesisleri gezdirmekti.
Pilot gülümsedi, eline başına götürüp selam verdi ve hiçbir şey söylemeden ön paneldeki düğmelere dokunmaya başladı. Helikopter havalanıp çatı katını terk etti. Yaklaşık bir dakika sonra, Alice camdan ışıkları ve manzarayı seyrederken garip bir ses duydu. Sağ tarafındaki AO askerinin başının öne düştüğünü fark etti. Pilota bakmaya çalıştı ama o sırada derin bir sarsıntı geçiren helikopterin burnunu düzeltmeye çalışıyordu. Camdan baktığında aracın sol yanından çıkan dumanları gözleri büyüyerek fark etti. Zorunlu inişe geçmişlerdi. Her taraflarında uzun binalar vardı ve buraya iniş hemen hemen imkansızdı. Tek çareleri az ileride bulunan nehirdi fakat Nasa’daki simülasyonlardan edindiği bilgilere bakılacak olursa oradan kurtulma şansları da pek fazla değildi. Solunda duran AO askeri seri bir hareketlerle sağına geçti ve kapıyı aralayıp silahını dışarı çıkardı. Birkaç el ateş etti fakat karşılık gelmedi. Gelmemesi de çok normaldi. Her kim ateş ettiyse, zaten yakında düşecek olan bir helikopter için yerlerini belli etmeye değmezdi. Helikopter sallanarak irtifa kaybetmeye devam etti. Duman giderek artıyordu. İki bina arasından ustaca geçtiler ve alçak bir binanın üzerini de hafifçe sıyırdılar fakat sonunda nehrin yakınına gelmişlerdi. Bu noktada arka pervane helikopterden gürültüyle koptu ve helikopter kendi etrafında deli gibi dönerek nehrin serin sularına çakıldı.
Alice şoktaydı ve öylece yatıp ölümü kucaklamak istiyordu. Fakat bilinçaltı buna izin vermedi. O bunun için eğitilmişti. “10 saniye” diye düşündü… Sular tamamen aracın içine dolup tonlarca ağırlıktaki metali dibe doğru çekmeden önce ancak 10 saniyesi vardı… Herhangi bir yerinin kanayıp kanamadığını kontrol etmek için vakit bile yoktu.
Kemerini çıkarıp aracın içine inanılmaz bir hızla dolmaya başlayan suların arasından hızla yürüdü. Ölü AO askerinin üzerinden atlayıp Pilotun ( Bir türlü ismini hatırlayamıyordu.) kemerini çözdü ve bu sırada suyun, dizlerinin üzerine kadar geldiğini fark etti. Nabzını yoklayacak vakti yoktu, sadece hayatta olmasını umut ediyordu. Koltuğun altına uzanıp can yeleğini çakardı ve kendi üzerine geçirdi. Sular göğüs hizasına ulaşmışken bir elini omzunun altından adama doladı ve AO askerinin ateş etmek için araladığı kapıdan kendini dışarı attı. Suyun soğukluğu vücuduna derin bir titreme yayılmasına sebep oldu fakat pilotun güçsüz bir sesle inlemesi içini ısıttı ve devam etmek için ona güç verdi. Nehrin suları oldukça hızlı bir şekilde akarken can havliyle kendini ve ona tutunmuş olan adamı kıyıya çekmeye çalıştı. Yaklaşık bir saatlik bir çırpınıştan sonra bitap düşmüş bir halde kıyıya çıktığında bilinçaltı vücudunun kontrolünü Alice’e geri bahşetti. Ciğerleri yanıyor ve midesi yuttuğu sulardan dolayı spazmlar geçiriyordu. Kollarında ve bacaklarında bir gıdım enerji kalmamıştı. Bilinçsiz bir şekilde yerde yatan adama son bir kez baktı. Nefes alıp veriyordu ve bu kadarı yeter de artardı bile. Pilotun yanına kıvrıldı ve gözlerini kapattı…
---o---