Bu hikâye ve bunun gibi 3-4 hikâye daha olacak. Bunlar sadece büyük bir hikâyenin yan hikâyeleri. Umarım seversiniz.
1.Bölüm Kimim Ben? Beni mutlu eden yegâne şeyi bulana dek çevremdeki insanların hep aynı sorusuna mağruz kalmışımdır.
"Neden bu kadar mutsuzsun?"
Ben bir yazılımcıyım. Sabahım ve gecem yoktur benim. Tek yoldaşım her gün en az iki bardak içtiğim yoğunlaştırılmış kahvemdir. Her geçen yıl sevdiğim insan sayısı azalıyor ve hergün aynı döngüyü yaşıyorum. Böyle birisi nasıl mutlu olabilir? Benim gibi sistematik çalışan bir makineye nasıl olur da mutluluğu anlatmaya çalışırsınız?
Herneyse. Beni bir şeyin mutlu ettiğini söylemiştim. Evet! Onu buldum! Hemen söylüyorum, yazmak! Yazmayı seviyorum. Tabi bu edebi şekilde yazmak değil. İçimden geldiği gibi yazmak. Devletimiz bile anayasayı yerlebir etmişken ben neden yazım kurallarına bağlı kalayım? Okuyan kişi beni anladıktan sonra yüklemi nereye koyduğumun pek bir önemi yok bence.
Sanırım her şey güzel gidiyor. Yazarken mutlu olduğumu söyledim. Peki ben bunları nereye yazıyorum? Bir kağıda mı? Belki de bilgisayarıma yazıyorumdur. Dostum sen bir kağıdın ne kadar pahalı olduğunu biliyor musun? Veya 7/24 izlendiğimiz bir tesiste bilgisayarıma yazarsam ne olabileceğini tahmin edebilir misin? Bana değilde buradaki kişilere soracak olursan çoğu kişi cevabı tahmin edemez. Sebebi ise basit. Hafızalarını sildiler.
İnsan beyni her şeye bağışıklık -ben öyle duydum- sağlayabiliyormuş. Bu duyumdan yola çıkarak hafızamız silinse bile yıllar sonra tekrar bilincimize kavuşuyoruz. Sanırım benim şuanda bunları düşünebilme sebebimde bu. Ha bu arada, beyne yerleştirilen çip mevzusunu sakın açma. İlk başta işe yarıyorlardı. Bizi kontrol edebiliyorlardı. Sonrasında ise birkaç kişinin beyni yanınca vazgeçtiler.
Konu konuyu açıyor ve bende nereye yazdığımdan bahsetmeyi unuttum. Yeterince -böylesi daha havalı- uzattıktan sonra söylüyorum. Aklıma yazıyorum. Hadi canım! Öyleyse sen bunu nasıl okuyorsun? Sen ufacık beyninle bunu düşüne dur, ben sana dünyayı nasıl yok ettiğimi anlatayım.
1.Bölümün Sonu
-------------_-------------_---_--------_--------------_-------- -------------_-------------_---_--------_--------------_-------- -------------_-------------_---_--------_------------ 2.Bölüm Farklı Bir Gün Çaresiz kaldın mı? Ben kaldım. Ben hayatımı çaresizlik içinde geçirdim. Çaresizce yaşadım, çaresizce çalıştım, çaresizce selam verdim. Tıpkı az önce aynı şekilde bana selam veren adam gibi. Birbirimize kırgınlığımız yoktur. Yaklaşımlarımız her zaman iyi niyetlidir. Evet, buradaki kimse birbirine kırgın değildir. Kimse birbirini rakip edinmez. İkidir, üçdür bahsediyorum burası diye. Peki burası neresi? Burası "Uluslararası Yazılım Geliştirme Tesisi". Yaklaşık bin kişi yaşıyoruz bu tesiste. Buraya nasıl geldiğimiz hakkında bir bilgimiz yok. Çoğu zaman yazılımları kim için geliştirdiğimizi de bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, dünyaca ünlü firmaların bizim tesisin patronu ile anlaştığı ve bizim de o firma için bir şeyler geliştirdiğimiz. Herneyse sanırım yemek vakti geldi.
Yemek sırasında bir süre bekledikten sonra Dünya'nın yüzde sekseninin bulamadığı yemekleri tabaklarımıza koydular. Her zaman afiyetle yeriz ve bundan memnun kalırız. Şikayet etmeye hakkımız yok. En azından şuan da karşımda farklı masalarda oturan yaklaşık iki yüz kişi böyle düşünüyor olmalı. Ben ise böyle düşünmüyorum. Ben dışarıdaki insanları kıskanıyorum. Belki yiyecek yemek bile bulamadıkları günler oluyor ama özgürler. Bende özgür olmak isterdim.
Yemek bittikten sonra oyalanmadan odalarımıza geçtik. Bakalım bugün ne görevim var... Üç görevim varmış. Birincisi roket ateşleyicisi hakkında bir kaç yazılımsal destek. İkincisi rota saptayıcı/düzenleyici kodlamalarının geliştirilmesi. Son olarak ise... Bu görev değil! Sayfanın tamamını okumadığım hâlde daha önce hiç hissetmediğim -sen buna umut diyebilirsin- bir şey hissettim. Bugüne kadar hiç istenmeyen bir şey istenmişti benden. Özgeçmişimi istiyorlardı. Tam mesajın devamını okuyacaktım ki koridordan gelen gülme sesleri buna engel oldu. İlk defa böylesine neşeliydi insanlar. Mesajı bitirmeden odamdan çıktım ve sevinen insanları gördüm. Çekingen bir ifadeyle önüme ilk çıkan insana neden mutlu olduğunu sordum. Söylediğine ilk başta inanamadım. Eğer ki doğru söylüyorsa uzaya gidecekmiş. Yaklaşık yüz yıl önce yerleşilen Xedia'ya -nasıl bir gezegen olduğunu sorma bende bilmiyorum- gidecekmiş.
Koridorda bir süre yürüdükten sonra morali bozuk gözüken, homurdana homurdana konuşan bir gruba denk geldim. Yapmam gerekeni yaptım ve yanlarına yanaşıp onları dinledim.
"En azından burada kalıyoruz."
"Evet. Dışarıya atılmaktan iyidir."
"Belki... İleride tekrar çağırırlar."
"Umut fakirin ekmeğidir. Tükenene kadar bekleriz artık."
Hemen geri dönüp mesajın devamını okumayı istiyordum. Hızlı adımlarla odama doğru yürürken bana çarpmak üzere olan bir adamı ancak bana çarptığında fark ettim. İkimizde birlikte yuvarlanırken görevlilerden biri aniden adamın üzerine atladı. Adam deliler gibi yalvarıyordu.
"Lütfen, bırakın! En azından burada kalayım. Beni dışarıya göndermeyin."
İçimdeki umut bir anda sönmüş yerini uçsuz bucaksız bir karanlığa bırakmıştı. O an ne etrafımı gördüm ne de işittim. Sadece donup kalmıştım.
"Ya beni de dışarıya gönderirlerse?"
Evet! Özgürlük diye atıp tutan ben şimdi, yemekten olacağım korkusuyla yemeği, özgürlüğe tercih eder olmuştum.
Senin ümitsizliğini bir anda sona erdirebilecek bir tanıdığın var mı? Eğer varsa çok şanslı birisin. Sanırım bende şanslı birisiyim çünkü benim vardı. Elinin omzuma değişi beni bulunduğum ana geri döndürmüştü. Adı Selefdi. Buranın en iyisiydi. İlk zamanlarında buranın en iyi yazılımcısıymış. Bir kaç yıl sonra "Baş" ünvanına terfi ettirmişler. Çünkü aynı zamanda asker niteliklerine de sahipmiş. Buranın kahramanı sayılır. Yanında olmak isteyecebileceğim tek kişiydi ve o şimdi o kişi bana hiçbir şey söylemeden yanımdan uzaklaşmıştı. Az önce bir şey demiştim. Seni ümitsizliğinden çekip çıkarabilecek birisi var mı diye, o kişi muhtemelen en çok güvendiğin kişidir. Böyle bir durumda sana o şekilde davransa ne hissedersin?
"Olamaz! Ben ki burada 8,20 ortalamaya sahip birisiyim. Bu her on görevimden sahip olduğum puan ortalaması. Bu kadar yüksek ortalamaya sahip birisini işten çıkartamazlar! Olamaz! Olamaz!"
Titreyen ellerimle kapıyı açtım ve bilgisayarımın başına oturdum ve tek solukta mesajı bitirdim. Gözlerim üçüncü kez bir cümleyi süzdü.
"Kurumumuza gönderecek olduğunuz 'özgeçmiş' ve 'kişisel düşünceler' doğrultusunda işinize son verilip verilmeyeceği iki gün sonra açıklanacaktır."Bir şansım vardı ve bu düşünce beni kısa sürede sakinleştirdi. Mantıklı düşünmeliydim. Hepimizden aynı özgeçmişleri bekliyorlardı ama kişisel düşüncelerimiz net kararı verecekti. Farklı olmalıydım, böylece ayırt edilebilirdim.
O gün işlerimi kısa sürede bitirip, günümü sadece düşünmeye ayırdım. Ertesi günde elimden gelenin en iyisini yazdım ve gönderdim. Gönderdiğim mesajda 8,20 ortalamamın yanında aktif, yetenekli, sağlıklı ve bir olaya farklı açılardan bakabildiğimden de bahsettim.
Ertesi gün günlük görevlerimi yerine getirirken odamın kapısı Selef tarafından açıldı. Benim hayatımın kaydığını kanıtlayan o cümleyi söylerken hiçbir şekilde üzüntü hissetmiyor gibiydi. Cümleyi bitirdiği gibi de odadan ayrılmıştı.
"İşine son verildi."Kendimi bir anda tuvalette buldum. Avazım çıktığı kadar bağırdım ve nefret kustum. Onların istedikleri şey farklı bir şey değildi ve ben bunu yeni fark etmiştim. Aptaldım. Düşüncelerim boş ve çelişkiliydi. Hani sana 8,20 ortalamamdan bahsetmiştim. Yalandı. Aslında 1,40 idi. Ayrıca Selef de arkadaşımmış gibi adını andım. O da yalandı. Ne yani yazdığım her şeyin doğru olacağını mı sanıyordun? Yazarken mutlu olduğumdan bahsetmiştim. Evet mutlu oluyordum çünkü kafamda başıma gelen tüm kötü olayları tekrar kurgulayabiliyordum ve bu iyi hissettiriyordu. Tahmin edemeyeceğin kadar iyi hissettiriyordu.
Nihayet bir şeyler kesinliğe kavuştu. Ben kötü birisiyim ve bu kötü insan dünyayı yerle bir edecek. Kendim için değil, hepimiz için.
2.Bölüm Sonu -------------_-------------_---_--------_--------------_-------- -------------_-------------_---_--------_--------------_-------- -------------_-------------_---_--------_------------3.Bölüm İki Dünya Arasında Mutluyum. Hiç olmadığım kadar mutluyum. Uçuyorum. Daha önce hiç görmediğim insanlarla birlikte. Ufak bir tereddüt eşliğinde selam veriyorum. Sıcak bir gülümseme ile karşılıyorlar. Mutluyum. Hiç olmadığım kadar mutluyum. İstediğim her şeyi yiyebiliyorum. İstediğim her yere gidebiliyorum. Herkezin eşit olduğu, savaşın olmadığı bir dünyada tüm insanlık ile birlikte uçuyorum. Kendimi ilk defa özgür hissediyorum. İlk defa bir yere aitmişim gibi hissediyorum. Tüm bu mutluluğun sona ereceğini bir saniye olsun düşünmüyorum. Çünkü anı yaşıyorum. Bir süre daha uçtuktan sonra yere inmeye karar verdim. Yorulduğumdan değil de benim için özel birisini nihayet bulmuştum. Onun için gökleri bırakıp yere inmiştim. Bu onunla üçüncü kez karşılaşmam olacaktı. İlk seferinde kendimi ifade edememiştim ama bu sefer ki diğerlerinden farklı olacaktı. Arkasına kendimi hissettirmeden indim. İsmini bilmediğim arkadaşlarıyla birlikte gülüp eğleniyordu. Bu da beni sebepsizce dolup taşan bir mutluluğa sürüklüyordu. Elime bakıp elimde bir çiçek olmasını istedim ve dünyanın en güzel çiçeği ile yanına yaklaştım. Bu sefer hiç olmadığım kadar karizmatik görünüyordum. Sakince, bir centilmen gibi yanına geldim. Kontrol edemediğim yüzüm ona sevinç dolu bir gülümsemeyle bakıyordu. Onun da beni fark etmesi çok uzun sürmedi. Kendimden emin bir şekilde çiçeği arkadaşlarının yanında ona uzattım. Duruma anlam veremeyen yüz ifadesiyle çiçeği eline aldı ve ben ona karşı ikinci defa kendimi dürüst bir şekilde ifade ettim.
"Seni seviyorum."
Her şeye sahip olduğum şu dünyada anın durmasını isteyeceğimi tahmin edemezdim ancak seni seviyorum dedikten sonra ki gülümseyişi her şeye bedeldi. Tasvir edilemeyecek şekilde içimi ısıtan o gülümseme beni dünyanın en mesut insanı yapmıştı.
Bir şeytanla ruhumu satmak üzerine anlaşma yapmış olsaydım şüphesiz şuan ruhumu alabilirdi. Ama sadece şuan ruhumu alabilirdi. Eğer şeytan gerçekten var olsaydı ve ruhumu almaktan vazgeçseydi on saniye sonraki ben karşımda küllere dönerdi. Çünkü her şeyimi verebileceğim insanın yüzü yavaşça alaycı bir ifadeye dönmüştü.
"Ciddi misin sen?"
Masumane bir şekilde "Evet." diyebildim.
"Sen bana evlenme teklifi eden değil misin?"
Arkadaşları gülüştü.
"Seninle neden evlenip kendimi kısıtlayayım? Zaten her şeye sahibim."
Bir adım geri adım attım.
"Aptal mısın nesin sen!"
Arkadaşlarından birisi de ona katıldı.
"Aise yeter yapma. Çocuk zaten ezik daha da ezme."
Gülüşmeleri arttı ve ben öfkelenmiştim.
" Ben senin için-"
Sözümü kesip yanındaki çöp kutusuna attı.
"Sen git başka biri bul. Bana da bir daha yanaşma."
Sözümün sonunu getirmedim. Bilmesini istemedim. Seninde bilmeni istemem. Henüz olmaz.
Bir anlık öfkem geçmişti. Kafamı kaldırmadan onlardan uzaklaştım. Gerçekten en son ne yapıyordum ben? Ah, evet. İşten kovulmuştum. Peki sonra ne yapmıştım? Uzun bir sürenin ardından, şimdi hatırlıyorum ne yaptığımı. Düşünüyorum da o günden sonra dünyayı felakete sürüklemem pek uzun sürmemişti.
3.Bölüm Sonu -------------_-------------_---_--------_--------------_-------- -------------_-------------_---_--------_--------------_-------- -------------_-------------_---_--------_------------ 4.Bölüm : ?
Maksimum bir hafta içerisinde gelecek.
Lütfen eleştirilerinizi eksik etmeyin.
Okunsada okunmasada yazmaya devam edeceğim. Teşekkürler.[
]
(Donanımhaber,Wattpad de aynı nick ile bulabilirsiniz beni.
)