Kayıt Ol

Uyanık - I. Bölüm

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #15 : 07 Aralık 2015, 22:40:40 »
Evet işte o vakit geldi, ben de bir Robert Jordan gibi, bir Brandon Sanderson gibi şu cümleyi kurabilirim artık: Read and find out :)

Hikayenin daha planlı ve ilginç kısmı yeni başlıyor diyebilirim. Yeni bölümü bu hafta içi koymaya çalışacağım.

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - V. Bölüm
« Yanıtla #16 : 09 Aralık 2015, 23:30:07 »
V. BÖLÜM

   Heonor gözlerini açtığında, yalnızca karanlık vardı. Hayır, diye düşündü. Gözlerini açamamıştı daha. Bir daha denedi. Evet, bu sefer açılmıştı. Yukarıdan bir yerden ışık vuruyordu yüzüne.

   Ay ışığı. Doğrulmaya çalışırken, bilinci yavaş yavaş yerine geldi ve hatırladı. Her şeyi hatırladı. Hüzün yine geldi. Bu sefer ele geçiremedi Heonor'u, hazırlıksız değildi. Yaşamak onun için bir mucizeydi. Neler olmuştu?

   Bir taş bloğunun altında olduğunu, ancak derin derin nefes almaya çalıştığında fark edebildi. Kaburgaları acıyordu. Bloğu itmeye çalıştı. Beceremedi. Çok güçsüzdü, fiziken ve zihnen. Bir daha denedi. Beceremedi.

   Heonor taşı kaçıncı deneyişinde kaldırdı bilmiyordu, ama epey vaktini ve gücünü almıştı. Ayağa kalkıp çevresine göz gezdirdiğinde, ne kadar şanslı olduğunu fark edebildi.

   Oda, Heonor'un üzerine düşen taşın yaklaşık iki üç katı büyüklüğünde taşlarla doluydu. Odaya göz gezdirirken, yere yayılmış kanı fark etti. İçi acıdı. Reviv.

   Heonor ani bir telaşla odayı taradı, arkadaşını bulmaya çalıştı. Küçük bir yerdi burası ve boy boy taşlarla dolmuştu. Reviv -Reviv değil, Reviv'in cesedi- muhtemelen bu taşların altında bir yerdeydi. Bir an aklından hepsini tek tek kaldırıp bakmak geldi, ancak en güçlü haliyle bile, bu taşlardan herhangi birini yardımsız kaldıramazdı. Yere çöküp bütün bu taşları yumruklamak istedi, bağırmak, çığlık atmak istedi. Olmaz, kendine zarar veremezsin.

   Neler olmuştu? Heonor binanın yıkılışını hayal meyal hatırlıyordu. Neden yıkılmıştı? Deprem filan mı olmuştu? Ama hayır, hiç sarsıntı hissetmemişti. Gerçi deprem olsa bile dünkü ruh haliyle fark edebilir miydi, bilmiyordu. Reviv.

   Heonor döküntülerin arasında yürüdü ve betonların üzerinden atlaya atlaya bir çıkış yolu bulmaya çalıştı. Sonunda o iğrenç yapıdan kurtulduğunda, gördükleri onu şok etti. Gerçi Heonor dünkü olaylardan sonra herhangi bir şeyin kendisini şaşırtabileceğini düşünmüyordu ama; şu ana kadar.

   Köy gerçekten de deprem olmuş gibi görünüyordu. Her yerde yıkılmış binalar vardı. Dağınıklık vardı, düzensizlik vardı. Yanlışlık. Neler olmuştu?

   Etrafı biraz daha kolaçan edip olanları anlamaya çalışırken, ilk cesedi gördü. Küçük bir çocuk. Yüzü ezilmiş, tek kolu yok. Heonor olduğu yere çöktü ve kusmaya başladı. Bütün yaşanmışlıklarını kustu oraya, içinde biriktirdiği her şeyi. Ta en başından itibaren, kubbeden ayrılışlarının üzerinde bıraktığı etkiyi kustu. Mübeccel'e olan nefretini kustu. Reviv'e olan hüznünü. Ve, tuhaf bir şekilde, bugün bu köyde ölen herkese duyduğu yoğun acımayı.

   Kusmayı bitirince, ağlamaya başladı. Midesinde bir şey kalmamıştı, şimdi de vücudundaki suyu boşaltma zamanıydı. Heonor hiçbir zaman kolay ağlayan biri olmamıştı, ancak son zamanlarda yaşadığı şeyler o kadar fazlaydı ki, o kadar yoğundu ki. Elinde olsa günlerce, aylarca burada oturup ağlardı. Arkadaşının yasını tutardı. Şu küçük çocuğun yasını tutardı. Ağlardı. Reviv.

   Ama hayır, hayat devam ediyordu. Belki o odadaki kendisi hariç her insan ölmüştü, belki de bu köydeki herkes ölmüştü ama Heonor yaşıyordu. Yaşamaya da devam edecekti. Pes etmek, hiçbir zaman kolayca tercih ettiği bir seçenek olmamıştı. Şimdi de olmayacaktı. Yaşamalı, kafasını çalıştırmalı ve yola devam etmeliydi.

   Kafasını çalıştırmalı. Bunu fark edişiyle, düşünceler kafasına dolaşmaya başladı. İp. Ellerinin bağlı olması gerekiyordu. Heonor uyandığından beri böyle bir şey hatırlamıyordu. İpe ne olmuştu? Bina çöktüğü zaman bir şekilde kesilmiş olması gerekiyordu. Bina. Binaya ne olmuştu? Tüm bu köye ne olmuştu? Şu anki tek mantıklı açıklaması depremdi. Peki köydeki herkes ölmüş müydü? Emin değildi, ancak kontrol etmek istediği bir şey de değildi.

   Bütün bu sorular, Heonor'u tek ve en önemli soruna getiriyordu. Şimdi ne yapacaktı? Yola devam etmeliydi ancak nasıl? Buraya gelirken kullandıkları yolları hatırlamaya çalıştı. Nafile. Beyni şu an her zamankinden daha yavaş çalışıyordu, hatırlayabilse bile bir şeyler çıkarabileceğinden emin değildi. Bu bölgeyi hiç ama hiç tanımıyordu ve nerede yerleşim yeri var nerede yok, bilmiyordu.

   Bildiği ve emin olduğu tek bir şey vardı, o da buradan ayrılması gerektiğiydi. Ayağa kalktı, derin bir nefes aldı. Burnuna keskin kokular geldi, muhtemelen ölülerden gelen kokular. Midesini zar zor kontrol altına aldı. Heonor bina yıkıldıktan sonra ne kadar süre baygın kaldığını bilmiyordu, ancak güneşin ilk ışıkları yavaş yavaş köye vurmaya başlıyor, ayı soluklaştırıyordu.

   İlerledi. Yapabileceği tek şey buydu. Rastgele bir yön seçti ve yürümeye başladı. O yürüdükçe güneş yükseldi, hava ısındı. Heonor yürüdü ve çevresi giderek değişti. Köy yavaşça kayboldu, yerini çorak yollar aldı. Çorak yollar? Bu konuda bir şeyler Heonor'un dikkatini dağıtıyordu ama fazla düşünmedi. Yürüdü.

   Saatler geçti ve Heonor kendisini rahatsız eden şeyin ne olduğunu anladı. Bitki örtüsü. Evet, bitki örtüsü. Buraya gelirken bol bol bitki görmüş ve hayran kalmıştı. Ancak şu an, bir çölde gibiydi. Ara ara kurumuş ağaçlar vardı, bunun haricinde ise yalnızca toprak. Engin ve ıssız.

   Saatler geçti ve Heonor yol üzerinde yıkılmış bir bina buldu. Daha doğrusu, yıkılmış bir binanın kalıntısı olduğunu düşündüğü bazı parçalar. Çevreye saçılmıştı. Artık her şey yıkık dökük gibi geliyordu ona, her şey bozulmuş.

   Saatler geçti ve Heonor pazar yerine benzeyen bir yer gördü. Terk edilmiş bir yerleşim yeri gibi. Ancak ne bir barınak vardı ne başka bir şey. Heonor'un bu kanıya varmasını sağlayan tek şey, kaşiflik ve dolayısıyla izcilik yaparak geçirdiği uzun yıllar sonucu edindiği deneyimdi. Tuhaf.

   Saatler geçti ve Heonor sonunda dinlenmesi gerektiğine karar verdi. Hava iyiden iyiye kararmıştı ve o iğrenç köyde aldığı kararı, yaşamaya devam etme kararını uygulamak istiyorsa, durup dinlenmesi gerekiyordu. Uzun bir süre sonra, küçük bir çalılık bulmuştu. Gitti, uzandı ve gözlerini kapatarak uykuya daldı. Yarın bambaşka bir gün olacaktı, hissedebiliyordu.

Çevrimdışı Nightmare

  • ***
  • 627
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
    • Saklı Günlükler
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #17 : 11 Aralık 2015, 17:18:17 »
Aklım iyice karıştı. Olaylar fazla hızlı gelişip bitiyor gibi sanki. Bir sonraki bölümü daha uzun ve daha yavaş yazmanı tavsiye ederim. Eline sağlık.

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #18 : 11 Aralık 2015, 17:32:42 »
Aklım iyice karıştı. Olaylar fazla hızlı gelişip bitiyor gibi sanki. Bir sonraki bölümü daha uzun ve daha yavaş yazmanı tavsiye ederim. Eline sağlık.

İşte bu bölümde canımı sıkan tek şey de buydu. Ben de olayların fazla hızlı geliştiğini düşündüm, hatta eklemeler de yaptım ama daha güzelleştiremedim. Yapacağım bütün eklemeler fazlalık gibi olacaktı sanki bundan sonra, öyle hissettim, o yüzden böyle bırakmayı tercih ettim ama önümüzdeki bölümlerde düzeltmeye çalışacağım, emin olabilirsiniz :D

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - VI. Bölüm
« Yanıtla #19 : 19 Aralık 2015, 17:18:39 »
VI. BÖLÜM

   Yapraklar düşüyor ve sen ilerliyorsun. Kan kaybın çok fazla, devam etmemelisin. Dinlenmelisin. Yalnızca uzan ve dinlen. Gözlerini kapat ve sonsuza kadar dinlen. Tek yaprak ama çok büyük. Dinlen.

   Heonor çığlık atarak uyandı. Bu da neydi? Sakinleşemiyordu. O ses. O devasa ses. O kalın ses. Sanki gök gürültüsü dile gelmiş de Heonor'la konuşmuş gibi. Titriyordu.

   Güneş çoktan açmış, dünya ısınmaya başlamıştı. Heonor uzanmaya devam etti. Kendine gelemiyordu. Gelmeliydi. Kararlar almıştı, onları uygulamalıydı.

   Kararlar mı? Heonor panikledi. Kararlarını hatırlayamıyordu!

   "Yaşamaya devam." diye fısıldadı kendi kendine. Sesini daha yüksek çıkarabileceğini düşünmüyordu. Neler oluyordu? Yaşadıkları onu fazlasıyla etkilemişti, ancak aklını da kaybederse bu her şeyin sonu olurdu. Heonor durdu, gözlerini kapattı ve sakinleşmeye çalıştı.

   Telaşla gözlerini açtı. Yine mi uykuya dalmıştı? Yoksa yalnızca dalgın mıydı? Sakin ol.

   Reviv olsa ne derdi?

   "Reviv!" Bu sefer sesini daha da yükseltebilmişti. Reviv. Reviv ölmüştü. Farkındalık onu beklediğinden daha çok sarstı. Reviv ölmüştü, Heonor ise yola devam ediyordu. Önceki gün yaptıklarını hayal meyal hatırlayabiliyordu. Saatlerce yürüdüğünü hatırlıyordu. Saatlerce. Yaşadıklarının getirdiği şok sebebiyle olmalıydı.

   "Sen yumuşak bir insansın," dedi Reviv'in sesi bilinçaltının derinliklerinden. "Bu kadar şeyi kaldıramazsın." Haklıydı. Kaldıramamıştı. Şimdiden deliliğin sınırlarında geziniyordu. Kendini bozulmuş hissediyordu. Kırılmış. Kopmuş.

   Aradan belki saatler, belki dakikalar geçti. Heonor farkı anlayamıyordu. Zihninin köşelerinde bir alarm ötmeye başladı. "Kalk," diyordu o alarm. "Yola devam." Dinlemeli miydi? Dinlemesi gerektiğine karar verdi. İçgüdüleriyle hareket etmeliydi artık. Düşünmenin ona sağlayabileceği en ufak bir fayda yoktu. Yavaşça ayağa kalktı.

   Dünya sallandı ve Heonor sendeledi. Görüşü kaydı. Düşecek gibi oldu. Dengesini zar zor koruyabildi. "Yorgunluk ve açlık seni ele geçirmeye başladı bile. Zayıfsın." Reviv'den bir hatıra mı yoksa bilinçaltının bir oyunu mu? Her iki durumda da, bilinçaltı özeleştiri yapacak en gereksiz zamanı bulmuştu. En saçma zamanlarda en saçma şeyleri düşünmek gibi bir adeti vardı. Heonor sesi uzaklaştırdı ve yürümeye başladı.

   Başlarda yavaştı. Kasları tutulmuştu, attığı her adım ona acı veriyordu. Yürüdükçe açıldı, dünkü kararlığı geri geldi. Hayata bakışı netleşti. Ayaklarını yere giderek daha sağlam basmaya başladı. Bir amacı vardı. Hep olmuştu. Amaçsız bir hayat düşünülemezdi. Heonor için durum böyleydi.

   Güneş tepeye çıktı, sonra yavaş yavaş batmaya başladı. Çevresinde hayvanlar geçti. Telaşla koşan kediler. Acı acı öten kuşlar. Yıkık binalar geçti. Kurumuş ağaçlar. Her şey ölüydü sanki. Heonor'un umurunda değildi. Devam edecekti. Ölecekse bile, ileriye doğru adım atarak ölecekti.

   Hayır, dedi kafasındaki o ses. Bu tür saçma fanatikliklerle bir yere varamazsın. Haklı mıydı? Bilemiyordu. Bir adım daha attı.

   Ve işte. Oradaydı. Işık. Yaşam. O kadar benziyor ki... Üç gün önceki gibiydi. Hafif bir eğim, sonra ışıklar. Yerleşim yerleri. Duman. Mırıltı gibi gelen sesler. İnsanlar. Çok benziyordu. Çok.

   Bir adım daha attı. Hareket eden bir şey görmüştü. Yeterince hızlı yürürse ulaşabilirdi belki, varlığını bildirebilirdi. İlerlemeye başladı. Giderek hızlandı. Yaklaştıkça hareket eden kişi etleşmeye başladı. Bir kadın. Saçları omuzlarında. Bir insan. Yürüyor.

   Heonor yaklaştıkça heyecanı arttı. Yürüdükçe ölü yaprakları ve daha bilimum şeyi eziyordu. Çıkan sesler kadının onu fark etmesine sebep oldu. Kadın hızla döndü, yüzünde sert bir ifade vardı. Heonor'u görünce kaşlarını yukarı kaldırdı.

   "Ben..." dedi Heonor. Sonra kadının dizlerinin dibine düştü ve bayıldı.

Çevrimdışı Nightmare

  • ***
  • 627
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
    • Saklı Günlükler
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #20 : 19 Aralık 2015, 18:11:24 »
Ara bölümler çok sık gelmeye başladı. Az ama öz yazıyorsun. Bence daha uzun, detaylı ve duygusal yazmalısın. Karakterin ilk bölümden önceki hayatından kesitler olsun, revivle geçirdiği zamanlardan kalan hatıralar olsun...
Bir önceki bölümde dediğim hız devam ediyor, artmamış ama azalmamış ta. Hikayenin nereye gittiği hakkında hala bir fikrim yok. Takipteyim, eline sağlık.

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #21 : 19 Aralık 2015, 18:26:17 »
Aslında dediğinizi düşündüm. Flashback'leri. Sorun şu ki, hem fazla klasik geldi, hem de yapmak istemiyorum. Ben aklımdaki hikayeye yönelmek istiyorum, geçmişe değil.

Ara bölümler evet. Bundan sonraki bölümler daha uzun olacaktır ama burda da şöyle  bir durum var. Örneğin ben bu bölümün devamını da yazardım ama o zaman çok çok uzun olurdu, fazla uzun da yapmak istemiyorum. O yüzden birkaç bölüm böyle idare edin, düzelecek.

Yorumun ve sıkı takibin için teşekkürler :D

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - VII. Bölüm
« Yanıtla #22 : 19 Aralık 2015, 21:53:21 »
Aman Tanrım, o da ne! TheSpell bir günde iki bölüm mü koyuyor? Anlaşılan öyle.

Not: Bu hikayedeki kadın karakterde fazlasıyla Brandon Sanderson etkisi görülmektedir.



VII. BÖLÜM

   "Hep aynı şeyi yapıyorsun Meriam!"

   "Ne var yahu?"

   "Tanımıyoruz etmiyoruz. Zaten tipinde de hayır yok. Ne diye getirdin bu adamı bilmem ki!"

   "Şşş, uyanıyor sanırım."

   Heonor gözlerini açtı. Zihni allak bullaktı. Her şey o kadar boş, o kadar renksiz görünüyordu ki ona.

   Kadın! Yan tarafına baktı. Aynı kadın. Saçları omuzlarında. Güzel gülüyor. Çevresine göz attı. Fazla geniş olmayan ama refah bir odadaydı. Pencereler sonuna kadar açıktı, içeriye gün ışığı geliyordu. Heonor kendini hastahanedeymiş gibi hissetti ancak yatakta yatması dışında hastahaneyi andıran başka hiçbir şey yoktu odada. Yatağın yanında küçük komodin, ileride bir masa. Masada envai çeşit eşya vardı. Bir sürahi, bardaklar, tabaklar, çöpler. Yine de oda düzensiz durmuyordu. Ve kokusu, kesinlikle kötü değildi.

   Heonor kendini iyi hissettiğini fark etti, sonunda bir şeyler ona doğru geliyordu. Olması gerektiği gibi. Son birkaç günü iğrenç bir anormallik barındırıyordu.

   Tekrar yanına döndü. Kadın hala gülümsüyordu. "Beni görünce bayılan ilk insansın." dedi. "Alınsam mı sevinsem mi bilemiyorum."

   Heonor kızardı. Neden bilmiyordu, onun bir suçu yoktu ki. En azından hala insani tepkiler verebiliyordu, kızarmak bile onu mutlu etti. Gülümsedi. "Neredeyim?"

   "Kasabamızın revirindesin." Ah, kadın çok güzeldi. Heonor bir an hala uykuda olduğunu, bunun bir tür rüya olduğunu düşündü. Hayır, dedi kendi kendine. Rüyamda bile bu kadar güzel birini hayal edemem.

   "Peki tam olarak nasıl geldim buraya?" diye sordu.

   "Bizim aptal kız getirmiş seni. Alınma ama sana güvenmiyorum yabancı. Çok zor durumda olduğun için kalmana izin verdim." Odada bir kişi daha vardı. Heonor, onu konuşana kadar fark edememişti. Yaşlı bir adam. Devasa bir burun. İnsan yaşlandıkça burnu neden çirkinleşirdi ki? Heonor kendi yaşlılığının da böyle olmamasını umdu. "Sorun değil." diye yanıtladı adamı.

   "Şimdi, anlat hikayeni." Yaşlı adam sabırsızdı.

   "Baba!" Baba mı?! Bu adamdan, bu peri mi çıkmıştı? Ah genetik, nelere kadirsin.

   "Ne var kızım? Önce şu fırtına, sonra da bu adam. Pek iyi zamanlarda yaşamıyoruz."

   "Fırtına mı?" diye sordu Heonor.

   "Evet." dedi kadın. "Birkaç gün önce. Bu kasabada yüzyıllardır fırtına görülmemişti sanırım. Beklenmedik ve devasaydı."

   "Biricik öğretmenimizi aldı." dedi yaşlı adam. Sesi hüzünlüydü. Heonor tek kaşını kaldırarak kadına baktı.

   "Fırtına çok aniydi," diye açıkladı kadın. "Hiç kimse tahmin edemedi. Aral da fırtına geldiğine dışarıdaydı. Kasabadaki tek öğretmendi, çok kültürlü adamdı. Çocuklar onu çok severdi, o da çocukları. Fırtına esnasında savrulan bir kütük başına gelmiş anladığımız kadarıyla. Hava, sonunda evden çıkılabilecek kadar durulduğunda dışarda Aral'ın cesedini bulduk." Genç kadın ürperdi. Bu Aral denilen adam gerçekten seviliyordu anlaşılan. Heonor anlayabiliyordu. Hatta, dünya üzerinde bu insanları Heonor'dan daha iyi anlayabilecek başka bir kişi olduğunu düşünmüyordu.

   "Ee, hikayen?" Yaşlı adam hala sabırsızdı. Heonor derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. Gerçeği değil, asla. Doğaçlama konusunda daima iyi olmuştu, o yüzden sıkıntı çekmeden anlattı. Fazla yalan söylememeye çalıştı. Çok da uzak olmayan bir köyde yaşıyordu. Bir gece sarsıntılarla uyanmıştı, deprem oluyordu. Kendisi bir şekilde kurtulmuştu ama tanıdığı herkes ölmüştü. Köyü tamamen yerle bir olmuştu. İkinci büyük şoku ise, herhangi bir yere varmaya çalışmak için umutsuzca yürürken, fırtınanın onu da içine almasıydı (Heonor burada onların dilinden konuşmak istedi, içlerini yumuşatacak bir şey). Kalan bütün gücüyle ilerlemişti ve sonunda buraya ulaşmıştı.

   İkili hikayeye inanmış göründüler. Heonor ikisinde de şüphe izi görmedi. Hatta yaşlı adamın yüz hatları gittikçe yumuşadı, genç kadın ise ifadesiz bir yüzle Heonor'u izledi. "Peki," dedi adam. "Bir mesleğin var mıydı?"

   "Ben..." dedi Heonor. Gözlerini kapattı. "Bilim insanıyım." Gözlerini açtığında yaşlı adamı kendisine doğru eğilmiş olarak buldu. Yalan söyleyip söylemediğini tartıyordu anlaşılan.

   "Öyle mi?" diye karşılık verdi Heonor'a. "Uzmanlık alanın ne peki?"

   "Matematik." Yaşlı adamın gözleri kısıldı. Sonra yüzü bir anda şaşkın bir ifade aldı. "Adın ne senin genç adam?" diye sordu.

   "Heonor. Heonor Bask." İkili senkronize bir şekilde çığlık attılar. Tamam, belki çığlık atmak denemezdi ama yine de Heonor'u rahatsız etmişti.

   "Sen!" dedi kadın. "O kitabın yazarısın!"

   Heonor yeniden gözlerini kapattı. "Maalesef ki öyleyim."

***

   Saatler sonra, Heonor karnı tok ve dinlenmiş şekilde odasında oturuyor, Meriam'la muhabbet ediyordu.

   O kitabın yazarı olduğunu öğrendikten sonra yaşlı adamın tavırları değişmişti. Hatta Heonor'a kasabada öğretmenlik yapması için teklifte bile bulunmuştu. Heonor hiç düşünmeden evet demişti. Yaşamaya devam edecekti ve bunu yepyeni bir hayata başlamadan yapması mümkün görünmüyordu. Öyleyse, başlayacaktı. Yeni evi bu kasaba, yeni arkadaşları da Meriam ve Gariva -yaşlı adam- olacaktı.

   Zaman geçtikçe, Heonor bir şeyi fark etmişti. Son günlerde içinde olan o boşluk, o alışılmadık his artık yoktu. Sıcacık bir ev ve güzel insanların bir insana neler yapabileceği şaşırtıcıydı.

   Heonor'a yemek vermişler ve rahat etmesini sağlamışlardı. Yemek esnasında ve yemekten sonra, Heonor'un Meriam'a olan hayranlığı giderek artmıştı. Heonor onu hep "genç kadın" olarak düşünmüştü, aralarında yaş farkı varmış gibi. Ancak sonradan ortaya çıkmıştı ki, yaşıtlardı.

   Heonor'un bir kadında olması gerektiğini düşündüğü neredeyse her özellik Meriam'da vardı. Daha önce gördüğü hiçbir kadına benzemiyordu, tuhaftı. Bu ise, Heonor'un ona olan ilgisinin çoğalmasına sebep olmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Özgündü Meriam, ve zekiydi. Fazla zeki. Heonor konuşmaları esnasında ufak bir kıskançlık bile hissetti. Bu kız zekasını her zaman ve her yerde böyle gösteriyor muydu? Fazla popüler olmadığına kanaat getirdi Heonor. Zeki kadınları herkes severdi güya, ama bir kadının kendisinden daha zeki olduğunu bilinçli ya da bilinçsiz fark eden neredeyse her erkek, ondan uzaklaşırdı. Heonor değil. Meriam'la olan ilişkisini ilerletmek istiyordu, Reviv'den sonra, bu kadar kolay muhabbet edebileceği birini bulması harikaydı. Reviv'i düşününce hafif bir acı zihninde yayılmaya başlasa da, Heonor acıyı bastırdı ve konuşmaya devam etti.

   Aral'ın ölümünden sonra çocuklara Meriam ders vermeye başlamıştı anlaşılan. Meriam'ın anlattığına göre, küçüklüğünden beri yeni bilgiler öğrenmeyi kendine iş edinmişti Meriam. Her boş vaktinde kasabanın kütüphanesine gider -Meriam bu kütüphaneyi çok övmüştü, Heonor en kısa zamanda ziyaret etmek istiyordu-, saatlerce kitap okurdu. Büyüyüp bilgisi arttıkça, öğretme isteği de artmıştı. Aral'dan önce öğretmenlik görevini o üstlenmişti. Aral varken de, onun ders veremediği günler çocukların kurtarıcısı hep Meriam olmuştu.

   Ve evet, Heonor harika bir bilgi daha edinmişti. Gariva, Meriam'ın gerçek babası değildi! Meriam küçükken annesiyle babası vefat etmişti ve Gariva da onların bir aile dostuydu. Böylelikle, Heonor'un genetik bilimine olan inancı da yenilenmişti.

   "Hey! Dinliyor musun beni?" Ah, hayır, dinlemiyordu. O kadar güzeldi ki. Heonor'un bir Tanrı inancı yoktu, ama eğer olsaydı, Meriam'ı yaptığı için ona dua ederdi.

   "Uyku vaktin gelmiş anlaşılan." dedi Meriam. "Yorgunsundur. Uyu şimdi. En kısa zamanda ayağa kalkman gerek yalnız, benden söylemesi. Gariva seni sevdi, ama tembellikten hiç hoşlanmaz." Meriam ayağa kalkarken Heonor gülümsedi.

   "Teşekkür ederim." dedi Meriam'a. Meriam döndü, o harika gülümsemelerinden birini Heonor'a bahşetti ve kapıyı kapatarak odadan çıktı.

Çevrimdışı Nightmare

  • ***
  • 627
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
    • Saklı Günlükler
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #23 : 20 Aralık 2015, 09:53:22 »
Bu kız zekasını her zaman ve her yerde böyle gösteriyor muydu?

Kız yerine kadın olmalıydı sanırım. Çünkü hikayenin genelinde kadın demişsin. Yaşları da aynı.

Bir de şuraya takıldım: Özgündü Meriam, ve zekiydi.
Burada sıfat olarak özgün demen bence olmamış. Gözüme hoş gelmedi yani. İkincisiyse virgülle birlikte "ve" bağlacını kullanmışsın.

Şimdi kurguya bakarsak,  bu bölümde bir yavaşlama ve gerçek bir bölüm havası var. Sonuçta bu bir roman değil anladığım kadarıyla ve bölümlerin uzunluğu bu şekildeyken kafi. Şimdi genel olarak hikayenin 7 bölümü hakkında bie yorumum var. 7 bölüm içerisinde hikaye çok hızlı değişti. İlk iki bölüm çok yavaş ilerlediğinden yakınmışken ileriki bölümlerin de çok hızlı olduğundan yakındım. Ayrıca Reviv'in ölümü ve kasabada yaşanan depreme hala bir anlam veremedim. Heonor' un bir rüyasıymış gibiydi sanki.
Sonuç olarak raydan çıkmış olan hikayeyi raya geri takmışsın gibi. Ama dediğim gibi o lanetli kasabayı ya hiç anlatmasaydın, ya da oradan devam etseydin daha hoş olurdu. Eline sağlık, öbür bölümü bekliyorum.

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - VIII. Bölüm
« Yanıtla #24 : 20 Aralık 2015, 19:32:22 »
Oradaki "bu kız" kullanımı, karşıdakinin genç olduğunu anlatmaktan çok, samimiyet için kullanıldı aslında. Hani samimi olduğun bir kız arkadaşınla konuşurken, yaşını önemsemeden "kızım bi dur ya!" filan dersin ya. Onun gibi işte.

Lanetli köyü hiç anlatmasam olmazdı, hikayenin temel olayları orada oluyor. Sizin orada hissettiğiniz gereksiz hız ve anlaşılmazlık ise, tamamen benim amatörlüğümden kaynaklı. O kısmı hikayeye daha iyi yedirmem gerekirdi ama yapamadım, kafa karışıklığı bırakmak zorunda. Okumaya devam edin diyorum bu sebeple :)

Güzel yorumların için teşekkür ederim.



VIII. BÖLÜM

   "Matematiği, çocuklar, sevmeyi öğrenmelisiniz. Ancak bu şekilde bir yerlere varabilirsiniz. Matematiğin yorucu ve sıkıcı birtakım işlemlerden ibaret olduğunu düşündüğünüz sürece, ne matematiği anlayabilirsiniz, ne de bilimi. Eğer sayılar ile doğa arasındaki o canlı ilişkiyi sezemezseniz, hissedemezseniz, matematik size elbette ki sıkıcı gelecektir. Bilimde ilerlemek istiyorsanız, ilk hedefiniz bu olsun. Ders bitmiştir. Çıkabilirsiniz."

   Üç hafta. Buraya gelişinden itibaren üç hafta geçmişti ve Heonor hayatının eski düzen ve dinginliğine oturduğunu hissedebiliyordu. Meriam'la olan sohbetleri, çocuklarla olan ilişkisi.

   Daha sonra kasabadakilerden öğrendiği kadarıyla, şehir ortamından oldukça uzak bir yerdi burası. Heonor'a kubbeyi hatırlatıyor, rahatlamasını sağlıyordu.

   Medeniyetten uzaktılar evet ve bu türlü zorluklara sebebiyet verebiliyordu. Örneğin, devlet eğitim konusunda hiçbir katkı yapamıyordu buraya. Kasabalılar bu yüzden kendi kendilerine bir yerlere varmaya çalışmışlar, basitçe kendi eğitim sistemlerini kurmuşlardı. Kasaba nüfusu fazla olmadığı için, çocuk ve genç sayısı da fazla değildi. Herkes on altı yaşına kadar eğitim görüyordu, eğitime gönül veren ve okumak isteyenler ise, on altı yaşını geçince kasabadan ayrılıp şehirlere öğrenim görmeye gidiyordu.

   Bütün çocuklar ve gençler dört sınıfta toplamışlardı. Fena bir sistem değildi, Heonor bilgisi olduğu her konuda eğitmenlik yapmaya çalışıyordu onlara. Tabi ki Meriam'ın yardımlarıyla.

   Ah, Meriam. Sevgili Meriam. Heonor hayatı boyunca daima birilerinden hoşlanmıştı. Elinde değildi. Birisi bitse, başka birisi geliyor, Heonor gönlünü kaptırıyordu. Bunun kaçınılmaz olduğunu anladığında, umursamazlık gelmişti. O günden itibaren, mesleki meseleler harici hiçbir durumda karşı cinsle fazla yakınlaşmamıştı. Faydasını da görmüştü. En azından o öyle sanıyordu.

   Ama Meriam. O farklıydı. Yeni bir hayat ve yeni bir aşk. Klişe! Ama Heonor klişeleri severdi. Her zaman farklı bir yan, özgün bir yan barındırsa da, klasik şeylerden hiçbir zaman vazgeçememişti. Elinde olmayan bir şey daha. İnkar etmeye çalışmıştı ama becerememişti. Ve yine, kabullenmişti.

   Aşk. Kesinlikle tasvip etmediği bir şey. Uzun süredir bastırılmanın getirdiği patlama, Heonor'da büyük bir etki yaratmıştı. Kendini yeniden bir ergen gibi hissediyordu.

   Meriam'dan hoşlandığını, hayır, Meriam'ı sevdiğini fark etmesi çok ani olmuştu. Uyumadan önce yatakta uzanmış düşüncelere dalmıştı ki BUM! Heonor Meriam'ı seviyordu. Fazla şaşırmamıştı. Heonor Meriam'ı seviyordu. Böyle güzel bir kadını, böyle güzel bir insanı sevmezdiniz de ne yapardınız?

   Hayatında ilk defa, bir şeyleri zorlamadı Heonor. Ne gizli gizli içine attı duygularını, ne saçma sapan hayaller kurdu. Sadece yaşadı. Bıraktı gitsin. Ve hayatının başka hiçbir döneminde bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Tamamıyla kendiydi, özüydü. Çevresi kendisini nasıl görüyorsa, öyleydi. Kendisi nasılsa, çevresi de onu öyle görüyordu.

   Kasaba, bir önceki iğrenç köye karşılık, Heonor'a asla aşırı samimi davranmadı. Üç hafta geçmişken bile, ona güvenmeyenler, şüphelenenler vardı. İnsanların güvenini kazanamamıştı henüz, ancak büyük yol katetmişti. Çocuklarla çabucak yakınlaşabilmişti ama çocukların doğası böyleydi. İlişkileri çok kolay bozup yenileyebiliyorlardı, bu sebeple Aral'ın ölümü onları o kadar da şok etmemişti. Heonor böyle tahmin ediyordu.

   Günler geçtikçe, anılar ve acılar da derine gömülüyordu. Heonor farkındaydı, asla yok olmayacaklardı. Tamamen gidemezlerdi. Yine de, aradan geçen zaman etkilerini azaltıyordu. Heonor mutluydu.

   Bir gün daha bitmişti, son ders ona fazla uzun gelmişti. Çıkışta, kasabanın kütüphanesinde Meriam'la buluşup araştırma yapacaklardı çünkü. Heonor, kütüphaneyi buraya gelişinin ikinci gününde ziyaret etmişti ve hayran kalmıştı. Bu kadar küçük bir yerde nasıl bu kadar muazzam bir kütüphane olabilirdi ki? Daha önce gördüğü çoğu kütüphaneden daha büyüktü ve yıllarını yalnızca kitap okuyarak geçirse bile hepsini keşfedemeyeceği kadar çok kitap vardı. Tek sorun, fazla düzensiz olmasıydı. Kütüphane kocaman bir yığın gibiydi, sanki her gelen, sahip olduğu kitapları rastgele raflara yerleştirip gitmiş gibi. Bu yüzden bir şeyler aramak oldukça zordu, ancak rastgelelik de Heonor'un hoşuna gidiyordu.

   Geçenlerde, oldukça eski bir fizik kitabının ilk baskılarından birini bulmuştu mesela. Daha sonra, adını bile bilmediği bir yazarın öykü kitabı. Öyküler çok güzeldi fakat kimin yazdığını bilmemek Heonor'un canını sıkıyordu. Bir tane de epey kalın bir roman bulmuştu. Turuncu kapaklı. Üzerinde yazarın bir fotoğrafı. Bu kitabı geçmişinden hatırlıyordu, hayatının dönüm noktalarından biri bu kitabı okumasıyla gerçekleşmişti. Bulunca yeniden okudu ve daha önce fark edemediği onlarca şeyi fark etti. Mutlu oldu. Değiştiğini bilmek güzeldi.

   Meriam'ın da yardımlarıyla, onlarca kurgu kitap buldu ve bulabildiği her şeyi de okudu. Meriam ise, kütüphanedeki neredeyse her kitabı okumuş gibiydi. Heonor onun bile okumamış olduğu kitaplar bulacağına söz vermişti, Meriam da hodri meydan demişti. Ancak bir sorun vardı. Heonor kütüphaneyi Meriam kadar iyi tanımıyordu ve Meriam'ın nerelere girip nerelere girmediğini bilmiyordu. Zor bir görev olacaktı, nitekim başarının kıyısından bile geçmemişti henüz.

   Kütüphanenin devasa binasına yaklaştığında, bir kez daha hayranlıkla süzdü onu. Bu kasabadaki insanların eğitime ve bilgiye bu kadar aç olmasının sebebinin kütüphane olduğunu düşünüyordu. Küçük bir yerde doğup büyüyorsunuz ve kasabanızın en bilinen ve en harika yapısı bir kütüphane. Siz de vakit buldukça oraya gidip vakit geçirmez miydiniz?

   Kütüphanenin kapısını açtı ve içeride bir adet Meriam buldu. Hatta, bu kütüphanenin kapısını açan herkesin ilk bulduğu ve gördüğü şeyin aynı olduğunu düşünüyordu. Kitap okuyan Meriam.

   Kapıyı kapattı ve uzun masalardan birinde oturmuş, bir yandan notlar alan bir yandan da önüne açtığı bir kitabı okuyan Meriam'ın yanına gitti. Heonor'un fark ettiği ve anlam veremediği şeylerden birisi de buydu. Heonor kasabaya geldiğinden beri, kitapları rastgele okuyor ve herhangi bir amaç gütmüyordu. Ancak Meriam böyle değildi. O hep aradığı belirli bir şey varmış gibi hareket ediyordu. Heonor sormak istememişti, söylemek istediğinde Meriam zaten söyleyecekmiş gibi hissediyordu.

   Bugün gözlüğünü takmıştı Meriam. Ah, bir kadının daha güzel olamayacağını düşünürsünüz ve bum, gözlük takarlar. Heonor başını iki yana salladı ve bir kağıt yığınını Meriam'ın önüne koydu.

   "Buyur, aradığın soruların cevapları." Meriam hızla başını kaldırdı ve sert bir ifadeyle sordu. "Sorular mı?"

   "Evet, geçen gün vermiştin ya çözmem için. Matematik." Meriam'ın yüz ifadesi yumuşadı ve kağıtları alıp incelemeye başladı. İnceledikçe kaşları çatıldı, şaşkın bir ifadeye büründü. Kağıtları giderek daha hızlı okumaya başladı. En sonunda bitirdi, kağıtları masaya koydu ve şakaklarını ovarak gülümsedi. "Sen," dedi tatlı bir sesle. "Gerçekten bir dahisin Heonor." Heonor da gülümseyerek karşısına oturdu.

   "Ben dahi değilim, sadece sen biraz cahilsin." diye karşılık verdi genç kadına. Meriam dudak büzdü ve Heonor gelmeden önce okuduğu şeye geri döndü. "Bugün ne okuyorsun?" diye sordu Heonor.

   Meriam başını kaldırdı. Üst dudağı hafifçe titriyordu, aradan geçen zamanla Heonor bunun "heves"e karşılık geldiğini fark etmişti. Gülümsedi ve Meriam'ı dinlemeye başladı.

   "Baksana," diye başladı Meriam. "İnanmayacaksın ama daha önce okumadığım bir kitap buldum! Hem de yıllardır gözümün dibindeymiş! Bir öykü kitabı. Harika bir şey. Hele 'Dünyanın En Masum İnsanının Hikayesini Arayan Adamın Hikayesi' diye bir tanesi var ki, okurken zevkten çığlık atarsın. Çok güzel cümleler de var içinde. Ama sorun şu ki, öykülerden bir tanesi yarım. Ya da ben sonunu tam anlayamadım. Okusana."

   Heonor okudu. Gerçekten güzeldi, sade ve insanın içine dokunan. O da sonunu anlamadı. "Belki de yazar sonunu bizim tahmin etmemizi istiyordur. Sayfaların koparılmış olduğuna dair bir iz de yok." dedi.

   "Hmm, olabilir." Meriam kitabı geri aldı ve sayfalarını karıştırdı. Sonunda aradığı yeri buldu ve kitabı tekrar Heonor'a uzattı. "Bunu da oku."

   Heonor okudu. Bu seferki uzundu, okuması biraz zaman aldı. Ama Meriam'ın bu kitabı neden bu kadar çok sevdiğini görebiliyordu. Yazarda tuhaf bir şey vardı, bir yanıyla sade, içten ve samimi, diğer bir yanıyla karmaşık ve anlaşılmaz. Bu ikisinin birleşimi ortaya her okurun zevk alabileceği bir şey ortaya çıkarıyordu. Öyküyü bitirip kitabı masaya koydu. "Başka bir kitabı var mı bu yazarın?"

   "Bildiğim kadarıyla yok," dedi Meriam Heonor'a bakarak. Öyküyü okuduğu süre boyunca da Heonor'u süzmüştü, Heonor fark etmişti. Rahatsız oldu. O bakışlarda alışılmadık bir şey vardı, anormal bir şey. "Ne?" diye sordu Meriam'a.

   "Yok bir şey," diye cevapladı Meriam. "Sadece o mavi-kahverengi gözlerin neler sakladığını merak ediyordum. Bana yalan söyleme Heonor, bir şeyler saklıyorsun ve ben bunun farkındayım. Ama seni zorlamayacağım." Bir süre bakıştılar ve Heonor bir kez daha Meriam'ın o muazzam zekasını hissederek korktu. Haklıydı, saklıyordu. Bir an söyleyebilecekmiş gibi hissetti. Her şeyi bir çırpıda anlatmak, içini dökmek istedi. Ama sözler ağzından çıkmadı. Çok derindeydiler, bu kadar boş bir çabayla açığa çıkarılamayacak kadar derinde. Bu yüzden, Heonor sustu ve bakmaya devam etti. Aradan bir süre geçti ve sonunda Meriam bakışlarını kaçırdı.

   "Her neyse," dedi çevresine bakarak. "Festival'e az kaldı, hazırlık yapmalıyız."

   "Festival mi?" diye sordu Heonor.

   "Aslında gerçek bir festivalden çok kutlama, ama biz Festival diyoruz." dedi Meriam.

   "Peki benim bundan niye haberim yok?"

   Meriam Heonor'a döndü, onun da kafası karışmış gibiydi. Eliyle alnına vurdu. "Tabi ya!" dedi. "Niye haberin  olsun ki? Festival bizim için nefes almak kadar doğal bir şey. Kimsenin sana bahsetmemiş olmasına şaşırmadım." Ayağa kalktı, Heonor'un elinden tuttu ve sürüklemeye başladı.

   Heonor'un sonradan anladığına göre "Festival", kasaba halkının yılda bir defa yaptığı bir etkinlikti. Yılın üçüncü ayının on dördüncü gününe denk geliyordu ve kasabanın kurtuluşunu simgeliyordu. Eh, tam olarak kasabanın olmasa da, kasabayı da kapsayan geniş bir alanın. Bu bölgenin vatan topraklarına katılması, vatanın kurtuluşundan çok sonra olmuştu ve bunun getirdiği mutlulukla, insanlar her yıl aynı gün kutlama yapıyorlardı. Ancak aradan epey bir zaman geçmişti ve bölgedeki yerleşimcilerin büyük çoğunluğu şehirlere göç etmiş, bir tek bu kasabadakiler kalmıştı. Geleneği onlar sürdürüyordu.

   "Ben küçükken," diye anlattı Meriam. "Hayatta kitap okumaktan sonraki en büyük eğlencem Festival'di. Günler öncesinden hazırlık yapılır, Festival'in gelmesi heyecanla beklenirdi. Şu hayatta yiyebileceğin en güzel yemekler, tanık olabileceğin en güzel eğlenceler Festival'de yapılır Heonor, demedi deme. Festival'e bayılacaksın."

   Heonor sonraki beş gününü Festival'e hazırlanarak geçirdi. Bütün kasaba çocuklaşmış gibiydi, kasabanın hemen hemen orta yerindeki geniş meydan başta olmak üzere her yer süslendi; yediden yetmişe herkes aynı heves ve azimle yapıyordu işini. Öncelikle meydan Festival'e hazır hale getirildi, sonra insanların evleri. Sonra oyun alanları hazırlandı. Heonor'un daha önce adını bile duymadığı oyunların malzemeleri getirilip hazırlanıldı. En son yiyecekler yapılmaya başlandı. Kadını erkeği herkes mutfakta iyi bir iş çıkarmak için çabaladı. Heonor'un aklından bir an Meriam'la beraber yemek hazırlayıp mutfakta romantik komedi türünde bir oyun sergilemek geçti ancak bu, Heonor'un klişe zevkine göre bile fazla klişeydi. Onun yerine, kasabadakilerin kendisine verdiği ve öğretmenlikten alacağı maaşın büyük bir kısmını verdiği kulübede, elinden geldiğince anayurdundan hatırladığı yemekleri yapmaya çalıştı. Bunu duyunca kasabadakiler çok sevindiler, çeşitlilik daima iyiydi.

   Ve sonunda Festival günü geldi çattı.

Çevrimdışı armeneus

  • **
  • 139
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #25 : 20 Aralık 2015, 22:04:39 »
Tasvirlere takılmış durumdayım ve çok beğendim.

Çiftçi Lenk'i tasvir ederken "kahverengi ve tonlarında giyinmişti" ifadesi; Meriam'ın babası için "kocaman bir burun" deyip ilk neden burun kırışır ki dedikten sonra Meriam ile babasının benzemediğini düşünüp "genetik sen nelere kadirsin" ifadelerinin söylenmesi çarpıcı geldi.

Önceki kasabada yaşadıklarıyla şimdiki yaşadıkları arasında bir bağ olacak mı? Olaylar farklı gibi olunca sanki kurgu havada kalıyor.
Şimdi, daima ve sonsuza dek

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #26 : 20 Aralık 2015, 22:30:54 »
Bütün bu kafa karışıklıklarını bir yere bağlayacağıma inanıyorum, o yüzden bekleyin derim.

Hikayeyi normalde 10 bölümlük planlıyordum ama en az 15 olacak gibi bu gidişle, kesin bir şey söylemeyeyim.

Güzel yorumun için teşekkür ederim. Bir okurum daha oldu, mutlu oluyorum böyle şeylere :D

Çevrimdışı Nightmare

  • ***
  • 627
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
    • Saklı Günlükler
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #27 : 21 Aralık 2015, 22:29:56 »
Sıkı bir bölüm olmuş. Betimlemeler ve dialoglar iyiydi. Kurgu konusu hala senin kafanda, ben bir şey kestiremedim. Ama daha sağlam yazdığını fark ettim. Eline sağlık.

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Uyanık - I. Bölüm
« Yanıtla #28 : 30 Aralık 2015, 19:41:50 »
Merhaba arkadaşlar. Sizlerden özür dileyerek başlamak istiyorum bu kısa yazıma.

Beni tanımlarken birçok sıfatı kullanabilirsiniz. Ancak "istikrarlı" asla onlardan biri olmamıştır. Bu sebepten önümüzdeki haftaya kadar yeni bölüm gelmeyecek, üzgünüm. Herhangi bir yazma sıkıntım, kurgu sıkıntısı filan yok, yalnızca zaman bulamadım bir türlü. Az ama öz okuruma anlayışı için teşekkür ediyorum :)