İnsaniyetin Özellikleri: Bilimsel İlerleme
İnsanlık üstüne yazmak hem çok kolay hem de çok zor. Büyük laflar etmek ve kulağa haklı ya da hoş gelen ama aslında gerçeklikten kopuk, gereğinden fazla soyut safsatalardan oluşan saptamalarda bulunmak gerçekten çok kolay. Aynı zamanda, belli bir coğrafyadaki insanların davranışlarını, bütün insanlığınki gibi düşünmek de epey çekici. Özellikle ülke çapında düşünülünce, pek çok insan yurt dışına çıkmıyor ve uluslar arasındaki farkı görme şansı olmuyor. İnternet, bu açıdan çok iyi bir ortam sağlamış olsa da, insanların normal etkileşimlerde kontrol ettikleri agresif tarafın açığa çıkması gibi bir sıkıntısı da var. İnternet üstünden, insaniyet hakkında bir yargıya varılacak olsaydı, sonumuz epey kötü olurdu. Bunun yanısıra, interneti kullanmayan büyük bir halk kitlesi de mevcut. Bütün bu sebeplerden dolayı, insaniyet hakkında konuşurken, ele aldığımız örneklem düzeyinin sağlıklı olmama ve gerçeği yansıtmama ihtimali çok yüksek. Bu yüzden, izlenecek en iyi yöntemin iki şekilde olacağını düşünüyorum.
a) Belirli bir toplumun, belirli bir zaman dilimindeki özellikleri açısından saptamalar yapılabilir. Bu toplum yapısal açıdan ne kadar homojen olursa, hakkında o kadar daha fazla genel çıkarımlarda bulunulabilir. Toplum büyüdükçe, homojenliğinin azalması sebebiyle, pratikte, ele alınan topluluk ne kadar küçük olursa özellikleri bir o kadar daha iyi saptanabilir.
b) İnsaniyet, olabilecek en az homojen ve en büyük toplumdur. Dolayısıyla, insaniyet hakkında yapılacak sağlıklı çıkarımların sayısı epey azdır ve böyle de olmalıdır. Başka bir deyişle, insanlığın geneli hakkında, ancak çok sınırlı sayıda genel karakteristik söylenebilir. Bu durum, elbette, bilimsel saptamalar açısından daha farklıdır.
Bizim amacımız, insaniyet hakkında genel yargılara varmak ve böyle bir şey mümkünse, objektif bir şekilde insaniyetin nerede durduğunu görmeye çalışmak olduğundan, ikinci yolu izleyeceğiz.
İnsaniyet hakkında söylenmesi gereken ilk şeylerden birisi, onun başarılarından söz edilirken, aslında küçük bir kitlenin başarılarından bahsedilmesidir. İnsanlığın kendisini bu konuda övmeyi pek sevdiği bilimsel başarılar, halk kitleleriyle gerçekleştirilmemiştir. Az sayıda ve iyi eğitimli bilim insanının çalışmaları sonucu, bu çalışmaların ürünleri meydana çıkmıştır. Bununla beraber, bilimsel buluşun ardından, teknolojik açıdan bu yeni bilgileri uygulamada mühendisler rol almıştır. Onların ardından sanayiciler ve en son da, sanayi için çalışan iş gücü. Bu şekilde düşünülürse, bilimsel başarılar ve getirileri bir açıdan kolektif görünebilir fakat ilk neden, asıl itici gücün bilim insanları olduğu göz ardı edilemez bir gerçektir. Elbette, bilim insanları da nedensiz bir şekilde gökten inmemiş ya da yoktan peydah olmamışlardır. İstisnalar olmakla beraber, gerek kurumsal gerekse başka açılardan, iyi oturmuş bir eğitimin sonucu olarak yetişmişlerdir. Bu sebeple, insaniyetin ilerlemesi açısından kilit bir görevleri olduğu doğru olsa da, toplumun önceki nesillerinde oluşturulmuş eğitim sistemi ve anlayışının getirileri oldukları, yani toplumdaki belli nedenlerin devamı oldukları unutulmamalıdır. Eğitimcilerin önemi burada kendisini belli etmektedir.
Peki, nedensellik zincirinde daha da uzaklara gidilirse ne olur? Eğitimcilerin, kitleler tarafından daha iyi eğitim talebi sonucu ortaya çıkmış oldukları söylenebilir. Bunun için, toplumu bu konuda teşvik eden entelektüel sınıf gösterilebilir. Entelektüel sınıfın oluşmasında, yine eğitimin önemi ortaya çıkar. Aynı zamanda, bilim ve eğitim birbirinden bağımsız kavramlar değildir. Bilimsel birikim arttıkça, eğitimin de kalitesi artmaktadır. Buradaki küçük bir detay, eğitimin eşit dağılmadığıdır; ailesel olarak, kurumsal olarak, coğrafi olarak vb. pek çok değişkene sahiptir ve bunlar sadece bir ülkenin genel eğitim sistemiyle sınırlı değildir. Özel okulların, neredeyse bin yıllık üniversitelerin, entelektüel birikimini bir sonraki nesile geçiren ailelerin varlığı buna kanıttır.
Açık bir şekilde, insanlığın bilimsel ilerlemesi konusu bile sadece bilim insanlarına atfedilemez. Daha geniş çapta, insanlar tarafından gösterilen bir çaba vardır fakat burada, hala, bir sabit varlığını korumaktadır; eğitimciler, entelektüeller, bilim insanları, yani az sayıda insanın çabaları sonucu, bu ilerleme gerçekleşmektedir. Elbette, toplumun istekleri eğitim politikalarında etkilidir ve bu konulara yaklaşımları (örn. bilimi kabullenmeye mi yoksa dışlamaya mı meyilli oldukları, veya eğitimi iyi mi kötü mü gördükleri) bir ülkenin bilimsel gelişimini ve eğitimini müthiş derecede etkilemektedir. Ancak, bu durum, ortalama insanın inanılmaz bir güç barındırmasından değil, sayısından kaynaklanmaktadır; eğitimsel, entelektüel ve bilimsel açıdan, ortalama insanın nitelikleri ortadadır. Yani, gücü burada olamaz. Onun, ortalama insanın gücü, kolektifliğindedir. Entelektüel sınıfı, zaten bu yüzden topluma bir şeyler anlatmaya ve onu eğitmeye -veya daha yumuşak bir terimle, onu yönlendirmeye- çalışır.
Bunlar göz önüne alınınca, ilk söylediğimiz ifade şu şekilde değiştirilmelidir. "İnsaniyetin başarılarında, birincil neden küçük bir kitledir. Ancak, onların ortaya çıkmasını sağlayan koşulların oluşmasında, bu küçük kitlenin yanısıra toplumun geneli de rol oynar fakat burada ortalama insanın rolü, önemli olmakla beraber, bireysel açıdan düşünülünce küçüktür."
Örnek verilecek olursa, bahsi geçen küçük kitleden bir bireyin bu konularda ortalama etkisi 100 X ise, ortalama bir bireyin ortalama etkisi 0.5 X gibi bir şeydir. Bu kişileri pasif ve aktif şeklinde düşünenler olacaktır ve pratik açıdan, kelimenin kullanımı doğru olabilir fakat bizi bir yanılsamaya götürebilir. Bu yanılsama, belli bir farkındalığı elde etmiş kişinin, nedensellik bağlarından kurtulduğu ve kendi özgür iradesiyle, yaptığı şeyleri yaptığıdır. Ancak, özgür iradeye dair hiç bir empirik kanıt ve neden yoktur, hatta aleyhindeki kanıtlar büyümektedir. Yani, birey, ne tarz özelliklere sahip olursa olsun, nedenselliğin bağlarından kurtulamaz. Bir bireyin ortalama mı yoksa seçkin mi olacağı, genetik ve çevresel (eğitim sistemi, ailesinin özellikleri, sosyal çevresinin özellikleri, mali durumu, fiziksel koşullar vb. yani genetik olmayan her şey) etkilere bağlıdır.
"Birincil neden" lafı, nedensellik açısından eleştirilebilir. Ortalama insanın etkisini ikincil yapan nedir, onların kolektif olarak çok büyük etkisi olduğu söylenmedi mi, diye sorulabilir. Bütün bu denilenler gayet yerinde sorulardır ve cevabı, objektif açıdan, nedenlerin sıralanamayacağı fakat pratik açıdan, bunu yapmamız gerektiğinde yatar. Örneğin, ben bir kibriti yaksam, buna sebep olan benim elimin bu hareketi mi, yoksa havanın yeterince kuru olması mıdır? Peki ya kibriti üretmiş olan fabrika? Onlar olmasaydı, yakacak bir kibrit olmayacaktı. Peki ya kibritin oluşmasını sağlayan atomlar, onlar olmasaydı, yine, kibrit diye bir şey olmayacaktı... bu düşünce zinciri, bizi nedenselliğin arkasında yatan gerçekliğe götürür; nedensellik, belli koşullar altında, belli olayların gerçekleşmesidir. Yani, denilebilir ki, her bir koşul bir nedendir. Ancak, pratiklik açısından, bir nedensellik sırası yapılması da zorunludur. Bu yaktığım kibriti bir binayı ateşe vermekte kullansam ve ardından suçu kibrit fabrikasına veya atomlara atsam, kabul edilir ki, aşırı derecede saçma olurdu.
Burada, insanın nedensellik anlayışında ilginç bir yere varıyoruz. Birincil neden ya da asıl neden diye bahsedilen, aslında "en yakın zamanda gerçekleşmiş olan koşulsal değişiklik" veya "değişken koşullar arasında en çok etkiye sahip olan" şeydir. Bilimin ilerlemesinde, bilim insanlarının en büyük etkisi olduğu, yani en çok etkiye sahip olan değişkenler oldukları düşünülürse, onları birincil neden olarak görmek doğrudur. Onların yetişmesinde yer alan eğitim -ve onun oluşturulmasında ve işlemesinde görev alan eğitimciler ile entelektüeller- bir sonraki nedendir. Bunları sağlayan toplum, en son nedendir.
Elbette, bu zincir daha da detaylandırılabilir fakat konumuz bu değil. Gösterilen şey, insanlığın -bilimsel- ilerlemesinde, birincil nedenin, küçük bir kitle olduğudur. Herkesin - bir miktar olumlu veya olumsuz etkisi olsa da- eşit payı varmış gibi bütün insanlığa atfetmek, bir yanılsama olur.