Kayıt Ol

Dört Adam

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Dört Adam
« : 11 Mart 2016, 09:44:30 »

Dört Adam


Sabahın erken saatlerinde biraz dolaşmak için evden ayrıldı Belgin. Canı sıkkın olduğundan hafif rüzgârlı hava ve mis gibi çiçek kokularının tadını çıkarmak istiyordu. İnsanların ona gösterdiği sahte ilgiye katlanamadığında hep yürüyüşe çıkardı. Hayatını normal insanlar gibi yaşamak istemişti ancak tek gördüğü acınacak halde olduğunun ona kanıtlandığıydı. Dalgalı, sarı saçları rüzgârda öne doğru savrulurken yüzüne çarpıp duruyordu. Tam ayağını öne atarken işittiği korna sesi ile irkildi ve adımını geri çekti. Dalgın halde yürürken caddeye vardığının farkında bile değildi. Yönünü değiştirip parkın olduğu tarafa döndü ve kısa, ağır adımlarla ilerledi elindeki uzun çubuğu önünde tutarken. Çiçek kokuları daha şimdiden burnuna geliyordu. Aklına köyde yaşayan dedesinin çiçek bahçesi geldi. Ne kadar isterdi o renk tarlasına çocuklar gibi kendini bırakabilmeyi, gözleriyle onları algılamayı. İnsana sonsuz yeşillikte kaybolduğunu hissettiren Belgin yıllardır görmüyordu. Kırgınlıklarına rağmen gözlerindeki ışıltı hiç sönmemişti, yaşamayı seviyordu.

Artık tek başına gidebilecek kadar ezberlediği parka vardı ve banklardan birine oturdu. Etrafta hiç ses yoktu. Bu saatte insanlar evde ya da işte, çocuklar okulda olurdu. Sadece rüzgârda gıcırdayarak hafifçe sallanan salıncağın sesi kulağına ulaşıyordu. Belgin’in gözleri rastgele bir yere kenetlenmişken dilinde bir şarkı dolanıyordu. “Ağla, yaralı kalbim hepsi yalan. Ağla, bir avuç küldür elde kalan. Artık savrulup gitsen de rüzgâra, ağla mazidir şimdi senin olan…” Kız garip bir hisse kapıldığından bir an durakladı.

“Sesiniz çok güzel hanımefendi,” dedi Belgin’in hemen sağından gelen bir ses. Yanına birinin oturmuş olduğunu fark edemeyen Belgin kısa bir şaşkınlık yaşadı. Adamın ses tonu o kadar içtendi ki bir an ne diyeceğini bilemedi. “Ah, dalmışım, teşekkür ederim,” dedi beyaz teninin daha da ışıldamasına yol açacak şekilde gülümseyerek.

“Yoksa ünlü bir sanatkâr mısınız?” dedi bu kez kızın sol yanından gelen karizmatik bir ses.

“Çok naziksiniz,” dedi gülümseyen Belgin doğruca karşıya bakarken. Yüzünün kızardığını gizlemek için başını öne eğdi. Şimdi upuzun saçları yüzünün iki yanını kapatıyordu. Diğer insanların aksine bu yabancıların hoş, içten iltifatları onu çok mutlu etmişti. “Bu yakınlarda mı oturuyorsunuz?” dedi merakını gizleyemeyerek.

“Pek sayılmaz,” dedi kalın sesli olan.

“Sadece buradan geçiyorduk…”

“Ve sizi gördük.”

“Daha doğrusu mükemmel sesinizi işittik,” dedi en son konuşan kişi çocuksu bir neşe ile.

“Ooo, kaç kişi var şu an burada?” dedi Belgin şaşkınlık içerisinde. Sanki onları görebilecekmiş gibi başını hafifçe sağa ve sola çevirdi. Adamlardan üçü gülümserken sonuncu kıkırdadı. Bunun üzerine Belgin de kendini tutamayarak ona katıldı. Dört sesin tınısı birbirinden o kadar farklıydı ki Belgin’in hassas kulakları bu sesleri kolayca ezberledi.

“Dördümüz çok yakın arkadaşız,” dedi kızın tam karşısından gelen sakin ve pürüzsüz ses. Kız sesin ayakta dikilen, uzun boylu birinden çıktığını düşünüyordu. Hatta başını hafifçe yukarı kaldırıp gözlerini adamın gözleriyle buluşturunca adam bir an kızın görebildiğini sanıp geriye çekildi. Sonra da yüzüne bir tebessüm yerleşti.

“Hem de çok uzun zamandır,” dedi bankın ardından kıkırdamaya devam eden adam. İstemsizce başını geriye çevirdi Belgin. Bu çocuksu neşeyle dolu sesin sahibini görebilmeyi çok isterdi. “Ne kadar güzel. Birbirinize çok bağlısınız sanırım,” dedi ellerini kucağının üstüne koyarken. “Evet,” diye bir ses yükseldi hep bir ağızdan.

“Bize kendinizi tanıtır mısınız? Hayat hikâyenizi merak ediyoruz,” dedi karizmatik sesli olan.

Normalde yabancılarla konuşmak Belgin’i tedirgin ederdi. Ancak yanı başındaki kibar, samimi ve cana yakın beylerin ısrarını kıramayıp anlatmaya başladı. Belgin anlattıkça adamlar ilgi içinde dinledi. Bunu yüreğinin derinliklerinde fazlasıyla hisseden kız ağzından dökülen her kelime ile biraz daha heyecanlanmaya başladı. Uzun zamandır böyle hissetmemişti ve bu dört kişinin ölene kadar arkadaşı olarak kalmasını diledi içinden.

Zaman akıp gitti ve vedalaşma vakti geldi. “İnşallah bir gün yine görüşürüz hanımefendi. Sizinle sohbet etmek güzeldi,” dedi adamlardan birisi başını eğerek. “Memnun oldum sizlerle tanıştığıma,” dedi kız ayağa kalkarken. “Biz de,” dedi dördü birden ve sessizce uzaklaşıp gittiler. Bir iki insan parka geldiğinde Belgin de oradan ayrılıyordu, yüzünde bir gülümseme ile. Geçmişini rahatça birileriyle paylaşmak şu ana kadar üzerinde hissettiği yükü kaldırmış gibiydi. Yeni dostlarını çok sevmişti ve onlarla tekrar karşılaşıp karşılaşmayacağını merak ediyordu.

***

Elleri ceplerinde iskelede yürüyen dört arkadaştan Harun önünde uzanan kendi gölgesine bakıyordu. Gözlerinde bir miktar hüzün vardı. Her sabah buraya gelip vapura binmek içini acıtsa da denize olan sevdası hiç bitmiyordu. Melih yavaşça dirseğiyle dürtüp onu gülümsemeye zorladı, yanında somurtulmasından hiç hoşlanmazdı. Denizin dalgaları kıyıyı dövüyordu adeta. Vapurdakiler martılara ekmek atıyor, balık avcıları da oltalarını denize sarkıtmış bekliyordu.

“Neden sürekli gölgene bakıyorsun?” dedi Bekir sertçe. İri yapısı ve kararlı duruşu onu grupta lider yapmıştı şimdiye kadar. Yaşça en büyük olduğu gibi diğerlerinden daha sağlam iradesi vardı.

“Gölgen seni buraya bağlayamaz, değil mi?” diye söylendi Kenan. Her zaman olmasa da gölge konusu her açıldığında huysuzluğu tutardı. Grubun en küçük üyesiydi Melih ile birlikte. Diğerlerine göre çok sabırsız biriydi.

“Hadi acele edin, vapur kalkıyor,” dedi Melih adımlarını hızlandırırken. En güler yüzlü olandı ve insanları kırmamak için çok çabalardı. Sarı saçlarıyla uyumlu açık renk gözlere sahipti.

Vapurdaki boş bir yere geçtiklerinde sessizce hırçın, mavi denizi izlediler. Kıyıdaki tekneler sağa sola sallanıyor, kuşlar hırçın bir şekilde ötüyordu. Karşı kıyıdaki villalar görkem konusunda birbirleriyle yarışıyordu adeta. Yağmur çiselemeye başladığında bakışları kapalı göğe kaydı Harun’un. Her biri içindeki hissi bastırmaya çalışırken içlerinde en duygusal olan Harun’un gözlerinden birer damla yaş süzüldü. Anılarından en kurtulamayan oydu. Unutmanın imkânsız olduğunu bildiğinden her gün burada denizi izlemeye ve içten içe kıvranmaya devam ediyordu. Boğazı, içi, tüm bedeni yanıyordu sanki. İstemsizce ani ve derin bir nefes aldı.

“Üzülme artık,” dedi Melih kolunu kendinden çok daha uzun olan Harun’un omzuna atarak. “Çok geride kaldı o anlar değil mi? Bir şekilde bizi dünyaya bağlayan şeyler var.”

“Bazen o kadar bağlanmasak daha iyi mi olurdu diyorum.” Bekir’in sesi normalden sakin ve yumuşak çıkmıştı. Daha çok kendisini sorguluyor gibi konuşmuştu.

“Her şeyi geride bırakıp gitmek daha iyi olurdu bence,” dedi rahatsızca yerinde kımıldanan Kenan.

“Ama burada insanlarla iç içe olmamız ve her şeye farklı bir açıdan bakabilmemiz harika değil mi?” dedi Melih yine neşeli haline bürünürken.

“O dediğin, anılar silinseydi olurdu. Geçmişe dönmeyi çok isterdim, o yaşanmışlıkların olmadığı vakte,” dedi Harun.

“O zaman Belgin’i tanımayacaktık değil mi? Uzun süredir onunla arkadaşız ve öyle bir insanla tanıştığım için mutluyum,” dedi Melih.

“Onun yanında gerçekten huzurlu hissediyorum,” diye itiraf etti Harun.

Dört adam da fazlasıyla bağlanmıştı Belgin’e. İki taraf bir şekilde yaralarını tamir ediyordu bir araya geldiğinde. O yüzden Belgin’i görmek, onla sohbet etmek eşsiz bir hale gelmişti dostlar için.

“Lütfen en kısa zamanda onu görmeye gidelim,” dedi Melih heyecana kapılarak. Diğerleri de başıyla onayladı.

***


Asfalt zeminde yürüyen Belgin yerde birikmiş sulara girmemeye çalışarak banklardan birine oturdu. Gece başlayan yağmur sabaha kadar sürmüştü. Belgin soğuk hava nedeniyle deri ceketinin içinde gömüldü iyice. Yazın ortasında böyle aniden bozan havalara alışkındı. Elindeki torbaları bir kenara bıraktı, arkadaşlarına sürpriz yapacaktı bu sefer. Geçen buluşmalarında dördü Belgin’e şarkı söylemiş ve komiklik yapmıştı. Hiç o kadar eğlendiğini hatırlamıyordu Belgin. Diğerlerini beklerken yarım saat boyunca o şekilde oturmaya devam etti.

“Bugün erken gelmişsin,” dedi gelip kızın başında dikilen Melih.

“Çünkü size bir sürprizim var. Heyecandan bekleyemedim saatin gelmesini,” dedi Belgin masumca gülümserken.

“Sürpriz mi?” dedi gözleri şaşkınlıkla açılan Harun.

Banka bıraktığı poşetlerin içinden spor ayakkabıları çıkaran Belgin yavaşça yere koydu onları. “Uzun zamandır birlikte maç yapamadığınızı söylemiştiniz. Düşündüm de bu ayakkabılar belki hevesinizi geri getirir. Umarım ayaklarınıza uyar, uymazsa da değiştirebilirsiniz.”

Adamlar şaşkınlık içinde birbirlerine baktı. Harun duygulanmışken, diğerleri bir süre ne diyeceğini bilemedi. Melih sonra diğerlerini şaşırtan bir hareketle en küçük ayakkabıya ayaklarını geçirdi. “Vay be, tam oldu. Aldığım en güzel hediye,” dedi eski neşesine kavuşarak. Diğerleri de Belgin’e teşekkür ederek ayakkabıları giydi. Harun’un ayağını biraz sıkıyordu ayakkabı, Kenan’a ise bol gelmişti giydiği. Yine de hepsi uzun zaman sonra aldıkları bu hediyeleri çok sevmişti. Ayakta dikilmiş ayakkabılarına bakıyorlardı ki on yaşlarında bir kız geldi. Elinde resim defteri ile Belgin’in yanına oturdu. Belgin kızı sesinden tanıyınca ona diğerlerinden bahsetti. “Bunlar benim en yakın dostlarım Ece. Benim için onların resmini çizer misin?”

Bir an her şey donup kaldı sanki. Melih başta olmak üzere dördü bir şey diyemeden kalakaldılar. Onların olduğu tarafa bakan çocuğun da gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ancak Belgin’e hiçbir şey demedi. “Hepsi çok iyi insanlara benziyor. Hemen çiziyorum,” dedi Ece neşeli bir ses tanınarak. “Teşekkürler canım,” diye mırıldandı Belgin.

Ece’nin sözleri adamları daha da şaşırttı. Neyse ki Belgin hiçbir şey anlamayacaktı. Kısa bir süre sonra elindeki kâğıdı Belgin’in eline tutuşturdu kız. “Keşke bunu görebilseydin,” dedi ve çizim için kendisine bir kez daha teşekkür eden Belgin’i yanaklarından öpüp parktan ayrıldı. Olağanüstü şeylere yeterince inanan küçük kız aynı zamanda çok zekiydi. Gördüğü şeyleri zihnine kazırken böyle bir manzaraya şahit olduğu için mutluydu.

Belgin elinde tuttuğu kâğıtta görmeyen gözlerini gezdirdi. Kâğıtta bir su birikintisinin dibinde duran dört ayakkabı ve suya yansımış dört insan gölgesi vardı. Küçük kızın ne çizdiğini merak eden dört arkadaş Belgin’in arkasına geçip elindeki kâğıda baktı. Gördükleri şey hepsinin şaşkınlıkla gözlerinin açılmasına sebep oldu.

“Ne yani o kız dünyadaki yansımamızı görüyor mu?” diye fısıldadı sonunda Melih.

“Demek ki bazı çocukların gözleri sır perdesinin ötesine ulaşabiliyor,” diye mırıldandı şaşkın haldeki Bekir çenesini sıvazlarken.

Kendini tutamayarak ve Bekir’in kaşlarını çatmasına sebep olacak şekilde güldü Melih. Çünkü şu dünyada yarım yamalak da olsa hala birileri tarafından görülmek harika bir histi. Melih’in gülüşü Belgin’in dikkatini çekmişti.

“Hey siz neler çeviriyorsunuz arkada?” dedi gülümseyerek. “Çizimdeki gerçekçiliğine hayran kaldık,” dedi Kenan gözlerini kâğıttan alamayarak. Belgin mutlulukla başını salladı. Ece’nin bu konuda ne kadar yetenekli olduğunun farkındaydı ve onunla gurur duyuyordu.
 

***

Melih, Harun, Kenan ve Bekir aynı lisede okurken tanışmış ve ayrılmaz dörtlü olmuştu. Mezun olduktan sonra zaman herkes gibi onları da zorlu ve aşılmaz yollara sürüklemişti. Buna rağmen asla birbirlerinden kopmamış, hayata sıkı sıkı bağlanmışlardı. Kendilerinden çok çevredeki insanların iyiliği için uğraşır, haksızlığa gelemez, bir yerde olumsuzluk varsa muhakkak müdahil olurlardı. İşte yine öyle günlerden biriydi.

“Arkadaşlar geçen bahsettiğim iki kişi yine tehdit edilmeye başlanmış. Hiç bitmiyor bunlar, birinin kökünü kazısak başkası çıkıyor. Holding sahipleriyle zorla ortak olmaya çalışıyor mafya,” dedi Bekir arka sokaklarda buluştuğu diğer üçüne dönerek.

“Ne yapacağız peki?” dedi Melih düşünceli halde kaşlarını çatarak.

“Tabi ki bu olaya el atacağız. Elimiz kolumuz bağlı duramayız ya. Bu uyuşturucu çetesini ne kadar tökezletirsek o kadar iyi,” diye devam etti Bekir.

“Ben gerekli delilleri toplayıp, polise sunarım. Yavaştan da olsa bu zehir yuvasını yok etmeye başlamalıyız,” dedi Harun.

“Aynen öyle kardeşim. Öncelikle tehdit edilen o iki adamı takibe alalım. Bir kazaya kurban gitmesinler,” dedi Kenan duvara sırtını verirken.

“Uzun süredir bu işe odaklandık. Nasipse bu çeteyi de çökertiriz,” dedi Harun.

Dörtlünün takibe aldığı iki adam bir gece ıssız bir yerde kıstırıldı. Harun polisi ararken, bir yandan silahlı adamları kamerayla kayıt altına alıyordu. Bekir ve diğerleri ölesiye dövülen iki kişiyi kurtardı, arbedenin içine atlayıp. Mafyanın adamları birer birer yere çarpılırken polisler olay yerine intikal etti. Dalgın bir anına gelen Bekir kolundan vurulmuş, Melih ve Kenan ise vücutlarında çürük ve ezilmelerle işin içinden sıyrılmıştı.

Tüm planları alt üst olan uyuşturucu mafyası iki kişinin ellerinden kaçmasına sebep olduğu için namları yürüyen dörtlünün peşine düşmüştü. Sadece çetenin küçük bir parçasını oluşturan suçluların gözaltına alınıp, dört arkadaşın polis korumasında tutulmasına rağmen işler ters gitti. Bir gece yarısı dördü büyük bir gizlilik içinde, silah zoruyla arabalara bindirilip kaçırıldı. Uzun süre dayak yiyip, polislerle nasıl bir iş birliği içerisinde olduğu konusunda sorgulandılar.

“Son duanızı etseniz iyi olur.” Adam iki saattir dayak atmaktan yorulmuştu..

“Ne yaparsanız yapın kanundan kaçamayacaksınız,” diye bağırdı kükrercesine konuşan Bekir. Tüm bedeni sızladığından daha fazla konuşacak hali kalmamıştı. Hepsi fena halde hırpalanmıştı ve Melih bilinci yarı kapalı halde yerde yatıyordu.

Ardından bir telefon geldi ve yaka paça götürülen arkadaşlar kısa bir yolculuğun ardından tekneye taşındı. Elleri ve ağzı bağlı olan Bekir’in yüzünün bir tarafı tamamen kan içindeydi, nefes almakta bile zorlanıyordu. Arkasından silahıyla dürten suratsız adama dayanamayıp kafa atan Bekir’in alnına bir başkası silah dayadı. “Yürü, yoksa hemen şuracıkta hepinizin beynini dağıtırım,” dedi soğuk bir sesle.

Tekneden denizin soğuk, karanlık sularına bırakılmadan hemen önce Bekir diğerleriyle göz teması kurabilmişti. Herkes kaçınılmaz sonun geldiğini anlayıp teslimiyeti kabullenmişti. Keşke birbirilerine son sözlerini söyleyebilselerdi. Bekir o gözlerdeki hayal kırıklığını ve acıyı unutmayacaktı. Bir çuval gibi suya atıldığında sırt üstü vaziyette batarken birer birer arkadaşlarının da atıldığını gördü. Bedenlerindeki kanlar suya karışırken hiçbirinin çırpınışı fayda etmedi. Acı dolu ölüm teker teker hepsini buldu.


Bir şeylere bağlanmak için yaşıyor olmak gerekmez, sağlam bir kalp yeterlidir.
Bazı insanlar en azından bir gölge bırakır ardında, veda ederken.

Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Dört Adam
« Yanıtla #1 : 11 Mart 2016, 21:53:09 »
Öncelikle özür dileyerek başlamam gerekiyor galiba. Uzun bir aradan sonra Kurgu İskelesine bakayım dediğimde karşıma ilk bu yazı çıktı ve ilk iki paragrafta bir başka ergen yazısı olduğu algısına kapıldım ve bırakmak için ilk arayı beklemeye başladım. Ama ilerledikçe gizemli ilişkiler, sürekli bir burada normal olmayan bir şeyler var hissi ve gizemin beklentileri yıkmadan sürekli artarak verilen dozajı hikayeye karşı görüşümü tamamıyla değiştirdi.

Kızın görme engelli olması gibi bir mesajı biraz daha alttan verebilirdiniz. İlk paragrafta bahsetmek yerine küçük kız kahramanların resimlerini çizene kadar bekletip oraya kadar kafamızda sorular oluştuktan sonra orada kafaya sıkılan bir kurşun gibi patlatabilirdiniz. Zira hikaye görme engelli birinin ne kadar da engelsiz olduğunu hissettirir bir şekilde yazılmış onun gözünden yapılan betimlemeler mekanı hayal etmemiz için oldukça yeterli olurken aynı zamanda hiçbir varlığın renginden ve şeklinden bahsetmiyor. Benim bir zamanlar deneyip başarısız olduğum bir nokta bu.

Ayrıca küçük kızın klasik tepkisi yerine usta manevrası veya adamları göremiyorum klasiği yerine ayakkabıları ve gölgelerini çiziyor oluşu çok güzel dokunuşlar. Nerelerde soruların konulacağı nerelere cevapların yerleştirileceği sanki tartılıp yerleştirilmiş gibi muazzam bir nizam içerisinde. Sonuna kadar tek solukta okutmayı başardı tebrik ederim.

Bütün bunları dedikten sonra "ergen öyküsü" diye tanımlamama sebep olan hususlara gelmek istiyorum. Tamam kabul ediyorum önyargılı bir eylem benimkisi ancak bu yargıya ulaşmama sebep olan bazı klasik kusurlar var öykünüzde. Öncelikle, özellikle ama kısıtlı olmamakla birlikte ilk paragrafta kendisini hissettiren ve sürekli bir sıkıcılıkla tekrar eden "-dı" ekleri. Öyküyü heyecanlı bir çocuk anlatıyormuş hissi veriyor okurken. Örneğin;

Alıntı
Sabahın erken saatlerinde biraz dolaşmak için evden ayrıl Belgin. Canı sıkkın olduğundan hafif rüzgârlı hava ve mis gibi çiçek kokularının tadını çıkarmak istiyordu. İnsanların ona gösterdiği sahte ilgiye katlanamadığında hep yürüyüşe çıkar. Hayatını normal insanlar gibi yaşamak istemişti ancak tek gördüğü acınacak halde olduğunun ona kanıtlandığıy. Dalgalı, sarı saçları rüzgârda öne doğru savrulurken yüzüne çarpıp duruyordu. Tam ayağını öne atarken işittiği korna sesi ile irkildi ve adımını geri çekti. Dalgın halde yürürken caddeye varğının farkında bile değildi. Yönünü değiştirip parkın olduğu tarafa dön ve kısa, ağır adımlarla ilerledi elindeki uzun çubuğu önünde tutarken. Çiçek kokuları daha şimdiden burnuna geliyordu. Aklına köyde yaşayan dedesinin çiçek bahçesi geldi. Ne kadar isterdi o renk tarlasına çocuklar gibi kendini bırakabilmeyi, gözleriyle onları algılamayı. İnsana sonsuz yeşillikte kaybolduğunu hissettiren Belgin yıllardır görmüyordu. Kırgınlıklarına rağmen gözlerindeki ışıltı hiç sönmemişti, yaşamayı seviyordu.

Sadece bunla da kalmıyor normal metinden devrik cümleye kontrolsüz geçişler, kişi zaman tutarsızlıkları ve daha birçok teknik hata kan kusmamıza sebep oluyor. Çok mu abartmış olacağım bilmiyorum ama istanbul trafiğine benziyor hikayenizin özellikle giriş kısmı. Bu sebeplerden öyküye ciddi bir editör eli değmeli ya da tekrardan elden geçirilmeli.

Bunun dışında, araya giren kısa karakter tanıtımları çok göze batıyor. Mesela;

Alıntı
Olağanüstü şeylere yeterince inanan küçük kız aynı zamanda çok zekiydi. Gördüğü şeyleri zihnine kazırken böyle bir manzaraya şahit olduğu için mutluydu.

Güzel bir balığın içinden çıkıp boğaza takılan bir kılçık gibi duruyor orada bu tanıtım. Elbette karakterlerinizi tanıtmalısınız veya bir parça da olsa bahsetmelisiniz ama bunu daha sessiz ve çaktırmadan yapabilmelisiniz. Hikayenin bir parçası olmalı karakterlerin tanıtımı arada verilen bir bilgi değil.

Son olarak da bir paragrafta bazen iki üç ayrı aksiyon geçirebiliyorsunuz. Bu, bazı yerlerde harikalıklar yaratmış olsa da dövüş sırasında "noldu ya" tepkisi verdirtip tekrar okumaya itiyor insanı.

Alıntı
Tüm planları alt üst olan uyuşturucu mafyası iki kişinin ellerinden kaçmasına sebep olduğu için namları yürüyen dörtlünün peşine düşmüştü. Sadece çetenin küçük bir parçasını oluşturan suçluların gözaltına alınıp, dört arkadaşın polis korumasında tutulmasına rağmen işler ters gitti. Bir gece yarısı dördü büyük bir gizlilik içinde, silah zoruyla arabalara bindirilip kaçırıldı. Uzun süre dayak yiyip, polislerle nasıl bir iş birliği içerisinde olduğu konusunda sorgulandılar.

MEsela burada kahramanlarımızın alemde isim edindiklerini polis korumasına alındıklarını ve bir baskınla toparlanıp kaçırıldıklarını tek bir paragrafa yazıp misafirliğine gidilen anneanne gibi ağzımıza tıkıştırıvermişsiniz. Doğru bu kısımlar hikayenizin asıl anlatmak istediği şeyler olmayabilir ancak en azından kaçırılmalarına özel bir paragraf ayırıp olayların sırasını takip etmemize izin verebilirdiniz. Böylece "ne oluyor satır mı atladım" paniğini yaşamamıza da engel olurdunuz.

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dört Adam
« Yanıtla #2 : 11 Mart 2016, 22:34:43 »
Öncelikle okuduğunuz için ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim. :) Her ayrıntıya dikkat etmeniz iyi bir okuyucu olduğunuzu gösteriyor.

Ne kadar özen göstersem de 1. alıntıda bahsettiğiniz zaman karışıklığı durumunu hep yaşıyorum. Yazarken kafam nerede bilmiyorum. Sonradan da fark etmiyorum. Belki de giriş kısmını çabuk geçip asıl konuya gelmek istedim. Tekrar gözden geçireceğim.

İkinci alıntınızda gerçekten garip durmuş cümle. Bu araya sıkıştırma durumlarını çok yapıyorum istemsizce. Kötü bir huyum da asıl anlatmak istediğim kısımların dışında kalan yerleri çabuk atlamak. O da yetersiz bir anlatıma sebep oluyor.

Aksiyon sahnesine gelecek olursam normalde daha uzundu bu son kısım. Ben başka forum etkinliği için yazmıştım bu hikayeyi. Kelime sınırı olduğundan bazı yerleri kısalttım. Buraya koymadan önce tekrar gözden geçirsem de uzatmak, derinleştirmek aklıma gelmedi.

Not: Ergen hikayelerinden nefret eden biri olarak o tarz şey yazmam asla. :)

Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dört Adam
« Yanıtla #3 : 15 Mart 2016, 19:24:06 »
Öncelikle elinize sağlık. (Yorumlar hep 'öncelikle' denerek başlamış, bozmadım :aww )
Hikayelerde zaman kipleri geçişlerini, yersiz devrik cümle kullanımlarını bende sıkça yapardım lakin kitap okurken artık kitabı daha çok inceliyorum. Nerede hangi kipi kullanmış, bir diğerine nasıl geçmiş... Bu benim size naçizane bir tavsiyem olsun.
grikunduz'un belirtmediği yazımla ilgili bir sıkıntım olmadı lakin ben öyküyü anlamakta büyük sıkıntılar çektim. Geçenlerde gördüğüm bir rüyayı okuyormuşum gibiydi, parça parça ve mantıksız. Mantık ne arar la bazarda, diye düşünebilirsiniz ama ben de sırf bu yüzden kafama takılan yerleri sorup yanıtlamanızı bekleyeceğim. (Benim seviyemde bir okuyucunun anlamaması hikayeyi, kendi mankafalığımdan kaynaklanmadığını da düşünmekteyim :) )
Hikayeyi okurken Belgin karakteri çok zayıf geldi bana. Görme engelli lakin parkta ilk kez çevrelendiği dört adama karşı korku yerine sempati besliyor. Açıkçası benim aklıma ilk gelenler kızı soyacaklar oldu, ikinci gelen ise: Belgin'in suçu ne?  :-\ Körlüğüne rağmen ayakkabı alması, resim çizdirmesi(resim çizmek duygusal bir taraf katmış kanımca)... Engeli hikayeye daha inandırıcı bir biçimde aktarılabilirdi.
Harun, Melih, Bekir, Kenan, bizim görme engelli kızın etrafında bulunan, aynı zamanda sonda ölenler bu adamlar. Hikayenin benim için açıklık kazandığı tek yorum, bu elemanların öldükten sonra Belgin'le konuştukları, ölümlerini ise sonradan okuduğumuz. Sondan başa giden bir hikaye gibi düşünmek istedim ama bu kısa bir hikaye için oldukça zorlayıcı bir biçim olurdu. Başarılı yazarlar da pek kalkışmaz sondan başa giden bir eser yazmaya. (Bu işin ehli sinema bence de.)
Eğer benim düşündüğüm gibi değilse nasıl oluyor da küçük kızın göremediği adamları, diğer herkes görebiliyor ve en sonunda çok ama çok hızlı şekilde gelişen olaylar çerçevesinde öldürebiliyor?
Açıkçası son zamanlarda daha iyi bir okuyucu olmaya çalışıyorum ve anlamadığım hikayeler beni hem utandırıyor hem de kızdırıyor. Doğrusu bu yorumu özelden yollamak istemedim değil ama benimle aynı duruma düşenler için güzel bir açıklama olması güzel olabilir hikayenin altında (olması gereken yerde).
Spoiler: Göster

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dört Adam
« Yanıtla #4 : 15 Mart 2016, 19:53:02 »
Elbette kafanıza takılanları sorabilirsiniz. Elimden geldiğince yanıtlamaya çalışayım. Yorum için teşekkürler. :)

Karışıklık kısmı tamamen benden kaynaklı. Nedense böyle yazmayı seviyorum. Bazen hikayenin ortasından, bazen sonundan başlarım. Aslında karışmaması için tarih vermiştim ama bir arkadaşın önerisiyle silmiştim sonra.

Hikayede dört adamı ve onların gizemini daha çok ortaya çıkarmak istedim. Belgin o yüzden geri planda kalmış olabilir. Belgin'in neden hemen adamlara ısındığı kısmına geleyim. O yıllardır etrafındaki insanların kendisine acımasından bıkmıştı. Yeni karşılaştığı ve iyi olduğunu hissettiği insanlara o yüzden hemen güvenmeyi tercih etti. Sadece hissetmesiyle alakalı, belki saçma gelecek ama.

Hediye ve resim kısmına diyeceğim pek bir şey yok. Belgin'i ilginç karakterli biri gibi düşünebilirsiniz. Normal biri gibi yaşamaya çalışıyor sadece.

Olay sırasına değineyim. Gerçekte bir süre önce adamlar ölüyor, bir şekilde dünyaya bağlı kalıyorlar. Bunun sebebini anlamaya çalıştıkları anda Belgin ile karşılaşıyorlar. Onun görmüyor olması da aralarında arkadaşlık başlatıyor. Küçük kız nasıl görüyor o zaman diyeceksiniz bir sebebi yok öyle istedim sadece. :) Hikayeyi üstte paylaştığım resimden yola çıkarak yazdığım için o anı hikayeye bir şekilde yansıtmalıydım.

Hikayenin neden kısa olduğunu zaten açıklamıştım. Değiştirseydim belki daha iyi olurdu. Bir de şunu açıklamak istiyorum. Hikayelerim biraz gariptir benim, dediğiniz gibi mantıksız görünen şeyler var. Ama ben belli anlatım tarzlarından ve kalıplarından çok sıkıldığım için biraz kafama göre takılıyorum. Belki olumsuz bir şey ama böyle yazmayacaksam yazmamayı tercih ederim. Hikayelerde hisleri ön plana çıkarmayı daha çok seviyorum. O yüzden kurguda bazen bilerek eksiklik/karışıklık bırakıyorum. Yine de eleştirileri göz önüne alacağım. :)
Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-