Merhaba @azizhayri
Dediklerine katılmakla birlikte bir şeyler daha eklemek istiyorum bu konuda. Türkiye ile başka bir ülkenin(örneğin ABD'nin) toplumsal ve ekonomik yapısında ciddi farklılıklar var. Önce bireysel bağışlara bakalım.
1) Olay aslında dinin örgütlenmesinde başlıyor. Yanlış anlaşılmasın, İslam şöyleyken, Hristiyanlık böyle demiyorum. İslam dini, bence diğer dinlerden daha çok yardımlaşmayı(fitre, zekat, kurban vs.) teşvik ediyor. Konu o değil. Mesele şu: ABD'de bağış kültürü ilk önce ibadethanelerden başlıyor. Orada ibadethaneler devlet korumasında değil. Devlet bütün din ve mezheplere aynı mesafede olduğu gibi hiçbir dinin hiçbir ibadethanesini finanse etmiyor. Kiliseler, camiler, sinagoglar ve diğer ibadethaneler kendi ayakları durmak zorunda. Hal böyle olunca insanlar gittikleri ibadethanelerin masraflarını da karşılıyorlar. Ve bundan yana sıkıntı duymuyorlar. "Burası benim ibadet ettiğim yer ise masrafları da bana aittir" diyorlar. Burada bir bağış kültürü oluşuyor ve siyasetten bilime, sanattan sosyal yardımlara kadar pek çok konuda insanlar sürekli bir şeylere bağış yapıyorlar. Başkanlık seçimleri bile bağışlar üzerinden yürüyor.
Gelelim laikliğin lafta kaldığı Türkiye'ye. Bizde camiler devlet koruması altında, din adamları devlet tarafından atanıyor ve maaşları devlet tarafından ödeniyor, su ve elektrik parası alınmıyor. Camiler belki de sadece yapım sürecinde bağışa ihtiyaç duyuyorlar. İnsanlar ister istemez bağış yapma kavramından uzak duruyorlar, hatta beleşçi yetişiyorlar. Halbuki o ibadethanenin bedavaya sağlanmadığını ve halkın vergilerinden akıl almaz rakamların Diyanet'e aktarıldığından habersizler ama bu başka bir konu. Kısacası bizde sistem insanları bağışa teşvik etmiyor. Ne gerekiyorsa sistem onu vergiyle istemesen de alıyor ama sonrası muallak.
Bu birinci fark nedeniyle ABD'de çok ciddi bir bağış yapma kültürü oluşuyor, eğer bir insan aşırı yoksul değilse gücünün yettiği ölçüde sürekli bir yerlere bağışta bulunuyor. KickStarter ve Indiegogo'yu yaratan da bu oldu.
2) İkincisi ise sizin belirttiğiniz şey. Bizde gazetelere yansıyan, günlerce gündemden düşmeyen, bağışların cebe indirilmesi olayları nedeniyle insanlar artık çeşitli kampanyalara bağışta bulunmuyorlar. Bağışta bulunanlar ise önce uzun uzadıya inceliyor, kılı kırk yarıyor. Mesela ben Indiegogo ya da KickStarter üzerinden gördüğüm bir kampanyaya bağış yapabilirim ama asla bunların yerli muadillerindekilere bağış yapamam. Güvenemiyorum çünkü. Aynı şekilde, bir felaket durumunda bir yardım kuruluşuna bağışta bulunacaksam yerli değil, yabancı(tercihen uluslararası) menşeili bir kuruluşu tercih ederim. Fakat çoğunluk bunu yapmaz, çoğunluk hiç bağış yapmamayı tercih eder.
3) ABD ekonomik olarak çok güçlü bir ülke. Dolayısıyla orta ve üst sınıflar sürekli bağışlara katılacak güce sahip. En yoksul sınıf bile kısmen bunu yapabiliyor. Fakat bizde yoksulluk çok daha derin, çok daha fazla yoksul var ve bırakın bağış yapmayı en temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyorlar. Hal böyle olunca bu insanlardan bağış yapmaları beklenemez.
4) Peki, orta ve üst sınıflarda neden bağış olmuyor diyebilirsiniz. Bunu şöyle izah edeyim: Sonradan gelişen ülkenin insanı da sonradan görme olur. Çünkü sonradan gelişen ülkelerin toplumsal ilişkileri çarpıktır. Ayrıca gerek ailede, gerekse okulda aldığımız eğitim bizi pek de tutumlu ve yardımsever yapmıyor. Geliri biraz artan insan hemen o parayı lüks tüketime harcıyor. Ev, araba, ev eşyası, elektronik eşya derken borca batıyorlar. Herkes gösteriş peşinde. Sadece orta sınıf değil, zengini de hemen görgüsüzlüğün dibine vuruyor. Bir şeylere bağış yapmak akıllara gelmiyor. Yapan da dostlar alışverişte görsün diye küçük bir miktar yapıyor ve bunu cümle alemin gözüne sokuyor.
5) Şirketlere gelince. ABD'nin şirketleri birer dünya devi. O kadar çok para kazanıyorlar ki hem yeni yatırımlar yapacak, hem ar-ge yapacak hem de çeşitli şeylere bağış yapacak güce sahip oluyorlar. Ve bağışlar yaparak halkla ilişkiler çalışması yürütüyorlar. İş adamları da o kadar büyük paralar kazanıyorlar ki "ben ne yapacağım bu kadar parayı" deyip servetlerinin en az yarısını dağıtmayı taahhüt ediyorlar. Elbette bu da gerçekte bir halkla ilişkiler çalışması ve samimiyetsiz ama asıl mesele, bunu yapabilecek güce sahip olmaları. Bizdeki şirketlerde bu güç yok. Çok düşük miktarlarda bu tarz projeler yürütüyorlar ve burada da çıkar ilişkileri devreye giriyor, hiç olmayacak yerlere destek oluyorlar(bkz. Turkcell'in ısrarla Ensar Vakfı'nı desteklemesi).
Bütün bu nedenlerden dolayı bizim Börü, harikulade bir proje olmasına rağmen hedeflediği rakamı hala yakalayabilmiş değil. Fakat bir Kuzey Amerika ya da Avrupa ülkesinde olsaydık o rakamı ilk bir haftada tuttururdu. Bence en baştan bağış için hedeflenen rakamı küçük tutup birkaç sponsorla anlaşma sağlamalılardı. Youtube'da bir iki bölümü hemen yayına sokup oradan gelen reklam geliri sayesinde yeni bölümler yapabilirler.