İki delikanlı, İstanbul'da bir çuha fabrikasında çalışmaktadırlar. Bunlardan birine -adına Memduh diyelim- her ay neredeyse kilolarca mektup geliyor memleketinden, ama Siyavuş diye isimlendireceğimiz diğer gence hiç mektup yollanmıyor.
Bir gün Siyavuş, dostunun mektuplarından birini satın almak için bir lira teklif ediyor ona.
Teklifi seve seve kabul eden Memduh, o ay hiç açmadığı bütün mektupları döşemenin üzerine saçıyor.
"Haydi, seç bakalım."
Siyavuş, zarfları uzun uzun inceleyerek içlerinden birini alıyor.
Gün boyu meraktan çatlayan Memduh, akşam işten döndüğü vakit, arkadaşına mektupta ne yazdığını soruyor.
"Bu seni alakadar etmez, dostum," diyor Siyavuş.
"Kimin gönderdiğini söyle en azından," diyor Memduh. Siyavuş bunu da reddediyor.
Şiddetle tartışıyorlar ama Siyavuş kararından dönmüyor.
Bir hafta sonra Memduh, mektubu iki katı para ödeyerek geri almak istediğini söylüyor. "Mektup bana ait ve ben de onu satmaya hiç niyetli değilim," diyor Siyavuş.
Memduh, ekmek bıçağını kaptığı gibi arkadaşının gırtlağına saplıyor. Çaresizce hırıldayan Siyavuş'un koynundan zarfı çıkarıp hınçla parçaladıktan sonra nihayet okumaya başlıyor.
"Kuaförlerinizin dahi ısrarla arayıp kullandıkları yegane briyantin. Necipbey briyantini."
Bir gülümseme yayılıyor kanla ıslanan dudaklarına.