Yavaşça soğuyan cansız bedenin kaybettiği her ısıyı teninde hissederken birkaç dakika önce yıktığı tavanın molozları arasında kıpırtısızca yatan kadının göğsü belli belirsiz inip kalkıyordu. Böğrüne saplanmış hançerin kavrayarak soğuk metali hızla bedeninden uzaklaştırırken Kiana keskin bir nefes aldı, sanki içine ne kadar çok hava çekerse hissedeceği acı o kadar azalacaktı. Ardından geniş odada mermere düşen metalin sesi yankılandı.
Cadı yaşadığı dehşet arasında, dışarıdaki arbedenin seslerini dinlerken yarasını eliyle kapadı. Tavanın çarpık deliğinden Lurd’un çocukluk odasının görünen bölümlerine dikili gözleri cam gibi parlarken kadın uzandığı mermerin soğukluğu sırtından göğsüne oradan da kalbine sızıyordu. Nefes almayı bıraksa tüm dertlerinden azat olmaz mıydı? Bir an bu fikrin kolaylığı cazipliği aklını çeldi.
Aghon’un normal olmadığını biliyordu ama bir kam olması ise beklediğinden çok öte, kaldırabileceğinden de fazlaydı. Birkaç hafta içinde yüzyıllardır bir cadının rastlanabileceğinden daha fazla Kam’a rastlamak ona nasip olduğu için mi yoksa binlerce yıldır vuku bulmadığına adı gibi emin olduğu bir cadı ve bir kamın ilişkisinin içinde kendisini bulduğu iç mi dehşete kapılmalıydı? Ya ihanete ne demeliydi? Tuzağa çekilmişlerdi, onların burada olacağı biliniyordu. Tıpkı şimdi ölü bir halde yanında yatan kadının birkaç gece önce Uyvar Kalesi’ne elini kolunu sallayarak girmesi gibi. Solgun dudakları son nefes öncesi, son arzular için aralanır gibi kıpırdadığında böğründeki acıyı hissizleşti ve dışarıdaki sesler uzaklaşırken içine çektiği nefes dudaklarında asılı kaldı.
Daria, önünde bir heykel gibi dikilen Aghon'u geçti ve bir zamanlar evin görkemli salonuyken birkaç dakika önce dövüşen iki ezeli düşmanın bıraktığı harabe ile yılların kimsesizliğini aratır vaziyetteki odaya girdi. Kız, kederle ağırlaşan dizlerini Kiana'nın hareketsiz bedeninin yanına bıraktı. Kimin olduğu belli olmayan kanlarla lekeli elleri kadının boynunu ve kıpırtısız göğsünü telaşlı bir şekilde yoklarken gözleri Cadı'nın taşları kadar siyah ama boş gözbebeklerine takılı kaldı.
Daria, omzunun üzerinden geriye hala o geniş kubbeli girişten içeriye adım atamayan Aghon'a bakarken "Nefes almıyor." dedi kederle. Kız, engelleri kolayca yıkılan gözyaşlarının ardından adamın sarsıldığını fark edemedi. Elbisesinin yakasından yakaladığı Cadı’yı sert bir şekilde silkelerken "Nefes al!" diye sızlandı.
Sonunda buzları çözülen Aghon’un ağır çizmelerinin yürüdükçe çıkardığı sesler arkasında yankılandı. Cadı’nın üzerine eğilen adamın yüzünün gevşediğini soluklarının rahatladığını fark edince Daria umutlanmasına engel olamadı. “Ne gördün? Yaşıyor değil mi?" diye soruları art arda sıralarken kızın elleri bu kez adamın deriden zırhını kavradı.
Aghon, yavaşça Daria’nın tutuşundan kurtulduktan sonra yerdeki hançeri aldı ve Cadı'nın bedenindeki kan lekelerini gözleri ile takip etti. "Sadece kendisini iyileştiriyor Daria, Cadımız birazdan kendine gelecek. Beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok" dedi.
Rahat bir nefes almak yerine “Nerden biliyorsun?” diye kuşkusunu dile getiren Daria gözlerini Kiana’ya dikmişti. “Bir cadının bu şekilde kendini iyileştirebileceğini nereden biliyorsun? Kaç kere bir cadı gördün ki?” bu kez bakışları kuşkuyla Aghon’u yakalamıştı.
Aghon, Daria’nın sorgusuna cevap vermek yerine eldiveninden kurtardığı parmaklarını Cadı'nın boynuna dayadı. Belli belirsizce kıvrılan dudaklarının bir gülümsemenin hoş biçimini almasına beyhude yere çabaladı. “Birazdan uyandığında sorularını ona sorarsın, Daria.” diyen adam Kiana'yı istemeden de olsa bıraktı. Diğer taraftaki Kam’ın cesedine yönelirken “Öfkesini göz ardı edebilirsek elbette.” diye mırıldandı.
Varsın essin gürlesin ama yanında nefes alsın diye düşünen Aghon’un, az önce odaya girmesine engel olan o korkuyu tekrar yaşamamak için yapabileceklerinin sınırı çoktan kalkmıştı. Kam’ın giysilerini karıştırırken bir kaç dakika önce soğuk terler döktüren korkularını da yüreğinden uzaklaştırdı. Ceset temizdi, üzerinde ne bir takı ne de özel bir eşya vardı. Sadece kemerine takılı deri iki keseyi dolduran keskin kenarlı demir parçaları bulabildi ve Kiana’yı yaralayan hançerin bir benzerini kadının çizmesinden çıkardı. Diğeri gibi ikinci hançere de el koydu ve metalleri yanına aldı.
Kiana uyandığında etrafında hiçbir silah bırakmamaya özen gösteriyordu göstermesine de Kam kadının ona ne söylediğini kim bilebilirdi ki. Odanın kapısında dikilen Orist'i görünce Daria'yı kadının başında nöbette bıraktı. Aghon, adamının geniş yüzünde keyfince yayılmış endişenin izlerini yakalamakta gecikmedi.
"Beş ölümüz var." diyen Orist, Aghon'u evin kapısına doğru takip etti. Ardından "Altı ağır üç tane de hafif yaralı." diye rapor etti.
Aghon, cevabı tahmin edebilse de "Onlardan sağ ele geçirilen var mı?" diye sordu.
Daha bahçeye çıkmadan adamların yaralıları yıkık dökük olsa da başlarının üzerine bir çatı sağlayan eve taşındıklarına şahitlik ettiler. Yollarından çekildikleri adamları Kiana'nın uzağında mutfak tarafına yönlendirdiler.
"Ölülerini arkalarında bırakıp yaralılarını da sırtlanıp kaçtılar, puştlar." dedi Orist, tiksintiyle.
"Ölüler gömülsün, onları da Kale’ye taşıyarak gücümüzü harcamayalım. Yaralılarla da ilgilenilsin. Bu gece buradayız." dedi Aghon, mutfağa girmeden geriye dönerek. "Bahçede ve dışında sık dönüşümlü nöbet tutulsun. Çatıya da bir gözcü gönder."
Orist kısa bir tereddüdün ardından "Onları da mı gömelim?" diye sordu şaşırarak.
"İçerideki kadın da dahil tüm ölüler gömülsün." diye tekrarladı Aghon. Orist'i merdivenlerin dibinde bırakıp Lurd'un çocukluk odasından geriye kalanları görmek için hızla üst kata tırmandı. Odadan geriye çok bir şey kalmamıştı, şömineye yakın zemin aşağıya inerken Lurd'un oyuncak dolabını da beraberinde götürmüştü. Yatak ve kitaplı kaşağıya meyletse de hala odanın içerisindeydiler. Şöminenin ateşi kora düşmüştü fakat bir süre önce şiddetle yandığı, duvarları siyaha boyamış islerden belliydi. Genç adam temkinli adımlarla içeriye girdi ve mümkün olduğu kadar ateşe yaklaştı. Kınından sıyırdığı kılıcı ile korları karıştırırken aradığını bulmakta gecikmedi. Cadı'nın ateşi ile şeklini kaybetmeye başlamış bir küpe teki çeliğinin ucuna geldiğinde onu korlardan ve küllerden ayırıp çıkarmak da zorlanmadı. Odadan çıkarken küpeden geriye kalanlar yavaşça ısısını kaybederek cebinde sessizce kayboldu.
Aghon, aşağıya indiğinde yaralıların taşınması devam ediyordu. Kendisini süzen askerlerin keyifsiz ifadelerini benzer bir sertlikle geri çeviren genç adam, şikâyetler daha kendisine ulaşamadan önlerini kesti. Oyalanmadan iki kadını bıraktığı odaya yöneldi.
Daria'nın dudaklarına dayadığı bir mataradan su içen Kiana, yaklaşan adamı fark etmekte gecikmedi. Daria gibi Aghon’un kıyafetlerinde, zırhında yağmurun ve muhtemelen düşmanlarının kanının izleri vardı ama en çok da yüzü Lurd'un odasından gönderdiği adamdan çok uzaktı. Matarayı uzaklaştırırken "Daria kaçtıklarını söyledi." diye herkesin bildiği durumu yineledi.
“Sağ kalanlar kaçtılar.” dedi Aghon, yanlarına gelip çömelirken bakışları kadının kesik kıyafetlerinden görünen teninde gezindi.
Daria, adamın bakışlarının takibindin çıkardığı sonucunda “Dediğin gibi, kendisini iyileştiriyormuş.” dedi bir nebze canlılık kazanan sesi ile.
Kiana dilene kadar gelen ‘beni öldürmek o kadar kolay değil’ beyanını yuttu sessizce. Ne beylik sözlere ihtiyacı vardı ne de birilerine bir şeyi ispat etmeye. Güneye inmeden de olduğu gibi artık tek amacı vardı, insanların birbirlerini yemesi umurunda değildi, içine atıldığı bu çamurdan çıkıp kardeşini kurtardığında hiçbir şeyin de önemi kalmayacaktı.
Kiana “Biraz dinlendiğimde daha iyi olacağım.” dedi Daria’yı rahatlatmak için.
Aghon “Daria, yaralılar mutfağa taşındı. Gidip yapabileceğin bir şey var mı diye bakabilir misin?” dedi, kadınla yalnız kalabilmek için.
Kiana, hızla sırtını dikleştirirken “Daria onların hizmetçisi değil. Eminim adamların kesiklerini kendileri dikebilirler.” dedi öfkeyle.
Daria’nın bakışları Aghon ile Cadı arasında gidip gelirken “Tamam, ben dışarıda beklerim. Sorun değil.” dedi öfkeli ebeveynlerini yatıştırmaya çalışan bir çocuk gibi. Girişe doğru yürürken de kaybolmalarından korkarcasına birkaç kere dönüp omzunun üzerinden bakmayı ihmal etmedi.
Kiana, Aghon’un destek olma çabalarını kibarca kabul ederek ayağa kalktı ve elbisesinin kirini üstün körü de olsa kontrol etti. Ayaklarının dibindeki Kam’ın açık kalmış gözlerine yukarıdan bakarken “O akşam köprüde saldıran kadındı.” dedi, sıkıntılı bir sesle. Eğilerek artık feri sönmüş o gözlere sanki kendisi öldürmemiş gibi kederle baktı ve onları yavaşça kapattı. Doğrulduğunda kendisini izleyen adama döndü. “Kadından Bendol’e ben bahsederim. O gece köprüde yalnız olduğumu ve kadını kaçırdığımı söyleyeceğim. General’in senin orada olduğunu bilmemesi, en iyisi.”
“Muhbir’in üzerime kalmasından mı korkuyorsun?” Aghon kadına yaklaşırken dudakları sözlerinin ardına sakladığı imalarla yukarı doğru kıvrılmıştı. Biliyor muydu, sorusu hala netlik kazanmamıştı.
“Bendol neden daha önce ona bildirmediğini sorgulayacaktır.” Kiana, bildiğimi anlamamalı dedi kendi kendine. Adamın kollarının onu sarmasına izin verirken acı çeken yüzünü o geniş omuzlara gömdü.
“Ya gerçekten içerideki muhbir bensem?” diye sordu Aghon, rahatlamanın verdiği ihtiyatsızlıkla. Öğrenmemişti.
“Beni öldürmek için birçok fırsatın vardı, değil mi?” Kiana’nın sesi gömüldüğü rahat kollardan dolayı boğuk çıkıyordu. “Ama yapmadın.”
“Evet, yapmadım.” diye mırıldandı Aghon. Kadının kollarını kavrayarak yüzünü görebilmek için kendinden biraz uzaklaştırdı. Yanağındaki kiri silmek için uzandı. “İnan bana seni canlı istiyorum.” derken o kalın sesi daha da boğuklaşmıştı. Yüzünü elleri arasına aldı ve öfkesiyle kendisini uzak tuttuğu ince dudaklara uzandığında girişten gelen yoğun öksürük sesi ile gözlerini kapadı. Elleri iki yanına düşerken bakışları ilerideki duvara kaydı. “Birazdan geliyorum Orist.”
Kiana, odanın yakınlarında sadık bir bekçi gibi ondan istenmemiş bir nöbeti tutan Daria’ya Orist’in komutanını sormasını duymuştu. Aghon’un öpmesine izin verip vermemek konusunda bocalayan zihni bedenini kontrol edemeden ani bir tepkinin yol açacağı sorulardan kıl payı kurtulmuştu. Hesapçı gülümsemesini utangaçlığın elinin ardına saklasa da sırtını girişe döndü.” Aghon’a yandan bakarken sarışın adamın kolay kolay kızarmayan yüzüne “Sorun değil, gidebilirsin. Ben iyiyim.” dedi.
Aghon “Seninle sonra görüşürüz.” diyerek inandırıcı olmayan tehdidini kadına gönderdi. Tam dönüp gidecekken “Unutmadan, Bendol’ün istediği bilgiyi alabildin mi?” diye sordu.
Kiana tereddütsüz “Hayır. Kadından fırsatım olmadı.” dedi. Adamın tepkisini ölçerken kendinden bir bilgi vermemeye gayret ediyordu. Aghon’un sessizliği üzerine “Nasıl olsa bu gece buradayız, değil mi?” diye sordu.
“Buradayız.” diyen Aghon’un gözleri merakla kısılmıştı.
Kiana “Daha vaktim var o halde.” diyerek omzunu silkti.
“Küpe yanında mı?” diye soran Aghon elinin cebine doğru gitmesine engel oldu.
“Elbette.” diyen Kiana, dönüp çıkışa doğru yürüyen adamın arkasından zehir gibi bir gülümse gönderdi.
****
Büyük evin ikinci karındaki odalardan birini mesken tutan Kiana, Lurd’un yerini öğrenmek paravanının arkasında kendisine ait bir saatin garantisini elde etmişti. Geniş odanın bir zamanlar evin sahiplerine hizmet ettiği büyük şöminesinden ve tozlarla kaplı eskimiş ama yine de gösterişlerinden bir şey kaybetmemiş mobilyalarından belliydi.
Şimdi şöminedeki ateşi besleyen ahşap küçük mobilyaların çıtırtıları arasında odadaki tek ses Kiana’nın elbisesinin geniş eteklerinin hışırtısıydı. Büyük sandığın içindeki bazı kadın kıyafetlerinin şaşası ile kaşları yükselirken yıllar önce Lurd’un ve ailesinin aceleyle evlerini aceleyle terk ettiklerine hükmetti. Elbiselerden birini alarak yanması için şömineye fırlattı. Tutuşan kumaşın ise dönüşen dumanlarını izledi, artık bu mekanda onu giyecek bir insan evladı yoktu.
Eteklerinin kirlenmesine aldırmadan ateşin dibine diz çöktü. Fısıltı düzeyinde tutmaya gayret ettiği sesinden dökülen emirlerle ateş biraz daha yükseldi, geriye sadece elbisenin biçiminde kara bir görüntü alevlerin arasında kaldı. İnce uzun parmaklarını ateşin ortasına uzattı. “Ecem!” diye seslendi. Ateş bağrındaki elden habersiz yanmaya devam ediyordu.
“Sevgili Kiana.” Çok geçmeden Kiana, kraliçesinin berrak sesini duydu. “Umarım Mickal yeni bir densizlik yapmamıştır.”
“Minnetimi kabul edin Ecem.” dedi Kiana, sanki görüyormuşçasına başını göğsüne eğerken. “Sayenizde o günden beri başka bir durum olmadı.”
“Sevgili Cadı’m. Bana sunduğun hizmetlerin karşılığında daha iyisini elde edeceksin. Çok yakında.” diye güzel günler vaat eden Biritriel’in memnun gülümsemesi sesiyle Cadı’nın kulaklarına doldu.
Kiana, “Lurd’un yerini buldum.” dedi değerini arttırmaya çalışarak. “Boal Dağı’nda saklanıyor.”
Ateşten bir kahkaha yükseldi memnuniyetle. “Yapabileceğini biliyordum. Sen benim en güçlü cadımsın Kiana. Sana güveniyorum.”
“Ecem bir şey daha var.” Kiana, ateşin içindeki elini yumruk yaptı. “Bir Kam.”
“Kam’lar yüzyıllar önce yok edildiler, Kiana.” dedi Kraliçe uyaran bir ses tonuyla.
“Bugün bir Kam’ı öldürdüm.”
Uzun süren sessizliği Kraliçe’nin artık normale dönmüş sesi bozdu. “Emin misin?”
“Evet. Baskına uğradık ve içlerinden birisi Kam’dı.” Kiana gelecek yanıtı beklerken saniyeler geçti.
“Kadının cesedini istiyorum. Onu bana gönder Kiana.” Biritriel’in sesi kesildiğinde Kiana konuşmanın bittiğini var olmayan bir kapının kapanma hissi ile algıladı.
Daria dakikalar sonra onu bulduğunda hala ateşin önünde sessizce oturuyordu.
Not: Zamansızlıktan başlardaki bölümler kadar sık ve dikkatle yazılarda düzeltmeler yapamıyorum. Yazım hataları ve anlatım bozuklukları var ise şimdiden affola. Heyifli okumalar 