Kayıt Ol

Bozkır Hakkında Yazdığım Şiirik Masallar

Çevrimdışı Ayata

  • *
  • 8
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Bozkır Hakkında Yazdığım Şiirik Masallar
« : 25 Ağustos 2016, 02:01:19 »
Merhabalar herkese. Burada çoğu kişinin hayali olan yazar olma ve yazma tutkusu bende de var fakat işin gerçekçilik yönüne baktığımda bu iş öyle kolay değil. Önceden de yazmış olduğum hikaye, denemeler var. Bunların hepsi bir seviye olarak düşünülebilir, şu an geçirdiğim seviyeyse zamanın işleyeceği dünyadaki altyapılar ve onun hakkındaki söyleşiler. Her gün biraz yazdığım şiirik masallarımı sizlere aktarmak istiyorum.

İlki:


Han, Ozan ve Şaman Hakkında

I

Bir gün bir ozan,
Bozkır dolu bir diyara varmış
Güneş tepede kalmış
Ağaçlar tek tek yırpanmış
Ne yerde ot
Ne gökte bulut kalmış

Bir köye vardığında ozan
Halk mutsuz imiş epey hallice
Ekin mi kalmış, hayvan mı
Ozan çalmış sazını
Vurmuş tele yakmış abayı

Köyün ortasından geçerken
yaşlı bir şaman,
Dönüp demiş: “Ozan,
Git buralardan ey bozkır ve toprak oğlu
Tengri kızgın ot puslu
Sevmez bu halk sanatı seven namusluyu

O an anlamış ozan ve bırakmış sazını
Bir Türk hanlığında olduğunu fark etmiş
Geldiği köyün dışına doğru
Toprağa baka baka yürümüş ozan
Şaman ise izlemiş onu
Ve ozan köyden uzaklaştığında
Çıkıvermiş önüne bir anda

Ozan irkilmiş ve donakalmış
Şaman tekrar gözden kaybolmuş
Onla konuşup konuşmama konusunda kararsızmış
Ozan ise korku ve merakla bozkırın
Kara topraklarında ilerlemiş

Farklı bir köy bulma umuduyla yürürken
Bozkırın ortasında bir ağaç görmüş
Epey de yorgun imiş
Biraz dinleyim diyerek ağaca varmış
Ozan matarasındaki sudan bir yudum almış
“Yol bilinmez, uzun ve zor
Bitirmemek gerek erzağı
Sonra neylerim bu topraklarda”

Korkuyor imiş o Türkler’den
Başka bir diyardan geliyormuş bizim ozan
Türkler’i sevmeyen bir halk
Onlar hakkında yalanlar anlatılan bir ülke imiş
Bizim ozanın memleketi

Kaybolma korkusu,
Uykusunu bastırıyormuş
Ağaca dayadığında sırtını hissedememiş ağacı
Ağaç falan yokmuş aslında;
Bir göz yanılması mı nedir?
Korkmuş tekrar ve ayaklanmış
Gördüğüyse tekrar uzun bozkırmış
Oyun mu oynuyordu şaman ona
Yoksa beyni mi karamsardı

         II

Ozanın gelip geçtiği köyde
O şamanın korkuttuğu ozan boşa uyarılmamış meğer
Hanın iki oğlu da ölmüş hastalıktan
Koca bir hastalık imiş,
Çoğu şehri yok etmiş neredeyse
İnsanların hepsi korkar olmuş,
Ne dinleyecek türkü istekleri
Ne de yabancıya verecek güvenleri kalmış

Han dertliymiş,
Yaşı olmuş altmış ne oğlu
Ne bir varisi kalmış
N’apsın ki bu han, kalkmış tahtından ve
Yürümüş koca bozkıra doğru
Almış atını, def etmiş herkesi başından
Dertli bir başına atı Abçar ile
Gitmişler toprakları bile bile
Varmışlar koca bir derenin dibine

İnmiş atından han
Boyu uzun iriyarı birisiymiş
Fakat artık ne umudu ne de isteği kalkmış yamaya
Dereye yaklaşıp baktığında suya
Görmeyi beklediği yansıması yokmuş aslında
Görememiş herhangi bir yansıma
Bir büyü müdür ilüzyon mudur diye sormuş kendisine
Gözlerini kapatıp açmış fakat yine görememiş
Ölüyüm ben artık
Ne yaşayayım bu Acun’da demiş
Ve tam atacakken kendisini sulara
Oradan geçen genç ozan koşmuş yetişmiş
Hanı tutmuş sürüklemiş kenara

Han ağlıyor imiş ozan onu engellediğinde
“Ey genç derviş,
Neden engel oluyorsun benim kaderime?
Nasıl boş ise koca bozkır
Ruhum da terk etti beni bu saatte
Tengri kabul etmez
Böyle bir hanı sevemez
Gayrı sal beni gideyim
Şu soğuk sularda boğulayım
Ne halkım ne de Acun bilsin
Kötü bir han gitmiş olur
Ey derviş ey!
Ne yapayım de bana
Şu sulara kendimi atmaktan başka ne kaldı ömrümde”
Sözlerini söylemiş
Büyük bir acının içinde olduğundan şüphe yok
Ozan bakmış hana ve demiş sözlerini:
“Bir yağmur gibi ey koca han
Sen bu topraklarda kalman lazımdır
Yağmur gibi gereklisin Türk hanı sen
Sizi bana barbar olarak anlattılar
Ne duyguları vardır dediler
Ne acıları
Söyle bana han, nedir seni bu denli öldüren”

Han dönmüş ozana garip gözlerle:
“Bilmezsin sen nedir bu topraklar olan
Koca bir hastalık var buralarda
İki evladımı yitirdim
İki varisimi-kendimi yitirdim
Ölümü kazandım artık kollarımda
Bedenimin her köşesinde sezerim bunu
Ne bir şans bu
Ne bir şanssızlık
Bu koca bir lanet
Kurtulamam artık bundan
Yaşım geçti altmışı
Ölüm çalmadı kapımı
Tengri kızgındır bana
Bilirim ne cevap verir çağrılarıma
Ne de kestiğim kurbanlara
Bilmez misin ne denli bir haldir bu
Ne yapayım”

Ozan suspus olup dinlemiş hanı
Diyecek pek bir şeyi de yokmuş aslında
Bir türkü söylese miydi
Yoksa sazını da alıp gidip varsa mıydı bu diyardan
Nedir bu toprak, nedir bu güneş
Göklerde yaşayan Tengri midir
Yoksa insanın kendisi midir
Bir süre beklemiş genç ozan ve demiş:
“Ey koca han
Ne gelir ki elimden,
Yıkılmış olan yüreğindir hanlığın değil
Tanrı öyle uygun görmüş ise
Elden  gelmez bir şey
Bekleyip zamana inanmak gerek
Ne size öğüt verecek yaşta
Ne de sözlerinizi kesecek yaştayım han
Bırakmak gerek ölümü,
Elbet gelecek vakit ve Tanrı alacak
O hiç sevmediğini sandığın canını
Anlarsın belki o vakit
Ne kıymetlidir, ne vazgeçilmezdir o can”

Han, duyguyla bakmış ozana:
“İstersen ol benim evladım,
Geç tahtıma genç ozan
Pek akıllı birine benzersin
Olursun evladım, kabul etmez misin
Koca bir bozkır devleti ellerinde olur
Kanım kanın olur
Ekmeğim ekmeğin olur ne dersin
Kabul et genç ozan”

O arada arkada onları gizlice izleyen şaman,
Çıkar birden ortaya ve hanın canını alıverir
Gizemli sözleriyle ozana bakar:
“Öyle istedi, olacak
Sensin bu toprağın hanı ve efendisi
Atların kişnesin
Halkın gülsün
Askerlerin selam dursun genç han”
Ozanın halini anlatmaya ne kelimeler yetermiş
Ne resimler
Ozan adımlarıyla geriye doğru kaçmış
“İstemem ben, istemem!
Pis şaman sen nesin
Koca kara bir iblismişsin meğer”
Şaman gülüp geçmiş,
Amacı yıkmak mıymıış bu toprakları
Yoksa birisinin amacı uğruna mı çalışmakmış

Ne yapmıştı ki bu ozan
Aslında onla alakası yokmuş bu işin
O şaman şeytanın evladı imiş
Yıkmak için gönderilmiş bu Türk hanlığını
Başarmış yaptığı işi
Ve hanlık kalınca lidersiz
Koca bozkırın altında ezilip kalmış


Not all those who wander are lost.