Kayıt Ol

Son Akşam Yemeği

Çevrimdışı Ophiel

  • *
  • 26
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Son Akşam Yemeği
« : 30 Haziran 2016, 18:32:19 »
                                         
Son Akşam Yemeği   
                                             



  Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım.  Gözlerime çarpan şey, beyaz komidindeki  eski resim olmuştu. O resim, beni uyurken daha mutlu olduğum gerçeğiyle yüzleşmek zorunda bırakıyordu. O resim; unutulmayan geçmişimdi, unutamadığımdı. Hatıralar yine gözlerimden akmak için çırpındı, bense buna hemen mani oldum. Ağlayamazdım asla ağlamamalıydım. Güçlü olmalı, bundan sonraki hayatımda güçlü olarak yaşamalıydım. Erkekler ağlamaz diye mırıldandım kendi kendime. Sonra bu sözün saçmalığını düşündüm. Kadınlardan bile daha çok ağladığıma emindim. Gizli gizli ağlardım ben çocukluğumdan beri.

  Kederle karışık bir nefes aldıktan sonra yatağımdan doğruldum. Konuşacak mecalim olmamasına rağmen işe gitmeliydim.  Bir devlet okulunda üç yıldan beri çalışıyordum. Gerçi artık ben, zar zor bulduğum işimi de sevmiyordum.  Doğrusu  bu düşünce sırıtmama neden oldu. Ben neyi seviyordum ki? Sevmeye çalışmak da nafileydi. Boşuna bir şeyler için çabaladığımı düşünerek günlerim geçiyordu sadece. Rüzgara kapılmış kuru bir yaprak gibiydim. Hayat nereye sürüklüyorsa oraya doğru gidiyordum, besbelli boğulmak üzereydim. Ancak yeni yeni fark etmiştim ki kurtulmak adına bir iş yapmadan boğuluyordum. 

  İşte, yine her zamanki gibi boş geçen çalışma hayatımın ardından,  kendimi bu kez otel odasında değil de; sahil kenarında buluvermiştim. Bu, yorgun bedenime az da olsa huzur verecek gibi geliyordu. Üstelik yorgun olan sadece bedenim  değildi, ruhum da yorgundu benim ve en sonunda ruhumun yıpranmışlığında ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim. Bir an karşımdaki masmavi denizin akıntısına kapılıp gitmek isteğiyle doldum. Kıyıya çarpan dalgaların çıkardığı ses ve denizin o mis kokusu beni benden alıp kendine çağırıyordu. Ancak çok geçmeden beni çeken bu istek hızlı bir şekilde öldü. Üşüdüğünü yeni anladığım ellerimi kahverengi paltomun cebine sokarak yürümeye başladım. Kol kola girmiş yaşlı bir çift, babasının elini tutup gülümseyen küçük çocuk... Gözlerime çarpan bu mutlu insanlara artık kızgınlıkla bakmıyordum. Hem kızmaya da hakkım yoktu, olamazdı. Bir şeyleri kaybetmem yüzünden tüm dünya benimle birlikte kan ağlayacak değildi.

   Hikayemin ironik yanı ben böyle bir akşamda kaybetmiştim her şeyimi. Gökyüzü daha yeni yeni kararıp paketimdeki tek sigarayı içerken, dünyam bir anda başıma yıkılmıştı. Önce çalıştığım özel  şirket iflas etmişti. Beş parasız, evsiz, yurtsuz ortada kaldığımda yüreğime inen asıl darbe bu değildi. Asıl darbeyi karım, kızımı da alıp beni terk ettiğinde yemiştim.

    Doğrusu ben en başından beri karımın beni sevdiğini de düşünmezdim. Ona dokunmama bile katlanamazdı, gözlerine ne zaman baksam sevgi değil aksine nefreti görürdüm. Bizimki yedi sene önce aileler aracılığıyla yapılmış görücü usulü bir evlilikti. Üstelik sonradan öğrendiğime göre, karımın önceden sevdiği biri vardı. Eşimin gözlerindeki nefretin nedenini şimdi anlayabiliyordum. Bana hiç bir zaman ona baktığı gibi bakamıyordu demek ki. Haklıydı, ben onun hayallerini yerle bir eden adamdım. Mutluluğunu çalmış, yüreğinde asla taşıyamayacağı bir adamla günlerini geçirmesine sebep olmuştum. Evliliğimizin temeli zaten sağlam olmadığı için rüzgarda yıkılması da kaçınılmaz olmuştu. Artık bu olanlara eskisi kadar üzülmüyor, karımı da pek özlemiyordum. Yüreğimi buz gibi bırakmış ve ardına bile bakmadan gitmişti.  Şu an tek özlediğim, yüzünü bile göremediğim biricik kızımdı. Ona bir kez daha sarılmak için neleri vermezdim...

   Damlalar birer birer yüzüme düşmeye başlayınca yağmuru fark ettim. Yağmuru severdim, ondan kaçmak için deli gibi uğraş verenlerden biri olmadım hiç bir zaman. Fakat bu defa hastalanmaktan korkup fazladan masraf çıkartmamak adına kaldığım yere doğru ilerliyordum. Ellerimle, ıslanmış saçlarımı geriye doğru attım. Üşüyor, iliklerime kadar üşüdüğümü hissediyordum. Yürümeye devam ettiğim sırada, yağmurun ortasında öylece dikilen yumurcak çocukluğumdaki bir olayı aklıma getirivermişti. Küçücükken yağmurla dans etmek için sokağa fırlayışım ve beraberinde annemin beni azarlayan sesi...Şimdi çocukluğuma baktığımda bunların hepsini deli gibi özlüyordum. 

   Otele vardığımda karanlık çökmüştü. Yağmur bulutları hala semayı işgal ediyordu. İçimde bir huzursuzluk,  kızım olmadan geçen üç yılımı düşünüyordum. Akşam yemeğinde tek başıma oturup aklım bin bir şeyle meşgulken, beklenmedik bir şey oldu. Masama  tanımadığım, daha önce yüzünü bile görmediğim bir adam oturup kendisine yemek söyleyiverdi. Dahası kırk yıllık ahbabıymışım gibi elini omzuma atıp benimle konuşmaya başlamıştı bile.

"Hayat sürprizlerle dolu tuhaf bir yer, öyle değil mi dostum? Anlam veremediğimiz nice olaylar var. Peki başımıza gelen iyilikleri çabuk unuturken, kötülükleri niye kolayca unutmayız? Bu zihnimizin bize bir oyunu olmalı."   

   Yabancıya gözlerimi kısarak bakmakla yetindim. Başımda yeterince dert varken, besbelli sarhoş olan bu adamı çekmek niyetinde değildim. Masadan fırlamak için hamle yaptığımda kolumu sıkıca tuttu. O esnada neye uğradığımı şaşırmıştım ve öfkeden gözlerimin parladığına emindim.

"İnsanoğlu pek sabırsız yapıda. İki cümlenin sonunu bile duymaya vakti yok. Her şeyden kaçarak kurtulacağını sanıyor. Besbelli yanılıyor, ama ne korkunçtur ki farkında değil."

  Yeşil kravatlı, siyah takım giymiş adama dik dik baktım ve konuşmaya başladım. Zehrimi ona akıtacak, laflarının havada asılı kaldığını söyleyecektim.  Böyle insanlardan oldum olası nefret etmiştim. Karşıdakinin neler yaşadığını bilmeyen ama buna rağmen atıp tutanlar sadece tiksinmeme sebep olurlardı. Bu adam da onların bariz örneğiydi. 

"Dinleyecek kimsesi olmayınca susar insan ya da anlayacak kimsesi olmayınca. Ben de bir dünya dolusu sustum. Susmak bir kaçış değil, nefes alma aracım oldu ve yaralarım var benim. Sizi bilmem, ama bana göre bazı yaralar hep saklı kalır yürekte. Anlatılsa yara deşilir,  kanamaya başlar, taze kalır hep. Anlatılmayınca da hissedilir, acıtır. Yaranın kapanması imkansızdır. İnsan mecburdur  yaralarıyla yaşamaya. Ben de buna mecburum, yaramla yaşamalıyım." 

 Yeşil kravatlı adam sözlerime gülümsemişti. Masama yaklaşan insanları işaret etti, neler olduğunu idrak etmeye çalışıyordum. Masaya ilk, durmadan gülen kırmızı elbiseli bir kadın  oturmuştu. Kıvırcık ve siyah saçlarıyla oynayıp duruyor, etrafa kocaman gülücükler dağıtıyordu. Mutlu  olan insanları görmek bana tuhaf hissettiriyordu. Uzun zamandır tatmadığım bir duyguyu tadıyorlardı. Kıskanıyordum, evet evet bu yüzden onları kıskanıyordum ben. Yine haksızlığa uğradığımı düşünmeye başlamıştım. Ben gülemezken başkalarının kahkahalarını görmek de istemiyordum. 

  Kırmızı elbiseli kadının ardından somurtkan, en ufak şeye bağıracakmış gibi duran bir adam  ve beraberinde de bir kaç kişi masaya geldi...Gözlerim suratı sirke satan adamla karşılaştığında, karımın bana nefret dolu gözlerini tekrar üzerimde hissediyormuş gibi ürperdim. Gözlerimi çektiğimde, "Hayat güzel şey, nefes almak eşsiz...Dünya bakmasını bilirsen cennettir." dedi kırmızı elbiseli kadın. Dudaklarımı kemirerek lafa atlayacakken masanın bir kenarından ses geldi. "Ben hep cehennemi gördüm." 

  Konuşan adamın tamamen siyahlar içinde olması dikkatimi çekmişti.  Sanki içinde bir matemi taşıyordu. Beni şaşırtmaya neden olansa düşüncelerimi dile getirmesiydi.

 "Kara," dedi oldukça somurtkan adam. "Cehennem kendi içimizde. Kendi ellerimizle var ettik biz onu."
 
   Elimde olmadan hak verdim, kendi cehennemimi inşa etmiştim. Çevrem de yüreğimde iyi şeyler barınmasına engeldi. Küçüklüğümden beri bu böyleydi. Ne zaman gökyüzüne sevgiyle baksam kara bulutları görürdüm. Yağmura koşsam bu kez de güneş parıldardı. Dünya benimle dalga geçiyor olmalıydı.
 
"Saçmalık," diye lafa atıldı adının Umut olduğunu söyleyen kadın. Bu kez herkesin dikkati ona kaymıştı. "Yağmur yağsa da ardından muhakkak gökkuşağı çıkar. Gece olsa da ardından gündüz olmaz mı, peki ama karalara bağlanmak neden?"   

 İşittiklerim üzerine küçük bir şaşkınlık yaşadım. Dile getirmediğim düşüncelerime sanki duymuşçasına cevap vermişti.

"Boş laflar, yersiz umutlar. Sen umut etmeye devam edersin de dünya sana adil davranmaz. İşte bu yüzden de nefret etmeyi seçtim. Çünkü nefretten başka hiç bir şey işe yaramıyor. Dünya lanet olası bir yer. Umut edilecek güzel şeyler eskimiş, ölmüş artık." dedi  uzun süredir konuşmayan adam. Üzerinde rengi atmış basit, siyah bir ceket vardı. Suratının rengi hayalet görmüşçesine beyazdı. Bir an durup açık kahverengi gözlerine baktım, her şeyden bıkmış gibi bir hali vardı. Kendimi ona benzetmiştim elimde olmadan. Şu an iliklerime dek işleyen duygunun adı nefretti. Daha önce hiç hissetmediğim kadar iyi hissediyordum onu. Her şeyden, herkesten kaçıp kurtulmak istiyordum. Bir çift söz, iki insan görecek halim kalmamıştı.
 
 Umut, dudak bükerek az evvelki adama baktı. Düşünceli bir hali vardı, belki de bir şeyler söyleyecekti. Nitekim tahminim doğru çıkmış, kısa süreli sessizliğin ardından konuşmaya başlamıştı. Bakışlarındaki ateş içimi eritiyordu sanki, ürpermiştim. 

 "Gözlerini kapatıyorsun ve güneşi göremiyorum diye gökyüzüne lanet ediyorsun. Oysa gözlerini açsan güneşi göreceksin. Belki de sadece şikayet etmeyi seviyorsun. Nefret etmek  kolayına geliyordur. Bir şeye, bir kimseye sevgiyle bakmak yerine hemen karanlık taraflarını görmeye çalışıyorsun. Sen sevmeyi biliyor musun ki? Dünya üzerinde sadece senin mi yaraların var? Acılarına sarılıp onları yüceltmeye mi çalışıyorsun ya da?"

 Umut bu sözleriyle zihnimi adeta delip geçmişti. Düşünmeye başladım birden. Neden nefret edecektim, gerekli bir şey miydi bu, bana ne faydası vardı? Cevap sırıtmaktaydı, biliyordum. Hiç bir faydası yoktu nefret etmenin. Duygularımın, zihnimin yıkımına neden oluyordu. Kararımı ansızın verdim; bundan sonra sadece kızımı, sevgiyle anabildiğim tek varlığı, düşünecektim.

 Masama ilk gelen adam konuştu bu defa. Adı Erdemdi, herkesi sabırla dinledikten sonra dudaklarını araladı. Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadan konuşuyordu. "Nefret, öfke, umut, sevinç ve keder; hepsi insani duyguların, insan olmanın  gereği. Ancak nefret ve öfke en sonunda yer bitirir insanı. Tıpkı bir hastalık gibi yavaş yavaş ilerler, gizlenir ve uçurumdan düşürmeden belli etmez kendini. Hem nefret etmek niçin, zehirlenmeye olan bu arzu neden? Nefret yok edilmeli, yok edilmeli ki insan ruhu bu nefret hastalığından çürümeden kurtarılabilmeli. " 
   

                                       
-son-

Çevrimdışı Ecthiel

  • *
  • 8
  • Rom: 0
  • Hodie Mecvm Eris İn Paradiso
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #1 : 30 Haziran 2016, 18:50:33 »
Çok güzel bir yazı olmuş. Duyguları kişileştirip karakterle konuştuğu bir eser daha önce okumamıştım. Genelde hep ana karakterin zihninde kendi kendi ile yaptığı konuşmalar olurdu ama bu yazıda değişik ve güzel olmuş. Öyle ki daha uzun ve birkaç bölüm olarak da yazılabilirdi. Yüreğine sağlık  :melk :melk
...but i'll keep coming..

Çevrimdışı Ophiel

  • *
  • 26
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #2 : 30 Haziran 2016, 18:57:56 »
Değerli yorumların için çok teşekkür ederim, beğenmen beni çok mutlu etti. :) Duygulara değinmeyi severim bildiğin gibi, farklı şeyler yazmak istemiştim, aklıma bunu yazmak geldi ben de yazayım dedim. Tekrar teşekkür ederim.  :aww :aww

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #3 : 01 Temmuz 2016, 13:44:59 »
Samimi bir öyküydü. Ağır ilerleyerek, sindirerek yazmışsın. Bir parça daha uzun olabilirdi, öyle daha vurucu olurdu sanki. Diyalogları sevdim. Bazı cümleler oldukça hoşuma gitti, ders verir nitelikte. İç çatışma güzel yansıtılmış. Ellerine sağlık Eloa. :) :)
Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-

Çevrimdışı Ophiel

  • *
  • 26
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #4 : 01 Temmuz 2016, 20:17:51 »
Kıymetli yorumların için çok teşekkür ederim, Mavi.  Evet, öyküyü uzatabilirdim ancak içime sindiği gibi olmamasından ve öyküyü bozmaktan çekindim. :) :)

Çevrimdışı Müstehzi

  • *
  • 38
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #5 : 02 Temmuz 2016, 18:54:57 »
Masaya birilerinin doluştuğu an, karakterin çoklu kişilik bozukluğu yaşadığını sanıp ellerimi ovuşturmaya başladım. Severim psikolojik zımbırtıları. Tabii olay pek beklediğim gibi değilmiş, bir nihayete kavuştu mu kavuşmadı mı ondan da emin değilim. Güzel cümlelerle bezenmiş yarım bir öykü gibi geldi bana. Benden önce eleştirenler de belirtmiş, tekrarlamakta fayda yok cevabını vermişsin. Sevdiğim kısımları vardı, eline sağlık.
“Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.”
- Fernando Pessoa

Çevrimdışı Ophiel

  • *
  • 26
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #6 : 03 Temmuz 2016, 14:13:33 »
Öncelikle öyküyü okuyup yorumladığın için çok teşekkür ederim. Psikolojik öyküleri, bilhassa çoklu kişilik bozuklarıyla ilgili öyküleri severim. Diğer karakterleri ana karakterin kişilikleri yapabilirdim ve sanırım biraz da kilişe olurdu. Daha evvel de belirttiğim gibi farklı şeyler yazmak istemiştim.

Çevrimdışı Bay_Karamsar

  • ****
  • 865
  • Rom: 12
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #7 : 03 Temmuz 2016, 23:20:45 »
Hayatta çıkış yolu aramak üzerine kendini ikna çabası gibiydi. Baş karakterin, kendine ait duygularının dış dünyada ete kemiğe bürünmüş halleriyle tartışması; fiziksel dünyayı da iç dünyasının uzantısına dönüştürmüş. Öyküde yaşananlar, gerçeküstü bir hal alıp, karakterin gördüğü bir hayal olabileceği izlenimi edindiriyor. Öykünün tam olarak nasıl bir gerçeklik düzleminde aktığı belirsizleşmiş. İlk başta arayış içinde olduğunu düşündüğüm ana karakterin, iç dünyasının temsilleri olduklarını düşündüklerimce girdiği sohbetlerde (kendiyle sohbet mi demeli) verilen cevaplarda, bildiği şeyleri kendine hatırlatmaya yönelikte gibiydi. Ortada arayış değilde bilinen cevabı hatırlatmaya yönelik bir çaba var gibi. Görünürde bir cevaba ulaşılmış gibi bitsede, dönen konuşmaların karakterce baştan farkında olunduğu izlenimi, varılan cevabı içerik olarak manasızlaştımış gibi.

Çevrimdışı Ophiel

  • *
  • 26
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #8 : 04 Temmuz 2016, 12:16:57 »
Zaman ayırıp okuduğun ve yorumlarını belirttiğin için çok teşekkür ederim. Öyküde esas olarak yapmak istediğim şey karakterin iç dünyasındaki çatışmaları yansıtabilmekti, bunu da sadece ana karakterin aklından  geçen düşüncelerle göstermek istemedim. Karakterin farklı duygularının farklı düşüncelere yol açmasını, o duyguları ete kemiğe bürüyerek göstermeye çalıştım. Böyle yapınca da fark etmeden öykü gerçekliğini zedelemişim..

Çevrimdışı Bay_Karamsar

  • ****
  • 865
  • Rom: 12
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Akşam Yemeği
« Yanıtla #9 : 04 Temmuz 2016, 17:59:09 »
Karakterin farklı duygularının farklı düşüncelere yol açmasını, o duyguları ete kemiğe bürüyerek göstermeye çalıştım. Böyle yapınca da fark etmeden öykü gerçekliğini zedelemişim..

Bildiğimiz anlamdaki gerçekçilik değil de, öykünün oluşturmakla mükellef olduğu kendi sahiciliği diyelim. Sonuçta, okur ile hikaye arsında, kurgunun içerdiği tutarlılık ve inandırıcılık olduğu sürece kurgunun kurgu olduğunun gözardı edilmesi gerek. Burada anlaşmayı, öykünün içeriği bozuyor.

Öykünün derdini aktarmak için kullanılan yan karakterler, fiziki dünyaya aitken, adlarının ve konuşma tarzlarının, ana karakterin zihinsel dünyasına ait olmaları; öykünün mekansal dokusunu zedeleyen bir iç tutarsızlık yaratmakta. Öykü, fiziksel sınırlara dayalı dünyada yol alırken ortaya çıkan karakterlerin bu dünyaya olan uyumsuzluğundan doğan yapaylık, kurgunun kurgu olduğunu öykü içeriğiyle bir kez daha vurgulayarak, okurla olan bağını istemeden de olsa kopartmış.

Bu gibi çukurlara bir daha takılmamanın en iyi yöntemi gene yazmada gizli :).