Kayıt Ol

Yaşlı Adam

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Yaşlı Adam
« : 26 Ağustos 2016, 15:49:14 »
     YAŞLI ADAM

     Yaşlı adam, belleğinin bir köşesinde kalmış olan hayali, hoş bir anı olarak anımsadı. Mesleğe başladığı ilk yıllar hevesle geçmişti ama yaşı ilerledikçe kafasında emekliliğini hayal eder olmuştu.    

     “Uzun yıllar sonra emekli olduğunda sokaklarda elinde şık bir ağaç baston yürüyecekti. Çevresinde bulunanlar saygı ile kendisini selamlayacaklardı. Yanlarından geçtikten sonra -emekli Hasan Efendi geçti, kendisi yıllarca devletine ve milletine şerefle hizmet etmiş biridir-“ diyeceklerdi

     Evet, yine elinde bastonu vardı ama çevresindekiler saygı göstermeyi bırak selam bile vermiyorlardı. Her şey o güzel eski zamanlarda kalmıştı. Bugün, hayalini kurduğu yıllardaki insan ilişkilerinin küçük bir örneği bile yaşanmıyordu artık. Yaşlı karısına, hayat arkadaşına yapılanlardan sonra dünyadan umudunu tamamen kesmişti.
 
    Sakin hareketlerle, çöplük haline dönmüş köşede duran, çizikler içerisindeki kanepeye oturdu. Karanlık, ‘son sözü söyleyen benim’ der gibi hükmünü yavaş yavaş arttırıyordu. Yola çıkmadan önce iyi elbiseler giyinmiş öyle çıkmıştı dairesinden Emekli Komiser Hasan Bey. Çantasından peçeteye sarılmış bir paket çıkardı. Sıcak sandviçin kokusu çevreye yayıldı. Birkaç dakika içerisinde alaca karanlıkta gölgeler belirdi. Önce ürkek adımlarla çevrede dolandı bu gölgeler. Nefis sosis kokusu yayıldıkça, gölgeler yaşlı adamın oturduğu banka yaklaştı. Bir dakika sonra ise avının peşinde dolanan çakal sürüsünü andıran gölgeler, homurdanarak dağıldı. Nedeni ise karşı ağacın dibinde dikilmeye başlayan kendilerinden daha iri yarı iki gölgeydi.
 
     Yanına yaklaşan gençleri görünce, adamın yüzünde, sanki üzerinde çalışılmış gibi bir ifade belirdi. Amatör tiyatrocuların abartılı oyunlarını anımsatan bir korkmuş yüz haliydi bu. Aynı yüz ifadesini bozmadan elindeki peçeteye sarılmış paketi oturduğu bankın kenarına bıraktı. Bakışını kaldırınca önünde dikilen gençlerden birinin sırıtan yüzü ile karşılaştı.

     “Büfeciyi dinlemeliydin” dedi aynı sırıtkan yüz. Yaşlı adamın aklına, birkaç dakika öncesinde büfeyi işleten yuvarlak kırmızı yüzlü adamın sözleri geldi.

     “Baba, bu saatte buralarda dolu cüzdanla dolaşmak iyi değil” demişti. Adam cüzdandan çıkarttığı parayı büfeciye uzatırken
 
    “Bu gün ayın biri evlat” demişti. Sözlerinin anlaşılmadığını düşünerek sözlerine devam etmişti,    
 
    “Otuz yıl çalış ve üç kuruş maaşa talim et” der şikayet dolu sözcüklerle. Büfecinin karşısında çenesi düşmüş yaşlı adam vardı artık.

     “İnsanın evinde bekleyeni olmadığında, sağda solda daha çok vakit geçiriyor. Ayakları eve gitmemek için geri geri gidiyor. Eve gideceksin de ne olacak bütün uzuvlarından mafsallarından şikayetler başlayacak” demişti yanıt olarak. Tezgahın arkasında, bütün gün ayakta dikilmiş olan genç irisi adam yaşlı adamın yüzüne bakmıyordu. Biliyordu ki eğer adamın yüzüne bakar ya da sözlerini dinlediğini hissettirirse adam pencereden hiç ayrılmazdı. Bir yandan da içinde kendisini yiyip bitiren bir merak vardı. Bu yaşlı adamı bir yerden tanıyordu ama nereden.

     Kendisine uzatılan para üzerini alan takım elbiseli yaşlı adam elindeki paketi açtı ve çantasından çıkardığı sosu tosta döktü. Çevreye hoş bir koku yayıldı. Büfeci heyecanla atıldı
 
    “Amca sen tostuma ne yaptın” dediğinde, yaşlı adam ve tombul büfeci göz göze gelmişlerdi.

     “Bu, çok özel bir sos evlat” demişti. “İştah açıyor” diye eklemişti. Ardından da aklına yeni gelmiş gibi,

     “Bunu ayaküstü yemek olmaz. En iyisi parkta atıştırayım da eve öyle gideyim” deyip elindeki tostu tekrar kağıda sardı ve koluna astığı bastonunu eline alarak usul adımlarla yürümeye başlamıştı. En son olarak da büfeci boğuk sesiyle ardından seslenmesini anımsıyordu,

     “Amca bence parkta fazla oyalanma istersen, hatta tostunu da git evinde ye”  

     “Galiba büfeci Bey oğlum haklıydı” dedi mırıldanır gibi. Sözcükler ağzından dökülürken bakışları kızgınlık ve nefretle geçim kaynağı büfesinin karşısında boş boş dikilen iki gence bakıyordu.  

     Üzerlerinde deri ceketleri, ayaklarında burunları sivri, yumurta topuklu ayakkabıları ve ellerinde tespihleri ile karşı kaldırımda duran iki adamı o civarda tanımayan yoktu. Kendi ağırlıkları kadar suç dosyaları olan iki belalı mahalleliyi haraca kesmişlerdi. Küçük yaşta ilk sabıkasıyla tanışan iki kardeş suç işlemede adeta birbirleriyle yarışır hale gelmişlerdi. Hırsızlık, araba çalma, soygun, kavga, darp, gasp, adam yaralama ve adını kendilerinin bile anımsayamayacağı suçları işlemişlerdi. Polisler bile kendilerinden uzak duruyorlardı.  

      Parkın girişindeki büfeci, olanları belli etmemeğe çalışarak izliyordu. Önce karşı kaldırımdaki gölgeler hareketlenmişti. İyi giyimli yaşlı adamım az önce kaybolduğu yöne gidiyorlardı. Büfenin çevresinde, banklarda oturan serseriler kokuya ve tanık oldukları cüzdana doğru gidiyorlardı. En son daha ileriden büyükçe bir ağacın yanından iki gölge çıktı. Büfeci Kadri, nerede duyarsa duysun tanıyacağı, üzerine basılmış ayakkabıların hamamda çınlayan takunya sesini andıran seslerinin aynı yöne doğru uzaklaştığını duyunca aklına gelenlerin başına geldiğini anlamıştı. Ne yaşlı adamın ne de diğer berduşların şansı kalmamıştı.

     Aklına gelen ilk fikir polise telefon etmekti ama daha önce yaşananlar aklına gelince vazgeçti. Böyle bir durumda polis gelmiyordu, ancak bir kavga ya da bir arbede olunca geliyorlardı. Olaydan sonra ise kimse Tosun kardeşlere karşı tanıklık yapmaya cesaret edemediği için gelen ekip yalnızca tutanak tutmakla yetiniyordu. Yasaların yetersiz olduğunu bildikleri için serseriler bu kadar azıtmıştı.  Bu nedenlerden dolayı polisi aramakta vaz geçti. Kendi kendine,
 
    “Ah be amca” dedi. “Seni uyarmaya çalıştım ama anlamadın”


     “Hadi bakalım babalık” dedi gençlerden biri.

     “Az önce büfeci Kadri’ye hiç korkmadan gösterdiğin o cüzdanını bir de bize göster, gösterde içimiz açılsın. Günümüzün kesat gitmediğini anlayalım” diye sözlerini tamamladı diğeri. Adam sanki kendisine söylenenleri duymamış gibi yüzlerine baktı önünde dikilen iki gencin. Çevreye korku salmaya ve korku ile saygı görmeye alışmış iki genç göz göze geldiler bir an.

     “Bizi anlamadın galiba babalık” dedi gençlerden biri, sağ ayağını meydan okurcasına bankın üzerine çıkardı. “O, herkese gösterdiğin mübarek cüzdanının yüzünü bizden esirgeme” dedi. Kurduğu cümle kendini de şaşırtmıştı ki gülmeye başladı.

     Yaşlı adam bakışlarını iki adamdan çekti. Elinde duran kağıda yöneltti. Ağır hareketlerle tostlarını saran kağıdı açmaya başlamıştı ki gençlerden biri hırsla kendisine saldırdı. Yakasına yapışan iki kuvvetli el yaşlı bedeni oturduğu banktan kaldırmaya çalıştı.

     “Bizi üzme, bizde seni üzmeyelim” dedi ve kaldırdığı gibi adamı sertçe yerine oturttu. Yaşlı adam daha neler olduğunu anlamadan elini ceketin iç cebine attı ve şişkin duran cüzdanı aldı. Aradıklarından fazlasını bulmuşlardı.

     “Sağ olasın babalık” dedi kardeşlerden küçük olanı. Geldikleri yönün aksine, parkın içine doğru yürümeye başladılar. Yaşlı adam, ne olduğunu anlamamış gibi ya da az önce başına geleni umursamazmış gibi elini yanında duran pakete attı. Dünyanın en önemli işiymiş gibi açtı paketini. Sıcak tost kokusu, karanlığın içerisine ılık ve tatlı bir ışık gibi yayıldı. Elindeki ağzına götürmek üzereydi ki hoyrat bir el aldı elinden sıcak paketi. Az önce uzaklaşan kardeşler kokuyu duyunca durmuşlardı ve obur olan büyük abi başıyla artlarında bıraktıkları yaşlı adamı işaret etmişti.

    “Bu da bahşişimiz olsun babalık” dedi. Sıcaklığını hissettiği paketten büyücek bir ısırık aldı. Tostun tadı hoşuna gitmişti ama bir ısırık daha alırsa ağabeyi kızardı. Hızlı adımlarla kendisini izleyen ağabeyinin yanına vardı. Tostu verdi ve çiğnediği lokmayı yuttu.

     “Moruk ağzının tadını biliyormuş” dedi tostları ağabeyine uzatırken. Şişman abi günlerdir yemek yememiş gibi saldırdı sosisli tosta. Birincisinin yarısına gelince hata yapmış olduğunu anlamıştı.

     “Bir ısırık” diyerek elindeki yarım tostu küçük kardeşine uzattı. Azılı sokak serserisi gitmiş yerine sevecen ağabey gelmişti. Kendisi diğer tosta yumulmuştu.

     “Bir ısırık daha ama çok değil” dedi. Küçük birader dişleriyle bir lokma daha kopardı sıcak ekmekten. Birkaç saniye sonra homurtular ve yutkunmalar duyuldu sadece. Cüzdandaki parayı saymak için abisinin pantolonunun cebinde duran cüzdana el attı. Az önce canını yaktıkları adamı oturduğu bankta bırakmış karanlıkta kaybolmuşlardı.

     Yaşlı adam birkaç dakika sonra yerinden doğruldu. Yüzündeki korku ifadesi gitmiş kararlılık yerleşmişti sanki. Az önce cüzdanını ve tostunu alan iki serserinin gittiği yöne doğru yürüyordu. Attığı her adım kendinden emin birinin adımlarıydı artık.

     Birkaç dakika, parkta yalnızca yaşlı adamın adımları duyuldu. İleride yolun dirsek halini almış yerinde genişleyen yolda durdu. Aradığının buralarda bir yerlerde olduğunu düşünüyordu. Bir kaç saniye sonrasında, sokak lambasının altında yeşilliğin içinde boz renkli patika gördü. Çalıların arasında bir yol oluşmuştu sanki. Kısa boylu gür dallı ağaçları aralayarak yol aldığında tahmin ettiği yere ulaşmıştı.
 
    Yeşilliğin duvarla birleştiği yerde yere uzanmış iki gölge görünce yaşlı adamın yüzünde aradığını bulmanın mutluluğu yüzünde belirdi. Burası Tosun kardeşlerin yeri ya da ini gibi olmuştu. Parkın yüksek duvarının dibinde ağaçların gölgesinde takılıyorlardı her zaman. Dışarıdan bakan birinin fark edemeyeceği bir yerdi burası. Park görevlileriyse hiçbir zaman cesaret edemezlerdi yanlarına yaklaşmaya. Genç bir mavi ladinin altında yatıyordu kendisini soyan iki genç. Yavaş ve temkinli adımlarla yaklaştı... Yaklaştı. Gençlerden birinin elinde cüzdan vardı diğerinin de artık küçük bir parçası kalan tost ve yağlı kağıdı. Ağızları köpürmüş iki serseriye birkaç saniye baktıktan sonra titreyen parmakları emanetini geri aldı.

     “Yerinde rahat uyu Necla” dedi. Belki bataklık kurumamıştı ama o bataklıkta üreyen iki mikroptan kurtulmuştu dünya. Aynı yavaşlıktaki adımlarla parktan çıktı.

     Parkın dışında büfe işleten Dombay Kadri ise bir yandan eşyaları topluyor bir yandan da “iyi akşamlar dileyerek parktan çıkan yaşlı adamın kim olduğunu anımsamaya çalışıyordu.
    
     Sorusunun yanıtını ise ertesi gün mahalleliye bayram ettiren “Tosun Kardeşlerin parkta ölü bulunduğu” haberini aldığında bulacaktı.  İki serseri her zaman barındıkları inlerinde bulunmuştu. Kadri, -bir akşam önce yaşadıkları aklına gelmiş- meseleyi çözmüştü. Bir de yaklaşık bir ay öncesi vardı olayın. Kendisinden tost alan yaşlı çift vardı. Parkta dolaşırken, yediği tostu vermek istemediği için, eşi serseriler tarafından öldürülen yaşlı adamı anımsadı. Bir ay önce de dün akşamda kendisinden tost alan yaşlı adam, Emekli Polis Memuru Hasan Erkut idi.
    
    
  
    


"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Adam
« Yanıtla #1 : 28 Ağustos 2016, 03:36:20 »
 Ben fantazyadan çok polisiye okudum şu zamana kadar ve sizin öyküde de bu izleri sık gördüm. Büfecinin gözünden izledik öyküyü kısa bir süre, arada hatırladığım kadarıyla minik bir flashback kısmı vardı. Okurken keyif aldım, kafamda oturmayan kısımları özet geçeceğim.
 
 İlk olarak yaşlı başlı emekli bir polise iki suçlu biraderin sataşması çok garip geldi. Özellikle suçlular öyle ya da böyle polislerden uzak durur, gerçek hayatta bile bir polis herhangi bir kötü muamele gördüğü an darmaduman ediliyor kim yaptıysa. Bir de öncesinden eşini öldürmüşler. Vasıfsız bir komiserdi her hal dedirtti bana.
 
 İntikam üzerine yazılmış bir öyküde belki de en zor şey sürprizli sondur. Hatta ikisinden birini seçersin çoğunlukla. (İkisini birden denemek lazım bir ara :) ) Çünkü o intikam ateşini okuyucuya sürekli hissettirip canlı tutman gerekir ki, sonunda intikam alınırsa acayip rahatlayalım. Ama bu hikayede en son adamın soğukkanlı bir intikamcı olduğunu öğreniyoruz. Şaşırtıcı olması seçilmiş fakat vurucu bir şaşkınlık yaratmıyor. Bunun sebebi olarak  adamın aşırı soğukkanlı olması diyebilirim. O soğukkanlılık gerçekçiliğin az ötesindeydi.

 Hikayeyi okuduktan çok sonra yorum yapma fırsatı yakaladım eksik hatırladığım yerler olabilir, şimdiden kusura bakma. İmla ve yazım hatalarını söylemiyorum artık ama yine de sen çok nadiren bir kaç şey gözüme çarptı. Tekrar bakınca düzelmeyecek şeyler değil. Bir de sanırım öykünün ait olduğu yer düşler limanı gibi duruyor. Eline sağlık, uzun zamandır okuduğum farklı tür bir hikaye oldu.
 
Spoiler: Göster

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Adam
« Yanıtla #2 : 30 Ağustos 2016, 15:23:36 »
Eleştirileriniz de haklısınız. Polisiyeyi o kadar sevmem ama arada bir okuduğum olur belki de bu yüzden hatalarım o kadar çok. Komiserim silik bir tip, basit bir hayali olmasından belli değil mi? Bilirsiniz atılgan ve cesur tipler intikam için fazla beklemezler kötülerin hak ettiği cevabı anında verirler.

Okuduğunuz için tekrar teşekkür ederim...
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark