6 Ağustos 2016 tarihine aittir.
Zamanı, mekanı, karakterleri meçhul bir iç savaş ortamında yaşamak kavgası veren küçük insanların başından geçenleri anlatmayı planladığım ''Fare Kapanından Öyküler'' adlı hikaye dizimin ilk denemesi olsun bu da.Yüzbaşının İnancı / Bölüm-1‘’…
Dört yüz adam, alçakça ihanete uğradık,
Sırtımızı yasladıklarımız koy verdi bizi
Biz dört yüz adam, birlikte sessizce ağladık
Közlendi ve kül oldu kalbimizin içi.’’Yüzbaşı iç çekerek şarkısını sonlandırdı. İki asker, binanın üçüncü katında - yıkık duvarların ardına sinmiş şekilde beyhude nöbet tutmaktaydı. Zira son düşman birliği de kasabadan ayrılalı bir hafta oluyordu. 2. Mekanize Piyade Tugayı’nın Keşif Bölüğü’nden geriye sadece dokuz adam kalmıştı. Cephane sıkıntısı baş göstermeye başladığında birliğin yarısı geri çekilmiş, kalan yarısının da büyük kısmı öldürülmüştü. Yüzbaşı ve sekiz emir eri ise yoğun çapraz ateş altında kaldıklarından ötürü çekilme görevinde muvaffak olamayıp bu binanın yıkıntılarına sığınmıştı. Bir hafta geçmişti aradan. Kumanyalarındaki tüm yiyecekleri tüketmişlerdi. İki gündür açlıkla boğuşuyor, kalan son sigaralarıyla tokluk hissi uyandırmaya çalışıyorlardı. Ağızlarında ucuz devlet tütünün acı tadı, yüreklerinde ise pusuya yatmış bir korku vardı.
‘’Evde olmak isterdim Yüzbaşım. Evime gidip konumunu en beğendiğim koltuğa gömülerek kafama sıkayım desem, artık ev dediğim yer bile ülkemin sınırları içinde değil. ‘Eğer ölürsen ordunu asla affetmem.’ demişti bana Yüzbaşım. Eğer ölürsem ordumu affetme asla, diye yanıtlamıştım. Herkes bilir ki, mağlupları kimse mülteci olarak istemez ve her iç savaşta kapanır komşuların tel örgülü sınır kapıları ardı ardına.’’
Yüzbaşı acı acı gülümsedi. ‘’Eğer demek istediğin birliğe tekrar katılmanın bir yolunu aramak yerine sınır dışına kaçmaksa bunu aklından çıkar, asker. Bizler korkak güruhtan değiliz.’’
Sol yüzük parmağındaki gümüş halkayı çevirdi yavaşça. ‘’Sevgilin bizi affetmeyecek. Umarım yanılırım, umarım yaşarsın ve yaşarız; lâkin bu ihtimal düşük bir ihtimal beyler. Kabullenmeniz sizi ölüme hazırlamakta yardımcı olacaktır.’’ Sigarasından bir nefes çekerek devam etti: ‘’Benim de geride bıraktığım bir kadınım var. Hafifmeşrep, şuh bir hanımdı. Eminim kendine başka bir erkek bulmuştur bile. Mağlupları kimse mülteci olarak istemez, sevgili olarak da istemez esasında. Yenilenleri hiç kimse istemez.’’
Onbaşı, kalıplı vücuduyla orantılı olarak sert, asabi bir adamdı. Sıkılı yumruğunu havada sallayarak söze karıştı: ‘’Daha yenilmiş sayılmayız komutanım! Cephanemiz tükendi mi? Hayır. Silah mı bıraktık? Hayır. Öldük mü, hayır. Bir askeri ancak başka bir asker öldürebilir. Müttefik ya da hasım.’’
Yüzbaşı emri altındaki erlerin cesaretlerini, inanç ve sadakatlerini takdir ederdi. ‘’Bu durumda gerçekçi mi olacaksın yoksa iflah olmaz bir idealist mi, buna karar ver Onbaşım. Dediklerinde hata payı yok, ama doğruluk payı da yok. Stratejik tepelerde konuşlanan 3. 4. Ve 5. Top Taburlarının beyaz bayrak çektiklerini, 1. ve 2. Piyade Taburlarının ise hemen hemen taraf değiştirdiğini biliyoruz. Ordu içindeki kliğin gücü giderek artıyor. Tuğgeneralin kimden taraf olduğu da muamma, zira iki aydır haber alamıyoruz. Artık emir komuta zincirinin en büyük halkası ortada yok. Eğer ben Binbaşıya, sizler de bana uyuyorsanız bu sadece hayatta kalmamızı sağlamak içindir.’’
Onbaşı bir cevap veremeyerek sustu. Zira gerçeğin o da farkındaydı. Olan bitenden haberi vardı. ‘’Peki, ne zaman harekete geçiyoruz?’’
Yüzbaşı bir haftalık kirli sakalını sıvazladı: ‘’Bu gece karanlığında yahut şafak vakti kızıllığında, tam karar verememiştim ama artık biliyorum: ‘’Tan vaktinden hemen önce yola çıkacağız.’’
Çift sıra hâlinde yürüyordu neferler. En önde Yüzbaşı, bir eli tabancasının kabzasında, molozlara takılmamaya gayret ederek ilerliyordu. Yön tayin etmiş, kafasında kurduğu plana göre Tugaya ulaşmak için üç günlük bir yol haritası oluşturmuştu. Tabii cunta emrindeki silah arkadaşları onlardan hükümete bağlı birliklerinin direnişini kırmamışsa bir Tugay bulacaklardı karşılarında. Eğer o direniş çoktan çökertilmişse… O cephe düşmüşse… Düşünmek istemiyordu bu ihtimali. Etrafta çıt çıkmıyordu. Botların taşlara çarparak çıkardığı ses hariç, ne bir kuş cıvıltısı ne rüzgârın fısıltısı ne de tetik sesi duyuluyordu.
Onbaşı cebinden çıkardığı paketten bir dal sigara çekti ve dudaklarına sürdü. Çakmağını çıkarmıştı ki elinin sertçe kavranmasıyla birlikte yere düşürdü. ‘’Bu da ne ol-‘’ ‘’Sessiz ol! Bir kıvılcımla bile yüz metre uzaktan bizi avlamak için fırsat kollayan gözcüler olabilir.’’ Onbaşı, devresinin ikazını haklı buldu. Yaptığından mahcup, sigarasını yere attı. Saatlerdir yürüyorlardı, gökyüzü çoktan aydınlanmış öğleye az bir zaman zaman kalmıştı. Yüzbaşı açlığın da tesiriyle bir ara başının dönmesiyle birlikte yere bıraktı kendini. Sırt üstü uzanıp dumanların üzerine çöreklendiği kasabanın ayakta kalmış yüksek yapılarına baktı. Askerler bir an için bocalasa da onlar da kimisi yere uzandı kimisi ise miğferini çıkarıp koluna asarak tetikte, etrafı gözlemeye koyuldu.
‘’Siz de oturun, bize saldıracak olan çoktan üzerimize mermi yağdırmıştı bile. Keyiflenmeye bakın beyler, beni de üst rütbeli, emirlerine koşulsuz uyacağınız bir herif olarak da görmeyin artık. Sadece yaşamak, sevdiklerimize kavuşmak için bir şans varsa o şansı zorlamak adına birbirimize destek olacağız. Bu savaş artık başkalarının değil, bizim savaşımız. Bizimle birlikte bir var oluş mücadelesi aynı zamanda.’’
___
Görsel Unsere Mütter Unsere Vater adlı üç bölümlük, 2. Dünya Savaşı'nın Almanların perspektifinden işlendiği kısa bir diziye ait.