Bölüm 8 = Farka varış
Deli gibi korkuyordu. Aslında güçlü bir kızdı. Küçükken çok haşarıydı, birçok kaza geçirmişti. Milyonlarca korku filmi izlemişti. Ama hiçbir film onu böyle korkutmayı başaramamıştı veya geçirdiği hiçbir kaza canını böylesine yakmamıştı.
Çünkü bu gerçekti.
Kapıyı açtı ve aşağıya indi. Odasının tam altına. Seda kolyeyi tam da buraya atmıştı. Almalıydı onu. Çalıların arasına, yola baktı. Aradı ve aradı.
Yoktu.
İşte şimdi ayvayı yemişlerdi.
İçini hiç olmayacak bir his kapladı, bir güç dalgası. Korku, bir kez daha damarlarında kötücül bir gezintiye başladı. Koştu. Tıkanana kadar koştu. Ve sonunda geldi. Arkadaşının, silah arkadaşının evine varmıştı. Durdu. Elini kapının soğuk çeliğine dayadı. Koluna, kolundan eline, elinden kapıya bir sıcaklık yayıldı. Kapı açıldı.
Evde kimse yokmuş gibi geldi Alara’ya, ama herkes evdeydi. Biliyordu. Merdivenleri bir solukta çıktı ve Seda’nın odasına kapı çalma gereği duymadan girdi.
Manzara korkunçtu. Seda yatakta yatıyordu. Sanki vücuduna elektrik verilmiş gibi titriyordu; gözleri kapalı, yüzüyse ifadesizdi. Terden sırılsıklam olmuştu. Kim bilir kaç saattir burada can çekişip duruyordu.
Alara durdu. Biliyordu.
Kırmızı.
Kan.
Dehşet.
Ölüm.
“Yardım bulmalıyım” diye düşünürken, bir sıcaklık hissetti.
Kolye. Sanki ona kendini hatırlatıyordu. Kaderini ve sorumluluklarını. Yapması gereken şeyler vardı. Alara artık normal bir çocuk değildi. Ama yine de, arkadaşının göz göre göre ölmesine göz yumamazdı.
Alara gidip Seda’nın elini tuttu. Yanıyordu kız. Diğer elini de kolyenin üzerine koydu.
Gözlerini kapattı.
xxx
“Yardıma ihtiyacı var efendim, n’olur bulun onu!”
“Tamam, Orenta, ama gerekçen nedir?”
“Hissediyorum efendim. Kandan gelen bir şey bu. Ablam da böyleydi. Biz, kan bağıyla bağlı olduğumuz biri tehlikedeyken hissederiz. Seda tehlikede! ”
“Haklısın. Unutmuşum.”
Tiriq çok kısa bir an, eskilere daldı. Sonra yüzündeki bütün renk çekildi.
“Koruyucu beni çağırıyor Orente. Haklısın. Gerçekten tehlikedeler.”
xxx
“Neden hiçbir şey olmadı?” diye bağırdı kendi kendine Alara. Saçlarını yolarcasına çekti koskocaman, acı bir çığlık atarak ağlamaya başladı. “İşe yaramalıydın aptal kolye! Senin yüzünden buradayız!”
“Ah, evet işe yaradı. Ama senin sayende.”
Alara bu yeni dostun varlığıyla rahatladı. Yabancı kimdi, bilmiyordu. Ama dosttu, bunu hissedebilirdi. Tek farkında varabildiği şey, adamın siyah bir pelerin giymekte olduğuydu. Yüzü, meçhul bir yerden aşina geliyordu kıza.
Adam Seda’nın yanına çökerken, Alara’ya “Sen iyi misin?” diye sordu çabucak.” Kız kekeledi.
“E..evet..o..o..bilmiyorum, o iyi değil! Kurtarın onu!”
“Evet. Onu götürmem gerek. Burası güvenli değil. (Seda’yı kucağına aldı) Yanıma gel, Alara. Koluma dokun. Evet, işte böyle. Gidelim mi?”
Alara yalnızca başını sallayabildi.
xxx
Büyük binanın heybeti karşısında şaşırmadı. Ne yapacağını bilemiyordu. Zaten herhangi bir şey yapmasına da gerek yoktu. Bu fazlaca kalabalık binanın sakinleri (artık ne kadar sakinse), her şeyi onun için hallediyordu. Şimdilik.
Seda ayılmamıştı. Ancak başında Alara’nın anlamadığı birçok dilden söcük mırıldanan insanlar sayesinde, titremesi durmuştu. Uyuyan güzel gibi, hiçbir şeye tepki vermeden öylece yatıyordu. Neredeyse nefes almaktan acizdi.
Yabancı, Alara’yı çağırdı. “Gel benimle evlat.”
Kız sakince itaat etti.
İçinde yalnızca dört koltuk bulunan minnacık bir odaya girdiler. Adam, Alara’ya oturmasını işaret etti, kendi de yanına çöktü. Arkalarından iki kişi daha girdi salona. Biri, çok yakışıklı genç bir adamdı, diğeriyse-
“Siz!”
Orenta yalnızca “Öğreneceksin yavrum. Sabır en büyük erdemdir.” Dedi ve son boş kalan koltuğa oturdu.
Adam konuşmaya başladı.
Alara’nın ilk kez duyduğu, ama bizim bildiğimiz şeylerden söz etti önce. Renklerin ayrılışını, Siyah’ın nasıl çekip gittiğini, diğerlerinin ona tepkisini vs.
“Ve bir topluluk kurdular. O zaman çok sayıda büyücü ve cadı vardı, onlar insanların aksine renklerinin canlılığının farkındaydı ve ufukta savaşlar görüyorlardı. Konsey günden güne büyüdü, gelişti. Ancak irademiz dışında olan şeyler vardı; insanlık savaşları ve o zavallı insanların öldürme hırsı. Bunlara hiçbir aman müdahale etmedik; biz sihirli şeylerle ilgileniriz.”
“Ama biz? Ben? Neden buradayız?” adam onu duymamış gibi devam etti.
“ Siyah çok, çok güçlüydü. En koyu renk, en güçlü, en asil; diğerleri ancak birlik olursa Siyah yenilebilirdi. Siyah gittiği zaman, isyan edebilme cesaretini sadece dördü kendinde bulabildi; yeşil, mavi, kırmızı ve turuncu. Konsey’i onlar kurdular, onlar geliştirdiler. Diğerlerinin bu cesareti kendilerinde bulabilmesi için birkaç yüzyıl geçmesi gerekti. Ancak; renkler hiçbir zaman ne biz büyücülere, ne de insanlara göründü. Kendilerine elçiler buldular, koruyucular. koruyucuların kaderi, kendini seçen renkle birleşiyor. Rengi, koruyucusuna inanılmaz güçler yüklüyor ve ona uzun, çok, çok uzun bir ömür bahşediyor. Koruyucu da ölene kadar rengini savunuyor.
“Kimileri, bu yükün altında ezilip gideceğini düşünür. Öleceğini. Arkasından güleceklerini, ‘yapamadı’ diye anılacağını sanır. Ama hiçbiri ezilmez. Renkler en güçlüleri seçer. En cesurları. Koruyucular tehlikeye daima göğüs gererler-”
“Pekii.. ne zaman verilir bu güçler? Ne zaman kendini gösterir?”
“Bebek doğduğu an verilir güçleri. O anda kaderi sıkı sıkıya bağlanır rengine. Biz de tam burada evreye giriyoruz.”
“İçimizden biri,” diye söz atıldı Orenta. “ki genelde en güçlümüz, bebekten güçlerini alır ve sıradan bir nesneye hapseder. Nesne mühürlenir. Eğer bebek bir insansa, ergenliğe kadar kimliğini bilmeden yaşar. Ama bir büyücü ya da cadıysa, ona her şey anlatılır. Yıllar geçtikten sonra, çocuk ergenlik önemine adım attığında, yani yaş yapacaklarını anlamasına izin verdiği zaman, nesne mührü çözmesi için koruyucuya verilir. Çocuk, mührü çözüp gücünü geri alamazsa.. sonsuza kadar nesneye bağımlı yaşar. Nesne elinden alındığında, ne en ufak bir sihir yapabilir, ne de renginin ona bahşettiği diğer avantajlardan yararlanabilir.”
“Tıpkı.. Seda gibi mi?”
Kadın hüzünlüce başıyla onayladı.
“Ama neden uyuyor? Nesnesi olmadan sıradan bir insan olmaz mıydı?”
“O zaten insan değildi, koruyucu.” Dedi yakışıklı adam. “O bir cadıydı, büyücü bir aileden geliyordu. Aslına bakarsan, evet, normal bir insan gibi yaşaması gerekirdi. Ama nesnesi..karanlık güçlerin elindeyse..rengi de öyle demektir.. Asla unutma koruyucu; Renginin kaderi senin kaderin. bu diğerleri için de geçerli.”
Alara şaşkınlıkla yutkundu.
“Bir şey daha var. Siyah, koruyucuları henüz küçük ve güçsüzken öldürmeye çalışmıyor mu?”
“Elbette çalışıyor” diye devam etti adam. “ama biz varız, koruyucu. Çocukları asla savunmasız bırakmayız. Ailelerine kadar sızıp, mümkün olan her yerde koruyoruz onları. Gerekirse Siyah’ın adamlarıyla kıran kırana savaşıyoruz; canımız pahasına. Ama sizin kılınıza zarar gelmiyor. Örnek mi istersin? Orenta. Öğretmeniniz. Stefy, ya da sizin bildiğiniz gibi Kenan. Şoförünüz. Dondurmacınız. Kantinciniz. Kitapçınız. Hatta bazen aileleriniz. Biz sizin için varız,sizin için öleceğiz.”
Yine bir sessizlik oldu. Ama bu kez, derin ve endişelerle yüklü bir sessizlik.