Valla orasını bilmem, ben elim nasıl giderse öyle yazıyorum, yazmadan önce hiç planım olmuyor, o yüzden yavaşmıdır pek bilgim yok

ama sıkıcıdır kesin
Bölüm 4 – Aoe ŞehrindeO sabah gemi Aoe şehrinin doğusundaki Seuma kulesinin yakınlarından geçerken, Ameth gemiden gizlice kaçtı. Gemi, Seuma kulesinin yakınlarından geçtiği için, karaya kadar yüzmek pek zor olmamıştı.
Karaya ulaştığında, hafif bir sabah sisi vardı havada. Zaten adanın yağmura elverişli bir havası olduğu, sık ormanlardan belli oluyordu. Kısa bir göz gezdirmeden sonra yürümeye başladı.
Seuma Kulesi, bu boğazın diğer yakasında bulunan Ktedh kulesi gibi, 25 adam yüksekliğinde bir kuleydi. Beyaz-Gri taşlardan yapılmış olsa da, tepesi açıktı. Orada devasa bir kazan, gelen gemicilere yol göstermek adına odun doldurulup yakılırdı geceleri.
Aynı zamanda her kulenin etrafında küçük bir yerleşim bulunurdu. Ktedh ve Seuma arasındaki büyük farklılık buradan kaynaklanıyordu. Seuma’ın etrafında daha çok çiftlikler varken, Ktedh’in etrafında daha denizci bir yerleşim vardı.
Ameth, Seuma’nın çok az ilerisindeki sahilden yürümeye başladı kuzey-batıya doğru. Amacı gece olmadan Aoe Şehrine, efsaneye göre Kral Ellear’ın son görüldüğü yere ulaşmaktı. Yavaş yavaş güneş yükselirken, Aoe’nin beyaz suları ile Methedh’in uzun kuleleri ufukta göründü.
…
Aoe’ye ilk girdiğinde yabancı bir ortamla karşılaştı. Uzun zamandır Aoe’ye ticaret dışında hiç yolculuk yapılmamıştı. Eun hükümdarlığı yıkıldığından beridir Aune Adası ile Kıta arasındaki ilişkiler soğumuş, iki halk birbirlerinden uzaklaşmışlardı.
Aslında iki farklı halk bile değillerdi. Eun halkı yok olduktan sonra eski kentlerin üzerine kurulmuştu insan kentleri, çoğunun isimleri bile değişmemişti. Ancak iki halkında şehirleri arasında bariz bir mimarı değişiklik göze çarpıyordu.
Arka sokaklardan birine daldı ve gördüğü ilk hanlardan birine girdi. Bir oda kiraladı ve odasına girdi hemen. Yatağına uzandı ve beyaz gözleriyle tepedeki ayları izlemeye başladı. Kısa süre sonra kapısı çalındı.
Kapıyı açtığında uzun, kirlenmiş bir cübbesiyle tüccar Theria duruyordu. Hiç konuşmadan içeri girdi ve kapıyı kapattı. Sürgüyü çekti ve Ameth’e delici bir bakış attı.
“Ameth, çok önemli bir konuda konuşacağım. Bu kılıcı aramakta kararlı mısın?”
“Elbette, bir senedir arıyorum onu ve bulmadan asla durmayacağım.”
“Senin o kılıcı bulman yasaklandı.” Bunu söylerken yüzündeki sevecen ifade yok olmuş, sert ve duygusuz bir ifadeye dönüşmüştü. “Çok uzun zaman önce, Sugg Vua akınları başladığında senin kanından gelen herhangi birinin onu araması ve bulması gibi bir şeye karşı benim tarikatım lanet yaptı.”
Ameth, midesine bir şeyin oturduğu hissetti. Kızgınlıkla dolu bir hayal kırıklığı vardı. Hayatı boyunca dayanamadığı tek şey hainlerdi. Şimdi ise en yakın bildiği insan hain çıkmıştı.
“Benim soyum o kılıçtır Theria ve ben o kılıcı bulmadan hiçbir yere gitmeyeceğim.” Sesinde bir tehdit vardı artık. “Benden asla bu arayıştan vazgeçmemi isteme. Ayrıca ne lanet yapmış olursanız olun o kılıcı bulacağım!”
Theria elini cübbesinin içine götürdü ve beyaz bir kılıç çıkardı.
“Esea Sum!”
Kapı kırıldı ve içeri aynı renkte cübbe giymiş olan dört adam daha girdi. Onlarda ellerinde birer beyaz kılıç tutuyorlardı ve hepsi tehditkâr bir şekilde Ameth’e doğru ilerlemeye başladılar.
“Ameth, eğer arayışından vazgeçeceğini söylersen zarar görmezsin.”
“Asla!” O sırada arkasındaki camı kırdı ve dışarı atladı. Cam parçalarından bir kaçı üzerine batmış ve elini kanatmıştı ama o bunu pek dert etmeden hızla oradan kaçtı. Arkasından hızla gelen beş adamdan kaçmak için ilk gördüğü dar sokağa döndü ve hafif çıkıntılı beyaz taşlara tutunup tırmanmaya başladı. Adamlar gelene kadar o çatıya çıkmıştı bile.
“Aferim Ameth! Bu sefer Beyazlar Tarikatı da peşinde! Hiç bu kadar çok kişi beni aramamıştı. İyice popüler oluyorum sanırım. Artık atalarımın taşıdığı kılıcı bulmak için daha çok nedenim var.”
***
O çatıdan çatıya atlayıp, şehirde ilerlerken, yakınlardaki bir çatıda bir adam, iki kılıcıyla onu izliyordu. Yüzü ve tüm vücudu kapalıydı ve sadece gözlerinin bir kısmı gözüküyordu peçesinden.
“Evet, son Eun…” Sesinde hafif bir alay vardı, “Seninle de karşılaşacağız…”

-O