Bölüm 13: Gianna’nın CevaplarıDiz boyu yeşillikler arasında koşuyordu küçük kız. Yaşıtları gibi neşeyle değildi belki, ama unutmak için koşuyordu. Koşarken huzur buluyordu. Uzun saçları savruldu, hızını arttırdı. Kuş gibi özgürdü, sanki şu andan başka hiçbir an yokmuş gibi. Doğanın sesine doğru koştu, yeşil çimenlerin kokusunu içine çekerek koştu. Ama bir yanlışlık vardı…
Kokladığı koku çimen değil, kandı. Çimen kokusu ne zamandan beri böyle mide bulandırıcıydı? Ya da insan koşarken, boğazında bir yumru nefes almasını engeller miydi? Ciğerleri parçalanıyorken koşmak doğru değil gibiydi. Durdu ve kan kokusunu duymamak için nefes almamaya çalıştı.
**
“Lahon! Lanet olsun nefes almıyor!”
“Vaz geçmiş olamaz, uyan lütfen!”
“Bana bırakın…”
Ve yanan ciğerleri tekrar havayla doldu. Her yanına iğneler saplanıyordu, çimenlerin nereye gittiğini anlamak için gözlerini açmaya çalıştı. Bu yabancılarda kimdi?
“Lahon, merak etme, buradayız,” dedi tanıdık bir ses.
Lahon Gözlerini birkaç defa kırpıştırarak, gözünün önündeki perdeyi kaldırmaya çalıştı. Ve bu çabası bilincini yerine getirdi.
“Ne oldu?”
“Hepsi geçti dostum,” dedi Amston.
Dostunun hala iyi olduğunu görmekten dolayı mutlulukla gülümsedi. Gerçi kılıç tutan kolundaki sargıyla “iyi olmak” pek tezat duruyor gibiydi. Ama önemli olan şu an yaşıyor olmasıydı. Doğrulmaya çalışırken tekrar başı döndü, biraz debelendikten sonra bu çabasının boşa olduğunu anladı.
“Ah yılan zehri tüm kanına karışmıştı, dördüncü günden ayağa kalkıp birilerini pataklayabileceğini mi zannettin?” dedi alaycı bir sesle Kör Dilenci.
Lahon başındaki zonklamayı aldırmadan, Kör Dilenci’ye döndü. “Dördüncü gün mü? Daha yeni bayılmış gibi hissediyorum, sanki güzellik uykumun en tatlı yerinde gibiydim. Hem tam olarak ne oldu, şimdi neredeyiz? ‘O’ndan ve Muhafız’dan kurtulduk mu?” uzun süre konuşmaktan midesi bulanan Lahon, bir süre durup derin derin nefesler aldı. Ve ekledi “Tabii Günce’den de?”
Amston yüzünü buruşturdu ve en doğru yanıt için Kör Dilenci’ye döndü. Kadın halinden memnun gözüküyordu. Ve farklı bir şeyler vardı. Sanki kadının içinden bir şeyler çekilip alınmış sadece boş, ‘normal’ bir insan kalmış gibiydi.
“Her şey sırasıyla Lahon. Şu an yaşıyor olman bile büyük bir mucize, biraz dinlensen iyi olacak gibi. Yılan zehrinin etkisiyle güzellik uykunu biraz fazla tuttuğum doğru, ancak uyanmanın başka bir yolu yoktu. Şu an benim küçük ve sevimli kulübemdeyiz. Günce, Şeytan ve Muhafız üçlemesinden de ilelebet kurtulduğumuzu düşünüyorum. En azından Günce ve Muhafız’dan eminim,” dedi. Onaylamaz bir şekilde başını sallarken devam etti, “Şeytan hakkında net konuşmak neredeyse imkansızdır, bilirsiniz. Ruhlar Salonu, yaratılış amaçlarından mahrum kaldıktan sonra kendisini infilak etmek gibi bir huy edinmiş gibiydi. Ve…” bakışları şu ana kadar hiç sesi çıkmamış Maystrile’ye kaydı.
“Ve Maystrile olmadan boyut kapısını açmakta oldukça zorlandım. Bana yardım eden ilahi güç, görevimin tamamlanmasıyla yavaş yavaş içimden çekiliyordu. Kapıyı ardımdan tekrar kapatırken hepimize gerçek cehennemi yaşatacak bir patlamadan ramak farkıyla kurtulduk. Amston sen ve Maystrile’yi bu tarafa geçirmemde bana yardımcı oldu.”
Lahon hala tek kelime etmemiş Maystrile’ye doğru bakıp, “Ona ne oldu?” dedi.
“Ruhlar onu çıldırmanın eşiğine getirmiş olamlı, kendisini savunma gücü bu kadar yüksek olmasaydı şu an karşımızda sadece bir kabuk duracaktı. Zamanla düzeleceğini umuyorum, şimdilik sadece bekleyeceğiz,” dedi Kör Dilenci.
“Başka bir gelişmede Ruhlar Salonu’nun yok oluşuyla fazla sarsılan Ganuel. Öfkeli dağ, Siyon kampına kayalar fırlattı. Arkamızda bizi bekleyen küçük birlikten de bu şekilde kurtulmuş olduk. Ve ben son büyümü bizi buraya getirebilmek için kullandım.” Ses tonundan pişmanlıktan eser yoktu.
Lahon Dilenci’nin gözlerine dikkatle baktığında gerçeği anladı. O artık görebiliyordu! Kendisi hakkında ki gerçeğin farkına vardığını anlayan Kör Dilenci daha Lahon ağzını açamadan, “Evet biliyorum,” dedi. “Sanırım ‘güç’ beni terk ederken, aldığı büyüye karşılık gözlerimi geri verdi. Ah kesinlikle adil bir değiş-tokuş.”
Lahon sessizlikten yararlanıp, şimdiye kadar olanları düşünmeye başladı. Yaşadıkları, etkileri ve o nefret dolu bakışı… İçi tekrar buz kesildi. “Ne zaman ayağa kalkabileceğim? Bundan sonra ne olacak?” dedi. Kendisini boşlukta hissediyordu, işte amacına ulaşmışlardı. Günceyi ve ‘O’nu geldiği yere geri yollamışlardı. Artık havalara uçmaları gerekmiyor muydu?
“Henüz değil kızım… Şimdi uyu…” dedi, sadece bir annenin kullanabileceği içten bir ses tonuyla.
Lahon bu isteğe karşı çıkacak gücü kendisinde bulamadı ve bilinci tekrar karardı…
**
Lahon uyandığında kendisini daha iyi hissediyordu. Elbiseleri değiştirilmiş, odası havalandırılmıştı. Bu kez doğrulmayı becerdiğinde hemen üç adım yanında yere kıvrılmış uyuklayan Amston’u gördü. Dostu iyi görünüyor gibiydi. Derin derin nefes aldı ve yataktan kalktı.
Önünde uzun yıllardır sürekli bir amaç bulunduruyordu. Ve şu an istediğini yapabiliyor olması fikri –henüz iyileşmemiş yaraları dahilinde- ona çok garip geliyordu. Belki de tüm hayatı boyunca yapması gerekenleri, bu genç yaşında tamamlamıştı. Ve belki de o da artık diğer herkes gibi iyi bir hayat, mutlu bir gelecek için çabalamalıydı.
Bu düşünceyi hırsla aklından uzaklaştırdı. Kararını vermişti. Artık evime dönmeliyim, diye mırıldandı.
**
“Sen kafayı mı yedin?! Şu haline bir bak! En az bir ay boyunca konuğum olacaksınız, kesinlikle itiraz kabul etmiyorum,” dedi Kör Dilenci sert bir ses tonuyla. Lahon tam itiraz etmeye hazırlanıyordu ki, bundan vaz geçti. Halsizlik dört bir yanını sarmıştı. Derin bir nefes alıp söyleyeceklerini yuttu. “Pekala, Maystrile kendine gelene kadar buralarda takılmaya devam edeceğiz.”
“Uslu kızım benim,” diye mırıldandı Kör Dilenci. Bu Lahon’un keskin kulaklarından kaçmamıştı. Ama didişmek için hala yeterli enerjisi yoktu. Bahçeye çıktığında Maystrile’in hiçbir anlam taşımayan gözlerle, boş yolu süzdüğünü fark etti. Onun adına gerçekten üzülüyordu. Amston’dan sonra hayatına en çabuk giren ve en yakınlarından olmayı başarabilmiş başka kimse yoktu. Bir an düşükten sonra, Maystrile’in kendileriyle gelmesini istemeye hakkı olmadığı hissine kapıldı. Aslında Amston’a bile “Gel.” dememeliydi.
Hayır, bu bağ o kadar basit olamazdı. Amston onu bırakmazdı ve Maystrile’de Amston’u bırakmazdı. Bu ikilinin son zamanlarda geliştirdiği yakın ilişkiyi hatırlayıp gülümsedi. Dostunun elini avuçlarının içine aldığında Amston’un yanlarına geldiğini gördü.
“Seni koca adam, bu kadar az hasarla atlatmış olmana inanamıyorum. Gene öne geçtin sanki,” dedi Lahon. Sesini olabildiğince alaycı tutmaya çalışmıştı, ama karşısında duran capcanlı Amston için Tanrı’ya sonsuz derecede müteşekkirdi.
“Önde olduğumu biliyordum, aslında beni geçebildiğin zamanlarda pek sınırlı sanki,” diye iade etti aynı alaycı tonu. Lahon gülen gözlerle sarılırken dostuna “Kruzendro’ya birlikte döneceğiz değil mi?” dedi.
“Eh tabii ki, eminim bana da güzel bir iş bulabilirsin. Ve tabii Maystrile’me de.”
“Yani gene birlikteyiz öyle mi?”
“Aynen öyle eski dostum, aynen öyle.”
Lahon biraz daha sıkı sarıldı, Şimdi kafasına takması gereken pek bir şey kalmamıştı. “Hey seni pis kadın, sevgilime sarılmayı derhal bırak!”
Lahon’un gözleri yuvalarından fırlamanın eşiğinden dönerken, hızlı bir şekilde arkasını döndü. Sırıtan ve halinden oldukça memnun gözüken Maystrile tam karşılarındaydı! Amston daha kimse ağzını açamadan Maystrile’in yanında bitmişti. Koca ellerini kadının narin beline dolayıp kendisine çekerken, kuşkusuz önceki sarılmadan çok farklı şeyler hissediyordu.
Lahon hissettiği derin rahatlığın yanında, artık burada daha fazla kalmalarına gerek olmadığının farkına vardı.
**
Ay bütün parlaklığıyla Leen adasını aydınlatırken, Kör Dilenci’nin kendi elleriyle yetiştirdiği şifalı otların yanında sohbet ediyorlardı. Lahon kadını kendisine hiç bu kadar yakın hissetmediğini fark etti. Gözlerini parlak aydan çekemeyerek dilencinin anlattıklarını düşündü. Gelecekte ona yol gösterebilecek onlarca ipucunun üzerinde bir bir durdu.
Kadın onun mutlu olmasını istiyordu, bu aşikardı. Ama bu mutluluğu hayatını tehlikeye atarak kazanmasına karşı biraz soğuktu.
“Bir şey sorabilir miyim?” dedi Lahon.
“Elbette, her zaman.”
“Artık kör olmadığına göre, kendine yeni bir isim düşündün mü?”
Kadının gözleri uzaklara dalarken “bir isim öyle mi,” diye mırıldandığını duydu. Acaba fazla özel bir soru mu sordum, diye düşündü.
“Gianna,” dedi, sesi fısıltı halindeydi.
“Anlamadım?”
“Benim adım Gianna’ydı.”
**
Leen adasında bir liman yoktu, aslında buraya uğrayan bir gemi bile yoktu. Ancak ‘Ruhlar Salonu’nun Fatihleri’ ve ‘Siyon’u Kovan Yüce Yürekli Kişiler’ için küçük bir rıhtım hazırlanmış ve uzun uğraşlar sonucunda onları Kruzendro’ya kadar idare edebilecek bir gemi inşa edilmişti.
Halk artık Kör Dilenci’yi –eski ismine bir türlü alışamadığı için böyle kalmıştı- liderleri olarak kabul ediyor ve kelimenin tam anlamıyla ona tapıyorlardı.
Lahon, Amston ve Maystrile rıhtımda gemiye binmeye hazırlanırken Gianna’yla son bir kez vedalaştılar. Leen artık dış ülkelere açılabileceği için, haberleşmekte bir sorun yaşamayacaklarını düşünüyorlardı. Gemiye en son Lahon bindi.
Gemi tecrübeli bir kaptan ve oldukça istekli tayfalar tarafından yönetiliyordu. Yolculukta bir sorun çıkmayacağı konusunda her türlü güvence bizzat kaptan tarafından sağlanmıştı. Demir alınırken Lahon, onların ayrılışı nedeniyle toplanmış halka ve en önde son derece üzgün gözüken Gianna’ya baktı.
**
Yola çıkalı iki gün geçmişti ve gemide her şey olağandı. Lahon vaktini Amston ve Maystrile ile gelecek hakkındaki planlarını konuşarak geçiriyor, yaşadıklarını mümkün olduğunca unutmaya çalışıyordu.
Ama hala unutmadığı bir şey vardı. Gianna ismi ona kahrolası bir derecede tanıdık geliyordu. Sanki isim kalbinin derinliklerindeki kumların altına gömülmüştü ve hatırlamaya çalıştıkça üzerindeki kumlar yavaş yavaş siliniyordu. Amston ve Maystrile ile olmadığı her saniye bu isme yoğunlaştı. En sonunda gerçeği fark ettiğinde, idrak etmesi dakikalarını aldı.
Ardından ismi kumların arasından hiç çıkarmamış olmayı diledi. Gianna onun annesiydi…
Son.
17 Kasım 2008
DarLy OpuS