Bölüm 10 – Mızrak ArayışıSonunda özgürdü. Yıllardır istediği şeyin özgürlük olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Kendisini anlaması için gereken şeyin bir yolculuk olduğunu, yeni öğrenmişti. Şu anda istediğini yapabilirdi. Batıya gidip, kardeşinin hükümdarlığında yaşayabilirdi veya kendi imparatorluğuna gidip yeni bir savaşa kadar bekleyebilirdi.
Ancak o zor olanı seçmişti. Diğer seçenekleri bekleyecekti, ancak ondan önce zor olanı yapacak ve kuzeye çıkıp Alev Mızrağını bulacaktı. Dehşete son vermek için elinden geleni yapmalıydı ve yapacaktıda. Artık, bu dehşete bir son verecekti. Artık huzuru ilk defa hissedebilecek ve hissettirebilecekti.
Kısa süre sonra ayağa kalktı ve kuzeye doğru yürümeye başladı. Sugg Vua askerlerinin aldığı kılıçlarını aldı, Artık Yolculuğa çıkmaya hazırdı!
***
Birkaç günlük yorucu yolculuktan sonra, bu lanet olasıca buzul ve kış diyarının en kuzeyindeki buzul dağlarının patikalarına tırmanmaya başladı. Buzlar, dağın üstüne kadar çıkıyor olsa da, dağın pek çok yerindeki mağaralar açıkça görülebiliyordu.
Neinea, en yakındaki mağaraya doğru ilerliyordu ki, buzulların üzerindeki bir taşı fark etti. Taş, saydam olan buzun hemen altındaydı. Hızlıca bir göz gezdirdi. Annesini küçükken öğrettiği Eun Alfabesinde yazılardı bunlar. Ne zaman yazıldıklarını anlayamadı ama okumaya başladı yavaşça.
“Des eni sel,
Ye nu yehl,
Kumeral.
Sum tuhl!”
Bu yazı şu anlama geliyordu: “Des Buradaydı, O Burayı Gizledi, Kutsadı. Açıl Kapı!”. Neina bunun hüküm sözcükleri olduğunu anladı. Tanrıça Des veya onun müritlerinden biri tarafından yapılmış olmalıydı. Sesli bir şekilde yazılanları tekrarladı.
Son kelimenin de söylediği anda, dağlar titremeye başladı ve bir yarık açıldı buzda. Önünde uzun bir mağara, sonsuza kadar uzanıyordu.
Mağarada tanımlanamaz bir süre ilerledikten sonra kendini bir yerde buldu. Burası öyle bir yerdi ki, tüm yıldızlar, onun etrafında dönüyordu. Uzayın derinliklerindeydi. Her istediğini görebiliyordu. O, evrenlerin kesiştiği yerdeydi. O karanlıkta bir kadının siluetini gördü. Bir ışık yayıyordu o kadın. Sanki buraları o yönetiyormuşçasına ışık, yıldızların içine işliyor ve onu bırakmamacasına onun etrafında dönüyorlardı. Kadın, Neinea’ya baktı ve gülümsedi. Zarif ve sakin sesiyle “Uyan” dedi.
***
Uyandığında, devasa bir salondaydı. Dehşetli fresklerin bulunduğu bir salondu burası. Çeşitli renklerde boyanmış, eski savaşları anlatan resimlerle doldurulmuştu. Resimlerden pek çok şey anlaşılabilirdi ki, Neinea’nın yaptığı ilk şey ona bakmak oldu.
Resimlerin hikâyesi ilk günden başlıyordu. Üç kardeş vardı. İkisi erkek, diğeri kız. Anlaşıldığı üzere, bunlar bir seçim yapılmak üzere dünyanın üzerine, evrenlerin kesiştiği yere konmuşlardı. Bu sayede, En Çelimsiz olan en batıdakini seçmişti. Beyaz gözlere sahip gururlu savaşçı, çölü seçmişti. Ve Güçlü Kadın, doğuya gitmeyi seçmişti.
Böylelikle kardeşler ayrı düşmüş ve uzun süre birbirlerini görmemişlerdi. Batıdaki, torunlarını yetiştirdikten sonra, tüm limanları kurdu ve geliştirmişti. Böylelikle büyük bir imparatorluğa sahip olmuştu. En doğuya gittiğinde, aslında kardeşi olan Faéra ile karşılaşmıştı. Ancak onu tanımadı ve onunla birlikte oldu.Ancak, Faéra ise onu öldürmeye çalışmıştı. Sonucunda, İlk insan, alev mızrağını almış ve öldürmeye çalışmıştı onu. Ancak başarılı olamayınca, Mızrağı buraya saklamıştı.
Neden başarılı olamadığını bilmiyordu. Orada tamda kesin değildi zaten. Sanki bir güç engellemişti onu.
Neinea, bu yerinde biraz daha gezindi. Merak ettiği şeyler vardı ve bunları birine sormalıydı. Ancak soracak kimse yoktu. Büyük bir çığlık attı.
“Aestera Sepra! Göster kendini Mızrak!”
Böylelikle, salonun ortasında bir heykel belirdi aniden. O, kör hikâyeciye çok benzeyen bir heykeldi. Mızrağı elinde tutuyordu. Büyük salon birden bire titremeye başladı.
Neinea hızlıca atıldı ve mızrağı kaptı. Arkasını dönüp kapıdan geçmek isterken, önünde kör hikâyeci belirdi.
“Zamanı şimdi kızım. Şimdi sapla bana.”
Neinea yapması gereken şeyi yapıp yapmamak arasında kaldı. Ancak yıkılmaya başlamak üzere olan mağaradan bir an önce kaçmalıydı ve hızlı davranmalıydı. Mızrağı iyice kavradı.
“Bunu yapamam!”
Mızrağı beline bağlayıp hızlıca ilerledi ve mağaradan çıkmaya çalıştı. Hızla ilerledi ve sonra mağaradan çıktı. Mağara yıkıldı onun arkasından ve bütün Kış Düzlüğü titredi. Biraz önünde, birkaç tane Sugg Vua askeri duruyordu. Hızlıca mızrağını çıkardı ve en yakındakine sapladı. Sonra etrafında dönüp eğildi ve yerde yuvarlanıp önündeki askere sapladı.
İki askerde yanmaya başladı ve küle döndüler birkaç dakika sonra. Küller rüzgârda uçup gitti.
“Artık, benim önümde durabilecek olan bir kişi daha yoktur!” dedi ve Sugg Vua askerlerinin zırhlarını giyinmeye başladı.
Not: Artık bir Eun Lisanı sözlüğü yarattım. Nihayet =) Artık komposizyon bile yazabilirim Eunca
