Zamana yenik düştü kelimelerim. Belki de kullandığım malzemenin dandikliğinden bilemem orasını. Liberalizmin kaymağı kolejimin verdiği turuncu kaplı, küçük ve bu yüzden samimi bir duruşa sahip defterime karaladığım eğri büğrü yazılarıma bakıyordum bir daha gözden geçirmek için. Ah gözden geçirmek mi! Lanet kurşun kalemin yarattığı kelimeler elimin teriyle ya da başa sebeplerden ötürü akmış, o kelime bulamacının içinde yitmiş harflerin sessiz çığlıkları kulağıma ulaşıyordu.
Ne yani olay bu mu, sen buna mı üzülüyorsun dallama dediğinizi duyar gibiyim. Evet canlarım, buna üzülüyorum. Yazının kalitesinden de değil, kendimi geliştirmek için denediğim şiir müsvettelerinden biriydi sadece. O akıp giden kelimelerin sahibi bendim! Onları ben yarattım! Yazmayı bu yüzden severim, artık yaratılan zavallı bir kul değil yaratan güçlü bir tanrısındır o vakit. Evladı üzerinde ebeveynlerin de yaratıcılığı vardır; sevginin yanında belki de biraz egodan üzülür ebeveyn evladı yittiğinde.
Evladını yitiren anneydim yani ben o vakit; kendi yarattığım yittiğinde. Ne var ki kulunu ya da kullarını kaybetmiş bir tanrı gibi değildim. Sizin tanrınız onları önemsemiyor çünkü! Onlara lanet bir dünya bıraktı çünkü tanrınız; bizi özgürlüğe mahkûm edip yapacaklarımızdan sorumlu olacağımızı söyledi. Sizin tanrınız şefkatli bir baba değil adil bir yargıçtır.
Ben ise olması gereken ideal tanrıydım o an kendi zihnimde. Hiçbir ter ya da ıslaklık zihnimdeki kelimeleri silemez; bu yüzden o an düşündüklerimi tekrar gözden geçirdiğimde yanıldığıma kanaat getirdim. Her üstün birer varlık gibi o üstlere has (sizin tanrınız da dâhil) zayıflığa yenik düşmüştüm ben de: Kibir!