(birkaç yazım hatası olması lazım onlara dikkat edin:D)
Hatalı Kaos
…
“İnsanları değiştiremezsin, Atilla.”
“Deneyebiliriz.”
Raya diretmedi. Atilla döndü ve evden ayrılmadan önce yatağa eğilip üzgün görünen sevgilisine bir öpücük kondurdu.
Muazzam, sade binaların etekleri yine özgürce koşuşturan insanlarla doluydu. Yükseklerde dolaşan köprülerden uzun taşıma araçları akıyor ve şehir her zamanki güzelliğiyle güneşte parlıyordu.
“Yaşamı aydınlatın. Gelecek Bugündür.”
Anons ekranlarından işitilen bu sloganı sıklıkla duyardınız. Şu küçük dünyamızda pek de sevilen bir slogan, hele ki herkesin düşüncesi aynı olunca… Ama ben sevdiğimi söylemem.
‘Farklı düşünceler.’ Bu kavram günümüzde yok olmanın eşiğinde dolaşıyor. Çünkü insanlar davranışlarında, fikirlerinde ve her şeylerinde ‘mükemmel’e yaklaşıklarına inanıyorlar. Geçmiş hataların tekrarlanmayışı, olumsuz sonuçlarının da hemen hepsini ortadan kaldırdı. Yani bu ‘ideal’i daha da çekici bir hale getirdi. Kurulmuş olan düzenin insanlarının yetiştirilişi ve imkânları ise bunu körüklüyordu.
İnsanlık tarihinin karanlık geçmişinden ve toplumların birbirlerini kesintisiz tüketişinden sonra, bu şehir Dünya gezegenindeki yegâne insan ‘Şehir’iydi. Onca felaketin ve doğa düzeninin çalkalanışından sonra, insanların kalan birkaç milyonu burada organize olmuştu. Kurulan bu sistem, bu dünya şimdilik kusursuzca işliyordu. Eski tarihlerin feodal kalelerini andıran bu devce kentin nüfusu sabitleştirilmişti.
Yaşanmış onca ‘insanlık dışı’ diye tabir edilen olay, (şimdilerde de bu tanım mevcut) bu uygarlıkta gerçek değildi, ama sadece ‘bu’ uygarlıkta. Şehrin dışında, Dünyanın kalan her yeri, toparlanmaya çalışan doğanın yaralı bahçeleriydi. Bir de Sektör Hatalı Kaos denilen karantina bölgesi vardı.
Atilla fazla uzakta olmayan hedefine doğru sakince yürüyordu. Kendilerine ayrılan yollarda ilerleyen, iki tekerlekli ve yarı insan gücüyle çalışan taşıt kuyruklarını izlemek ona keyif veriyordu. İnsanların hepsi –kendisi de- birbirine benzeyen şu giysiler içindeydi. Giysilerin çeşitli elektronik işlevleri vardı ve kimi tercihe bağlı bezekler dışında hiçbir farkları yoktu.
İlerlerken, tanımasa da kimileri ona selam veriyordu. Bu kişiler pek sık değildi, Atilla onların okuyucularından olduklarını tahmin edebiliyordu. Kendisi, diğerlerinden farklı da olsa, edebiyat ihtiyacını karşılayan sayılı kişilerdendi. Yeni Dünya dolayısıyla da şişirme eserlerden başka pek bir şey yapamıyorlardı. Sanat için malzeme olacak çelişkiler ve acılar pek bulunamıyordu.
Yapı girişlerindeki aynı cins tabelaları inceleyerek yürümeye devam etti. Aradığı girişi bulunca da oraya yöneldi. Bu bir ‘ev’ girişiydi. Zira evler, bu büyük, muntazam komplekslerdeki dairelerden oluşuyordu. Komplekslerin isimleri onları bulmayı kolaylaştırıyor olmasaydı bu şehirde binaları gözle ayırt etmek pek zor bir şeydi. Neyse ki zorluk anlarında şu güzel giysiler çok yardımcı olurdu.
Binaya girdi ve onu istediği daireye götürecek olan numaraları takip etti. Kısa ve hızlı bir asansör yolculuğunun ardından istediği bölgeye ulaştı. Fıskiye ve havuz gibi şeylerle süslenmiş yeşillik alanlarda dolaşanlara bakındı, şehrin güzel yanlarından biri de kat kat bina yığınlarının her tarafının ayrı bir yaşam süsüne sahip olmasıydı.
Atilla kapının önünde durdu ve zili çaldı. Kısa süre de kapı açıldı.
“Vay dostum hoş geldin! Ben de seni bekliyordum.”
“Seni görmek de güzel Ramsey.”
İçeri yöneldiler.
“Sence sonsuza kadar mı yaşayayım, yoksa çocuk mu yetiştireyim?”
Atilla bunu duymayı pek beklemiyordu. “Bence geberene kadar yaşa.”
“Ah hadi dostum, edebiyatı bırak da bana yardımcı ol.”
“Edebiyat işlevinde değildim sadece tavsiyede bulundum.” Evet, konu açılmışken devam edeyim; “Yer”li –Yer, şehrin adı.- insanların hayattaki önemli seçeneklerinden biri de, ‘nasıl’ yaşayacaklarıdır. Ya ölümsüz yaşam seçerler, ya da çocuk yetiştirip ölmeyi seçerler ki her çift için iki çocuk zorunludur. Tabii başka bir çift ile ‘üç’e bir’ paylaşımı yapmazlarsa. İstisnai nüfus değişikliği düzenlemelerine göre de ‘limitler’ ayarlanabilir. Ha, söylemeyi unuttuğum bir seçenek daha var ki o da ne çocuk ne ölümsüzlük seçeneği. Ama bunu seçenler azınlığın azınlığı bile değildir. Bu yüzden seçenek olarak akıllarda pek yeri yoktur.
“Sen kaçıksın adamım, seni vazgeçirmeyi tekrar deneyebilir miyim peki?”
“ Bence boş ver. Hatta bana sorarsan, sana da kendiminkini öneririm.”
“Pekâlâ, senin adına üzülüyorum dostum, zira bu uygarlıkta bile herkes senin kadar şanslı değildir… Raya nasıl bu arada?” gülümseyen adam göz kırptı.
“ Çok iyi.” Atilla kendini tutmadı ve hafifçe güldü.
“Haha, işte bu! Çak bakalım!” ellerini çarpıştırdılar.
“Ben içecek bir şeyler alayım.” Ramsey mutfağa yöneldi.
Atilla ise bir koltuğa oturdu ve beklemeye başladı. Siyah deri koltuk, su kabarcıklı dekorların loş alaca ışığında hayli hoş görünüyordu. Ramsey kısa süre sonra iki bardakla geldi ve birini Atilla’ya verip oturdu. Kendisi Yer’deki pek az siyahîden biriydi.
“Ee? Dünkü iş nasıl gitti?” Dedi Atilla.
“Umduğumdan iyiydi. Sanki herifler bizden istekliydiler bu iş için. Her şey hazır sayılır, yola çıkabiliriz.”
Bir sessizlikle içkilerini yudumladılar.
“Yazar olarak, habercilerin güç bela yapmak istedikleri bir şeyi yapmak istiyorsun dostum, buna hayranım doğrusu.”
“Eh, ama sen de benimle geliyorsun Ramsey?”
“Senin gitmen benim de gitmem demek oluyor. Sen nereye, ben oraya!”
“Hadi yola çıkalım, yolda konuşuruz.”
Kalktılar.
“Umarım bu iş fazla sürmez adamım, evden uzak kalmak istemem, Yer’de bekâr hayatı gibi bir şey yok çünkü…” Ramsey kapıya doğru giderken kısa ve komik jest danslarından birini sergiledi.
Bardakları evin hizmetçi robotuna bıraktılar ve çıktılar.
Bir müddet konuşmadan devam etseler de Ramsey sessizliği bozdu; “Gerçekten de düzen karşıtlığı yapmak istediğine emin misin? Yani dostum… Şu çevrene baksana? İnsanlar altın çağını yaşıyorlar.”
“Bunun üstüne ben de çok kafa yordum. Sektör’e vardıktan sonra, sana derin olarak anlatacağım.”
“Peki, öyle diyorsan öyledir. Unutmadan, yetkililere geldiğimizi haber vereyim.” Giysinin kulaklığını aldı ve kısa bir görüşme yaptı.
Kompleksin taşıt istasyonuna gittiler. Burada, şehrin her yanına giden, Yılan balığı diye çağrılan uzun, vagonlu taşıtlar vardı. Peronda biraz beklediler ve araçları gelince bindiler. Araç harekete geçti ve hızlı, rahat ama uğultulu yolculuk başladı. Araç kompleksten yüksek bir viyadüke geçerek ayrıldı. Bu yükseklikten, pencerelerdeki manzara pek güzeldi, şehrin tüm tertipli mimarisi gözlenebiliyordu. Köprüyü takip edip, surlara geçtiler. Sur denilen devasa yapı, yuvarlak şehre şeklini veriyordu. Sur çoğunlukla ulaşım yolları ve fabrikaları barındırırdı.
Surun üstünde ilerlemeye başlayan araçta, Atilla ve Ramsey’in keyfi yerindeydi. Pencereleri de şehrin dışına bakıyordu. Aşağılarda ormanlar ve kimi akarsular, uzaklarda ise biraz dağ. Alışıldık ama güzel bir manzara. Gökyüzünün insanlara kurban gitmiş bozuk mavisinin altında, yeşillikler daha bir parlak ve göz alıcıydı. Nehirler de uzak asit yağmurlarıyla kirlenmişti.
Araç yol değiştirdi ve Surun içine doğru inmeye başladı. İçerde, birkaç durakta durdu ve sonunda Ramsey ve Atilla’nın ineceği yere uğradı.
Yılan balığından inen iki adam buradan fazla uzak olmayan hedeflerine yöneldiler. Biraz yürüdüler ve halka kapalı bir geçişe geldiler. Geniş metalik kapının önünde, iri ve çelik renkli bir robot bekliyordu. Ramsey giysisinden küçük belge ekranını alırken, robot adamların orda oluşuna hiç tepki vermiyordu. Ramsey cep ekranından izin belgesini gösterdi ve robot başını ekrana çevirip belgeyi onayladı. Hemen ardından da dev kapı iki yana aralandı. Geniş koridorda ilerlediler ve ikinci bir kapıdan geçtiler. Vardıkları yer, Yer’in Kalkan denilen savaş teşkilatının alanlarındandı. Etrafta Kalkanın belkemiğini oluşturan türlü robotlar vardı.
Kalkan yoğun ve güçlü bir savaş ağına sahipti, ancak olası gezegen dışı tehditler hesaba katılmazsa, dünyada hiçbir düşman oluşum bulunmamaktaydı. Onca zamana rağmen, silahlanmanın insanlara verdiği çapraşık duygular hala gençti.
Ramsey ve Atilla dalgın dalgın çevreye bakınıyorlardı. Sonrasında ise yanlarına bir ‘insan’ geldi.
“Hoş geldiniz Bay Atilla, Bay Ramsey, benimle gelin.”
Kadının peşine takıldılar. Onları bir asansöre götürdü, yükseldiler. Vardıkları yer bir iniş alanıydı, çevrede park edilmiş pek çok uçucu araç vardı. Kadın, ilerideki birkaç kişiyi işaret ederek; “Sizi bekliyorlar.” Dedi.
“Teşekkürler tatlım.”
Kendilerini bekleyen adamların yanına gittiler. Adamlar kalkışa hazır bir uçağın yanında bekliyorlardı.
“Hoş geldiniz baylar.”
“Merhaba.”
“Her şey istediğiniz gibi ve hazır, artık gidebiliriz.”
Araca geçtiler. Hafif bir kara savar-taşıyıcıydı bu. İçerde duvarlara bağlanmış birkaç savaşa hazır robot piyade vardı. Büyük ihtimal pilot da onlardan biriydi.
Havalandılar. Araç yavaşça hızlanmaya başladı. Aracın dış cephesindeki kameralar sayesinde her yanı izleyebiliyorlardı.
Kalkış pisti geride kaldı. Kısa süre sonra da, şehir geride kalmıştı, hatta artık sadece surun çizgisi görünüyordu. Üstünde seyrettikleri ormanın kimi yerlerinde bitkiler seyrekleşmişti. Ara sıra yıkılmış binaların ufak tefek döküntüleri ve insan yapımı şeylerin hurdalarını görüyorlardı. Her yer eski şehirlerin ve korozyonun izleriyle doluydu.
“Sektör H.K. ya yaklaşıyoruz beyler.”
Sektör H.K. İşte her şeyin nedeni. Yer yönetiminin ıssız bir toprak parçasında kurmuş olduğu özel bir karantina bölgesi. Gerekçesi ise bilindik anlamda bir hastalık değil; buraya ‘kayıp’ diye nitelendirilen insanları sürüyorlar. Kayıp olarak tanımladıkları ise; şartlanmalara gömülenler ve şiddete eğilimde ısrarcı olanlardı. Aslında gerek yetiştiriliş, gerek de genleriyle oynanmış sebzeler gibi olan insanların kayıp niteliğine bürünme olasılığı nerdeyse yoktu. Eğer yönetim her şeyi düzgün yapıyor ise.
Bürokrat tipli adamlardan biri Atilla’nın yanına geldi. “Şu cihazları giysilerinize yerleştireyim. Yerinizi rahat saptarız, ayrıca bizi çağırabilirsiniz.” Parçaları takınca adam iki enerji tabancası getirdi; “Bunları yanınıza alın. Acil bir durum olmadıkça kullanmayın, özellikte dikkat çekmenize sebebiyet verebilirler.” Yanındaki adamın elindeki ‘giysi’leri aldı. “Ayrıca bu paçavralara sarınmanız gerekecek. Yer giysinizi gözden uzak tutun.”
Gerçekten de paçavraya dönmüş cübbemsi şeyleri sarındılar.
“İşte Sektör H.K. sınırını geçtik beyler.”
Savunma kuleleriyle ilerleyen küçük duvarlar geride kaldı. Bu civarlarda ağaçlar çok nadirdi.
“Sizi yerleşimin biraz uzağına indireceğiz. Böylece sektöre gelişinizi sergilememiş oluruz. Sizi iki ajanımız karşılayacak. SHK da güvenliğinizi sağlayacaklar. Umarım araştırmanız iyi gider Bay Atilla.”
“Yardımlarınız için teşekkürler.”
“Önemli değil, görevimiz bu.”
Pek de uzun sürmeyen uçuş sonlanmak üzereydi. Araç yavaşlamaya başladı, artık üzerinde uçtukları yer bir çöldü; kızgın güneş, güneş ile aynı renkteki kumlar ve eski dünyadan kalan çöpler.
Alçalmaya başladıklarında, iyiden iyiye heyecanlanmışlardı. Hatta Ramsey bile uzun süredir hiçbir şey söylememişti.
Aracın motorları kumları uçurmaya başladı. Etraf sert bir kum fırtınasının bulutlarıyla dolmuş gibiydi. İnişin hafif sarsıntısını hissettiler ve kapanan motorların ardından tozlar dağılmaya başladı.
Dışarı çıktılar. Giysilerinin serinleticileri olmasaydı, bu paçavraların da desteğiyle sıcaktan kavrulurlardı.
İki kişi yanlarına geldi. Onların da üstlerinde paçavralar vardı.
“Sektör HK ya hoş geldiniz baylar. Ben Samir, bu da Hans. Burada kaldığınız sürede güvenliğinizi sağlayacağız.
“Memnun oldum, ben Ramsey, bu da Atilla.”
“Bizimle cipe gelin.”
Yakındaki dört tekerlekli garip araca yöneldiler.
“Şu külüstüre bak dostum, bir otomobil bu! Bu şeylerden birine bineceğimi hiç düşünmezdim.”
Pek de iyi durumda olmayan cipe bindiler. Koltuklara oturduklarında, güneşin yüzlerine vuran sıcaklığını daha bir belirgin hissettiler. Bu bomboş ve kuru havada, güneş sanki onları izliyordu.
Patlamayı andıran gürültülerle araç çalıştı ve ilerlemeye başladı. Sarsıntılı bir ilerleyişti, araç kum tepelerinin üstesinden gelmeyi başarıyordu.
“Buraya tam olarak neden geldiniz Bay Atilla? Yazardınız değil mi?” Dedi direksiyondaki Samir.
“Evet, bir araştırmam için gözlem yapacağım.”
“Burasıyla ilgili Yer’de eterince bilgi vardır sanırım?”
Yerliler sektörü her şeyiyle bilirlerdi ve bu onlara toplumun bozulmasıyla ilgili ibret dolu bir ürkü sağlardı.
“Şahit olduğum bilgileri kalemime yansıtmayı tercih ediyorum.”
“Aha, anladım. Umarım buradan hoşlanırsınız !”
Bir süre sadece çölü ve motoru dinlediler. Sonra adam söze devam etti.
“Yaklaşıyoruz. Burada insanlar size garip gelebilir. Uyumlu olmaya çalışın, olmazsanız siz onlara garip görünürsünüz.”
“Ne gibi?” Sordu Ramsey.
“İnsanların düşüncelerine dokunmayın. Değiştiremezsiniz ve sizi dinlemezler. Dinleseler de dinlemezler. Basit bir örnektir bu.”
“Sanırım anladım.”
Kırık dökük bir asfalt yola girdiler. İlerde ise bina denmeye layık olmayan şeyler görünüyordu. Şehre girdiklerinde de bu yargı iyice sağlamlaştı. Sadece bina olması için basitçe yapılmış duvarlardan oluşuyorlardı, düzensiz ve çirkin.
Öte yandan, çevrede kimi insanlar da vardı. Görünüşlerindeki sefillikleri, bir şeyi bilmek ve görmüş olmak arasındaki farkı Atilla ve Ramsey’e derince yaşattı. Oynayan çocukların bile yüzlerinde hastalıklı bir samimiyetsizlik vardı.
Karmakarışık ‘şehir’de biraz ilerledikten sonra arabayı yolun kenarına park edip indiler. Samir bir binanın kapısını açtı ve harap koridorda devam ettiler. Merdivenden bir kat çıktılar. Adam anahtarıyla kapılardan birini açtı ve içeri girdiler.
İçerisi pek kötü değildi, temiz ve Yer yapımı eşyalar, bilhassa bilgisayarlar vardı.
“Burası üssümüz ve evimiz. Her neyse, sektörde burası gibi mekânlara rastlamayı pek ummayın. Bunun gibi Yer üsleri dışındaki her yer koca bir çöplük…”
“Ben devriyeye çıkıyorum.” Dedi Hans. Hans gidince Samir çekmeceden bir şey aldı ve onu fırlattı; “Yakalayın!”
İlkel bir metal anahtardı bu.
“Lazım olur. Yine de bensiz dışarı çıkmanızı önermiyorum. İsterseniz şimdi bir keşif için çıkabiliriz.”
“Evet, olabilir.”
“Biraz dinlenin ve çıkalım.”
“Bu arada bende buzdolabını inceleyebilirim ha?” Dedi Ramsey.
Binadan çıkınca Atilla ve Ramsey bir süre manzaranın gerçekliğinden emin olmak istiyormuş gibi boş boş bakınmışlardı. Her tarafta renk renk, kötü kumaşlara sarınmış insanlar vardı. Bazılarının giysileri gerçekten iyiydi. Ayrıca duruşları, ifadeleri de farklıydı. Sanki… Büyüklük hissi? Kısacası insanların mimikleri, hareketleri birbirlerinden ‘fazlasıyla’ farklıydı. Atilla, insanların birbirinin yanından bunca farklılık; düşünsel ve fiziksel farklılıkla geçmesine sebep olan ruhsal çözümlemeleri biliyordu. (Bütün Yerliler gibi.) Ama gerçeği görmek, gerçekten çok farklıydı.
Ahşap tezgâhlarında bekleyen esnaflar da çoktu. İnsanlar birbirlerinden karşılık olarak garip metal parçaları alıyorlardı. Bu para denilen olgu, asırlarca insanlığı ve dünyayı zehirlemişti. Hala da mevcut! Bu materyal, dünyadaki her şey için bir karşılık olarak kullanılırdı. İnsanlar için bile. Uygun ve düzeni sağlayan bir şey olarak görülmüşse de, vahşetten başka bir şey getirmemişti. Bunlar anlaşıldıktan sonra bile, burada geçmişin yaşanması çok hazindi. Büyük ihtimal, şurada oturan cılız, sefil adam da ‘para’ yüzünden böyle kötü bir haldeydi.
Bu gördüklerim sadece temeldi ve muhtemelen burada karşılaşacağım pek çok rezalet daha var. Nelerle karşılaşacağımı biliyorum, ama göreceğim…
“Size yakın çevreyi gezdireyim, kafanızda minik bir harita oluşsun. Bu çöplük hayli büyük bir yer.” Dedi Samir.
Dolaştılar, ara sokaklardan geçtiler. Her karesi tüyler ürperticiydi. Nereden geldiklerini kestirmekte güçlük çektiğiniz tekerlekli demir yığınlarınca ezilmemek için ihtiyatla yürüyorlardı.
“Neden kendine böyle bir meslek seçtin sen?” Dedi Ramsey Samir’e atıfta bulunarak.
“Hareketlilik hoşuma gidiyor. Yer’in huzuru çok bunaltıcı… Biraz adrenaline ihtiyaç duyuyorum.”
“Aslında bana da uyabilirdi, ama ürkek bir kıçım var.”
“Aah, fazla tehlikeli değil. Yer bizi gayet iyi donatıyor. Unutmadan, Sektör HK da bizim için yasa yok. İstediğimiz her şeyi yapabiliyoruz!”
“Peki, sen bundan ne kadar yararlanıyorsun?”
“Fazla diyemem. Ha ha, peki sen neler yaparsın?”
“Bir eğlence kulübünde çalışıyorum. Kalabalık mekânlar hoşuma gider. Monotonluktan uzak tipler de bol bulunuyor. Standart Yer görevleri dışında da, uzantılarım nereye götürürse oraya giderim!”
“Ya siz, Atilla?” Dedi Samir, Ramsey’in saatlerce anlatabileceğini fark edince.
Ramsey Atilla’ya fırsat vermeden anlatmaya başladı; “O mu? O yazılarıyla ya da eşiyle vakit geçirir. Bunun dışında çıkıp okuyucularını ve kendi gibi tipleri arar…”
“Anlattığınız için teşekkürler Bay Atilla!” Dedi Samir.
Atilla güldü; “Doğru anlattı.”
Karışık sokaklarda ilerlemeyi sürdürdüler. Buradaki her şey Atilla ve Ramsey’e ürkütücü görünüyordu. Çevredeki çürük arabalar, kullanılan ilkel eşyalar… Yirmili yüzyıllardan kalan berbat görsellerdeki şeyler burada aynen kisveye bürünmüştü.
Gün batımı yaklaşana kadar köhne sokaklarda dolaştılar. Bu süre boyunca çevreye bir miktar alışmışlardı. Şimdi ise apartmandaki dairenin kapısından geçiyorlardı. İçeriyi görmek huzur vericiydi.
“Siz takılın. Benim birkaç işim var.”Samir özel odasına çekildi. Atilla ve Ramsey de kendilerini bitkince koltuklara bıraktılar. Yorucu bir geziydi.
“Belki de haklıydın dostum, gerçekten, Korkunç bir şey bu.” Dedi Ramsey.
“Çok şüphen var mıydı ki?”
“Çok olmasa da, vardı. Ağır bir girişim bu dostum. Gelmiş geçmiş en iyi sistemi darbelemek istiyordun.”
Atilla yüzünü ona çevirdi; “Sence de o kadar iyi mi? Bugün gördüklerinden sonra hem de? Aslında biliyordun. Geçmiştekinden bir farkımız var mıymış?”
“Buranın varlığı Yer düşüncesini ayakta tutuyor Atilla, sen de biliyorsun. Hiç değilse bir kısmımız gönenç içinde. Bunca teknolojiye rağmen insan evriminin temel davranışları pek değiştirilemedi. Düzen ancak bu ibret sistemi sayesinde baskısız işliyor.”
“Acaba teknolojileri mi yetmiyor?” Dedi Atilla alayla.
“Başka neden olur ki?”
“Ben de bilmek istiyorum.”
“Bu manyakça, dostum. Sanki yanlış yapıyormuşuz gibi hissetmeye başladım. Gördüklerimizi düşünsene? En azından Yerliler huzur bulabilsin.”
“Bu bencilce, Bay Yerli. Hedefimizi hatırlayalım.”
Evet, hedefimiz. Doğruluğundan asla emin olamadığım, yinede gördüğüm her şey gerçekleştirilmesi yönünde benliğime baskı yapan bir rüya. Yerlileri teşvik etmek, yönetime karşı ayaklanmak, sektör HK’yı kaldırmak, tüm insanların eşit şartlarda yaşamasını sağlamak. Uçukça, ama Yer eski mükemmelliğini korumasa da, tüm insanları aynı eşit çatıya koymak. Evet, bu sürgün düzeni olmadan, Yer asla şimdi olduğu kadar iyi olamaz. Hiç yoktan, kısmen iyi bir düzende, herkes eşit şartlarda bulunabilir. Bir kesimin iyi, bir kesiminse ‘insanlık’ dışı yaşamasına yeğdir.
Aksine, bu idealin ters tepmesi, insanlığı eski dönemlerin karanlığına da itebilir…
Sonraki gün yine gözlem için çıktık. Bu sefer rehberimiz yanımızda değildi. Yüzümüze vuran sıcak güneş ve ağır insan kokularının arasından merakla ilerliyorduk. Herkes huzursuzca, bir an önce kovuğuna çekilmek için yapmak istediklerini bitirmeye çalışıyor gibiydi. Bu tedirgin hallerinin bir nedeni, hiçbir şey için rahat davranamamalarıydı. Rahat davrananlar garipsenirdi ki garipseyenlerde aslında rahat davranabilmeyi isterdi… Keza, Ramsey ve ben de onların bu hallerini garipsemiş oluyorduk. Öyleyse garipseme duygularımız sadece tersine işliyor, yine de işliyordu…
Şartlanmalı düşüncelerle bozulmuş yüzlerin arasından geçtikçe, başlarından geçen onlarca renksiz olay zihnimizde az çok beliriyordu. Hepsi birer hiç uğruna yaşanmış korkunç acıların kurbanıydılar. Çevredeki her şey yaşanmış şiddetleri çağrıştırıyordu. Bencil duyguların körüklediği, kafalarda oluşan sayısız koşullanmanın insanlara uygulattığı şiddetler. Özgürlükleri kısıtlanmış hastalıklı hayatlar böylelikle akıp gidiyordu. Hep olmuş olduğu gibi…
Yer yönetiminin buraya sürmeye layık bulduğu kişiler bir yana, ya burada doğanlar? Onların bu vahşeti çekmesi ise Yer’in en büyük haksızlığı…
Sektör HKdaki birkaç günümüz böyle geçmişti. Şahit olduğumuz kimi korkunç olayların da etkisiyle, artık burada kalmaya tahammülümüz kalmamıştı. Burada geçirdiğimiz sürenin sonunda nasıl bir ifadeye sahip olacağımızı çoktan bildiğine dair Samir’in yüzünde müstehzi bir gülümseme asılıydı.
Bizim için gelen taşıyınca binince derin bir rahatlama hissetmiştik. Sektör HK ve ardından çöl geride kaldı. Şimdi aracın çevreyi izlememize mani olmayan hızı eşliğinde arkamıza yaslanmıştık.
Yer e döndüğümüzde bu muhteşem şehri şimdi özlenmiş bir zevkle izliyordum, her karesini, işleyişini ve insanlarını. O an ‘hedefimiz’ hakkında yine yargı yapmama neden oldu.
Ramsey ile vedalaşıp evime döndüğümde ise, kendimi Raya’nın kollarına tüm her şeyden soyutlanmış hislerimle bıraktım. İşte bu gerçek bir huzurdu. Onun kahverengi saçlarını okşarken, insanlığın onca belasından kendimi bir an uzak hissedebildim…
Dönüşten hemen sonra Sektör HK üzerine olan kitabımı bitirdim. Kitap fazla geçmeden büyük tartışmalar yaratmıştı. İsmimin neredeyse herkesçe bilinmesi yanında, hedefimi destekleyenlerin sayısının biraz artmasına da yaramıştı. Yine de hala kayda değer bir kitle değildik. Yerlilerin pek de var olmayan bencilliği, bu hedefi hayli itici kılıyordu. Her bireyin idealist olduğu savındaki bir toplumun bu kadar az ilgi göstermesi beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Belki de sadece zevk ve erince gömülmenin sarhoş iyimserliğine kapılmış, aymaz bir ferahlığı yaşıyorlardı.
Ve yine çok geçmeden, önemli bir davetiye almıştım. Başkan beni bir sohbete çağırıyordu. Şimdiyse kendimi Çekirdek*(* Yer’in yönetim binası.) koridorlarında bulmuştum. Görkemli arklar ve epik heykeller, berrak mermer satıhlara aksediyordu. Az süren bir yürüyüşten sonra başkanın odasına vardım. Beni kapıda karşıladı ve el sıkıştık.
“Hoş geldiniz Bay Atilla.”
“Merhaba Bay Rotschild.”
“Buyurun, oturun.”
Ben masanın önündeki kara deri koltuğa kaykılırken o da usulca masasına geçti. Yaşlı ve ufak tefek bir adamdı. Pek fazla olmayan beyaz saçları, lekeli teniyle neredeyse aynı renkteydi Gri gözleri ise bir ölününkileri andırıyordu. Rahatça masasına kuruluşunu izledim. Masadaki koyu ahşap kutudan bir puro aldı. Sakince tutuşturup ilk nefesini çekti. Odayı o aheste, hoş görünümlü duman kaplamaya başlamıştı. Onun yavaş ve rahat hali, dumanlarla uyum içinde, adeta aynı tabiattandı.
“Bu şeylerden hala bulunduğunu bilmiyordu.” Dedi Atilla.
“Ah, evet, hala birazcık var.” Dedi ilk külünü serpiştirirken. “Sizi neden davet ettiğimi az çok tahmin edebiliyorsunuzdur.”
Atilla’nın girişimlerinin başkanı rahatsız ettiğini anlamak zor değildi. Adam sözünü sürdürdü; “Son zamanlardaki çalışmalarını dikkatle takip ediyordum. Derin ve tahrik edici şeylerdi bunlar. Ama önce küçük bir soru; hayatınızdan memnun değimliydiniz Bay Atilla?”
Puroyu tuttuğu kolunun dirseğini masaya koymuş, dumanların arasından ifadesizce Atilla’ya bakıyordu. Bu sorunun basit görünüşüne karşın adamın bakışları aksini söylüyordu. O, gerçek cevabı istiyordu; belki tahmin edebiliyordu, ama istiyordu.
“Esasen mutlu değildim. Bu cennetsi şehirde, her şeyin güzel ve huzurlu olması hemen her insanı tatmin ederdi. Ama benim için barış bu değildi ve her an aklımı kurcalayan bir şey vardı. Herkes. Herkesin bir kısmı Yerde, bir kısmı da sektör HK da yaşıyordu. Bunun anlamı, insanların büyük bir kısmının acı ve vahşet içinde yaşamasıydı. Tamamının bu durumda olması vaziyetinde, pekâlâ kendimi avutabilirdim. Ama mevcut olan durumun bariz eşitsizliği baba zulmediyordu. Bu dengesizlik nedendir ki beni çıldırmanın eşiğine getirdi. Artık dayanamayacağımı kestirince, bir takım çareler aramaya koyuldu. En başta gelen ise savaşmaktı.”
“Hmm. ‘Savaşmak’ sözüyle isnat ettiğiniz şeyler nelerdi? Yahut hedefiniz?”
“Eşitsiz düzene karşı alternatifler aramaya koyuldum. Kalemimi de kullanarak insanları bu ideale hazırlamaya uğraştım. İlk adım sektör HKnın olmayışıydı, arkasından kimi önlemeler ve düzenlemeler oluşturmak kolay olurdu.”
“Sizin de bildiğiniz gibi, sektör HK Yer’in halkına sahip oldukları düzenin olmayışının en dokunaklı ve somut aynası oldu. Bununla birlikte, sektör, tüm uygarlığımıza rağmen gerçeği idrak edemeyenlere bir ceza seçeneği idi.”
“Evet, bir kesim için geri kalanların feda edilmesi.”
Rotschild iç geçirdi ve puroyu küllüğüne koydu. “Tarihle ilgilenir misiniz Bay Atilla?
“Evet, kısmen.”
“Sabık zamanların toplum bilimlerini incelemişsinizdir. İlk günden beri düzen hemen hemen aynı kalmıştır. Tablolar sürekli değişse de, boyaları hep aynıdır. Adaletsizlik ve eşitsizlik, kan ve isyan. Dahiler ise her dönem buna karşı çıktılar, sıkça yeni düzen fikirleri bulundu. Sonuçta hepsi paranın kudretine yenik düştü. Şüphesiz, bu sonsuza kadar böyle süremezdi ve paranın düzeni kendi kendini yok etmeye başladı. Milyarlarca insan ise bunun kurbanı oldu. Hem de kısa bir dönem önce, siz de biliyorsunuz.”
“Bana söylemek istediğiniz, mutlak adaletin asla var olamayacağı sanırım.”
“Kesinlikle.”
“Ben bugünün şartlarıyla, başarılabilineceğine inanıyorum. Sahip olunan teknoloji, bilinç ve birikim bunu başarabilir. Bugüne kadar alınmış yol inanılmaz, örneğin şu ibareleri bile size özgürce anlatabiliyorum.”
Özgürce dediğinde, Rotschild ona ironiyle bakıvermişti; “Şu anki durumda bile, sektör HK gibi bir yere ve kimilerini oraya sürmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bilakis siz bunu yapmadan da başarabileceğimizi söylüyorsunuz. Hmm evet, belki de mümkün. Ama şartlarımız sürekli ve sürekli düşecek. Yer, bir daha şu andaki ile mukayese edilemeyecek bir seviyeye inecek…”
“En azından koşullar kötü de olsa herkes eşit bir durumda olmuş olur.”
“Bu, tarihi başa döndürmek olur; sahip olduğumuz bilgi mirasıyla, tarih kendini daha acı bir biçimde tekrar etmiş olacaktır. Eşitlik bir süre sağlansa da, tekrar bozulacaktır.”
Bunun üstüne Atilla düşünceye boğuldu. Kısa sessizliğin arkasından, başkan onu uğurladı. Sonraki birkaç gün Atilla başkan ile yaptığı konuşmayı irdelemeye çalışmıştı. Hala üst düzenin yaratılabileceği kanısındaydı. Teknik bilgisi er ya da geç insan dogmalarının hakkından gelecekti. Ama bunun sadece dogmalarla sınırlı kalmaması ihtimali de vardı…
Atilla çalışmalarına devam etti.
Birkaç gün sonra masasında otururken, haberleşme aygıtına yeni bir mesaj gelmişti. Cam parçasını andıran cihazı alıp mesajına baktı. Okudukça, şu ana kadar düşündüğü her şey, sırtlarındaki bilgilerle kafasından hızla geçmeye başladı. Şu ana dek düşündüğü ve öğrendiği şeyi en sonunda teyit edebilmişti. Bildiği tüm tarih, okuduğu şeyin daha da aydınlattığı bir ışık olmuştu.
Elindeki alete yollanmış olan, bir sürgün belgesiydi…