@milenya ile aynı görüşteyim.
Rakiplerin zaaf, beklenti, eksiklik ve hataları dahilinde, kahramanın zaferi göze fazla batmayacak yönde verilebilir.
Cüneyt Arkın'ın canlandırdığı karakterlerin abartılı kaçmasının sebebi içinde bulunduğu evrenin genel yapısıyla ilişkili. Ortada, karakterden çok tiplemelerden (İyi de kötü de belli kalıplar dahilinde hareket edip var olur) söz edebiliriz. Etraflarındaki dünyada, etrafı kalın çizgiler ile çizili iyi ve kötülerin barındırdıkları kalıplardan beklenilecek hadisleri gerçekleştirebilmeleri için eğilip bükülmekte. İyi taraftaki kahramanın yenilmezliği, kötü olanın şehvet ve kibri ile hatalar yapması, saf iyi-kötü mücadelesi içeren bu gerçeklikte gayet olağan.
Karakterlerin yetenek ve becerileri kaynaklandırılır iken, içinde yaşadıkları dünyaya -fazla ayrıntıya girilmese bile- sezebileceğimiz sınırlar koyabilmek işe yarar belki.
Güç dengesi ve tarafların birbirlerine alacakları tavırlar değişirken, göz önünde olmayan ama arkada işleyen sistem (doğa, büyü, stratejik, politik, iç veya dış motivasyonlar, vb...) ve okurun algısında tuhaf kaçmayan manevralar (önceden verilen bir kararın sonraki duruma etkisi, bir anlık dikkatsizlik ile yaşanan olay, vb...) pekala yardımcı olabilir.
Kendi okuma deneyimimden aklıma ilk gelen örnek şu:
En son okuduğum Prenses Gelin'de, kahramanın becerisini çok çalışarak kazanmıştır. Bu pek ikna edici değildir de. Fiziken ve zihnen başarıyı çabalayarak elde etmesi, "çalışırsan olur" inancımız ile ters düşmez ama. Bu cevabı bizim için makul seviyeye çeken bir iki şey daha vardır.
Kitabın kendisi, anlatacağı hikayenin hicivsel gerçeklikle yazılmış bir metnin daha masalsı tonda yeniden yazılıp kurgulanmış hali olduğunu iddia eder (Yalandır. Ama tatlı bir yalan). Yani hikaye bizzat bizden anlatılanın masalsı bir serüven olduğunu hatırlamamızı ister. @milenya'nın da belirttiği "...eğer bir kitapta şartlar uygunsa, tavşandan şapka çıksa inanırım"ı bizden hiçbir şey saklamadan talep eder. Kitabın başından itibaren bu dikte edildiğinden ve bizimde beklentimiz bu yönde olduğundan, talebe uyacak yönde kendimizi ayarlarız.
Zaferlerini mantıklı bir çerçeveye oturtan bir başka ayrıntı ise yüzleştiği kişilerdir. Kendi maharetlerine olan güven ve alışkanlıkları sebebiyle beklemedikleri yönlerden saldırıya uğrarlar. Hatta biri, kendini sandığı kişi bile değildir tam olarak. Rakiplerinin yetenek, güç ve zekasına karşı, kendi yetenek, güç ve zekası böyle galip gelir.
Bir de Almuric'in kahramanı aklıma geldi:
Modern dünya için bile kaba kuvvetli bir barbara benzer. Almuric gezegeninin vahşi tabiatında hayatta kalmasını sağlayan da medeni dünyada gereksiz duran fiziksel kuvvetidir. Tabii ilk başlarda yetersizdir. Kuvvetinin, yabancı dünyada işine yaraması için aklını ve içgüdülerini kullanması şarttır. Fiziksel kondisyonu da, uyum sürecinde gelişir. Uyum sürecinden sonra yerli halk ile yüzleşir. Silahlara karşı duramaz ama gezegenin doğma büyüme yerlileri ile birebir dövüşecek kadar kuvvet kazanır (farklı bir fizyolojiye ve dövüş bilgisine sahip olmasınında etkisiyle).
Yazar Robert E. Howard'ın kahramanı, potansiyel olarak Almuric'te yaşamaya uygun biri olması vesilesiyle nispeten yabanıl ve vahşi gezegende hayatta kalır.
Konu ile alakadar olarak kesin bir cevap değil bunlar elbette. Soruya cevaplar aramak için üstünde düşünülebilecek örnekler vermeye çalıştım.